Elvan Kılıç

Velayet davalarında sıkça sorulan sorular

25 Eylül 2019
Velayet Türk Medeni Kanunu'nda düzenlenmiş olup bu hususta en önemli etken çocuğun üstün yararıdır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine göre, taraf devlet kendi kanunlarını uygularken, çocuğun üstün yararını gözetmelidir. Bu sebeple velayet konusu ülkemiz hukukunda dikkatlice ele alınmıştır. Uygulamada ise en çok yaşanan sorunlar çocuğun psikolojisinin bozulmaması için alınması gereken tedbirlerin eksik alınmasıdır.

BOŞANMA DAVASINDA ÇOCUĞUN VELAYETİ KİME VERİLECEĞİ NASIL BELİRLENİR?

Aile mahkemesi hâkimi, kanundaki velayet şartlarının oluşup oluşmadığına bakar. Ülkemizde genelde velayet anneye verilse de bazı vakalar da babalar da tam velayeti almaktadır. Yapılan yargılamada çocuğun menfaatleri nazara alınarak karar verilmektedir. Bu karara etki eden hususlar arasında anne ve babanın iradeleri yer alsa da asıl olan çocuğun yüksek yararı olup bu yararda çocuğun yetiştirilmesi, refahı, geleceği, sevgi ve ilgi ihtiyacı bulunmaktadır. Ebeveynlerin ekonomik şartları, müşterek çocukla kurdukları kişisel ilişkinin boyutu, yargılamada sunulan deliller arasında dinlenen tanıklar ve uzman bir pedagog eşliğinde çocuğun alınan beyanı sonucunda hâkim velayeti kime vereceğini belirler.

HANGİ DURUMLARDA VELAYET ANNEYE VERİLMEZ?

Mahkemeler yargılama başlamadan önce geçici velayet durumuna karar verirler. Genelde geçici velayet anneye verilir çünkü annenin çocukla ilişkisinin daha iyi olduğu kanaatine varılır. Özellikle yaş küçüklüğü durumunda hâkim dosyayı incelemeden direk geçici velayeti anneye vermektedir. Ancak geçici velayet tam velayet anlamına gelmemektedir. Yargılama bittikten sonra verilen nihai karar sonucunda çocuğun kime verileceği belirlenir. Annenin çocuğu istemediği durumlarda velayet anneye verilmez babaya verilir. Annenin akıl hastası olması, fiil ehliyeti bulunmaması, çocuğa karşı şiddet uygulaması, kötü alışkanlıkları olması gibi durumlarda hakim velayeti anneye vermemektedir.

ÇOCUĞUN YAŞI VELAYET HUSUSUNDA NASIL ÖNEM ARZ ETMEKTEDİR?

Çocuğun yaşının küçük olması, çocuğun velayetinin annede olması gerektiği algısını oluşturmaktadır. Oysa yaş küçüklüğünde belirli yaş dönemlerini dikkate almak gerekmektedir. Örneğin 0-3 yaş arasında olan çocukların velayeti geçici olarak anneye verilmektedir. Babanın o yaştaki bir çocuğa bakamayacağı ve tehlike arz edebileceği düşünülüyorsa tam velayet anneye verilmektedir. 3-7 yaş arası çocuklarda çocuğun annenin bakım ve şefkatine daha az ihtiyaç duyduğu kabul edilmekte ve bu durumda velayet babaya da verilmektedir. Çocuk okul çağına gelmişse, bu hususta tarafların çocuğun eğitimine imkan sağlama potansiyeli göz önünde bulundurulur. Yani hangi ebeveyn okul çağındaki çocuğa daha iyi bir eğitim imkânı sağlayacaksa ve çocukla da arası iyiyse velayeti alabilir. Çocuğun yaşı baz alındığında tarafların imkân sağlayabilmesi hakimin kanaat oluşturmasında yardımcı olmaktadır.

ÇOCUĞUN CİNSİYETİ VELAYET AÇISINDAN ÖNEMLİ Mİ?

Çocuğun cinsiyetinin boşanma yargılamasında önem arz etmesinin sebebi cinsiyete göre çocukların davranış şekillerinin farklılık göstermesinden kaynaklanmaktadır. Kız çocuklarının boşanmada daha hassas olacağı düşünülürken erkek çocuklarının boşanmadan pek etkilenmeyeceği düşünülmektir. Oysa ki cinsiyet fark etmeksizin tüm çocuklar boşanma evresinden etkilenirler çünkü her çocuk anne ve babasının beraber olmasını ister. Hâkim cinsiyetten çok çocuğun ebeveynle ilişkisine bakmaktadır.

YARGILAMA ESNASINDA ÇOCUĞA FİKRİ SORULUR MU?

Uygulamada çocuğun düşüncesi yeni yeni sorulmaya başlandı. Çünkü Türkiye Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları sözleşmesine taraf olduğu için kanuni uygulamalarda çocuğun yüksek yararı gözetiliyor artık. Özelikle Yargıtay verdiği emsal kararla velayet davalarını yeni bir boyuta taşıdı. Merci, idrak gücüne sahip 8 yaş ve üstü çocukların kendisini ifade edebileceğini, velayet davasında çocuğa fikri sorulması gerektiğine hükmetti. Uzman pedagog, çocuğa ulaşabileceği araçlarla çocuğun annesini mi yoksa babasını mı istediğini raporlayarak mahkemeye sunacak.

VELAYET HANGİ DURUMDA SONA ERER?

Dava sonucunda ebeveynin kendisine verilen velayet hakkını kötüye kullandığı ya da velayet görevini yerine getirmediği ispat edildiği takdirde velayet kaldırılarak diğer tarafa verilebilir ya da her iki tarafa da bırakılmayarak çocuğa vasi atanabilir. Çocuğun diğer aile büyüklerine -anneanne, dede gibi- verilmesi durumu da söz konusu olabilir. Çocuğun ya da velayet hakkını kullanmakta olan ebeveynin ölmesi, velayet altındaki çocuğun 18 yaşını tamamlayarak reşit olması durumlarında da velayet sona ermektedir. Sonuç olarak kanunda belirtilen şartların yerine getirilmemesi, olumsuzlukların baş göstermesi durumunda velayet kaybedilmektedir.

HÜRRİYET AİLE ÖZEL/ Sedef Batı

Aile mahkemesi hâkimi, kanundaki velayet şartlarının oluşup oluşmadığına bakar. Ülkemizde genelde velayet anneye verilse de bazı vakalar da babalar da tam velayeti almaktadır. Yapılan yargılamada çocuğun menfaatleri nazara alınarak karar verilmektedir. Bu karara etki eden hususlar arasında anne ve babanın iradeleri yer alsa da asıl olan çocuğun yüksek yararı olup bu yararda çocuğun yetiştirilmesi, refahı, geleceği, sevgi ve ilgi ihtiyacı bulunmaktadır. Ebeveynlerin ekonomik şartları, müşterek çocukla kurdukları kişisel ilişkinin boyutu, yargılamada sunulan deliller arasında dinlenen tanıklar ve uzman bir pedagog eşliğinde çocuğun alınan beyanı sonucunda hâkim velayeti kime vereceğini belirler.

