Dr. Erkan Aydın

Bayram o bayram ola

3 Haziran 2019
Bayramlar, öncelikle ana-babanın rızasının alınması, akrabaların ziyaret edilmesi, komşuların gönüllerinin kazanılması, yoksulların ve muhtaçların gözetilmesi, büyüklere saygının esirgenmemesi, çocukların sevindirilmesi, hastaların ziyaret edilerek hal ve hatırlarının sorulması, yetimlerin merhamet elleri ile okşanması, sokak çocuklarına sahip çıkılması gibi konularda güzel bir yarışın yapıldığı zamanlardır.

MÜBAREK bir ayın gölgesi üzerimize düştü diyerek başladığımız ramazan ayı, yine göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Af ve bağışlanma ayı geldi diye yüreklerimize düşen sevinç, yerini hüzne bıraktı. Bir taraftan arınmış, korunmuş, bol sevap kazanmış olma ümidi, diğer taraftan da bir sonraki ramazana yetişememe endişesi ile dolu yüreğimiz.

HOŞ BIRAKIYOR MU?

Ramazan bizi hoş buldu mu diye sormuştuk, peki bizi hoş bırakıyor mu? Ramazan bitince düşüncemiz, ahlakımız, özelliklerimiz ve gittiğimiz yol güzelleştiyse kazanan bizler oluruz ve ramazanı hoş geldiği gibi hoş göndeririz demiştik. Bir ay boyunca öfkeyi, ötekileştirmeyi, nefreti, yozlaşmayı, yalanı, hırsızlığı, iftirayı, itibarsızlaştırmayı ve dedikoduyu bırakabildiysek; sabrı, merhameti, birlik ve beraberliği, sevgiyi, yardımseverliği, doğru ve güzel olan ne varsa onları da tutabildiysek ramazanı hoş gönderiyoruz demektir. Bu ayda elde ettiğimiz bu kazanımları hayatımızın geri kalanında da sürdürebildiğimiz noktada ömrümüzü ramazan kılabilmeyi başarabiliriz demektir.

GÜNAHLA KİRLETME

Yüce Rabbimiz, bu ayda tüm ibadetlerimizi, tuttuğumuz oruçları, kıldığımız namazları, okuduğumuz hatimleri, verdiğimiz sadaka ve zekâtları da kabul etsin ve affımıza vesile kılsın inşallah. Yüce kitabımızı okuyarak ve dinleyerek elde ettiğimiz güzelliği, ramazandan sonra da meal ve tefsirini okumak suretiyle devam ettirme gayretinde olalım. Edinmiş olduğumuz güzel ahlaki değerlerden uzaklaşmayalım. İbadet, sadaka, güzel davranışlar ve tövbe ile arındırdığımız gönüllerimizi tekrar günahlarla kirletmeyelim.

MÜJDE, BAYRAMDIR

Allah’ın emrine uyarak ramazan ayını ihya edenlerin bu dünyadaki müjdesi bayramdır. Nasıl ki gökyüzünden inen yağmurdan inanan-inanmayan, ibadet yapan-yapmayan, oruç tutan-tutmayan herkes istifade edebiliyorsa, Ramazan Bayramı’nın rahmet coşkusundan, sosyal yardımlaşma ve dayanışma ruhunun zirveye ulaşmasından da herkes nasibini alacaktır. Ancak ibadetlerini yerine getirmenin gönül rahatlığı ve huzurunu taşıyanların neşesi bir başkadır.

Bayramlar, sevginin doyasıya yaşandığı bir zaman dilimidir. İnsanlar arasındaki ülfetin, muhabbetin, paylaşmanın, dayanışmanın, kaynaşmanın, dostlukların kurulmasına ve kuvvetlenmesine sebep olmaları açısından büyük öneme sahiptir.

