Aslı Doğanay

Özel hastanelerin acil servisleri ücret talep edebilir mi?

27 Aralık 2019
Özel hastanelerin acil servislerine başvuran hastalardan ücret alınıp alınamayacağı bütün hukuki düzenlemelere rağmen vatandaşlarımızın halen kafasını karıştıran ve tam olarak anlaşılamayan bir sorun. Acil servislerin bir kısmı asla ücret alınamayacağını savunmaktayken bir kısmı ise yapılan hukuki düzenlemelerin vatandaşlar tarafından suistimal edildiğini iddia ediyor. Peki hangi hallerde özel hastanelerin acil servislerinde ücret alınmıyor?

Öncelikle belirtmek gerekir ki bizim acil olarak gördüğümüz her durum uluslararası tıbbi standartlara göre acil sayılmayabilir. Ayrıca ülkemizde gün içerisinde muayene sırası beklememek, hafif bir rahatsızlıkta dahi bir an evvel iyileşmek istemek ya da küçük rahatsızlıkların büyütülmesi gibi acil servis çalışma şartlarını olumsuz etkileyen başvurular bulunduğu da bir gerçektir. Konu ile ilgili yapılan düzenlemelerde acil servise başvuran hastalar ciddiyet derecesine göre sırasıyla kırmızı, sarı ve yeşil alanlara alınmaktadır. Sağlık Bakanlığı, özel hastane acillerindeki ücretsiz hizmetler ile ilgili Yeşil Alan Uygulaması genelgesiyle; travma vakaları, özel hastane acilleri için başvuruda bulunan hastanın yatış işlemlerinin iptali, tıbbi müdahaleyle sonuçlanacak başvurular, sevk ile gelen hastalar için hizmetlerden ücret alınmayacağını düzenlemiştir.

Bunun dışında, özel hastaneler ve SGK arasında yapılmış anlaşmalar gereğince; acil durumlarda özel hastaneye giriş yapılması gereken durumlar, yoğun bakım hizmeti, yanık tedavisi, kanser kapsamında radyoterapi, kemoterapi, radyo izotop tedavisi, yeni doğan bebekler için sağlık hizmeti, organ, doku ve kök hücre nakli, diyaliz hizmetleri, kardiyovasküler cerrahi tedavileri, trafik kazaları, boğulma, intihar girişimleri, terör, bıçaklanma ya da kavga, düşme, iş kazaları, uzuv kopması, elektrik çarpması, donma, ısı çarpması, yanıklar, göz yaralanmaları, zehirlenmeler, ciddi alerjik reaksiyonlar, solunum yollarında tıkanma, omurga kırıkları, iç kanamaya sebep olabilecek kırıklar, dalgıç hastalığı, yüksek tansiyon kalp krizi ritim bozuklukları kan basıncını sebebiyle beyin kanaması tedavilerinde ücret alınmaz.

Buna göre acil servislere başvuran tüm hastaların ilk müracaatta acil hasta olarak değerlendirilerek acil servislere kabul edilmesi ve buna göre işlem yapılması esastır. Ancak yapılan muayenesi sonucunda hekim değerlendirmesine göre yeşil alan muayenesi kapsamına girdiği belirlenen hastalar için 520.021 kodu ile tanımlanan “Yeşil Alan Muayenesi” kodlama işleminin yapılması gerekmektedir. Bu kodlama işlemi, hastanın acil servisteki işlemleri tamamlandıktan sonra yapılmalıdır. Bu nedenle muayeneyi yapan doktorun buradaki değerlendirmesi oldukça önemlidir.

Öncelikle acil serviste alınan hizmetin Yeşil Alan Uygulaması Genelgesi hükümlerine uygun olup olmadığı belirlenmelidir. Yukarıda bahsettiğimiz üzere Yeşil Alan Uygulaması kapsamında başvuru yapan hastalardan para alınması yasal yollarla engellenmiştir. Acil servise başvurmasına karşın kendisinden para talep edilen hastalar öncelikle ödeme makbuzu ya da faturasını muhafaza ederek, kendisine yapılan müdahalenin Yeşil Alan Uygulaması kapsamında değerlendirilmesini hastane yönetiminden bir dilekçe ile talep etmelidir. Bu başvurudan netice alamaz ise 184 numaralı Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi’ni aramalıdır. Ayrıca ödediği ücretin iadesi için hastanın Tüketici Hakem Heyeti’ne başvuruda bulunması da mümkündür.