Mahkemeler yargılama başlamadan önce geçici velayet durumuna karar verirler. Genelde geçici velayet anneye verilir çünkü annenin çocukla ilişkisinin daha iyi olduğu kanaatine varılır. Özellikle yaş küçüklüğü durumunda hâkim dosyayı incelemeden direk geçici velayeti anneye vermektedir. Ancak geçici velayet tam velayet anlamına gelmemektedir. Yargılama bittikten sonra verilen nihai karar sonucunda çocuğun kime verileceği belirlenir. Annenin çocuğu istemediği durumlarda velayet anneye verilmez babaya verilir. Annenin akıl hastası olması, fiil ehliyeti bulunmaması, çocuğa karşı şiddet uygulaması, kötü alışkanlıkları olması gibi durumlarda hakim velayeti anneye vermemektedir.

Çocuğun yaşının küçük olması, çocuğun velayetinin annede olması gerektiği algısını oluşturmaktadır. Oysa yaş küçüklüğünde belirli yaş dönemlerini dikkate almak gerekmektedir. Örneğin 0-3 yaş arasında olan çocukların velayeti geçici olarak anneye verilmektedir. Babanın o yaştaki bir çocuğa bakamayacağı ve tehlike arz edebileceği düşünülüyorsa tam velayet anneye verilmektedir. 3-7 yaş arası çocuklarda çocuğun annenin bakım ve şefkatine daha az ihtiyaç duyduğu kabul edilmekte ve bu durumda velayet babaya da verilmektedir. Çocuk okul çağına gelmişse, bu hususta tarafların çocuğun eğitimine imkan sağlama potansiyeli göz önünde bulundurulur. Yani hangi ebeveyn okul çağındaki çocuğa daha iyi bir eğitim imkânı sağlayacaksa ve çocukla da arası iyiyse velayeti alabilir. Çocuğun yaşı baz alındığında tarafların imkân sağlayabilmesi hakimin kanaat oluşturmasında yardımcı olmaktadır.

Çocuğun cinsiyetinin boşanma yargılamasında önem arz etmesinin sebebi cinsiyete göre çocukların davranış şekillerinin farklılık göstermesinden kaynaklanmaktadır. Kız çocuklarının boşanmada daha hassas olacağı düşünülürken erkek çocuklarının boşanmadan pek etkilenmeyeceği düşünülmektir. Oysa ki cinsiyet fark etmeksizin tüm çocuklar boşanma evresinden etkilenirler çünkü her çocuk anne ve babasının beraber olmasını ister. Hâkim cinsiyetten çok çocuğun ebeveynle ilişkisine bakmaktadır.

Uygulamada çocuğun düşüncesi yeni yeni sorulmaya başlandı. Çünkü Türkiye Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları sözleşmesine taraf olduğu için kanuni uygulamalarda çocuğun yüksek yararı gözetiliyor artık. Özelikle Yargıtay verdiği emsal kararla velayet davalarını yeni bir boyuta taşıdı. Merci, idrak gücüne sahip 8 yaş ve üstü çocukların kendisini ifade edebileceğini, velayet davasında çocuğa fikri sorulması gerektiğine hükmetti. Uzman pedagog, çocuğa ulaşabileceği araçlarla çocuğun annesini mi yoksa babasını mı istediğini raporlayarak mahkemeye sunacak.

Dava sonucunda ebeveynin kendisine verilen velayet hakkını kötüye kullandığı ya da velayet görevini yerine getirmediği ispat edildiği takdirde velayet kaldırılarak diğer tarafa verilebilir ya da her iki tarafa da bırakılmayarak çocuğa vasi atanabilir. Çocuğun diğer aile büyüklerine -anneanne, dede gibi- verilmesi durumu da söz konusu olabilir. Çocuğun ya da velayet hakkını kullanmakta olan ebeveynin ölmesi, velayet altındaki çocuğun 18 yaşını tamamlayarak reşit olması durumlarında da velayet sona ermektedir. Sonuç olarak kanunda belirtilen şartların yerine getirilmemesi, olumsuzlukların baş göstermesi durumunda velayet kaybedilmektedir.

Yazının Devamını Oku

Ev satın alırken bunlara dikkat edin

5 Eylül 2019
Günümüzde ev sayısının artması, arz talep dengesi, devletin ev almak için vatandaşa uyguladığı uygun kredi imkanları birlikte değerlendirildiğinde ev almak ciddi manada kolaylaştı. Ancak son zamanlarda tüm dünyada etkisini sürdüren ekonomik buhran Türkiye de de etkilerini göstermiş ve bu durumdan en çok gayrimenkul sektörü etkilenmiştir. Son zamanlarda artan maliyetleri karşılayamayan müteahhitler inşaatları teslim edemez olmuş ve vatandaş mağdur edilmiştir.

Bunun yanında, ev sahibi olmak isteyenlerin bu isteklerinden nemalanan fırsatçılar ortaya çıkmış, bu tür dolandırıcılık faaliyetlerinden de vatandaş mağdur olmuş ve bu konuyla ilgili hukuki uyuşmazlıklar çoğalmaya başlamıştır. Ev almak eskiden çok önemli bir olay olup statü atlamak anlamına geliyordu. Oysa şimdi ev almak basitleşse de fiyat oynamaları, kredilendirme sistemi derken basit görünen işin arkasında yasal olmayan birtakım işlemler olduğu fark edilmeye başlanmıştır.

Öncelikle evi alan vatandaş hukuken bir tüketici konumundadır. Gayrimenkul söz konusu satım ve alımda en önemli faktör olup bu konuda çıkan uyuşmazlıklar mahkemelerde çözülmektedir. O kadar önemli bir faktördür ki hukuki uyuşmazlık çıktığı zaman yetkili ve görevli mahkeme gayrimenkulün bulunduğu yer olarak belirlenmektedir. Yani gayrimenkul neredeyse dava orada açılır.

Öncelikle evi satın alacak kişi, gayrimenkulü bizzat satın aldığı satıcının konutun gerçek sahibi olup olmadığını araştırması gerekmektedir. Konutun tapu kaydı mutlaka önceden kontrol edilmelidir. Çünkü üzerinde ipotek olabilir. Böyle durumlar çok yaşanmakta ve davalar açılmaktadır.

Hukukta “tapuya güven ilkesi” vardır ve bu ilke çok önemlidir. Türk Medeni Kanunu'nun 1023. Maddesinde açıklanan bu ilke, tapuya güvenerek evi bir başkasından satın alan kişiyi korumaktadır. Ev alırken en önemli husus evi satan kişinin o gayrimenkulün gerçek sahibi olup olmadığını bilmektedir.