Yazının Devamını Oku

Medine'de Peygamber kokusu

2 Haziran 2019
HAC ya da umre ibadetini yapmak için Mekke’ye gidip Kâbe’yi tavaf etmek, say yapmak, hac zamanında Arafat’ta vakfeye durmak, Kuran’ın ifadesiyle Arafat’tan Müzdelife’ye akın etmek ve ardından Mina’da şeytan taşlamak yeterlidir. Peki, Medine’ye neden gidilir? Allah Rasulü’nden (sav) rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulur: “Yeryüzünde üç mescit ibadet maksadıyla ziyaret edilebilir: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa”. (Buharî, Enbiyâ 8). Hz. Peygamber (sav), Mescid-i Nebevî’de kılınan namazın faziletini ortaya koyma adına Hz. Ebu Hureyre’den gelen bir rivayette şöyle buyurmaktadır: “Benim (Medine’deki) bu mescidimde kılınan bir namaz, (Mekke’deki) Mescid-i Haram müstesna başka mescitlerde kılınan bin namazdan (sevap bakımından) daha hayırlıdır.” (Müslim, Hac, 94)

ZİYARETE GİTMEK

Rasulullah (sav) başka bir hadis-i şeriflerinde “Kim vefatımdan sonra beni ziyaret gelirse sağlığımda beni ziyaret etmiş gibidir” buyurur. Bir Müslüman için Medine’ye gitmek âdeta Rasulullah efendimizle randevulaşmak, onu ziyaret etmektir. Medine’ye bir Müslüman Hz. Peygamber’in (sav) müjdesi üzerine, Peygamber mescidinde namaz kılmaya gider.

Bugünkü Mescid-i Nebevî, eski Medine şehrinin tamamı üzerine kuruludur. Ravza ya da cennet bahçesi olarak bilinen bölüm, ilk inşa edilen mescidin alanıdır. İlk mescid yapıldığında hurma kütükleri sütun olarak kullanılmış ve üzeri hurma dallarıyla örtülmüştür. Bu hurma kütüklerinin yerleri günümüze kadar korunmuştur ve her birine bir isim verilmiştir.

HASIRDA NASİHAT

İslamiyet’in ilk yıllarında Mescid-i Nebevî bütün resmî faaliyetlerin gerçekleştirildiği bir mekân olarak kullanılmıştır. Mescid, Hz. Peygamber’in (sav) devlet başkanı olması dolayısıyla siyasetin, öğretmen vasfı sebebiyle eğitimin, ordu kumandanı olarak askerî teşkilatın, kadılık vasfıyla adalet teşkilatının merkezi durumundaydı. Her sütun bir devlet dairesi gibiydi. Örneğin Peygamber Efendimiz (sav) çeşitli Arap kabilelerine mensup elçi heyetlerini ‘Üstüvânetü’l-Vüfûd’ denilen sütunun önünde kabul ederdi. Peygamberimiz (sav) her ramazan ayında, Kadir gecesini değerlendirmek maksadıyla mescitte itikâfa çekilirdi. Yatağını yanına serdiği sütun ‘Üstüvane-i Serir’ adıyla bilinir. Peygamber efendimiz (sav), içi hurma lifleriyle dolu hasırın üzerinde oturur, istirahat eder ve ibadet ederdi.

AĞLAYAN KÜTÜK

Hücre-i Saadet’in Mescid içerisine açılan kapısının yanındaki sütuna da ‘Üstüvane-i Muhris’ adı verilir. Peygamberimizi (sav) koruyan muhafızlar, Hz. Aişe’nin evinin kapısının önündeki bu sütunun yanında beklerlerdi.

Yazının Devamını Oku

Hazreti Hamza’yı şehit etmişti... ‘Vahşi’ye bile çağrı

1 Haziran 2019
Bir gün Peygamber efendimizden kendisini İslam’a davet eden bir haber gelir. Vahşi, bu davete inanamaz, Allah Rasulü’nün öz amcasını katletmişken bu nasıl olur diye düşünür. Hz. Peygamber’e bir mektup gönderir, “Ey Muhammed! Sen beni İslam’a nasıl davet edersin? Halbuki senin iddiana göre adam öldüren veya ona ortak koşan veya zina eden bir kimse günahlarla karşı karşıya gelir. Ben ise bütün bunları yaptım. Acaba benim için bir ruhsat var mıdır?”