Hürriyet Aile Özel

Yazının Devamını Oku

Aldatılan kişi eşinin sevgilisinden manevi tazminat talep edebilir mi?

29 Kasım 2019
Zina eylemi her ne kadar uzun süredir suç olmaktan çıkarılmış olsa da Türk Medeni Kanunu gereği boşanma sebebi olarak hukukumuzda yer almaya devam ediyor. Aldatan eşin tazminat sorumluluğunu doğuran bu eylemden ötürü evli olduğunu bildiği bir kişi ile birlikte olan üçüncü kişi bakımından sorumluluğunun olup olmadığı konusu ise halen tartışmalara konu oluyor.

Eşinin kendisini aldatması nedeniyle kişilik haklarını zedelendiğini düşünen birçok kişi boşanma davaları kapsamında eşinden maddi ve manevi tazminat talep etmesinin yanı sıra eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişilere de ayrı bir dava açarak bu eylemin de kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu iddiasıyla manevi tazminat talep etmekteydi. Konu ile ilgili olarak bazı mahkemeler aldatılan eşi haklı bularak davaları kabul etmekte, bazıları ise üçüncü kişinin eşe karşı sorumluluğu bulunmadığı gerekçesi ile davaları reddetmekteydi. Böylelikle mahkemeler nezdinde oluşan görüş ayrılığını engellemek için Yargıtay tarafından İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturulmuştur. Bu kararda "Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağına" karar verilmiştir.

İlgili kararın gerekçesi, uyuşmazlık konusuna ilişkin yasal dayanağın eşler arasındaki sadakat yükümlülüğü ve bu yükümlülüğün sadece eşler tarafından ileri sürülebileceği, bir kimsenin eşi tarafından aldatılmamayı isteme hakkının herkese karşı ileri sürülebilecek mutlak bir kişilik hakkı olarak yasalarda yer almaması, aldatma eylemine katılan üçüncü kişinin aldatılan eşin bir mutlak hakkını ihlal etmesinin söz konusu olmaması olarak gösterilmiştir. Başka bir anlatımla, evlilik birliğinin tarafı olmayan ve dolayısıyla sadakat yükümlülüğü bulunmayan üçüncü kişinin eşler arasındaki evlilik sözleşmesinden kaynaklanan yükümlülüklere uyma zorunluluğu bulunmamaktadır.

Aynı kararda uyuşmazlık konusu Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri kapsamında üçüncü kişinin eyleminde haksız fiil unsurlarının bulunup bulunmadığı hususunda değerlendirilmiş ve evli eşle birlikte olan üçüncü kişinin bu davranışının diğer eşin kişilik haklarına doğrudan bir saldırı niteliğinde olmadığına karar verilmiştir. Ancak üçüncü kişinin katıldığı aldatma eylemi ile bağlantılı olmakla birlikte sadakatsizlik eyleminden farklı olarak, bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlali durumunda, üçüncü kişinin doğrudan aldatılan eşin kişilik değerlerine yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunması durumunda manevi tazminat talep edebilecektir. Örneğin, aldatma eylemi ile bağlantılı olarak üçüncü kişinin, aldatılan eşin konut dokunulmazlığını ihlali, özel hayatına müdahale etmesi, elde ettiği bazı sır ve özel bilgileri ifşa etmesi, hakaret veya benzer ifadeler ile onur ve saygınlığını zedelemesi gibi eylemlerde bulunduğu takdirde manevi tazminat talebinde bulunabileceği açıktır. Yani, üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen başkaca bir kişilik hakkı ihlali bulunmadıkça, sadece evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eyleminden dolayı aldatılan eşin üçüncü kişiden manevi tazminat isteyebilmesinin mümkün olmadığına karar verilmiştir.

İlgili karar Yargıtay tarafından oluşturulmuş bir İçtihadı Birleştirme Kararı olduğundan, bu karar içeriği değiştirilene kadar bütün mahkemeler tarafından adeta bir kanun gibi dikkate alınacak ve bu karara aykırılık içeren her türlü mahkeme kararları yine Yargıtay tarafından bozulacaktır.