Özellikle maket üzerinden ev alırken riskleri en aza indirmek için projenin tapu kayıtları ile hukuki bir sorunu olup olmadığı incelenmeli, vaat edilen her şey sözleşmeye yazılmalıdır. Son zamanlarda ev satışlarında görselliğe hitap etmek açısından maketler kullanılmaya başlanmıştır. Bu durumda ev henüz proje ise projesinin detaylı incelenmesi, sözleşmenin titizlikle hazırlanması, Gayrimenkulü satacak şirketin mali durumunun tespit edilmesi, hakların bilinmesi ve birtakım önlemler alınması son derece önemlidir. Biz bu gibi durumlarda Süresiz Teminat Mektubu talep edilmesini öneriyoruz. Bu husus ayrık kalmak üzere, ev fiziki olarak teslim ediliyorsa, ileride doğabilecek sorunları önlemek için ev bizzat gezilmelidir. Açık ayıplar belirlenmeli ve Tüketici Kanunundan doğan haklar bilinmelidir.

Dipnot olarak da tapu işlemi sırasında alınan konutun değerinin yeniden değerleme oranlarına göre hesaplayarak beyan edilmesi gerekmektedir. Çünkü beyan eksik olursa ödenen alım satım harçları cezalı olarak geri dönebilir.

Daha sonra kütükten kontrol edilerek tapu üzerinde kat irtifakının kurulup kurulmadığına, iskanın, yani yapı kullanım izninin alınıp alınmadığına dikkat edilmelidir. Daha sonra istenmeyen sonuçlara yol açabilir özellikle yapı kullanım izinlerinde binanın, komşularla ve belediyelerle bir uyuşmazlık durumu olabilmektedir.

Satılan konut aile konutu ise konut üzerinde hakkı olan diğer eşin de rızası ve onayı alınmalıdır. Aksi takdirde ileride açılacak tapu iptal davasında tapu devredilse bile tapu iptaliyle karşı karşıya kalınır.

Yazının Devamını Oku

Bağış adı altında talep edilen kayıt parası yasal mı?

28 Ağustos 2019
Eğitim hakkının temel bir insan hakkı olmasının yanı sıra diğer insan haklarının gerçekleşmesi için bir ön koşuldur. Eğitim hakkının sağlanması, bireylerin diğer insan haklarından yararlanmalarını ve haklarını korumalarını mümkün kılmaktadır. Bu hak aynı zamanda devlet tarafından bireye verilir çünkü eğitim bir iş sahibi olmak için de gerekli bir araç olup devletin kanun ve sözleşmeler tarafından kendisine verilen bir yükümlülüktür. Son zamanlarda devlet okullarında “eğitim hakkı kayıt parası” adı altında alınan bağışların engellenip engellenmediği tartışılmaktadır.

EĞİTİM HAKKININ ÜCRETSİZ OLMASI GEREKTİĞİ MEVZUATLARLA DÜZENLENMİŞTİR

Eğitim hakkı, Birleşmiş Milletler Örgütü, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlerce kabul edilen belgelerde tanımlanmış, bildirge, sözleşme, tavsiye, karar, ilke ve benzeri nitelikte çok sayıda uluslararası ve bölgesel insan hakları belgesinde güvenceye alınmıştır. Eğitim hakkının düzenlendiği başlıca sözleşmeler arasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye’nin onaylamadığı Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, bazı maddelerine çekince koyarak onayladığı Çocuk Hakları Sözleşmesini saymak mümkündür.

Eğitim hakkının devlet okullarında ücretsiz olması dünyada ve ülkemizde birçok düzenlemelerle sağlanmıştır. Ancak son dönemde devlet okullarında kayıt yaptırırken “bağış” adı altında velilerden parası alındığı bilinmektedir.

Türk hukukunda eğitimin ücretsiz olmasına yani kayıt parası alınmamasına ilişkin uygulamalar bazı düzenlemelerle kabul edilmiştir.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 28. maddesinde, taraf devletlerin ilköğretimi herkes için zorunlu ve parasız hale getirme yükümlülüğünden bahsedilmiştir ki Türk Anayasası’nın 42. maddesinde de aynı yükümlülükten bahsedilir. İlgili hükme göre ilköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunlu olup devlet okullarında eğitim parasızdır. Devlet bu olanağı sağladıktan sonra denetimini, çıkarmış olduğu kanun ve yönetmeliklerle sağlar. Örneğin; İlköğretim ve Eğitim Kanunu 2. maddesine göre ilköğretim, ilköğretim kurumlarında verilir ve bu, eğitim-öğrenim çağında bulunan kız ve erkek çocuklar için mecburidir. Devlet okullarında eğitim için para da ödenmemektedir. Okul yöneticilerinin bağış adı altında istedikleri kayıt paraları kanuna aykırıdır ve haklarında yasal işlem başlatılmalıdır.

KAYIT PARASI “BAĞIŞ” ADI ALTINDA NASIL ALINIYOR?

Millî Eğitim Bakanlığı Okul-Aile Birliği Yönetmeliği’nin bu konuda bir düzenlemesi vardır. Bağış konusu okul aile birliğinin görevleri arasında girmektedir. Okula yapılan ayni ve nakdî bağışları kabul ederek kayıtlarını tutmak, sosyal, kültürel etkinlikler ve kampanyalar düzenlemek, şartlı bağışları amacına uygun olarak kullanmak gibi görevleri vardır. Bağışlarla okulun ekonomisini ayakta tutmak asıl görevdir.

Yönetmeliğin 13. maddesine göre okul aile birliği yönetim kurulu, eğitim ve öğretim kalitesinin artırılması için yaşanan güçlüklerin giderilmesi adına okul müdürlüğü ve velilerle iş birliği yapabilir. Ancak bu iş birliği yine kişisel iradeye bağlı olup velileri zorlayarak yapılamaz. Okul aile birliğinin faaliyetleri çerçevesinde yapılacak iş birliklerinde gönüllülük esas olup bu anlamda öğrenci ve velilere yaptırım uygulanması, yönetmelik çerçevesinde mümkün görünmemektedir. Yani kayıt parasını yatırmazlarsa veya istenilen miktarda bağış yapılmazsa velilere uygulanan “çocuğunuzun kaydını yaptırmıyoruz” yaptırımı hukuka ve ahlaka uygun değildir, ayrıca toplumun etik değerleriyle örtüşmemektedir.

Yönetmeliğin 15. maddesinin 2. fıkrasına göre; okul aile birliği, velileri hiçbir surette bağış yapmaya zorlayamaz, okul kayıt döneminde bağış ve yardım toplayamaz. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen proje ve yapılan protokoller kapsamında okul ve kurumlarda yapılacak faaliyetlerden ücret talep edilemez. Velilerden okulun ihtiyaçlarını gidermek için veya başkaca amaçlarla zorla para toplanamayacağı belirtilmişse de son dönemlerde gelen şikâyetlerde devlet okullarında zorla para toplandığı duyulmaktadır. Ayrıca istenen ücretler fahiş oranda olup yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.

