Büşra Taşpınar

Güzellik Yarışmalarında Çocukların Geleceği Manipüle Ediliyor ve Tek Tip Bir Hayat Sunuluyor

4 Kasım 2020
Ergenlik farklı gelişimsel ihtiyaçların olduğu özel bir dönemdir. Değişim ve dönüşüm dönemidir. Bu dönemde ergenlerin akranlarıyla vakit geçirmeye, doğayı keşfetmeye daha fazla okumaya araştırmaya ihtiyacı vardır. Bu süreçte kazanılan özellikler, bireyin nasıl bir yetişkin olacağını gelecekte nasıl bir kişiliğe sahip olacağını belirler.

Kendi içinde kategorilere ayrılan ergenlik 12-14 yaş aralığında erinlik, 15-16 yaş aralığında orta ergenlik ve 18-21 yaş aralığında ise genç ergenlikten oluşur.

Son yıllarda yanlış beslenme ve kullanılan bazı kimyasal ilaçların hormonal sistemi etkilemesi sonucunda özellikle kız çocuklarında ergenliğe girme yaşı erkene kaydı, kızların fiziksel olarak erken yaşta hızlı gelişim gösterdiklerini görüyoruz.

Ergenlik dönemindeki genç kızların güzellik yarışması adı altında boyunun, kilosunun, fiziksel özelliklerinin sergilendiği yarışmalar bu tür organizasyonlar çocukları yetişkin gibi gösterip, cinsel bir etiketleme üzerinden olumsuz etkilemektedir. Her çocuk güzel olmak zorunda değildir ancak her çocuk değerlidir. Güzelliğinin yarıştırılması çekici birer nesne haline getirilip sunulması hem ruhsal hem duygusal açıdan olumsuz sonuçlara sebep olabilir.  

Ailelere öneriler;

Ergenlik dönemi, bedensel, psikolojik ve sosyal anlamda değişimler sonrasında yetişkinliğe dönüştüğü geçiş dönemidir. Bu geçiş dönemini en sağlıklı bir şekilde geçirebilmek adına ailelerine büyük sorumluluk düşmektedir.  

Genç bireyin duyguları zaten oldukça karmaşık olduğu bu dönemde bastırdığı duygular çatışmaya yol açabilir. Aileler ne çok baskıcı nede çok rahat bir tutumda olmalıdır. Buna ek olarak bu dönemde genç kızlar abartılı bir şekilde makyaj yapmak, marjinal giyinmek dikkat çekmek isteyebilir. 

Ebeveyn olarak ‘‘hayır, yapamazsın’’, ‘‘giyemezsin’’ gibi konuşmak yerine daha yapıcı söylemlerde bulunmalısınız. Mesela, hayır dediğiniz konuların sebeplerini gerekçeleriyle açıklayın ve kızınıza alternatifler sunmanız daha etkili iletişim kurmanızı ortak bir dil oluşturmanızı sağlar.

Çok korumacı yaklaşıp izin vermediğinizde daha fazla tartışma yaşarsınız. Bunun sonucunda yalan ortaya çıkar ve en sonunda güven bağınız kırılır. Ancak kontrolü çok fazla serbest bıraktığınız durumlarda ya da farkında olmadan onun kişisel gelişimine zedeleyici bir karar verdiğiniz durumlarda uzmandan yardım almanızda fayda olacaktır. Ebeveynler onların başarılarını takdir ederek, akademik çalışmalarını ve sosyal becerilerini destekleyerek, fikirlerine saygı gösterdiğinizi anlamasını sağlayarak değerli hissettirebilirsiniz. 

Yazının Devamını Oku

Sağlıklı İletişim Kurma Sanatı

26 Eylül 2020
Terapiye başvuran danışanlarımın en sık başvurduğu sorunlardan biri “İletişim sorunu.” “Beni anlamıyor”, “Ne yaparsam yapayım kendimi doğru ifade edemiyorum” gibi şikayetlerle başvuranlar hayli çoğunlukta.

İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır. Ancak doğru iletişim yolunu kuramayan, anlaşılamayacağını düşünen kişiler, çoğu zaman konuşmaktan kaçınır. İstek ve arzularını dile getirmez, ihtiyaç ve beklentilerini erteler. Çabalasa da bu çabaların çoğu hayal kırıklığı ile sonuçlanır. Pek çok insan çevrelerinde ki kişilerle iletişime geçmekte zorlanıyor. Bunun birçok nedeni olabilir. Sağlıklı iletişim için gerekli adımları atamamak, çocukluktan gelen davranış motifleri ve alışkanlıklar bunlardan biridir. Sağlıklı iletişim kurma sanatını öğrenmek, pek çok sorunun üstesinden gelmenizde yardımcı olacaktır. Kolaylıkla uygulanabilir bir dizi kural sizlerle...

Dinleme sanatında ustalaşın: İletişim kurarken harika bir üslup ve ses tonuna sahip olmak avantaj gibi görünse de, sadece bunlara sahip olmak yeterli değildir. İletişimi güçlü kılan en önemli faktör dinleme sanatıdır. İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin beden dili, el, yüz ifadeleri, ses tonu ve sessiz mesajlarına da dikkat eder. Dinlendiğini hisseden kişi kendini güvende hisseder, iletişim için gerekli olan karşılıklı saygıyı oluşturmayı sağlar.

Saygı duyun: İyi bir iletişim saygı duymaktan geçer. Karşınızda ki kişiye saygı duymak onu ve varlığını kabul etmek, önemli ve değerli olduğunu kabul etmek anlamı taşır. Her insan kendine has ve biriciktir ilkesinden yola çıkarak tüm insanlar saygıya değerdir. Dünyada tek bir beyin olmadığı gibi farklı düşünceler gökkuşağının renkleri gibidir. Bu gerçeği kabul edip karşınızda ki insanın bir birey olduğu hissettirilmelidir. Konuşma sırasında sözün kesilmemesi, konuşma bittikten sonra cümleye başlamak gerekmektedir. İki taraf arasında ki saygıyı korumak ilişkiyi güçlü kılacaktır.

Jest ve mimikleri kullanın: Sosyal bir bağlantı kurmada ve iletişimi kuvvetlendirmede sözel olmayan iletişim neredeyse hesaba katılmaz. Oysa çoğu zaman jest ve mimikler, göz temasının iyi ayarlanması mesajın içeriğinden çok daha önemlidir. Gözler, kaşlar ve yüzde ki minik çizgiler jestler ve mimikler olarak ilişkide samimiyete dönüşüyor. Eskileri atasözünde dediği gibi; “Bir kaş, bir göz gerisi söz.” demişler. Maskenin bir iletişim formu olarak yeniden anlam kazandığı şu günlerde; “Ne de olsa maske takıyoruz altından belli olmaz” demeden daha fazla jest ve mimikleri kullanmaya özen göstermeliyiz. Virüsten korunmamıza hizmet eden maskelerin değişen koşullarla birlikte nasıl bir kendini ifade etme biçimine dönüştüğünü hep birlikte göreceğiz.

Empati kurun: Kendinizi karşınızdakinin yerine koyarak, onun ne hissettiğini, ne düşündüğünü doğru olarak anladığınızı, olaylara onun bakış açısıyla baktığınızı hissettirin bunu destekleyecek söylemlerde bulunun. Empati kavramı karşımızda ki insanın ayakkabısını giymek gibidir. Bu anlamda kişiyi yargılamadan onun neden böyle davrandığını anladığımızı ona hissettirmektir. Bir anlamda dış dünyayı karşınızdaki kişinin penceresinden görmeye çalışmaktır. Kurulan bu empatik duygu iletişimi güçlü kılar ve böylece yaşadıklarına duyarlı olduğumuz algısıyla samimi ve güvenilir ortam oluşur.

Sandviç metodunu uygulayın: Karşınızdaki kişiye yönelik bir eleştiride bulunmak istediğinizde kullanabileceğiniz bir yöntemdir. Sandviç metodunu kısaca en basit haliyle açıklayacak olursak; söze, o kişi hakkında olumlu şeylerden bahsederek başlamak, daha sonra olumsuz geribildirimlerinizden bahsetmek, kapanışı ise tekrar olumlu ve geleceğe dair cesaretlendirici geribildirimlerle yapmaktır. Eleştiri bu şekilde yapılırsa eğer, karşı taraf savunmaya geçmek yerine gerçekten söylediklerinizi düşünür ve dikkate alır.