Sonuç olarak mevcut durumda hukukumuzda aldatılan eşin, ayrı bir kişilik hakkının ihlali durumu bulunmadıkça sırf aldatma eyleminden ötürü eşinin sevgilisinden manevi tazminat talep etme imkanı bulunmadığını söylemek mümkündür.  

Yazının Devamını Oku

Velayetin değiştirilmesi davalarında doğru bilinen yanlışlar

12 Kasım 2019
Velayet çocuğun korunması ve temsil edilmesi için öngörülmüş hukuksal haktır. Yetişkin olmayan çocukların velayeti anne babaya aittir. Velayet, kamu düzenine ilişkin olup velayette anne ile babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunludur.

Anne ve babanın evliliği devam ettiği sürece müşterek çocuklarının velayeti ikisine aittir. Anne ya da babadan biri vefat ederse velayet hayatta kalana aittir. Anne babanın boşanması durumunda ise velayet hakkı hakim kararı ile belirlenir.

Velayetin değiştirilmesi davası, çocuğun velayeti kendisinde olmayan eşin ya da kişinin velayet hakkını elinde bulunduran eş ya da kişiye karşı açtığı bir aile hukuku davasıdır. Boşanma davası neticesinde verilen velayet kararı ya da ebeveynlerden birinin vefatı halinde velayet hakkını elinde bulundurmak ebedi bir durum olmayıp Türk Medeni Kanunu’na göre değişen olguların zorunlu kılması halinde anne veya baba (bazı durumlarda diğer kişiler), çocuğun menfaatine aykırı durumların geliştiği gerekçesine dayanarak, velayetin değiştirilmesini talep edebilir ya da hakim kendiliğinden değişen şartlara göre velayetin değiştirilmesine karar verebilir.

Peki kanunda velayetin değiştirilmesi davası için aranan “velayete ilişkin durumun değişmesi’’ ifadesi nasıl anlaşılmalıdır?

Durumun değişmesi ifadesinden anlaşılması gereken; çocukla kişisel ilişki kurulmasının engellenmesi, çocuğun fiilen velayet hakkı olmayan annede ya da babada bırakılması veyahut çocuğun üçüncü kişinin yanında bırakılması, çocuğun menfaatinin gerektirdiği nedenler (örneğin sağlık, eğitim, ahlâk, güvenlik), velayeti kendisinde bulunan annenin ya da babanın yeniden evlenmesi, velayet hakkı kendisine verilen tarafın bir başka yere gitmesi, ölüm veya velayet görevinin kullanılmasının engellenmesi velayetin değiştirilmesi gibi sebeplerdir.

Yukarıda sayılan nedenlerin hiçbiri tek başına velayetin değiştirilmesi için yeterli olmayıp hâkimin somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapması gerekir. Hal böyle olunca velayet davalarına ilişkin uygulamada mümkün olmayan yanlış değerlendirmeler yapılır. Aşağıda bu yanlış değerlendirmelere ilişkin bazı örnekler yer alır.

Velayet davasında çocuğun mahkeme huzurunda dinlenmesi zorunlu değildir: Yargıtay kararlarına göre çocuğun idrak yaşı 8 olarak belirlenmiştir. Çocuğun idrak yaşından sonra görüşü alınmaksızın velayetin değiştirilmesi kararı mümkün değildir.

Aylık geliri olmayana/daha az olana velayet verilmez: Velayet davalarında belirleyici olan unsur, çocuğun menfaatleridir. Ebeveynin çalışmıyor olması sebebiyle gelirinin olmaması veya az olması çocuğun velayetini alamayacağı anlamına gelmez. Hâkim gerekli incelemeleri ve araştırmaları yaparak hangi ebeveyn ile yaşamasının çocuk için daha olumlu olduğuna karar vererek çocuğun velayetini o kişiye verir.

Yazının Devamını Oku

Şiddete uğrayan kişi iş yeri değişikliği talep edebilir mi?