Sosyal devlet ilkesinin gereği olarak devlet öğrencilere eğitimde fırsat eşitliğini ve çağdaş standartlarda eğitim alma hakkını sunmak zorundadır. Bu hakkın kanunda ücretsiz olarak sağlanacağı belirtilmişse ücretsiz olarak sağlanmalı, bağış adı altında kayıt parası alınmamalıdır. Devlete verilen bu yükümlülük, okul aile birliği gibi okulun ufak kurumları tarafından yerine getirilemeyeceğinden birliğin veya diğer kurumların bu hususlarda velilere yaptırım uygulaması da mümkün değildir. Bağışlar kermes gibi etkinliklerde yapılmalı, kayıt yapılırken hiçbir şekilde idare velilerden para almamalı, veliler bu duruma mecbur da tutulmamalıdır. Aksi taktirde sosyal devlet ilkesine aykırı bir durum oluşur.

KAYIT PARASI İSTEYEN OKUL YÖNETİMİ İLE KARŞILAŞILDIĞINDA NE YAPILABİLİR?

Çocuğunu okula kayıt ettirmek isteyen veliler, kayıt parası adı altında yüklü bir miktar ödeme talebiyle karşı karşıya kaldığında iki tür hukuki yol izleyebilirler:

Öncelikle kayıt parasını ödemek istemeyen ve ödemeye zorlanan veli, okul idaresine isteklerinin yasal olmadığını ve kayıt parası vermeyeceğini net bir şekilde dile getirmelidir. Halen ödeme konusunda ısrar ediliyorsa mağdur veliler durumu ilçe milli eğitim müdürlüğüne, bir dilekçeyle bildirebilirler. Zorlama devam ediyorsa, dilekçeyi olayı anlatarak yazıp, ilçe milli eğitim müdürlüğüne (kurumun özel olarak dilekçede belirtilmesi takibi kolaylaştırır) ve bulunulan ilin valiliğine, kayıt altına alınmasını isteyerek elden iletebilirler. Dilekçeyle takip dahi olsa BİMER ve CİMER’e yazılabilir veya Alo Dilekçe 147 aranarak durum anlatılabilir. Bu süreçler idari başvuru süreci olup idare cevap vermediğinde ret cevabı olarak algılanır, akabinde idare mahkemesine başvurulabilir. Süreç ne olursa olsun kayıt parası sosyal devlet anlayışına aykırı olduğundan velinin ısrarlara rağmen parayı ödememesi gerekir.

Diğer bir hukuki yol ise kişinin bulunduğu yerin savcılığına suç duyurusunda bulunmasıdır. Zira okula kayıt ettirilmek istenen çocuğun eğitim hakkı engellenmiş olup, okul yönetimi hakkında haksız kazanç, tehdit, şantaj, hatta rüşvete kadar varan suçlamalarla şikâyette bulunulmasının önü açılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’na ulaşan ihbar ve şikâyetlerle kayıt parası isteyen okul idarecileri hakkında gerekli inceleme ve soruşturma başlatılabilir. Sonrasında ise savcılık aşaması, kovuşturma aşamasına geçer ve ortada bir kamu davası oluşur. Şikâyet birkaç tanıkla da desteklenmeli, deliller varsa ortaya konmalıdır.

Kanun değişikliğiyle zorunlu eğitim süresinin sekiz yıldan kesintisiz 12 yıla çıkarıldığı biliniyor. Bu bağlamda Anayasa'nın 42. maddesinde belirtilen “devlet okullarının parasız olduğu hükmünden” ve okul aile birliklerinin velileri bağış toplama konusunda zorlayamayacağı kararı göz önünde bulundurulduğunda, kayıt parasının alınmasına izin verilmesi hem çocuğun hem de çocuğunun eğitimine yatırım yapan velinin insan hakkı ihlali anlamına gelir.

İLKOKULA BAŞLAYAN ÇOCUKLAR İÇİN İHTİYAÇ LİSTESİ

Eğitim hakkı, Birleşmiş Milletler Örgütü, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlerce kabul edilen belgelerde tanımlanmış, bildirge, sözleşme, tavsiye, karar, ilke ve benzeri nitelikte çok sayıda uluslararası ve bölgesel insan hakları belgesinde güvenceye alınmıştır. Eğitim hakkının düzenlendiği başlıca sözleşmeler arasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye’nin onaylamadığı Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, bazı maddelerine çekince koyarak onayladığı Çocuk Hakları Sözleşmesini saymak mümkündür.

Eğitim hakkının devlet okullarında ücretsiz olması dünyada ve ülkemizde birçok düzenlemelerle sağlanmıştır. Ancak son dönemde devlet okullarında kayıt yaptırırken “bağış” adı altında velilerden parası alındığı bilinmektedir.

Türk hukukunda eğitimin ücretsiz olmasına yani kayıt parası alınmamasına ilişkin uygulamalar bazı düzenlemelerle kabul edilmiştir.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 28. maddesinde, taraf devletlerin ilköğretimi herkes için zorunlu ve parasız hale getirme yükümlülüğünden bahsedilmiştir ki Türk Anayasası’nın 42. maddesinde de aynı yükümlülükten bahsedilir. İlgili hükme göre ilköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunlu olup devlet okullarında eğitim parasızdır. Devlet bu olanağı sağladıktan sonra denetimini, çıkarmış olduğu kanun ve yönetmeliklerle sağlar. Örneğin; İlköğretim ve Eğitim Kanunu 2. maddesine göre ilköğretim, ilköğretim kurumlarında verilir ve bu, eğitim-öğrenim çağında bulunan kız ve erkek çocuklar için mecburidir. Devlet okullarında eğitim için para da ödenmemektedir. Okul yöneticilerinin bağış adı altında istedikleri kayıt paraları kanuna aykırıdır ve haklarında yasal işlem başlatılmalıdır.

Millî Eğitim Bakanlığı Okul-Aile Birliği Yönetmeliği’nin bu konuda bir düzenlemesi vardır. Bağış konusu okul aile birliğinin görevleri arasında girmektedir. Okula yapılan ayni ve nakdî bağışları kabul ederek kayıtlarını tutmak, sosyal, kültürel etkinlikler ve kampanyalar düzenlemek, şartlı bağışları amacına uygun olarak kullanmak gibi görevleri vardır. Bağışlarla okulun ekonomisini ayakta tutmak asıl görevdir.

Yönetmeliğin 13. maddesine göre okul aile birliği yönetim kurulu, eğitim ve öğretim kalitesinin artırılması için yaşanan güçlüklerin giderilmesi adına okul müdürlüğü ve velilerle iş birliği yapabilir. Ancak bu iş birliği yine kişisel iradeye bağlı olup velileri zorlayarak yapılamaz. Okul aile birliğinin faaliyetleri çerçevesinde yapılacak iş birliklerinde gönüllülük esas olup bu anlamda öğrenci ve velilere yaptırım uygulanması, yönetmelik çerçevesinde mümkün görünmemektedir. Yani kayıt parasını yatırmazlarsa veya istenilen miktarda bağış yapılmazsa velilere uygulanan “çocuğunuzun kaydını yaptırmıyoruz” yaptırımı hukuka ve ahlaka uygun değildir, ayrıca toplumun etik değerleriyle örtüşmemektedir.