Olumlu yanlarını onaylayın: Onay gösteren ifadeler kullanmak karşınızdaki kişinin söylediklerini pekiştirir. “Sana katılıyorum” ya da “çok haklısın”, “seninle zaman geçirmeyi seviyorum” gibi ifadeler kullanabilirsiniz. Göreceksiniz olumlama yaptığınız bu davranışlar pekiştirilecektir.

Rica cümleleri kurun:

Yazının Devamını Oku

Miniklerimizin Dev Dünyasında “Koronavirüs”

12 Eylül 2020
COVID-19 salgınının devam ettiği bu günlerde hem anne babalar hem de çocukları için hayat oldukça zor geçiyor. Hepimiz belirsiz ve zor bir süreçten geçiyoruz. Bu virüsle yaşamaya alışırken stresle baş etme stratejileri geliştirmemiz gerekiyor. Dünya genelinde ülkeler bu krizle farklı şekillerde mücadele ediyor.

Her ülke, okulları nasıl ve ne zaman açacağı konusunda farklı bir aşamada. Ülkemizde online eğitime geçilmiş durumda. Ancak her belirsizlik kaygı yarattığı gibi üzerine birde okul stresi eklenince, ailelerde ve çocuklarda; sürecinden sonra okula başlamak her zaman stresliyken, evde geçen eğitim sürecinden ve kısıtlanan aktivitelerden sonra bu geçişin daha da zorlayıcı olması doğal ve beklenen bir sonuç. Dolayısı ile okula başlama konusunda ailelerin güçlü bir dirençle karşılaşmaları olası.

Kaygı da aynı virüs gibi bulaşıcıdır

Öncelikle yapılması gereken en önemli görev ailelerin kendi endişe ve korkularını yansıtmamalarıdır. Kaygı da aynı virüs gibi bulaşıcıdır. Aksi halde, çocuklar durumu tehdit edici ve başa çıkılamaz bir olay olarak algılayarak kaygıları artacaktır. Aileler, çocuklara var olan durumu yaşlarına uygun bir şekilde sebep-sonuç ilişkisi kurarak anlatmalıdır. Unutulmamalıdır ki çocuklar duyguları sünger gibi çekerler çevrelerindeki olaylara nasıl tepki verildiğine dikkat ederler ve çok iyi gözlemcidir. Eğer ki çocuğun çevresindeki yetişkinler aşırı kaygılı görünürlerse, çocukların da aynı oranda kaygıları yükselir. Eğer çocuk aşırı kaygılı ve endişeliyse, onların hislerini ifade etmelerine izin verilmesi gerekir onlara rehberlik etmek atılacak en doğru adım olacaktır. Koronavirüsü biz yetişkinler için bile bu kadar belirsizken çocuklar için çok daha bilinmez bir süreçtir. Çocukların dünyasında hastalıklar beraberinde kaybetme korkusunu getirirler.  

Peki, ailelerin kendileri de sürece ilişkin kaygılı iken okula başlayacak çocuklarına yaklaşımları nasıl olmalı?

Kişisel temizlikleri konusunda bilgilendirme yapılmalı

Çocuğumun okula dönmesi güvenli mi?

Okullar, ancak öğrenciler için güvenli hale geldikten sonra açılmalıdır. Böyle bir dönemde açılacak okullarda düzen, daha önce alışık olduğunuz düzenden biraz daha farklı olacaktır. Okula geri dönme konusunda gergin veya isteksiz hissedebilirler. Bu konuda dürüst olun. Örneğin, okulda maske takmak gibi bazı değişiklikler yaşayabileceklerini anlatın. Ayrıca okuldayken arkadaşlarından ve öğretmenlerinden fiziksel olarak uzak durmak çocuklara zor gelebilir. Bu durum onları daha farklı bağ ve iletişim kurma yolları hakkında düşünmeye teşvik edebilirsiniz.  

Çocuğunuz okula döndüğünde fiziksel sağlığını ve öğrenme sürecini kontrol etmenin yanı sıra, stres ve endişe belirtilerine de dikkat etmelisiniz.

Yazının Devamını Oku

Kadın Olmanın Zorlukları ve Psikolojik Şiddet Üzerine

17 Temmuz 2020
Bir kadının kendini sevmesi bedenine özgürlük tanıması öz benliği ile barışması, kendi kimliğini inşaa edebilmesi için çok önemlidir. “Kadın” olmak çeşitli kültürlerde dayatılan toplumsal hayatın temel karakteristik vasıflarını, beklentilerini ve sorumluluklarını beraberinde getirmektedir.