27 Eylül 2019
Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz günlerde emsal olacak nitelikte bir karara imza attı. Buna göre şiddet mağduru olan ve bu nedenle iş yeri değişikliği talep eden kadının talebinin reddi, kadının maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlali anlamına geliyo

Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz günlerde emsal olacak nitelikte bir karara imza attı. Buna göre şiddet mağduru olan ve bu nedenle iş yeri değişikliği talep eden kadının talebinin reddi, kadının maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlali anlamına geliyor.

Sınıf öğretmeni olan ve eski eşi ile aynı kamu kurumunda çalışan kadın, eski eşi tarafından darp edilmiş ve bıçaklanarak yaralanmıştı. Şiddet gören kadın, eski eşi hakkında savcılık nezdinde şikayette bulunmuştu. Eski eşi hakkında Aile Mahkemesi tarafından “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” uyarınca koruma kararı ve tedbir uygulanmasına karar verilmişti. Üstelik bu koruma kararı şiddet uygulama tehlikesinin devam etmesi nedeniyle çeşitli tarihlerde uzatılmıştı.

Şiddet mağduru kadın, çalıştığı yerdeki il milli eğitim müdürlüğüne başvurarak, mesai saatlerinde işe gidip işten dönerken, aleyhinde tedbir kararı uygulanan eski eşi ile karşılaştığını söylemiş, hayati tehlikesi olduğundan görev yerinin değiştirilmesi talebinde bulunmuştu. Bakanlık ise başvuran kadının bu talebini reddetmişti.

Milli Eğitim Bakanlığı’ndan talebine olumlu yanıt alamayan kadın, can güvenliğinin tehlikede olduğunu belirterek iş yeri değişikliği talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu.

Anayasa Mahkemesi ise kararında anayasal kişinin maddi ve manevi koruma hakkının devlete pozitif ve negatif ödevler yüklediğini, söz konusu hakları korumaya yönelik tedbirler alınmasının devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında olduğunu belirtmiş ve başvuru ile ilgili bu yönde bir inceleme yapmıştır.

6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkındaki Kanun”da koruyucu tedbirler kapsamında hâkimin mağdurun iş yerinin değiştirilmesine hükmedebileceği düzenlenmiş, hâkim tarafından verilen iş yerinin değiştirilmesi yönündeki tedbir kararının, kişinin tabi olduğu ilgili mevzuat hükümlerine göre yetkili merci veya kişi tarafından yerine getirileceği belirtilmiştir.

Başvurucu lehine ilgili kanun uyarınca koruma tedbiri verilmiş olduğundan, ayrıca başvurucunun can güvenliğinin tehlikede olduğu yolundaki iddialarını somut temellere dayalı olarak ileri sürdüğü değerlendirilerek Anayasa Mahkemesi başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkı bağlamında ilk derece mahkemesi kararının ilgili ve yeterli olmadığı ve bu hak kapsamında devlete ait pozitif yükümlülüklerin gereği gibi yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır. Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine bu nedenle başvurucuya tazminat ödenmesine karar vermiştir.

Söz konusu karar şiddet mağduru kişilerin çalışma haklarının da korunması, aynı zamanda koruma tedbirlerine ilişkin mahkeme kararlarının uygulanmasındaki problemlerin çözülmesi bakımından emsal teşkil edecek bir karardır. 

Yazının Devamını Oku

Hakkınızda icra takibi başlatıldığını nasıl öğrenebilirsiniz?

17 Eylül 2019
Hakkınızda icra takibi başlatıldığında; haciz işlemi yapılabilmesi için icra müdürlüğü tarafından adresinize ödeme emri gönderilmelidir. Bazı durumlarda haberiniz olmadan adınıza başlatılan icra takibi kesinleşebilir.

Para çekmek isterken hesabınızda bloke olduğunu öğrenebilir, kapı çaldığında haciz memurları ile karşılaşabilirsiniz. Hatta seyir halindeyken aracınız bağlanabilir. Haberiniz olmadığı için bu işlemlerin yapılamayacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

Hakkınızda başlatılan icra takiplerine ilişkin tebligatlar TC kimlik numarası ile kayıtlı olduğunuz muhtarlığa yani MERNİS adresinize yapılabilir ve böyle bir işlem usulüne uygun bir işlemdir. Üstelik kanun tarafından verilen süreler muhtarlığa teslim edildiği tarihte işlemeye başlar, sizin muhtardan teslim aldığınız tarihten itibaren değil.