BU dünyada bir çift gözün görebileceği en güzel şey nedir ki bakmaya doyulmasın... Onu bir kez olsun görmek için binlerce kilometre yol katedilsin... Onunla ilk karşılaşmada gözyaşları sel olup aksın, insanın dizlerinin bağı çözülsün... Evet, bu soruya her Müslüman’ın vereceği cevap hiç şüphesiz Kâbe-i Muazzama’dır. Kâbe, Yüce Rabbimizin yeryüzündeki evi... Meleklerin semada tavaf ettiği Beytü’l-Mamur’un yeryüzündeki izdüşümü. Yeryüzündeki ilk mescid. Hz. Âdem’in temelini attığı, Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in temellerini tekrar yükselttiği, milyonlarca Müslüman’ın her namaz vakti yöneldiği ve kalpleri bir yapan kıblemiz. İnsanları kendine çeken bir mıknatıs... Gitmeyenlerin içinde yanan bir hasret. Bir kere gidenin ise defalarca bulunmak istediği, adını duyduğunda kalbini sızlatan mekân. Hac ve umre yapmak isteyen Kâbe’ye gider, ama Kâbe son durak değildir, kişi Kâbe’den Allah’a gidebildiğinde maksadına erişmiş olur.

RAHMETİN TECELLİSİ

Gördüğünde kişinin kendi bile unuttuğu, normal zamanlarda çocuklarından bir saat bile ayrı kalamayan annelerin dahi memleketteki çocuklarını hatırına getiremediği Kâbe, simsiyah örtüsü ile zihinlerde yer etmiştir. Yüce Rabbimizin insanlar üzerindeki rahmetinin tecellesi olan Kâbe’nin kisve adı verilen örtüsü ism-i şeriflerle ve rahmet ayetleriyle donatılmıştır. Zikzak biçimindeki motiflerin içine “Lâ ilahe illallah” ve “Ya Allah” ve “Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahi’l azim” cümlesi tekrar tekrar işlenmiş; dairelerin içi Ya Hannan, Ya Mennan, Ya Subhan, Ya Deyyan ism-i şerifleriyle bezenmiştir. Kâbe’nin doğusunda köşedeki motiflerde İhlas suresi yazılıdır. Kâbe kapısında ise diğer ayetlerin yanı sıra şu ayet dikkat çeker: “De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Zümer, 52)

ÖLDÜRÜP PARÇALADI

Bugünkü yazımda size bu ayetin inişine dair rivayetten söz etmek istiyorum. Hicretin 2. yılında (624) Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında cereyan eden Bedir Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğrayan müşrikler intikam almak Uhud’a gelir. Babası Utbe ve iki kardeşi Bedir Savaşı’nda öldürülen, Hz. Hamza’dan intikamını almak için ant içen Ebu Süfyan’ın karısı Hind ve on beş kadın savaşa katılanlar arasındadır. Müşriklerden Cübeyr bin Mutim, mızrak atmakta çok usta, pek mahir olan Vahşi isimli kölesine, “Eğer Hamza’yı öldürürsen, seni azat eder, serbest bırakırım!” sözü verir. Hind de “Onu öldürürsen sana pek çok altın ve mücevherler vereceğim!” diye vaatlerde bulunur. Savaş boyunca Hz. Hamza’yı gözetleyen Vahşi, bir fırsatını bulur ve mızrağı ile Hz. Hamza’yı şehit eder. Bununla da kalmaz, vücudunu parçalar, Hz. Hamza’nın ciğerini sökerek Hind’e götürür. Amcasını bu halde gören Allah Rasulü (sav) büyük bir üzüntü yaşar.

FİLMDEKİ SAHNELER

- BAŞROLÜNÜ dünyaca ünlü Meksikalı aktör Antony Quinn’in oynadığı “Çağrı” filminde, “Vahşi” adlı köle rolünü Ganalı Salem Gedara canlandırmıştı.

