Arzu Hoşgör Ülger

Çözüme odaklanmak lazım

11 Mayıs 2018
Benim hayat yolculuğumdaki en büyük şansımdır böyle bir anneyle yetişmek.

Kızım, bu yıl ortaokuldan mezun oluyor ve bu sebeple de okulundaki okul aile birliğinde mezuniyet komitesinde yer alıyorum. Çin / Şangay’da uluslarası bir okula gidiyor olduğu için komitedeki velilerin büyük çoğunluğu Asya ülkelerinden gelen anneler ve bir kısmı da farklı Avrupa ülkerinden gelen anneler. Bir Türk annesi olarak sadece ben varım.

Toplantılara katıldığım zaman hepimizin tek bir ortak amaca hizmet ettiğini gördüm. Çocuklarımızı mutlu etmek, onları mutlu görmek. Farklı coğrafyaların, kültürlerin annesi bile olsanız, tüm annelerin çocukları için aynı duyguda olduğunu görmek ve buna tanıklık etmek beni öylesine duygulandırıyor ki anlatması çok zor.

Benim bu komitede olduğumu duyan Türk arkadaşlarım “yaaa sen ne çabuk adapte oldun, gideli sadece bir kaç ay olmadı mı “diyorlar.

Gerçekten de öyledir biliyor musunuz? Yeniliklere öyle çabuk adapte olurum ki, sanki yıllardır o yeniliği yaşıyormuşum gibi hissederim üstelik.

Çin’e gelir gelmez de böyle oldu. Hemen kızımın okulundaki velilerle tanıştım. Etrafı tanıyıp, keşfetmeye başladım. “Oralarda komşuluk olmaz “dediler o da oldu. Yabancı komşularımızı Türk kahvesiyle bile tanıştırdık. Farklı bir yabancı komitenin üyesi oldum. Daha ne olsun.

Ama itiraf etmeliyim ki değişimlere bu kadar hızlı adapte olmamda, pozitif bakış açımda annemin katkısı çok büyüktür. Benim annem çok pozitif, çok akıllı ve çok eğlenceli bir insandır. Aslında çocukluğumuzdan beri onun fotoğrafını çekerek büyüdüğümüz için, pozitif düşünce yapısına sahip olmakta, zorluklarla mücadele etmekte başarılı olmakta, yeni yerlere, yeni insanlara ve hatta ülkelere adapte olmakta aslında hiç zor değildir bizim için.

İnsan hayatı sadece güzelliklerle geçer mi, mümkün değil. Gülün bile dikenleri var. Ama öyle zamanlarda bize, iyi ve güzel düşünmeyi öğretti annem. “İyi düşünürseniz ,iyi olur ” derdi mesela. Hatta biz çocuğuz diye olumsuz şeyleri bizden gizlemek yerine, belki biraz daha hafifleterek bizimle paylaşır, onlarla mücadele etmeyi öğretirdi. Derdi ki “elele verirsek sallansak bile yıkılmayız, ahlanıp, vahlanmaya da gerek yok. Haydi dik durun.” Nasıl durmamız gerektiğini bile kalkıp gösterirken, şekilden şekile giren halleriyle bizi kahkahalara boğardı ve eklerdi “şimdi n’apacağımızı konuşalım”. Herhalde bize de oyun gibi gelirdi. Ciddiye almazdık çünkü annemde de ciddiye aldığını gösteren haller olmazdı. Ama farketmeden öğrenmişiz meğer.

Annemle olmayı, her şeyi onunla paylaşmayı ve özellikle bir çıkış noktası bulamadığım zamanlarda arayıp “söyle n’apıcam anne ” demeyi çok ama çok severim ben. Çünkü her zaman bir çözüm önerisi ya da farklı bir bakış açısı vardır ve senin yönünü öyle olumlu şekilde değiştiriverir ki bir anda, anlamazsın ve kendini acayip iyi hissedersin. Hatta biz de yakın çevresi de anneme “sen psikolog olmalıymışsın”” deriz.