Dolayısıyla bu konu ile ilgili yapılan en büyük hatalardan biri muhtarlık kayıtlarını güncel tutmamaktır. Bu nedenle bir yıl önce taşınmış olduğunuz adrese yapılan tebligat geçerlidir ve haciz işlemleri başlamış olabilir.
Bunun dışında adres kayıtlarınız güncel olsa bile arada muhtarınıza giderek adınıza bir tebligat olup olmadığını kontrol etmek faydalı olacaktır.

Günümüzde sayesinde pek çok işimizi kolaylıkla halledebildiğimiz e-devlet portalı şüphesiz ki bizlere hakkımızda açılan dava ve icra takiplerini öğrenmek için de yardımcı oluyor. Kolaylıkla alabileceğiniz e-devlet şifresi ile giriş yaptığınız sistemin ana sayfasında açılmış dava/takip sorgula bölümleri yer alıyor. Bu bölümde hakkınızda yapılan işlemleri sorgulayabilirsiniz.

Hakkınızda başlatılan takibin haksız olduğunu düşünüyorsanız ilamsız icra takibinde ödeme emrinin tebliğinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilirsiniz. İtirazın icra müdürlüğüne şahsen ya da bir avukat vasıtasıyla yapılması zorunludur. Eşiniz, anneniz, babanız, oğlunuz, kızınız ya da genel işlem vekaleti ile yetkili kıldığınız herhangi biri sizin adınıza icra takibine itiraz edemez. İtiraz, süresinde yapılmazsa haciz işlemleri ile karşılaşabilir, borçlu olmadığınıza dair dava açmak zorunda kalabilirsiniz.

Hakkınızda başlatılan icra takibinin haklı olduğunu düşünüyor ya da ödeme yapmak istiyorsanız yine icra müdürlüğüne başvurarak dosyanın son hesabını yaptırmanız gerekmektedir. Elinize ulaşan ödeme emrindeki bedel üzerinden faiz, posta masrafları gibi ek alacak kalemleri eklenmiş olabilir. Bu nedenle ödeme emrindeki bedeli ödeseniz bile borçtan ve icra takibinden kurtulamayabilirsiniz. Bunun dışında karşı taraf ve varsa avukatı ile de irtibata geçerek ödeme yapabilirsiniz. Ancak bu durumda ödemeyi muhakkak banka kanalı ile ya da makbuz karşılığında yapmanız gerekir.

Yukarıda bahsedilenler icra takipleri ile ilgili genel bilgiler olup; usulsüz tebligat, çek-senet takipleri, sahte imzalı evraklar, haksız açılan takipler, itirazın iptali davaları gibi çok sayıda ihtimal gündeme gelebilir ve bu konuda bir uzmana danışmanız faydalı olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Whatsapp mesajlarının delil niteliği var mıdır?

2 Eylül 2019
Son dönemde dijital dünyada meydana gelen gelişmeler, hukuki dünyasını da yakından ilgilendirmektedir. Hayatımıza girdiği 2009 yılından bu yana WhatsApp’ın anlık mesajlaşma için en çok kullanılan iletişim aracı olduğu bir gerçektir. Bu nedenle de özellikle kişisel alanımıza ilişkin çoğu yazılı ve görsel iletiler günlük hayatımızda bu kadar yer tutan bu platformda yer almaktadır. Kısacası hukuki uyuşmazlıklarımızı kanıtlar pek çok ileti WhatsApp üzerinden gönderilmektedir.

PEKİ MAHKEMELERİMİZ NEZDİNDE WHATSAPP YAZIŞMALARINI DELİL OLARAK KULLANABİLİR MİYİZ?

Hukukumuzda bir delilin hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşıldığı takdirde mahkeme tarafından bir iddianın ispatında dikkate alınamayacağı kuralı geçerlidir. Üstelik de bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilip edilmediği mahkemeler tarafından kendiliğinden dikkate alınacak, karşı tarafın itirazı olmasa dahi mahkeme bir delilin hukuka aykırı olarak elde edildiğini tespit etmiş ise bu delili dava dışı bırakacaktır.Bu nedenle öncelikle WhatsApp yazışmalarının hukuka aykırı olup olmadığının cevabı aranmalıdır.