Yazının Devamını Oku

Bin aya bedel Kadir Gecesi

31 Mayıs 2019
Kadir Gecesi’nin mübarek olması Kuran-ı Kerim’in bu gecede indirilmiş olmasından kaynaklanır. Aslında Allah bize bir mesaj veriyor. Ey insan, bir düşün, amacı zamana değer katmak değil, insana değer katmak olan bu kitap indiği geceyi bin aydan daha hayırlı yapmışsa, indiği ayı on bir ayın sultanı haline getirmişse, Kuran senin gönlüne ve hayatına inerse sana ne kadar değer katar?

RAMAZAN ayının mübarek oluşu, Kadir Gecesi’nin bu ay içerisinde yer almasındandır. Peygamber Efendimiz (sav), “... Bu ayda öyle bir gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Bu gecenin hayrından mahrum kalan, bin ayın hayrından mahrum kalmış gibidir” (Nesâî, Sıyâm, 5) buyurarak Kadir Gecesi’nin önemi hakkında bize ipuçları vermektedir.

Kadir Gecesi’nin mübarek olması ise Kuran-ı Kerim’in bu gecede indirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kadir suresinde bu husus şöyle anlatılmaktadır: “Şüphesiz, biz onu (Kuran’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (Kadir, 97/1-5)

Kuran’ın amacı zamana değer katmak mıdır? Öyle olmasa gerek. Peki, bu gecenin bin aydan daha hayırlı oluşunu nasıl anlamalıyız? Aslında Allah bize bir mesaj veriyor. Ey insan, bir düşün, amacı zamana değer katmak değil, insana değer katmak olan bu kitap indiği geceyi bin aydan daha hayırlı yapmışsa, indiği ayı on bir ayın sultanı haline getirmişse, Kuran senin gönlüne ve hayatına inerse sana ne kadar değer katar?

Böylesine faziletli bir gece hakkında Rasûlullah (sav), “Her kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Kadir Gecesi’ni ibadetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır. Her kim ramazan orucunu, inanarak ve mükâfatını Allah’tan umarak tutarsa geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, Savm, 6) buyurmuştur. Fakat Peygamber Efendimiz Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğunu kesin olarak bize bildirmemiş, bu eşsiz gecenin ramazanın son on günü içindeki tek sayılı gecelerde aranmasını tavsiye etmiştir. Bazı hadis rivayetlerinde Kadir Gecesi’nin ramazanın yirmi yedinci gecesi olduğu ifade edildiği için İslam âleminde ağırlıklı olarak bu gece ibadetle değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Aslında Kadir Gecesi’nin kesin olarak belirlenmemiş olması, ramazanın her gecesinin Kadir Gecesi imiş gibi geçirilmesi gerektiği anlamına gelmektedir. “Her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil!” sözü de bunu ifade etmektedir.

NASIL İHYA ETMELİ?

Kadir Gecesi’ni araştırıp ihya etme arzusu, iman alâmetlerinden sayılmıştır. Allah Teâla, Kadir Gecesi’nin zamanını gizli tuttuğu için Peygamber Efendimiz (sav), ramazan ayında, ibadet hususunda diğer aylarda görülmeyen bir gayret içinde olurdu. Ramazanın son on gününde ise kendisini daha fazla ibadete verirdi. Bu günlerde geceyi ihya eder, ailesini uyandırırdı.

Hz. Âişe validemiz, Peygamber Efendimize (sav) “Ey Allah’ın Rasulü (sav)! Kadir Gece’sinin ne zaman olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl dua edeyim?” diye sormuştu. Rasulullah (sav) “Allah’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla! diye dua et!” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 84)

Kadir Gecesi namaz kılmak, Kuran okumak, tevbe, istiğfar ve dua ile meşgul olmak, Allah’ı zikretmek, salavat getirmek ve tefekkürde bulunmak gibi ibadetlerle değerlendirmelidir. Üzerinde namaz borcu olanların nafile namaz kılmadan önce hiç değilse beş vakit kaza namazı kılmaları daha faziletlidir. Bunlara ilaveten, gönül almak, infak ve yardımda bulunmak gibi her türlü salih amellerle Kadir Gecesi’nin gündüzünü de ihya etmek güzel bir davranıştır. Akşam, yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan kişinin de Kadir Gecesi’nden pay almış olacağı bildirilmiştir. Dolayısıyla ramazanda cemaatle namaz kılmaya daha çok dikkat etmelidir.