Yönetmeliğin 15. maddesinin 2. fıkrasına göre; okul aile birliği, velileri hiçbir surette bağış yapmaya zorlayamaz, okul kayıt döneminde bağış ve yardım toplayamaz. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen proje ve yapılan protokoller kapsamında okul ve kurumlarda yapılacak faaliyetlerden ücret talep edilemez. Velilerden okulun ihtiyaçlarını gidermek için veya başkaca amaçlarla zorla para toplanamayacağı belirtilmişse de son dönemlerde gelen şikâyetlerde devlet okullarında zorla para toplandığı duyulmaktadır. Ayrıca istenen ücretler fahiş oranda olup yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.

Yazının Devamını Oku

Düğünde takılan takılar boşanırken kimin olacak?

20 Ağustos 2019
Aile kurmak, toplumun devamlılığı için gerekli olan temel bir faktördür. İnsan yapısı gereği yalnız yaşayamazken eski çağlardan bu yana kendisine, toplumu oluşturan yapılar kurmuştur. Birey aile kurarken, çevresinden aldığı dayanışma ile gönül bağı kurduğu insanla bir emek, çaba karşılığında nişan, düğün töreni yapar. Sadece çevre değil aynı zamanda hukuk normları da kurulan bu yapıları korumak için yardımcı olur. Çünkü hukuk, yaşanılan çağa ayak uydurmalıdır.

Bin bir zahmetle yapılan düğünler ne kadar eğlenceli olsa da arka planda hukuki uyuşmazlıklar yaşanabilir. Bir ömür boyu evet derken çiftlere destek olmak için takılan takılarla ilgili oluşabilecek uyuşmazlıklara hukuk nasıl yön verir? İşte merak edilenler ve cevapları…

Hukuken ziynet eşyası denilen düğün takılarının kime ait olduğu kimi zaman sorun haline gelebilir. Hukuken bu sorun çözülebilse, hatta Yargıtay tarafından bu duruma açıklık getirilse de uygulamada farklı durumlar ortaya çıkabilir.

Düğünde takılan altın ve paralar bağış niteliğindedir ve kadının mülkiyetine geçmiş olduğu kabul edilir. Yani kendisine takıldığı andan itibaren takılar artık kadının malıdır. Toplum normlarına göre evin ihtiyacını karşılamak kocanın yükümlülüğü sayılır. Bunun içindir ki kocanın altınları ailenin gereksinmeleri için harcamış olması, altınların bedelini ödeme yükümlüğünden kurtarmaz; koca yine de eşinin izni olmadan ona takılan altınları alıp kullanamaz! Kadının ziynet eşyalarını rızası ile ortak giderler için harcanmak üzere verdiğinin ispatlanması halinde erkeğin ziynet eşyalarının bedelini iade etme yükümlülüğü ortadan kalkar. Yani bu durumda kadının rızası ve onayı aranmaktadır.

Daha önceleri aile mahkemelerinde, boşanma aşamasında açılan “ziynet eşyaları ve takı paralarının iadesi” davalarında, "takı kime takılmışsa onundur. Kocaya takılmışsa, kocanındır" şeklinde kararlar çıkıyordu. Ayrıca Yargıtay’ın eski kararında, erkeğe takılan takılar erkeğin "kişisel malı", kadına takılanlar da kadının "kişisel malı" sayılıyordu. Ancak bu, günümüzde değişti ve Yargıtay, düğünde takılan takıların geline ait olduğuna karar verdi. Aksine bir anlaşma ya da yöreye özgü farklı bir gelenek, örf-adet yoksa ziynetler de takılan paralar da kadına aittir. Kişilerin istemi dışında takılarının elinden alınmasıyla uğradığı mağduriyet durumunda, takıların ve paraların iadesi istenebilir.

Kadına ait ziynet eşyaları konusunda iki tür istisna getirilmiştir. Kanuna göre, kadın rıza verirse bir daha hiç iadesi istenmeyecek şekilde düğündeki ziynet eşyaları kocaya verilebilir. Bir diğer istisna ise kadının rızası ve onayı ile ziynet eşyalarının bozdurulup evin veya kurulan yeni yaşamın müşterek ihtiyaçları için harcanmasıdır. Şayet koca müşterek evin tadilat masrafları, düğün veya beyaz eşya masraflarına harcama yaptığını ispatlarsa, ziynet eşyalarını iade etmek zorunda değildir. Bu hususun ispatlanması zor ama imkansız değildir; genelde tanıkla ispatlanır. Dava açıldığı zaman delil listesinde gösterilen tanıklar akraba olsun veya olmasın, doğruyu söyleyip maddi gerçeği aydınlattığı sürece etkili olabilirler.

İade davası açılmadan önce şu husus dikkate alınmalıdır: Türk Medeni Kanunu’nda, kural olarak edinilmiş mal rejimi esas alınmış olsa da anılan Kanun’un 220. maddesinde “ziynet eşyaları kişisel mal olarak” kabul edilmiştir. Kişisel mal tanımına girenler şunlardır:

• Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya,

Yazının Devamını Oku

Hayalleriniz yarım kalmasın: Tatil dolancırıcılarına dikkat!

3 Ağustos 2019
Tüm senenin stresini atabilmek için tatil hayali kuranlar, otelde kalmak, yazlık almak, devre mülke girmek ya da turlarla gezmek seçeneklerini tercih ediyor. Yaz aylarında tatil düşü kuranlara, çoğalan dolandırıcıların hedefi olmama konusunda Avukat Elvan Kılıç tavsiyelerde bulunuyor.

Tanımadığınız kişiler sizi telefonla arayarak bedava tatil çekilişi için hak kazandığınızı, bunun için de anket doldurmanız gerektiğini söylerse yeni nesil dolandırıcıların hedefi olmak üzere olabilirsiniz. Avukat Elvan Kılıç’a göre tatil kurumları aracılığı ve internet üzerinden yapılan tatil dolandırıcılığının yeni bir suç biçimi olarak sayılması gerekiyor. 

Devre mülk dolandırıcılığında, vatandaş dolandırıcılar tarafından telefonla aranıyor, anket adı altında bilgileri alınıyor. Bu bazen de ‘bedava tatil çekilişi’ adı altında yapılıyor. Anket sonucunda mağdura ücretsiz tatil kazandığını iddia ediliyor ya da devre mülk için aranıyor, satış ofisine çağırılıyor, sonrasında soru yağmuruna tutularak kafası karıştırılıp satış yapılıyor. Bu şekilde vatandaş bir nevi kandırılarak, sadece bir hafta kalacağı devre mülke binlerce lira para ödüyor. Ya da devre mülk kendisine satılıp, gayrimenkulün devri yapılmıyor. Vatandaş sözleşme imzaladığı için teslim edilmeyen bir devre mülk için tonlarca para ödüyor. Sahtekarlar bu işi genelde senet ve çeklerle yapıyor. Daha sonra ise sözleşmenin iptali ve senetlerin, çeklerin geri istenmesi zorlaşıyor.