Yazının Devamını Oku

Ödüllerimdir onlar benim

18 Nisan 2018
Hayat, zaman zaman her insana ne kadar zor anlar yaşatan bir rüzgar estiriyor değil mi?

Geçtiğimiz günlerde benim doğum günümdü ve belki de önceki yıllardan farklı olarak ailemden, sevdiklerimden, dostlarımdan ve canım ülkemden ilk kez böylesine uzaklarda yaşıyordum. Sanırım bu sebeple de doğum günüm benim için çok daha fazla önem taşıyordu ve de çok duygusaldım. Bu duygusallıkla, sanki doğum günümde kimse hatırlamayacakmış gibi, yalnızmışım gibi geldi. Oysaki canım çekirdek ailem daha doğum günüme günler kala başlamıştı doğum günü kutlamalarıma.

İşte, doğum günü, günüm geldi ve sabahın erken saatleriyle Çin’deki arkadaşlarımın mesaj ve arama bombardumanına tutuldum. Şaşkınlık içindeydim. Çünkü, doğum günü zamanımı onlarla paylaştığımı bile hatırlamıyordum ama ne kadar mutlu hissettim kendimi; tarifsiz.
Derken komşularım aradı ve kahveye davet ettiler. Meğer bana süpriz doğum günü hazırlamışlar. Pastam, doğum günü hediyelerim herşey hazırdı, şaşkınlıklarım her an artıyordu . Gözlerim dolu dolu dileklerimi tuttum, mumumu üfledim. Aileme, dostlarıma, ülkeme, yediğime, içtiğime böylesine hasret olduğum bir dönemde bundan daha mükemmel ne olabilirdi ki! 

Derken Türkiye uyandı ve benim mesajlarım değil, gün boyu telefonlarım susmadı. Sevginin önünde hangi mesafe durabilirdi ki? Duramadı da zaten. Çok şükür, bin şükür, hep şükür diye dualar ettim gün boyu, ağlak suratla. 

Sonra şöyle bir düşündüm buralarda böylesine harika insanlarla karşılaşmayı hiç hayal edebilir miydim diye? Ardından, biraz hayatımın muhasebesini yaptım. Kendimce bazı çıkarımlarda bulundum sanki.

Hayat, zaman zaman her insana ne kadar zor anlar yaşatan bir rüzgar estiriyor değil mi? Sadece, konular ve kişiler farklılık gösteriyor gibi geliyor bana. Bazı hayatlarda rüzgarlar hafif hafif eserken, bazı hayatlarda kasırgalar oluyor, o kasırga dağıtıyor, kırıyor, döküyor ama mutlaka geçip gidiyor. Sonra şöyle bir arkaya bakınca insan, nasıl ayağa kalkacağını düşünüyor ya; işte aslında tam da o anda mucizelerin hayata geçmeye başladığına inanıyorum ben. Eğer o zor anlara dayanabilirse insan, sonra herşeyi yeniden inşa edebilme gücünü bulabilirse kendinde, inanırsa sil baştan herşeye tekrar başlayabileceğine ve herşeyin eskisindende güzel olacağına sonra ödülleri de o kadar büyük oluyor o hayatların. İşte benim ödüllerimdir memleketimden, sevdiklerimden binlerce kilometre ötede karşıma çıkan yüce gönüllü, sevgi dolu insanlar.

Hayatınızdaki kasırgalar ne kadar şiddetli olursa olsun, hangi kapılar kapanırsa kapansın, umudunuzu her zaman yeşertin, yüzünüzü daima güneşe dönün, kalbinize har daim kulak verin ve kendinize inanın. Sonunda mucizevi ödüllerinizi yaşarken bulacaksınız kendinizi. 

Yazının Devamını Oku

Kadın isterse ve inanırsa her şeyi başarır

8 Mart 2018
Kadın aşktır, kahkahalarıyla her yeri aydınlatan...

Kadın olmak ne büyük bir şanstır bize verilen. Her daim şükürümdür kadın olmak...