Yazının Devamını Oku

Yüce kitabımız okumayı emreder

30 Mayıs 2019
Yüce kitabımız Kuran, kâinatı okumayı emrediyor ama biz Müslümanlar uzun süredir bunu bırakmışız. Kız çocuklarını okutmamışız ancak hastanelerde kadın doktor arar olmuşuz. İslam medeniyetinin parlak dönemleri boyunca Müslümanlar ilimle ilişkilerini ibadet anlayışı, kulluk bilinci, sorumluluk duygusu ve güzel ahlak ekseninde geliştirmişlerdir. Sadece dini ilimlere değil müspet ilimlere de önem vermişlerdir. O halde dinimiz ve dünyamız için gerekli olan bilgileri öğrenmeli, bu konuda çocuklarımızı yetiştirmeliyiz.

610 yılı ramazan ayında Hira mağarasında Cebrail (as), Hz. Peygamber’e (sav) “Oku” emrini ulaştırdı. Allah Rasulü (sav), “Ben okuma bilmem” dedi. Cebrail (as) Alak suresinin ilk beş ayetini okumaya başladı: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı ‘alak’tan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”

Peki Allah Rasulü (sav) neyi okuyacaktı? Ortada bir mushaf yoktu, bizi bizden daha iyi bilen Rabbimiz Hz. Peygamber’in (sav) ümmi olduğunu elbette biliyordu. O zaman okunması gereken neydi? Kuran-ı Kerim’de meleklerin ilk insan ve peygamber Hz. Âdem’e (as), isimleri ve eşyanın hakikatini bildirmesi üzerine secde ettiği anlatılır. Hz. Âdem’den beri gelen bütün vahiylerin ve peygamberlerin temel gayelerinden biri de insanı kendisi, Rabbi, çevresi, yaratılış gayesi gibi konularda doğru bilgi sahibi yapmaktır. Kuran-ı Kerim pek çok ayette, “Düşünmüyorlar mı?” “Akıl etmiyorlar mı?” “Görmüyorlar mı?” “Bilmiyorlar mı?” buyurarak insanı kendi varlığı, hayat serüveni, tabiat, evren, ahiret ve var oluşa dair tefekküre ve akletmeye davet eder.

İNSAN ALLAH’IN AYETİDİR

Okuyacağımız ilk kitap kendimiz, yani insandır. İnsan, Allah’ın en muhteşem ayetidir. Melekler Âdem’e, yani insana secde etmiştir. Yüce Allah, “And olsun ki Âdem oğlunu kerem sahibi/şerefli kıldık” (İsra, 17/70) buyurur. İnsan, Allah’ın birliğinin delilidir. İnsan olmasaydı kitap da inmezdi, peygamber de gelmezdi. Allah kendisine yönelik suçları affederken kula yönelik suçları affetmez. Buradan da anlaşılmalı ki insan değerlidir. Peygamber efendimiz (sav) bir gün tavaf ederken Kâbe’ye bakar ve “Sen ne güzelsin, kokun ne kadar güzel ey Kâbe. Sen ne büyüksün, onurun ne kadar büyük ey Kâbe. Canımı elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki bir Müslüman’ın onuru Allah katında senin onurundan daha büyüktür ey Kâbe” buyurarak insanın izzet ve şerefinin büyüklüğüne işaret eder. 

Yunus da ne güzel çözmüş: “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil/Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.” Gıybet, en büyük günahlardandır. Gıybet ederken insanın onur, izzet ve şerefiyle oynanır. Allah bunları affetmez. Yanımızda bir Kuran sayfası yırtsalar boğazına yapışır, hesap sorarız. Gıybet edilse ses çıkarmayız. Oysa her insan Allah’ın ayetidir. Gıybet edildiğinde, iftira atıldığında, hakkı yenildiğinde, Allah’ın bir ayetinin yırtıldığını hissetmemiz gerekir. Herkes bu duyarlılıkta olsa, İslam toplumu ne müthiş bir toplum olur değil mi?