Bir diğer sahtekarlık yapılabilen turizm türü ise tatil turları. Birkaç günlük tatil turlarının ücreti olduğundan az gösterilip, tur esnasında ‘masraf’ adı altında tatilcilerden ekstra paralar alınıyor. Online alışverişin yaygınlaşmasını fırsat bilen dolandırıcılar, gösterişli web siteleri ile sahte tatil paketleri satarak amaçlarına ulaşabiliyorlar. Tatil parasını peşin ödeyenler, rezervasyon teyidini yaptırmak istediklerinde de kötü sürprizle karşılaşabiliyorlar.

İster devre mülk ister tur ister ücretsiz tatil olsun, vatandaşı aldatma ve hata yoluyla dolandırmak hukuken Türk Ceza Kanunu’ndaki dolandırıcılık suçuna girer. Özellikle 157-158 ve 159. maddelerde dolandırıcılık suçu açıklanmıştır ve hukuki açıdan tatil dolandırıcılığı da bu kapsama girmektedir.

Ceza Kanunu Madde 157, basit dolandırıcılık suçunu şöyle açıklar: “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası verilir.’ Yani bundan şunu anlamak gerekir; bir kişinin zararına olarak bir başkasına veya kendisine yarar sağlamak fiili dolandırıcılığa girmektedir. Vatandaşı kandırarak, aldatarak parasını alıp, zarara uğratmak yoluyla kendisi için yarar sağlayan, zenginleşen kimse dolandırıcılık suçunu işlemiş demektir.
Tatil firmasını kullanarak veya tatil kurumuymuş gibi görünen firmaların dolandırıcılığı ise TCK 158. madde kapsamında değerlendirilmeli ve nitelikli dolandırıcılık sayılarak daha fazla ceza gerektirmektedir. Bu şekilde dolandırıcılık suçundan zarar gören vatandaş, ispat sayılabilecek evraklarla 6 ayı geçmemek koşuluyla savcılığa başvurarak şikayetçi olabilir. Daha sona savcılık gerekli işlemleri yapar.

Artan tatil dolandırıcılarına dikkat çeken Avukat Elvan Kılıç, sektördeki dürüst iş yapanları hariç tutarak, devre mülk sözleşmesi imzalatarak vatandaşı mağdur edenlere karşı hukuki yaptırımları şöyle anlatıyor:

Mağdurlar, adli mahkemelere dava açarak kandırıldıkları gerekçesiyle sözleşmenin feshini isteyebilirler. Özellikle devre mülk hisseli satış sözleşmeleri gibi hukuki sorunlarda hukuk mahkemeleri yetkilidir. Bu biraz zor bir yol olup uzman avukatın hukuki yardımı mutlaka alınmalıdır. Tüketici birlikleri, devre mülk satışı yapan firmalara yönelik nasıl hareket edileceği ile ilgili uyarılarda bulunmaktadır. Söz konusu durumla karşı karşıya kalan vatandaşlar Tüketici Hakem Heyetlerine başvurup sözleşmeyi iptal ettirebilirler ki bu da bizi tüketici kakkındaki kanuna ve tüketicinin seçimlik haklarına götürmektedir. Yani bu tatil dolandırıcılığının iki tür hukuki boyutu bulunmaktadır: Biri ceza, diğeri hukuk. Özetle dolandırıcılık suçundan şikayetçi olmak isteyenler, uzman bir avukat yardımıyla savcılığa, devre mülk satım sözleşmelerinden hak kaybına uğranılırsa da hukuk mahkemelerine başvurmalıdır.

Yazının Devamını Oku

Tüketici mafyası ve hukuki bakış

25 Temmuz 2019
Uygulanan tüm kalıplardan farklı olan başlık biraz şaşırtıcı olabilir. Ancak böyle bir başlığın seçilme sebebi günümüzde tüketicilerin bir mal veya hizmet satın aldıkları firmalarla, kurumlarla inanılmaz bir şekilde problem yaşamasıdır. Bu yazıda tüketiciye uygulanan baskılar, tüketicinin bir malı / hizmeti satın aldıktan sonra bile nasıl hala rahatsız edildiği, bu durumun hem özel hayat ihlaline hem de Kişisel Verilerin Korunması mevzuatına nasıl aykırılık teşkil ettiği açıklanacaktır.

TÜKETİCİ MAFYASI NEDİR?

Son dönemde tüketicilere, yasal süreci devam eden veya tebliği yapılmamış tüketici borçlarına ilişkin bazı hukuk bürolarından veya firmalardan SMS gönderiliyor ya da tüketiciler aranıp rahatsız ediliyor.. Gönderilen SMS'lerde tüketicinin belli bir miktarda borcu olduğu ve bunun ödenmemesi halinde yasal yollara başvurulacağı, tüketicinin icraya verileceği bildiriliyor. Aslında burada bir tüketici mafyası durumu söz konusu çünkü tüketici satın aldığı hizmet veya mal için en ufak bir zaman farkıyla taksitini geciktirirse böyle bir zorbalığa ve baskıya maruz kalabiliyor.

Günümüzde iletişim sisteminin artması ve kolaylaştırılmasıyla telefon, elektrik, internet gibi aboneliklerden kaynaklanan satımlar yapılmaktadır. Televizyon için satın alınan paketler ve tüketiciyi yoracak şekilde yapılan kampanya, üyelik işlemlerine yönelik baskılar aslında mafyanın sergilediği davranışa girmektedir. Özellikle borç-alacak ilişkilerinde, tüketiciler faturaya veya hizmete itiraz ettiğinde, şirketlerin itirazı sonuçlanmadan alacaklarının tahsili için avukatlık bürolarına verdiğini söylenmektedir. Oysa ki kanunen tüketici kendisine verilen hakları kullanabilmelidir.

Bir başka örnek tüketicinin televizyon kanalına veya bir internet kampanyasına zorla üye edilme durumudur. Tüketicinin telefonla aranarak bir çok indirim, kampanya eşliğinde kanallara , paketlere abone yapılması , tüketicinin kafasının karıştırılarak “zorla” üye yapılması, tüketici mafyasında en çok yaşanan problemdir. Hepimizin bildiği gibi bu iş önce bir telefonla başlar. Telefon açılır, tüketici daha önce bir hizmet/ mal satın almış olduğu yerden aranır ve akabinde karşı tarafı nazik bir şekilde konuşarak tüketicinin çokça indirimden, avantajlardan yararlanabileceği bir hizmet sattırmaya çalışır. Aslında bakıldığında tüketicinin o an ona ihtiyacı yoktur. Ancak önerilen indirimler, avantajlar tüketicinin kafasını karıştır. Bir de bakmış ki aslında çok pahalı ödeyeceği veya ödediği ama izleyemediği bir kanalın tüketicisi olmuştur.

TÜKETİCİYİ KORUYAN MEVZUATLAR VAR MI PEKİ?