Kadınların ellerinden gelmeyen ne vardır ki? Hiç, hem de hiç bir şey...

Kadınlar narindir derler ya bence değildir, kadınlar kırılgandır derler ya bence öyle de değildir.

Tam tersi, kadın hayatı tek başına omuzlayabilecek kadar güçlü, akıllı ve özeldir.

Kadın kendine yetendir, kadın kendi ayakları üzerinde durabilendir.

Kadın cesur yürektir, hayallerine doğru yüreyebilen, hayalleri için savaşabilen...

Kadın iş hayatının çalışkan, güçlü, yılmayan, güleryüzlü çalışanıdır.

Kadın, evi,cocukları, aileyi sevgiyle yöneten, sezgileriyle koruyandır.

Yazının Devamını Oku

Haydi gelin hayallerimizin resmini çizelim

1 Şubat 2018
Biliyorum ve inanıyorum ki, hayaller her zaman gerçek olur. Bizler kendi cennetimizi, kurduğumuz sınırsız güzel hayallerle, yaratabiliriz.

Öyle güzel bir hayal kurdum ki ben. Hatta kurduğum hayali, hayalimde çizdim; o kadar yani.

Benim hayalime eşlik etmeye, bunları okurken siz de gözünüzde canlandırmaya, resmetmeye ne dersiniz?

Hayalimde aldım elime kağıdı ve rengarenk kalemlerimi, başladım çizmeye...

Önce canım ülkemin, Türkiyemin haritasını çizdim. En üste de şanlı bayrağımı, özgürlüğümü koydum.

Sonra başladım düşlerimi gerçekleştirmeye...

Bütün ülkem yemyeşil, bembeyaz, masmavi olsa dedim; yeşil kalemlerimle çimenleri, ağaçları yaprakları çizdim. Üzerlerine rengarenk begonviller, menekşeler, ortancalar koydum; mor, kırmızı, turuncu rengarenk kalemlerimi aldım elime, çiçeklerimi çizdim.

Aaaa nerede benim aşk çiçeklerim dedim “seviyor, sevmiyor” papatyalarımı çizdim her yere. Madem papatyalarla dolu her yer, biribirinin sevgiyle elini tutan, sevgiyle gözlerinin içine bakan insanları çizdim. Sonra çimenlerin üstünde tanıdığım, tanımadığım herkesin, birbiriyle kahkahalarla sohbet ettiğini, şarkılar söylediğini, yemekler yediğini çizdim.Yetmedi, masaların üstünü kırmızı çiçeklerle, kalplerle süsledim.

Sonra bir an düşündüm, madem tanıdığım, tanımadığım bir sürü insan kola kola giriyor hayalimde; neden ülkemin 80 milyon insanı yapmasın bunu? Hayallerimdeki sınırları da kaldırdım. Herkesin kol kola girmiş, kahkahalarla, şarkılar türküler söylediğini çizdim. Doğudan batıya, kuzeyden güneye kadar . Herkes öylesine mutluydu ki, mutluluğa rengarenk kelebekler, kuşlar bile eşlik ediyordu. Çizdim.

Yazının Devamını Oku

Çin bambaşka bir dünyaymış meğer

15 Ocak 2018
Yollarda dans ederek yürüdüm resmen, sanki bize hoş geldin diyordu her yer.

Bugün Sangay’a geleli nerdeyse 15 gün oldu. Gelmeden önce zaten heyecanı basmıştı bize. Ne yeriz? Ne içeriz? Nasıl bir yer? ? İnsanları nasıl? Nasıl anlaşırız? diye. Çünkü, temelli buraya gelmeden önce, buraları görüp etrafı tanıma şansımız olamadı maalesef. Dolayısı ile şu anda geçici olarak oturduğumuz evi bile internet üzerinden bulup seçtik. Ama şükürler olsun internet var diyoruz.
Bu arada böyle uzak diyarlara taşınmak hiç de kolay değilmiş. Zira 14 bavulla yola çıktık; bir tanesini de nerede olduğunu fark etmeden, unuttuk. Bunu da öğrenme gideri diyerek yazdık zarar hanesine…

Nihayet Çin topraklarına ayak bastık çok şükür, pasaporttan çok çabuk geçtik. Gerçi bavulları toplamak biraz zaman aldı ama en büyük heyecanı “bunca bavulu X-Ray’den geçirin derlerse, nasıl tekrar indir bindir yaparız” diye düşünürken yaşadık. Sanırım halimize acıdılar, direk geçtik ve nasıl bir ohhhhh çektik anlatamam.