Sadece hukuki alanda değil, kişisel verilerin korunması bakımından da WhatsApp uygulamasının ne kadar güvenli olduğu tartışmalıdır. Uzmanlar casus programlar ya da özel hayatın gizliliğinin ihlali ile bir başkasının yazışmasına ulaşmak dahası içeriği ile oynamanın mümkün olduğunu belirtmektedirler. Hal böyle olunca WhatsApp yazışmalarının hukukiliğinin tartışılması doğaldır. Ancak yine de bir yazışmanın sırf WhatsApp üzerinden yapıldığı için hukuka aykırı olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu noktada WhatsApp kayıtlarının nasıl ele geçtiği önem taşımaktadır.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi bir kararında “sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımların, ancak hesabın sahibi veya aynı paylaşım ortamında

(facebook/WhatsApp ) bulunan kişilerce delil olarak kullanımının mümkün olduğunun düşünülebileceği” yönünde karar vermiştir.

Konuyu biraz somutlaştırmak gerekir ise bir kişi eşinin kendisine gönderdiği WhatsApp mesajı ile hakaret ve onur kırıcı davranışta bulunduğu iddiasını ispatlayabilir, bu mesajları delil olarak mahkemeye sunabilir. Ancak bir kişi eşinin kendisini aldattığı iddiasına yönelik olarak eşinin telefonundan gizlice aldığı yazışmaları delil olarak mahkemeye sunamaz, sunsa da mahkeme tarafından dikkate alınmayacaktır.

Görüldüğü gibi elimizde mevcut olan, telefonumuzda kayıtlı olan WhatsApp mesajlarını delil olarak mahkemelere sunabilmemiz mümkün.

PEKİ MAHKEMEDEN ELİMİZDE OLMAYAN WHATSAPP MESAJLARININ TESPİTİNİ VE İÇERİĞİNİ TALEP EDEBİLİR MİYİZ?

WhatsApp mesajlaşma ve haberleşme sisteminde mesajlar kullanıcının kontrolünde olduğu için iletimden sonra WhatsApp bunları sunucularında ve serverda tutmuyor. Bu nedenle de bu mesajların geçmişe yönelik olarak mahkeme tarafından temin edilmesi mümkün değil.

Ancak söz konusu mesajlar SMS yolu ile gönderilmişse yahut telefon araması yapılmış ise mahkemeden ilgili GSM operatörüne yazı yazılarak kayıtların gönderilmesi istenebilir. Burada dikkat edilecek iki husus vardır. Birincisi bu kayıtların GSM operatörü tarafından kişisel başvuruya istinaden değil mahkeme tarafından istenmesi ile elde edilebileceğidir. İkinci husus ise bu gelecek kayıtlarda arayan numara, arama tarihi ve konuşma süresi ile sms gönderen numara ile SMS tarihinin yer alacağıdır. SMS ve konuşma içeriğinin kaydı GSM Operatörleri tarafından tutulmamaktadır.

Hukukumuzda bir delilin hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşıldığı takdirde mahkeme tarafından bir iddianın ispatında dikkate alınamayacağı kuralı geçerlidir. Üstelik de bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilip edilmediği mahkemeler tarafından kendiliğinden dikkate alınacak, karşı tarafın itirazı olmasa dahi mahkeme bir delilin hukuka aykırı olarak elde edildiğini tespit etmiş ise bu delili dava dışı bırakacaktır.Bu nedenle öncelikle WhatsApp yazışmalarının hukuka aykırı olup olmadığının cevabı aranmalıdır.

Sadece hukuki alanda değil, kişisel verilerin korunması bakımından da WhatsApp uygulamasının ne kadar güvenli olduğu tartışmalıdır. Uzmanlar casus programlar ya da özel hayatın gizliliğinin ihlali ile bir başkasının yazışmasına ulaşmak dahası içeriği ile oynamanın mümkün olduğunu belirtmektedirler. Hal böyle olunca WhatsApp yazışmalarının hukukiliğinin tartışılması doğaldır. Ancak yine de bir yazışmanın sırf WhatsApp üzerinden yapıldığı için hukuka aykırı olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu noktada WhatsApp kayıtlarının nasıl ele geçtiği önem taşımaktadır.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi bir kararında “sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımların, ancak hesabın sahibi veya aynı paylaşım ortamında

(facebook/WhatsApp ) bulunan kişilerce delil olarak kullanımının mümkün olduğunun düşünülebileceği” yönünde karar vermiştir.