Tüketiciyi en başta koruyan aslında Anayasa’dır. Çeşitli nedenlerle tüketici korunması gereken bir kişidir; zira tüketici bir yandan sözleşmenin karşı tarafını teşkil eden üretici, imalatçı, ithalatçı, satıcı karşısında ekonomik bakımdan zayıf bir konumdadır. Ayrıca satın aldığı mal ya da hizmetin nasıl, hangi hammaddelerle, hangi teknolojiyle üretilip kendisine verildiğini ve sağlığı ya da huzuru için arz ettiği riskleri bilmeyen ve bilemeyen, bu nedenlerle bilgilendirilmesi ve aydınlatılması gereken bir kişidir. Ancak günümüzde tüketiciye bu bilgilendirmeler yapılmamakta, özellikle tüketiciden alınan kişisel verilerin nerelerde ne sebeplerle kullanılacağı pek de net olmayan bir şekilde tüketiciye bildirilmektedir. Bu sebeplerle de tüketici güçsüz ve korunmaya muhtaç bir konumdadır. Bu itibarla, esasen tüketici haklarının insan hakları olduğu konusunda ve tüketicinin korunmasıyla ilgili olan tüketici hakları da Anayasa’da temel insan hakları bağlamında korunmaktadır.

İkinci mevzuat olarak 6502 sayılı Tüketiciyi Koruma Kanunu bulunmaktadır. Özellikle kanunun 61. Maddesinde çok net bir şekilde tüketiciyi rahatsız edecek şekilde reklam yapılmaması gerektiği belirtilmiştir. “Tüketiciyi aldatıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve engellileri istismar edici ticari reklam yapılamaz.” Bu şekilde maddeye bakıldığında tüketiciye yapılan baskı, mafya ilişkisine dönüşmesi bir nevi hukuka ve kanuna aykırıdır. Tüketici böyle bir durumla karşılaştığında sadece bu kanuna bile dayanarak Tüketici Hakem Heyetine ve Tüketici mahkemelerine gidebilir.

Diğer bir mevzuat 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) olup bu kanun tüketicilerin üyelik veya abonelik esnasında vermiş oldukları kişisel bilgilerin korunmasını da kapsamaktadır. Kişisel verilerin hukuka aykırı olarak elde edilmiş olabileceği de göz önüne alınarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme veya Ele Geçirme” başlıklı 136 ncı maddesi çerçevesinde suç duyurusu seçeneği de göz önünde bulundurulmalıdır. Kanun hükümlerine aykırı olarak tüketicilerin açık rızaları alınmaksızın e-posta adreslerine veya SMS veya çağrı ile cep telefonlarına reklam bildirimleri/aramaları geldiği hususunda Kişisel Verileri Koruma Kurumu’na intikal eden çok sayıda başvuru yapılmıştır bu sebeple buna ilişkin 2018 yılında gerekli önlemler alınmış kurulun 2018’deki bu kararı resmi gazetede yayınlanmıştır.

Bu ilke kararı ile; tüketicilerin e-postalarına, cep telefonlarına mesaj şeklinde veya arama şeklinde reklam amaçlı ulaşılması aslında bir aydınlatma ve bilgilendirme kapsamında tüketicinin rızasına bağlıdır. Öncelikle bu konuda tüketiciyi aydınlatacak şekilde ( bilgilendirme formuna ayrı bir imza veya kutucuklara tik atma şeklinde) yapılan reklamları veya iletişimi hangi yolla kabul ettiğini yolları tek tek sayarak (e-posta, telefon araması, mesaj vb..) kabul ediyorum etmiyorum seçenekleri sunulmuş halde onayı alınır ve tüketicinin kabul ettiği bir şekilde iletişime geçilir. Anca burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Aydınlatma ve Onay farklı iki işlem olarak yapılmalıdır. Çünkü ikisi de farklı işlem farklı bir fiildir. Aydınlatmada tüketici alınan ürün veya işlem konusunda bilgilendirilir veya verilen reklam ya da abone olunacaksa o konuya ilişkin bilgiler verilir. Daha sonra abonelik veya üyelik hatta verilen iletişim bilgilerinin başka mecralarda kullanılması veya SMS / mail gönderilmesi işlemlerinin onayı alınmaktadır.

TÜKETİCİYİ TÜKETİCİ MAFYASININ RAHATSIZ ETMESİNDEN NASIL KORURUZ?

Diyelim tüketici bir hizmet satın aldı ve bilgilerini verdiği için tüketici sürekli telefonla aranarak veya sms/ mail yoluyla reklamlar alarak rahatsız ediliyor. Tüketicinin açık rızası bulunmayan hallerde ise ilgili veri sorumlusundan ( o an hangi kurum yetkiliyse) kişisel verilerinin silinmesini, reklam aramalarına kapatılmasını talep etme hakkı var. Eğer veri sorumlusu tüketicinin talebini karşılamaz ise o vakit Kişisel Verileri Koruma Kuruluna tüketici bir şikayet oluşturabilir ki 2018 yılında resmi gazete yürürlüğe giren kararla tüketicilerin bu kurula başvurularının yolu açılmıştır. Bu ilke kararına aykırı davranan veri sorumlularına kanunen belirlene miktarda bir para cezası kesilmesi gündeme gelebilecektir.

Son olarak da rahatsız edilme boyutuna bağlı olarak Türk Ceza Kanunu’ndan bahsedebiliriz. Tüketici hakkı anayasal açıdan da bir insan hakkı olduğu için ceza kanunlarınca korunması gerekilen bir haktır.

Tüketici daha çok sms ve mail yoluyla rahatsız edilmekten öte telefonla aranarak rahatsız edilmektedir. Sürekli bir şekilde aranarak tüketici sürekli gönderilen reklamlarla bezdirilmeye çalışılır ve zorla üyelik abonelik verilir. Aslında telefon ile rahatsız etme Türk Ceza Kanuna göre suçtur. Bu bağlamda TCK 123 maddesinde aynen şöyle bir ifade ile karşılaşırız; sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir. Telefon ile rahatsız edilmek artık tüketiciye karşı yapıldığında bile bir suç olmuş oldu. Önemli bir diğer husus ise telefon ile rahatsız edilme suçu şikayete tabi bir suçtur. Bu nedenle tüketici bir reklam veya abonelik yüzünden sürekli telefonla rahatsız ediliyorsa en kısa zamanda en yakın merciye giderek şikayetini bildirmeli, uzman avukat görüşü alarak da bu şikayetinin takibini devam ettirmelidir. Aksi halde oluşan suç ile ilgili herhangi bir soruşturma başlatılmaz.

Bunun dışında tüketici E-devlet üzerinden şikayet başvurusu yapabilir veya sürekli rahatsız edildiği firma devlete bağlıysa eğer CİMER’e başvuru yapabilir. Alo 175 Tüketici hattından da yardım alarak aslında bir nevi de olsa sorunu çözebilir. Ancak en etkilisi en yakın merciye giderek şikayetini yapmak uzman avukat aracılığıyla davasını takip etmektedir. Çünkü bu konu hukukumuzda yeni bir konu olup genelde buna yönelik davalar hakimler tarafından çok da dikkate alınmamaktadır. Bu alanda uzman bir avukatın yönlendirmesiyle hakimlerin gözünde “basit” gibi gerçekleşen olay doğru yönlendirmeyle olumlu ve diğer mahkemeleri ve tüketicileri etkileyecek şekilde olumlu sonuçlanabilir.