İkinci kitap kâinattır. Yüce Allah, önce zamanı ve mekânı, sonra insanı yarattı. İnsan yokken kâinat vardı. Allah Kuran’da buyuruyor ki “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz” (Fussilet, 41/53) Peki, kâinatı nasıl hatmedeceğiz? Bizim Yüce kitabımız Kuran, kâinatı okumayı emrediyor ama biz Müslümanlar uzun süredir bunu bırakmışız. Kız çocuklarını okutmamışız ancak hastanelerde kadın doktor arar olmuşuz.

NEREDEN NEREYE!

Avrupa karanlıktayken, Endülüs’te Müslümanlar medeniyetin zirvesindeydi. Avrupa’nın en büyük kütüphanesinde altı yüz kitap varken, sadece Kurtuba’da altmış halk kütüphanesi, her kütüphanede de altı yüz bin kitap vardı. Müslümanlar nereden nereye!

Yazının Devamını Oku

Helal kazanç

29 Mayıs 2019
Kuran ve sünnette “Zekât alın” diye bir emir olmamasına rağmen, “Namazı kılın ve zekâtı verin” diye onlarca emir bulunmaktadır. Temiz ve helal olmayandan zekât verilmeyeceğine göre bununla İslam’ın mesajı açık ve nettir. Çalışın, helal kazanın, şehirleri imar edin, gelir dağılımında adaleti gözetin ve kâfirlere muhtaç olmayın. İslam’ın kurtuluş reçetesi sayılabilecek bu anlayışa, kendisi de tacir olan Peygamber Efendimizin ticari faaliyetlere bakış açısından da ulaşabiliriz.

TİCARET, toplumu ayakta tutan en önemli dayanaklardan biridir. Toplumun adeta eli ayağı veya şah damarı mesabesindedir. Ticaret hayat demektir, kalkınma demektir, refah demektir, güç demektir. Ticaret ve sanat hayatının bütünüyle ihmal edilmesi halinde hayat durur ve halkın çoğu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

ÖMER’İN SÖZLERİ

Hz. Ömer’den (ra) rivayet edilen şu hikâye, İslam’ın ticarete bakış açısını özetler niteliktedir. Hz. Ömer (ra) halifeliği sırasında pazara gider ve oradakilerin çoğunun Nebatîlerden (Müslüman olmayan tüccarlar) olduğunu görünce üzülür, halk onun yanına toplanınca kendilerine bunu haber vererek pazarı terk etmelerinden dolayı onları kınar. Onlar da kendisine şöyle derler: Allah, bize nasip ettiği zaferle bizi pazarlardan müstağni kılmıştır. Hz. Ömer (ra) ise onlara: “Allah’a and olsun, eğer böyle yaparsanız, yani ticareti, pazarı Müslüman olmayanlara bırakırsanız, muhakkak ki erkekleriniz onların erkeklerine, kadınlarınız da onların kadınlarına hizmetçi olur” der.

İSLAM’IN MESAJI

İslam, toplumu inşa edecek, insanların birbirleri arasındaki münasebetlerini adalet ve ahlak temelinde düzenleyecek bir din olduğuna göre ticari faaliyetleri göz ardı etmesi beklenemez. Zira Kuran ve sünnette “Zekât alın” diye bir emir olmamasına rağmen, “Namazı kılın ve zekâtı verin” diye onlarca emir bulunmaktadır. Temiz ve helal olmayandan zekât verilmeyeceğine göre bununla İslam’ın mesajı açık ve nettir. Çalışın, helal kazanın, şehirleri imar edin, gelir dağılımında adaleti gözetin ve kâfirlere muhtaç olmayın. İslam’ın kurtuluş reçetesi sayılabilecek bu anlayışa, kendisi de tacir olan Peygamber Efendimizin ticari faaliyetlere bakış açısından da ulaşabiliriz. Ticaret hayatı içerisinde atılan her adımda Allah Rasulü’nün (sav) “Bizi aldatan, bizden değildir” (Müslim, Îmân, 164) düsturunu aklımızda tutmalıyız. Aksi takdirde başkasını aldatarak haram kazanç elde etme hastalığının ticaret hayatına egemen olması, Müslümanların hem dünyada, hem de ahirette kötü sonuçlarla karşılaşmasına yol açacaktır.