Kadın rolüne yüklenen anlamlar gerçekleştirilmesi beklenen görevler hatta fiziksel anlamda ideal ve gerçek dışı bir beden imgesi kadınların psikolojik olarak ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Sosyal medya kadınların yansıttıkları kimlikleri hem de bedenleri ile ilgili algılarını sürekli manipüle eden bir araç haline dönüşmüş durumda. Özellikle sosyal medyada geçirilen zamanın artması ile birlikte ışıltılı ekranda gördüğünüz ve parmaklarınızın ucunda akıp giden hayatlarla ve oradaki hayatlarla kendimizi ister istemez kıyaslamaya başlıyoruz. Bu kıyaslama beraberinde mutsuzluk ve ruhsal çöküntüyü de beraberinde getiriyor. Günlük yaşamda bireyler, özellikle de kadınlar bedenin olması gerektiği düşünülen ideal şekline dair normlara, medya aracılığı ile açık veya örtük bir şekilde maruz kalmaktadır.

Gerçekçi olmayan sözde ideal güzel algısının vücut memnuniyetsizliğine derin bir hüzün mutsuzluğa neden olduğunu araştırmalar göstermektedir. İdeal beden bir kadının kendi bedenini sevmesidir. Ancak o zaman bir kadın kendi kimliğini inşaa edebilir. Fakat bu kendini sevmek konusu günümüzde sosyal medyanın da körüklemiş olduğu bir narsizmden uzak değerlendirilmelidir. Kendini sevmek kendini beğenmişlik ile karıştırılmamalıdır. Gölde kendine hayran bakan bir Narkisos hayranlığı ya da beğenisi değildir. Dış görünüşten ve dış faktörlerden uzak bir sevgiden bahsediyoruz öz benliği sevmek ve kabullenmekten.

Her toplum, farklı desenlerde farklı elbiseleri ve kombinleri uygun görür. Zamanın ve toplumun şartları itibariyle giydiği bu elbisenin kalıbı ve rengi de farklılaşır. Moritanya da evlilik çağına gelmiş bir kadınsanız 60 kilonun üstünde olmak evlenmek için ilk şart olarak kabul edilir. Bu toplumda şişman bir kadınsanız şanslısınız, en güzel ve en makbul siz sayılıyorsunuz. Fakat zayıfsanız daha çok yemeye zorlanıyorsanız. Zayıf bir kadınsanız yiyecek alamayacak kadar fakir olarak kabul edilip toplumdan dışlanıyorsunuz. Dolayısıyla bireyin cinsiyet değerlerinin, bir kültür motifini üzerinde taşıdığını söyleyebiliriz. Günümüz toplumlarında çekicilik, zayıflık kavramıyla özdeşmiş durumdadır. Ancak geçmişte bu durumun tam tersi olduğu ve 1950’li yılların başında Marilyn Monroe gibi çok da zayıf olmayan kadınların ilgi çektiği bilinmektedir.

Toplumun kadından beklentisi

Toplumların kadından beklentisi hem ev hem iş yerinde aktif rol alması ve bu dengeyi sağlayabilmesidir ancak bu her zaman mümkün olmayabilir, böyle durumlarda ne yazık ki kadınlar psikolojik şiddete maruz kalabilmektedir. Örneğin çalışan bir kadının ev işlerinin çocuk bakımının sadece kendisinden beklenmesi durumunda kendisini yetersiz hissedebilir. Öz bakımına zaman ayıramayabilir. Toplumsal yapı, ailenin bütünlüğünü sağlamada kadına aktif bir rol vermektedir. Buda kadınların omuzlarına ciddi anlamda yük yüklemektedir. Bu çerçevede tarihten günümüze gelen “Yuvayı dişi kuş yapar” atasözü, aile içerisinde kadının rolünü ve önemini ifade etmektedir. Buna karşılık erkeğin sorumluluk, koruyuculuk ve hâkimiyet gibi toplumsal rolleri ve görevleri kabul görmüş ve benimsenmiştir. Bunlar yazılı olmayan ancak sözlü kurallar olarak toplum tarafından bilinç altımıza nakış gibi işlenmiştir.