Konuyu biraz somutlaştırmak gerekir ise bir kişi eşinin kendisine gönderdiği WhatsApp mesajı ile hakaret ve onur kırıcı davranışta bulunduğu iddiasını ispatlayabilir, bu mesajları delil olarak mahkemeye sunabilir. Ancak bir kişi eşinin kendisini aldattığı iddiasına yönelik olarak eşinin telefonundan gizlice aldığı yazışmaları delil olarak mahkemeye sunamaz, sunsa da mahkeme tarafından dikkate alınmayacaktır.

Görüldüğü gibi elimizde mevcut olan, telefonumuzda kayıtlı olan WhatsApp mesajlarını delil olarak mahkemelere sunabilmemiz mümkün.

WhatsApp mesajlaşma ve haberleşme sisteminde mesajlar kullanıcının kontrolünde olduğu için iletimden sonra WhatsApp bunları sunucularında ve serverda tutmuyor. Bu nedenle de bu mesajların geçmişe yönelik olarak mahkeme tarafından temin edilmesi mümkün değil.

Yazının Devamını Oku

Evlilik sözleşmesi nedir, ne değildir?

5 Ağustos 2019
Evlilik sözleşmesi, son yıllarda özellikle tanınmış kişiler tarafından gündeme geldi. Hatta sözleşme istediği için arası bozulan pek çok ünlü çift haber oldu. Son günlerin popüler konusu evlilik sözleşmesi ile ilgili merak edilenleri Avukat Aslı Doğanay anlattı, evlilik sözleşmesinde yer alan hükümler hakkında bilgi verdi.

“Taraflar ailelerini ayda 1 kez görecektir.”, “Taraflar yılda en az 2 kez yurtiçi, 2 kez yurtdışı tatili yapacaktır.”, “Evlilik yıldönümlerinde erkek eş kadın eşe mücevher alacaktır.”, “Taraflar haftada bir akşam arkadaşları ile dışarı çıkabilecektir.” Bunlar son dönemde yaygınlaşan sosyal medya ağı sayesinde haberdar olduğumuz “evlilik sözleşmesi” maddelerinden bazıları… Peki, gerçekten evlilik sözleşmelerinde bu şekilde hükümler yer alabilir mi?

Toplumda yaygın adı ile evlilik sözleşmesi olarak bilinen sözleşme esasen mal rejimi sözleşmesidir. Mal rejimi sözleşmesi, evli ya da evlenecek olan çiftlerin (evlenmenin gerçekleşmesi şartı ile) evlilik birliği içerisinde ve evliliğin sona ermesi halinde kişisel mallarının ve evlilik birliği içerisinde edinilen mallarını nasıl yöneteceklerinin, mal rejimi konusunda tarafların hak ve yükümlülüklerinin neler olacağının ve evlilik birliği sona erdiği takdirde malların ne şekilde tasfiye edileceğinin düzenlendiği ve resmi şekilde yapılması gereken bir aile hukuku sözleşmesidir.

Diğer bir deyişle evlilik sözleşmesi ile taraflar yalnızca evlenmeden önce sahip oldukları ya da evlilik birliği içerisinde edindikleri mal varlıklarına ilişkin düzenlemeler yapılabileceklerdir. Girişte yer verdiğimiz hukuken herhangi bir geçerliliği bulunmayan bazı evlilik sözleşmesi maddeleri ise eşler arasında tatlı sert bir çekişme yaratmaktan öteye geçemeyecektir.

Bunlar dışında uygulamada “Boşanma halinde müşterek çocuğun velayeti babaya verilecektir.”, “Evlilik birliği içerisinde doğacak müşterek çocukların isimlerine anne karar verecektir.”, “Evlendikten sonra taraf olan kadın başını açacaktır/örtecektir.” ya da “ Taraflar boşandıkları takdirde yeniden evlenmeyeceklerini taahhüt ederler.” gibi düzenlemeler ise gerek ilgili durumların hakimin yargılamasına ve müdahalesine ihtiyaç duyması gerekse kanunun emredici hükümlerine ve kişilik haklarına aykırılık içermeleri nedeniyle evlilik sözleşmesi ya da başka bir isim altında taraflarca düzenlenemez. Bu konulara ilişkin bir şekilde yapılmış herhangi bir düzenleme varsa dahi bu düzenlemeler hukuken yok hükmündedir.