HİLEDEN KAÇININ

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Alışveriş yapanlar birbirlerinden ayrılmadıkları sürece alışverişi kabul edip etmeme konusunda serbesttirler. Eğer dürüst davranırlar ve malın kusurunu açıkça söylerlerse, alışverişleri bereketlenir. Fakat kusuru gizler ve yalan söylerlerse, yaptıkları alışverişin bereketi gider” (Ebû Dâvûd, Büyû’,51) Allah Rasûlü (sav), ticarette dürüstlük ve pazarlıkta açıklık hakkında sarf ettiği bu sözleriyle, alışverişte sıkça başvurulan usulü böyle düzenliyordu. Zira hangi durum ve şartta olursa olsun ve ne şekilde yapılırsa yapılsın, alışverişte karşı tarafa yapılacak her türlü hileden kaçınmak, doğru söyleyip dürüst davranmak, helal kazanç elde etmek ticari ahlakın gereğidir.

Yazının Devamını Oku

Verebilmek herkese nasip olmaz

28 Mayıs 2019
Zekât, iman edenler için bir şifadır. Allah Rasulü’nün “İnsanoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz” sözü, insanoğlunun doyumsuzluğunu, dünyalık kazanma, mal biriktirme hırs ve arzusunun ne kadar kuvvetli olduğunu ortaya koyar. Zekât, mal biriktirme hırsına karşı mülkün sahibinin Allah olduğunu hatırlamamızı sağlayan harika bir ibadettir. Verebilmek bile bir lütuftur, herkese nasip olmaz. Allah bizleri lütfuyla öyle nimetler versin ki her daim alan değil, veren el olabilelim.

 

BUGÜN bir rapordan veriler ve çıkarımlarla söze başlamak istiyorum. Küresel Adaletsizlik Dünya Yoksulluk ve Eşitsizlik Raporu’na göre dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun yüzde 50’sine tekabül eden 3.6 milyar insanla eşittir; en zengin 10 ülkenin geliri de en fakir 10 ülke gelirinin tam 77 katıdır. Küresel adaletsizliğin bu kadar rahatsız edici boyutlarda olması ve servetin bu kadar adaletsiz paylaşımı beraberinde yoksulluk, çatışmalar, açlık gibi başka sosyal problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Dünyada aç ve yoksul insanların bulunması kaynak eksikliği sebebiyle değil, mevcut zenginliğin ve fırsatların adil bir şekilde dağıtılmaması sebebiyledir.

DAYANIŞMA İÇİN

İslam’daki ibadetler yalnızca bireysel değil, aynı zamanda da toplumsaldır ve birbirimizle ilişkilerimizi düzenler demiştik. Zekât da yukarıda anlatılan soruna karşı Yüce Rabbimizin tedbir olarak koyduğu bir ibadettir. Amacı zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğu bir düzenin önüne geçmek, sosyal dayanışma ve adaleti sağlamaktır. İslam, Hz. Âdem ile başlayan, bütün peygamberlerle devam eden ve Hz. Muhammed (sav) ile kemale eren bir dindir. Allah dinin son temsilini bir ticaret kentinde tacir bir peygamber üzerinden bizlere tebliğ ettirdi. Böylece Batı’nın henüz tarım toplumu olduğu yıllarda Müslümanlara ticaret yapmayı, helal ve temiz kazanmayı ve kazandıklarımızı bölüşmeyi öğretti. İslam’ın en temel beş göstergesinden biri olan zekât ibadeti de bunun en önemli tezahürüdür.