Beden diliyle ben buradayım demek

Zaman içerisinde beden algısına dair trendler değişse de aslında herkesin ideal beden ölçüsünde olması fikri gerçek dışıdır. Bu nedenle kişiler dış görünüşleriyle ilişkili birtakım olumsuz düşünceler geliştirmeye başlar. Bu gibi durumların sonucunda da kişi toplumdan kendini soyutlayabilir, depresyona girebilir, lüzumsuz estetik ameliyatlarına başvurabilir. Daha fazla zayıflamaya çalışmak daha güzel olmak için yarışmak hatta bıçak altına yatmak aslında beden diliyle ben buradayım demektir. Fark edilmediğini yeterince sevilmediğini hisseden bireylerde bu tarz bir bilişsel çarpıtmalar gelişebilir.

Bu yorucu maratona bir mola verin ve kendi içinizde ki sizi keşfetmek adına bir yolculuğa çıkın. Kendi içinize yapacağınız bu yolculuk sırasında keşfetmeniz gereken, size destek sağlayacak bazı gerçekler var.

Yazının Devamını Oku

Koronavirüs Stresinin Yanı Sıra Sınav Stresiyle Nasıl Başa Çıkılır?

29 Haziran 2020
Covid-19 salgınıyla mücadele ettiğimiz bugünlerde lise ve üniversite sınavlarına hazırlanan gençler, daha fazla stres ve kaygı yaşıyor. Sınavın getirmiş olduğu psikolojik strese bir de salgın sürecinin belirsizliği eklenince öğrencilerin kaygıları büyük anlamda arttı. Sınava hazırlık süreci değişti.

Sınava hazırlık süreci değişti. Salgın sebebiyle hem sınav öncesi dönem hem de sınav anı için birtakım yeni önlemler alındı. Sınav esnasında sosyal mesafeye göre oturma düzeni sağlanacağı için öğrenciler istedikleri zaman maskelerini çıkartabilecekler. Bu noktada sınava girecek gençlerin endişelerinin her zamankinden biraz daha fazla olması yaşanan tüm bu süreç göz önünde bulundurulduğunda oldukça anlaşılabilir bir durum. Sınava girecek olan öğrenciler özellikle son bir haftada yoğun bir şekilde koronavirüs ve sınav kaygısı taşıyorlarsa, beslenme ve uyku düzenlerine dikkat etmeliler.

Sınav kaygısı yaşandığı nasıl anlaşılır?

Şunu söyleyebiliriz ki sınav kaygısı bu süreçte oluşabilecek davranışlardaki değişimleri tetikler. Bu kaygı belirli oranda olduğunda bize fayda sağlayan, yapıcı taraflarımızı güçlendiren, başarılı olmamız için bizi kamçılayan bir olgudur. Ancak her şeyin fazlası zararlı olduğu gibi yoğun stres ve kaygı da oldukça zararlıdır. Bu da olumsuz başka sonuçlara yol açar.

Sınavı ölüm kalım savaşı durumuna getirmemek gerekiyor

Sınavı kişiliğin değerlendirilmesi olarak algılamak yanlış bir tutumdur. Sınav sadece bir bilgi sınavıdır. Bu nedenle öğrencinin ilgi, yetenek ve çalışma alışkanlıklarıyla kazanmış olduğu bilgilerin değerlendirmesidir. Sınavlarda uygulanan testler; kişilik testleri olmayıp bilgi ve başarı testleridir. En sık rastlanan düşünce tarzı hataları, “Bu sınavı kazanamazsam her şeyin sonu olur” tarzı düşüncelerdir. Bu süreçte bilişsel çarpıtmalar sık sık yaşanabilir, ancak farkındalık çok önemlidir. Mantıklı bir şekilde sınavı kazanma şansınız çok yüksek bile olsa, stres altındayken performansınızın tamamını göstermeniz çok zor olacaktır. Bu durumda kendinize bir başka amaç düşünün. Bu amacın

hayatınıza nasıl yenilikler kazandıracağı üzerinde durun. Filmin sonunun mutlu bittiğini hayal edin. Sınavda başarılı olmak, birinci tercihinizdir. Başarılı olamadığınız taktirde yöneleceğiniz ise ikinci tercihiniz olacaktır. Ancak ikinci tercihinize yerleşmekte dünyanın sonu değildir. Ailenizin, çevrenizdekilerin sevgisini ve takdirini kaybedeceğiniz anlamına gelmez. Eğer bu düşünceyi içinize sindirebilirseniz gayretiniz ve çalışma isteğiniz azalmayacak ancak kaygılarınızdan kurtulmuş olacaksınız.