Yazının Devamını Oku

İş yerlerinde emzirme odası ve kreş zorunluluğu

26 Temmuz 2019
Çalışan annelerin en büyük sorunlarının başında çocuklarının çalışma saatleri boyunca bakımının kim tarafından nasıl karşılanacağı geliyor. Annesi ve kayınvalidesi hayatta olanlar, onlarla aynı şehirdekiler şanslı. Ancak bu şansa sahip olmayanlar aylık kazançlarının çoğunu kreşlere vermek zorunda kalıyor.

Mevzuatımızda kadın çalışana destek veren ve çocukların menfaatlerini ön planda tutan pek çok hüküm var. 16 Ağustos 2013 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmeliğe göre, işverenin belediye ve mücâvir alan sınırları içinde bulunan tüm iş yerlerinde, yaşları ve medenî halleri ne olursa olsun, toplam 150'den çok kadın çalışanı olması halinde, 0-6 yaşındaki çocukların bırakılması, bakımı ve emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve iş yerine yakın belirli şartları taşıyan bir yurdun kurulması mecburidir.

Geçtiğimiz günlerde Yargıtay da bu yönetmeliğe atıfla isabetli bir karara imza attı. Binlerce personeli bulunan bir özel bankada çalışan kadın çalışan, gebelik ve doğum izni sebebiyle ara verdiği işine dönmek istedi. İş yerinde kreş olmaması sebebiyle büyük sıkıntı yaşayan genç anne, çalıştığı bankaya kreş olmadığı için ihtarname gönderdi. Davalı banka ise çalışanın taleplerini reddetti ve ihtarnamesini istifa sayarak işçiyi işten tazminatsız olarak çıkardı. Bunun üzerine çalışan kadın mahkemeye başvurarak kıdem ve ihbar tazminatı alacağını talep etti. Yerel mahkeme de çalışan kadının taleplerini haksız buldu ve davacı tarafından dava temyiz edildi. Bunun üzerine Yargıtay ise yönetmelikteki düzenleme gereği işverenin kreş açma mecburiyeti bulunmakta olduğunu, bu yükümlülüğünü yerine getirmeyen işveren karşısında işçinin iş sözleşmesini haklı sebeple fesih hakkı bulunmakta olduğunu belirtmiştir. Davacının işe gelerek çalışma isteğini ve iş sözleşmesini feshetme iradesinin bulunmadığını göstermiş olduğu, işveren tarafından davacının ihtarnamesinin istifa kabul edilerek davacının çalışmasına izin verilmemesini haksız olarak nitelendirmiş ve iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından feshedildiğini karara bağlamıştır. Böylelikle işçinin kıdem ve ihbar tazminatı talepleri yerinde görülmüştür.

Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmeliğin 13. maddesine göre emzirme odası ya da kreş açma yükümlülüğü belirlenirken 150 işçi şartına yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun tüm kadın işçiler ile erkek çalışanlardan çocuğunun annesi ölmüş veya velayeti babaya verilmiş erkek çalışanların sayısı da dahil edilir. Yine emzirme odası ve kreş hakkından kadın çalışanların çocukları ile annesi ölmüş ya da velayeti babaya verilmiş erkek çalışanların çocukları da faydalanabilir.
Böylelikle çocuğunun annesi vefat etmiş ya da boşanarak çocuğunun velayetini elinde bulunduran erkek çalışanın da gerekli şartlar oluştuğu halde bakım odası ya da kreş açmayan işverene karşı iş akdini haklı nedenle feshederek kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına kavuşmasının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır.

HUKUKİ MESELELER VE İÇİNDEN ÇIKAMADIĞINIZ PEK ÇOK KONU HAKKINDAKİ SORULARI UZMANIMIZA SORABİLİRSİNİZ.

Yazının Devamını Oku