İNSANI TEMİZLER

Zekât vermek için bir toplum zengin olmalı, ticareti elden bırakmamalı, güçlü olmalıdır. Böyle olursa o toplum, özgürlüğünden asla ödün vermez ve helal kazanmayı ticarette prensip haline getirir. Çünkü temiz olmayan maldan zekât verilmez ve zekât da sanıldığı gibi malı değil, insanı temizler. Kuran-ı Kerim’de namaz kelimesi, pek çok yerde zekâtla birlikte kullanılır. “İman edenler, namazını kılan ve zekâtını verenler” ibarelerinin sıralı bir şekilde yer alması, zekâtın ibadetler içerisindeki yerini ortaya koyması açısından önemlidir. Zekât, iman edenler için bir şifadır. Allah Rasulü’nün (sav) “İnsanoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz” (Buhari, Rikak, 10) sözü, insanoğlunun doyumsuzluğunu, dünyalık kazanma, mal biriktirme hırs ve arzusunun ne kadar kuvvetli olduğunu ortaya koyar. Zekât, mal biriktirme hırsına karşı mülkün sahibinin Allah olduğunu hatırlamamızı sağlayan harika bir ibadettir.

CİMRİLİK HASTALIK

Yazının Devamını Oku

En güzel rehber

27 Mayıs 2019
Maddi değerlerin ön plana çıktığı, manevi ve ahlaki değerlerin arka plana itildiği günümüz dünyasında huzur ve barış için güzel insanları çoğaltmak ve onların yolunu takip etmekten başka çare yoktur. Güzel neticelere güzel insanların rehberliğinde ulaşılır. En güzel rehber ise Hz. Peygamberdir. O, hayatın her kesim ve kademesinde en güzel örnektir. En güzel çoban, en dürüst tüccar, en ideal öğretmen, en cesur komutan, en vefalı dost, en şefkatli baba, en sevimli koca, en merhametli lider, en tarafsız hâkimdir.

 

ÇOK küçük bir çocukken, öğrencilik yıllarımızda ya da meslek hayatımızın başlarında, örnek aldığımız, onun gibi olmak istediğimiz birileri mutlaka olmuştur. Onun gibi giyinmek, onun gibi davranmak, onun yaptıklarını yapmak, onun gibi görünmeye çalışmak, onun gibi başarılı olmak, onun gibi takdir edilmek, onun gibi sevilmek istediğimiz o kişi belki de hayatımızı etkileyecek en büyük etkenlerden biri olan idol kişidir. Peki, biz Müslümanlar kimi örnek alıyoruz? Çocuklarımız, gençlerimiz kimlere benzemek için heves ediyor? Bir kişiyi örnek alabilmek için onu tanımak, yaptıklarını bilmek gerekir.

MÜSLÜMAN’IN İDOLÜ

Biz Müslümanların idolü olması gereken Hz. Peygamber’i (sav) ne kadar çok tanır ve çocuklarımıza tanıtırsak, Kuran’ın olmamızı istediği insan tipine daha çok adım atarız.

Bütün insanlığı terbiye etmek, güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen Hz. Peygamber (sav) bu göreve Rabbi tarafından hazırlanmıştır. Zira Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı” (Keşfü’l hafâ 1/170). Yüce Mevla da onu şöyle takdim etmiştir: “And olsun ki, Allah’ın Rasulü’nde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)

YAŞAMIN İÇİNDE

Maalesef Allah Rasulü (sav) ve ashabını zihnimizde çoğu zaman yalnızca ibadetle meşgul olan, mescitten çıkmayan insanlar olarak canlandırıyoruz. Oysaki Peygamber (sav) hayatın her alanında en güzel örnektir. Öğretmen, tüccar, komutan, aile reisi, devlet başkanı, hâkim vs olarak en ideal modeldir. Kolaylaştırıcı, müjdeleyici, uyarıcı, sevdirici olarak peygamberlik görevini ifa eden Efendimiz bütün söz ve davranışlarında en ideal rehberdir.

Yazının Devamını Oku