Sınava girecek olan gençler için tavsiyeler

Doğru ve derin nefes egzersizleri yaparak otonom solunum faaliyetleri kontrol altına almak kaygılarıyla baş etmede önemli ölçüde yardımcı olacaktır. İyi nefes ağır ve derin olmalıdır. Nefesi burundan alıp, 4 saniyede ağızdan vererek kendilerini gevşetebilirler. Korona ile ilgili olarak yoğun bir kaygı hali varsa evde maske ile sınav süresi boyunca deneme yapabilir. Yüksek beklenti strese yol açabilir, bu nedenle sınav öncesi kaygı ve korkularınızı paylaşın. Bu dönemde gençler, ailesi, arkadaşları ve yakın gördüğü kişilerle yaşadığı duygularını paylaşmalıdırlar.

Yazının Devamını Oku

Korona Günlerinde Evdeki Zamanı Nasıl Daha Verimli Geçirebiliriz?

2 Haziran 2020
Virüsün ülkemizde görüldüğü ilk günden beri karantina sürecini sıklıkla kaleme aldım. Alışık olmadığımız bir süreçte her zaman siz değerli okuyucularıma önerdiğim şey, kendi içimizde içsel bir yolculuğa çıkarak bu süreci en az hasarla atlatmanızdı.

Karantina sürecinde sokağa çıkma yasağının olduğu şu günlerde alışkanlıklarımızdan ve sosyal yaşantımızdan uzaklaşırken aslında içimizde ki 'ben'e yaklaşıyoruz. Kısacası kendi içsel yolculuğumuzu başlatıyoruz. Aslında yol içimizde başlıyor ve herkese kendi iç dünyasında mistik bir yolculuğa çıkma fırsatı tanıyor. Çünkü yoldayken her şeyden uzaklaşıp, kendimizle baş başa kalabiliyoruz.  Küresel anlamda bir pandemi krizinin yaşandığı bu dönemde hepimiz ilk defa deneyimlediğimiz bir yolculuğa çıkıyoruz.

Bu deneyimi yaşam yolunda ki dirençlerden biri olarak görmek yerine yolculukta gördüklerimizle yeni bir bakış açısı kazanmak olarak düşünebiliriz. Yolculuklar düşüncelerimizi değiştirmek ve yeni bir bakış açısı kazanmak için harika fırsatlardır. Kaygı ve stres seviyemizin artması çok doğal ve beklenen bir sonuç. Peki, bütün bu stres faktörleri hayatımızda iken ve evlerimizde gönüllü karantina sürecinde vaktimizi daha efektif nasıl geçirebiliriz?

Evde kalınan sürede neler yapılabiliriz?

Günü planlayarak organize edin: Öncelikle güne başlarken o günü organize etmek çok önemli. Karantina süreci öncesi hepimizin belirli rutinleri vardı.  Ancak bu rutinler şu anda değişmiş durumda. Günü programlı ve planlı yaşamak güvenlik ve öngörülebilirlik duygusu sağladığından, rutin oluşturmanıza yardımcı olur ve kaygılarınızı azaltır. Sabah uyanır uyanmaz bugün neler yapmam gerekiyor diye kendinize sorun ve bunu planlayın.

Özel biriyle randevunuz varmış gibi öz bakımınıza dikkat edin: Bugünün ne kadar özel bir gün olduğunun farkına varın bugün kendinizle randevunuz var, sevdiklerinizle ailenizle bir arada olmak özel bir gün olması için yeterli olduğunun farkına varın. Daha sonrasında öz bakımınıza dikkat ederek gece uyurken giydiğiniz kıyafetle güne devam etmemeye özen gösterin. Normal zamanda ne yapıyorsak düzeni bozmadan aynı şekilde devam etmek çok önemli.

Sağlıklı beslenmenize dikkat edin: Kendinize bir iyilik yapın, sağlıklı beslenme düzeninize dikkat edin. Örneğin kahvaltımızı güzel bir şekilde yaparak güne başlayabilir, normalde 3 öğün besleniyorsak yine aynı şekilde devam ettirmeye çalışabiliriz.