Sonuç olarak tüketici mafyası tüketicilerin satın aldıkları hizmete, üyeliğe, aboneliğe ilişkin, iletişim ve haberleşmeye ilişkin özgürlüklerinin kısıtlanmasında etken bir harekettir. Tüketicinin telefonla rahatsız edilmesinde gerekli hukuk mercileri, savcılıklar ve alanında uzman avukatlarla hukuki önlemler alınabilir.

Son dönemde tüketicilere, yasal süreci devam eden veya tebliği yapılmamış tüketici borçlarına ilişkin bazı hukuk bürolarından veya firmalardan SMS gönderiliyor ya da tüketiciler aranıp rahatsız ediliyor.. Gönderilen SMS'lerde tüketicinin belli bir miktarda borcu olduğu ve bunun ödenmemesi halinde yasal yollara başvurulacağı, tüketicinin icraya verileceği bildiriliyor. Aslında burada bir tüketici mafyası durumu söz konusu çünkü tüketici satın aldığı hizmet veya mal için en ufak bir zaman farkıyla taksitini geciktirirse böyle bir zorbalığa ve baskıya maruz kalabiliyor.

Günümüzde iletişim sisteminin artması ve kolaylaştırılmasıyla telefon, elektrik, internet gibi aboneliklerden kaynaklanan satımlar yapılmaktadır. Televizyon için satın alınan paketler ve tüketiciyi yoracak şekilde yapılan kampanya, üyelik işlemlerine yönelik baskılar aslında mafyanın sergilediği davranışa girmektedir. Özellikle borç-alacak ilişkilerinde, tüketiciler faturaya veya hizmete itiraz ettiğinde, şirketlerin itirazı sonuçlanmadan alacaklarının tahsili için avukatlık bürolarına verdiğini söylenmektedir. Oysa ki kanunen tüketici kendisine verilen hakları kullanabilmelidir.

Bir başka örnek tüketicinin televizyon kanalına veya bir internet kampanyasına zorla üye edilme durumudur. Tüketicinin telefonla aranarak bir çok indirim, kampanya eşliğinde kanallara , paketlere abone yapılması , tüketicinin kafasının karıştırılarak “zorla” üye yapılması, tüketici mafyasında en çok yaşanan problemdir. Hepimizin bildiği gibi bu iş önce bir telefonla başlar. Telefon açılır, tüketici daha önce bir hizmet/ mal satın almış olduğu yerden aranır ve akabinde karşı tarafı nazik bir şekilde konuşarak tüketicinin çokça indirimden, avantajlardan yararlanabileceği bir hizmet sattırmaya çalışır. Aslında bakıldığında tüketicinin o an ona ihtiyacı yoktur. Ancak önerilen indirimler, avantajlar tüketicinin kafasını karıştır. Bir de bakmış ki aslında çok pahalı ödeyeceği veya ödediği ama izleyemediği bir kanalın tüketicisi olmuştur.

Tüketiciyi en başta koruyan aslında Anayasa’dır. Çeşitli nedenlerle tüketici korunması gereken bir kişidir; zira tüketici bir yandan sözleşmenin karşı tarafını teşkil eden üretici, imalatçı, ithalatçı, satıcı karşısında ekonomik bakımdan zayıf bir konumdadır. Ayrıca satın aldığı mal ya da hizmetin nasıl, hangi hammaddelerle, hangi teknolojiyle üretilip kendisine verildiğini ve sağlığı ya da huzuru için arz ettiği riskleri bilmeyen ve bilemeyen, bu nedenlerle bilgilendirilmesi ve aydınlatılması gereken bir kişidir. Ancak günümüzde tüketiciye bu bilgilendirmeler yapılmamakta, özellikle tüketiciden alınan kişisel verilerin nerelerde ne sebeplerle kullanılacağı pek de net olmayan bir şekilde tüketiciye bildirilmektedir. Bu sebeplerle de tüketici güçsüz ve korunmaya muhtaç bir konumdadır. Bu itibarla, esasen tüketici haklarının insan hakları olduğu konusunda ve tüketicinin korunmasıyla ilgili olan tüketici hakları da Anayasa’da temel insan hakları bağlamında korunmaktadır.

İkinci mevzuat olarak 6502 sayılı Tüketiciyi Koruma Kanunu bulunmaktadır. Özellikle kanunun 61. Maddesinde çok net bir şekilde tüketiciyi rahatsız edecek şekilde reklam yapılmaması gerektiği belirtilmiştir. “Tüketiciyi aldatıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve engellileri istismar edici ticari reklam yapılamaz.” Bu şekilde maddeye bakıldığında tüketiciye yapılan baskı, mafya ilişkisine dönüşmesi bir nevi hukuka ve kanuna aykırıdır. Tüketici böyle bir durumla karşılaştığında sadece bu kanuna bile dayanarak Tüketici Hakem Heyetine ve Tüketici mahkemelerine gidebilir.

Diğer bir mevzuat 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) olup bu kanun tüketicilerin üyelik veya abonelik esnasında vermiş oldukları kişisel bilgilerin korunmasını da kapsamaktadır. Kişisel verilerin hukuka aykırı olarak elde edilmiş olabileceği de göz önüne alınarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme veya Ele Geçirme” başlıklı 136 ncı maddesi çerçevesinde suç duyurusu seçeneği de göz önünde bulundurulmalıdır. Kanun hükümlerine aykırı olarak tüketicilerin açık rızaları alınmaksızın e-posta adreslerine veya SMS veya çağrı ile cep telefonlarına reklam bildirimleri/aramaları geldiği hususunda Kişisel Verileri Koruma Kurumu’na intikal eden çok sayıda başvuru yapılmıştır bu sebeple buna ilişkin 2018 yılında gerekli önlemler alınmış kurulun 2018’deki bu kararı resmi gazetede yayınlanmıştır.

Bu ilke kararı ile; tüketicilerin e-postalarına, cep telefonlarına mesaj şeklinde veya arama şeklinde reklam amaçlı ulaşılması aslında bir aydınlatma ve bilgilendirme kapsamında tüketicinin rızasına bağlıdır. Öncelikle bu konuda tüketiciyi aydınlatacak şekilde ( bilgilendirme formuna ayrı bir imza veya kutucuklara tik atma şeklinde) yapılan reklamları veya iletişimi hangi yolla kabul ettiğini yolları tek tek sayarak (e-posta, telefon araması, mesaj vb..) kabul ediyorum etmiyorum seçenekleri sunulmuş halde onayı alınır ve tüketicinin kabul ettiği bir şekilde iletişime geçilir. Anca burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Aydınlatma ve Onay farklı iki işlem olarak yapılmalıdır. Çünkü ikisi de farklı işlem farklı bir fiildir. Aydınlatmada tüketici alınan ürün veya işlem konusunda bilgilendirilir veya verilen reklam ya da abone olunacaksa o konuya ilişkin bilgiler verilir. Daha sonra abonelik veya üyelik hatta verilen iletişim bilgilerinin başka mecralarda kullanılması veya SMS / mail gönderilmesi işlemlerinin onayı alınmaktadır.

Yazının Devamını Oku