Online etkinlikleri takip edebilirsiniz: Birçok müze, orkestra gösterileri ve kültür-sanat etkinlikleri online olarak çalışmalarını sürdürüyor. Bu etkinlikleri web sitelerinden ya da sosyal medyadan takip edin. Her gün için bir etkinlik belirleyebilir ya da almak istediğiniz bir eğitimi online olarak alabilirsiniz. Böylece kendinizi geliştirdiğinizi hissedecek ve bu his size iyi gelecektir.

Hobi edinebilirsiniz:

Yazının Devamını Oku

Kilo Veremiyorsanız Sebebi Duygusal Açlık Olabilir

20 Mayıs 2020
Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını nedeniyle evlere kapandığımız bu günlerde toplum olarak can sıkıntısından dolayı yemek yeme eğiliminde artış olduğu biliniyor.

Ancak fiziksel açlıkla duygusal açlık ayrımının farkına varmak gerek. Her hafta başında diyete başlayarak hafta ortasında bozuyorsanız, sabah kararlılıkla başlanan rejimlerde gün içerisinde tatlı krizi yaşayıp buna yeniliyorsanız, kilo veremiyorsanız, verdiğiniz kiloları koruyamıyorsanız veya yeme atakları yaşıyorsanız 'duygusal açlık' ile karşı karşıya olabilirsiniz.

Açlık duygusunu fizyolojik ve duygusal olmak üzere ikiye ayırırız. Fizyolojik açlık, vücudun enerji ihtiyacı için duyulan gerçek açlıktır. Normal bir öğünden 4 saat sonra başlayan, midede hissedilen giderek artan bir açlık türüdür. Duygusal açlık ise vücudun değil, beynin açlığıdır. Özellikle stres, aşırı üzüntü, yalnızlık duygusu, öfke hali ile günlük hayatın getirdiği güçlükler nedeniyle negatif duyguların tetiklenmesiyle oluşan hormonel değişimlerimiz doğrultusunda duygusal açlık ortaya çıkar.

Duygusal açlıkta kişi neden yediğini kontrol edemez ve neden yediği hakkında hiçbir fikri olmaz. Fiziksel açlık midede hissedilir, duygusal açlık ise ağız boşluğunda ve göğüs kafesi hizasında hissedilir. Fiziksel açlık aniden hissedilmez ancak duygusal açlık aniden hissedilir. Fiziksel açlıkta kişi yedikçe doyar ancak duygusal açlıkta tokluk hissi olmaz. Fiziksel olarak midenizin dolu olduğunu bildiğiniz ama kendinizi hala aç hissettiğiniz her an duygusal açlık yaşıyor olabilirsiniz.

Karın doyurmakla ruhu doyurmak aynı şey değildir

Duygusal açlık dediğimizde; duygusal temele dayanan ve duygusal alandan gelen bir açlıktan bahsediyoruz. Karın doyurmakla ruhu doyurmak aynı şey değil. Düşüncelerimiz duygularımıza dönüşüyor, duygularımızsa davranışlarımıza. Yani tıkınırcasına ve fark etmeden yeme davranışı oluşuyor. Burada önemli olan nokta farkındalık oluşturmaktır. Duygularımızın yeme davranışını tetiklediğini biliyoruz dolayısıyla duygularımızı fark etmeyi öğrenmeliyiz.

Kişi bazen hatta çoğu zaman fiziksel açlıktan ziyade doyuramadığı duygusal açlığından ötürü yeme davranışında bulunabiliyor. Hal böyle olunca da birey, gereğinden fazla beslendiği için şişmanlayabiliyor. Tüm dünyada günümüzün en büyük sağlık sorunlarının başında şişmanlık, hatta daha ileri boyutu ise obezite geliyor. Ciddi bir halk sağlığı sorunu olan obezite, fiziksel görünümün yanında kişinin ruh sağlığını da olumsuz etkiliyor. Böyle olunca kişi evine kapanıyor, yalnızlaştıkça yalnızlaşıyor, ciddi psikolojik sorunlar yaşayabiliyor. Eğer bugün duygusal açlık olmasaydı yeryüzünde bir tane bile obezite ile mücadele eden insan olmazdı. Duygusal açlığı olan kişiler ne kadar çok sevilmek istiyorsa o kadar çok yiyebiliyor.

Stresörlerin yoğun hissedildiği Covid-19 günlerinde beynimiz savunma mekanizması olarak hayal kırıklığı, üzüntü, kaygı, depresyon gibi durumlarla baş etme stratejisi olarak aşırı yeme davranışını geliştirebiliyor. Kişi mutsuzluk duygusu ile bazı ruhsal açlık ya da yaşanılan çatışmalardan dolayı yemek yiyerek haz almanın peşine düşüyor. Yeme anında o hazzı alıyor ancak sonrasında inanılmaz bir pişmanlık hissediyor ve suçluluk yaşıyor. Yaşadığı bu ruhsal durumdan yine yemek yiyerek kurtulma gayretine düşüyor. Mutsuzluğunu giderme arzusu bir kısır döngüye dönüşüyor. Beyin artık ‘En ufak bir mutsuzluk halinde yemek ye mutlu ol’ mesajını veriyor. Unutmayın ki haz alınmayan hiçbir şeye bağımlılık oluşturmaz.

Yazının Devamını Oku

Korona Günlerinde Hamileler ve Eşler Arasındaki İletişime Dikkat

9 Mayıs 2020
Hamilelik, bir kadının hayatındaki en önemli dönüm noktalarından biridir. Ebeveynler için bebeklerini bekledikleri ilk andan itibaren çok özel bir süreç başlar. Bu süreci en sağlıklı bir şekilde geçirmek her anne adayının ruh sağlığı ve bebeğin anne karnındaki gelişimi için oldukça önemlidir.

Hamilelik süreci hem bedensel hem ruhsal anlamda bir değişim sürecidir. Her zaman değişimin iyi olduğuna ve hayatımızın bir parçası olduğuna inanırız.

Son zamanlarda dünyamız da büyük bir değişim ve dönüşüm içerisinde. Ramazan ayının da gelişiyle birlikte manevi hayatımıza kazandırdığı huzurun yanı sıra alışılmışın dışında bir Ramazan geçiriyoruz. Tüm bunların yanında çağımızın salgını olan Koronavirüs, gebelerin anksiyetelerini artırmış durumda.

Şu ana kadar elde edilen bilgiler üzerinden değerlendirildiğinde hamilelik döneminde bağışıklık genel olarak baskılandığı için özellikle grip, influenza ve diğer enfeksiyon kaynaklı hastalıklarda hamileler risk grubunda yer alıyor. Dolayısıyla gebelerin kafalarında onlarca soru var; “Korona bebeğe bulaşır mı” “Doğum yapacak hastane bulabilecek miyim” gibi.. Dünyada bununla ilgili kesin veriler yok bu nedenle umutsuzluğa kapılmaya gerek de yok. Unutmayalım ki bebeğinizin sağlığı büyük oranda sizin sağlığınıza bağlı.

Bu dönemde hem anne hem baba adaylarında kaygıların olması çok doğaldır. Anne adaylarının yaşadığı, vücutlarındaki fiziksel ve ruhsal değişikliklerden dolayı duygularının dalgalanması beklenilen bir durumdur.  Tüm bu değişikliklerden baba adayları da etkilenir. Dolaylı olarak aile ve ilişki de etkilenir.

‘’Hamilelik bir ekip işidir’’

Hamilelik, anne ve baba adayının bebek sahibi olmaya karar vermeleriyle başlayan bir süreçtir. Planlı ve istenilen bir gebelik eşler arasında ki ilişkinin derinleşmesini sağlarken, bunun dışında planlanmayan veya istenmeyen bir gebelik eşler arasında pek çok sorunun ortaya çıkmasına yol açabilir. Burada en önemli nokta eşlerin anne ve baba olmaya birlikte karar vermeleri ve hamilelik sürecinde, sonrasında birbirlerine olan desteği eksik etmemeleridir. Araştırmalar göstermektedir ki; sosyal destek fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklarda iyileştirici rol üstlenmektedir. Kısacası hamilelik bir ekip işidir. Kadının bu süreçte eşinin desteğine her zamankinden çok ihtiyacı olmaktadır. Eşi ile ilişkilerinde mutlu ve duygusal desteği tam olan kadın gebelik sürecini daha kolay geçirmektedir.

Baba adayları hamilelik sürecinde eşlerine nasıl destek olmalıdır?

0-3 ay arasında anne adayında yoğunlukta olan Progestron hormonunun etkisiyle duygu durum değişiklikleri yaşayabilirler bu duruma baba adayları hazırlıklı olmalı eşlerinden fazla bir beklenti içerisine girmemelidirler.

Yazının Devamını Oku