Eve gelir gelmez yorgun olmamıza rağmen attık kendimizi sokaklara. Eğer etrafta Çince yazılar ve Asyalı insanlar görmesek burasının Çin olduğuna inanmazdık. Çünkü her yer upuzun ve modern binalarla çevriliydi ve her yer çok şıktı. Ayrıca sokakların ne kadar temiz olduğuna inanamazsınız. Yerlerde sadece dökülen yaprakları görüyorsunuz o kadar. Bir de yeni yıl zamanı gelince bütün sokaklar, ağaçlar, dükkanlar rengarenk süslenmiş mi? Ben zaten yeni yıl enerjisinde başka bir boyuta geçerim. Yollarda dans ederek yürüdüm resmen. Sanki bize hoş geldin diyordu her yer. 

Hemen Çin mutfağını keşfetmek istedik. Tabi bir şeyi göz ardı etmişiz ki o da “dil” problemi. Neredeyse çok büyük bir çoğunluğu İngilizce bilmiyor maalesef. Buraya gelmeden önce bundan bahsetmişlerdi ama bu kadarını da hayal edememiştik. Telefondan, ne istediğimizi Çinceye çevirip gösteriyoruz, öyle anlaşıyoruz ve hatta bazı yerlerde bu da işe yaramıyor, işaret dili kullanıyoruz. Ama bu da çok zevkli geldi bize; halimize çok güldük . Anlaşılan o ki Çince öğrenmek şart burada.

Ertesi gün oryantasyon programının bir parçası olarak bizi gezdirdiler. Etrafı tanıttılar. Nerede, ne yenir? Ne içilir? Nereden market alış verişi yapılır? Doktorlar, eczaneler buraya dair önemli olan ne varsa.

Sonra hastaneye gidip bir takım tahlilleri yaptırmamızı istediler. İşte bu benim sınavım; biliyorum. Kaç kere sınandım bu titizliğimle ama geçemedim bir türlü; farkındayım. Zira, bize verdikleri incecik şeyi giymemizi istediler. Bir anda yüzüm değişti ve gerildim. “Temiz mi? Daha önce kim giydi? Şimdi ben nasıl giyicem bunu, offff yani.” Sonra kendi kendimi telkin ettim ve “hadi Arzu bu titizliği bırakmanın ve teslimiyetin tam zamanıdır, yapabilirsin” Aksi durumda oturma müsaadesini alma şansımız yoktu.

Yazının Devamını Oku

Bir süreliğine hoşça kal canım ülkem

28 Aralık 2017
Değişim asla kolay değildir üstelik kabullenmek daha da zordur belki de.

Değişim...

Tek bir kelime ama beni çok heyecanlandıran bir kelimedir. İçinde çok büyük bir anlam barındırır bana göre.

Değişim asla kolay değildir üstelik kabullenmek daha da zordur belki de. Değişimi, bir bebeğin dünyaya gelmesine çok benzetirim ben.

Önce bebek sahibi olmak isteyip istemediğine karar verilir ki bence, değişimi istemenin ilk şartıdır karar vermek ve cesurca adım atabilmek. Sonra, kadın hamile kalır ve büyük bir değişime adım atar aslında. Hormonlar değişir, görüntüsü değişir, duyguları değişir, istekler değişir, yediği içtiği değişir, hareket ve yürüyüşü değişir. Hiç de kolay değildir bu süreç. Ve her şeyden önemlisi, artık değişimin en önemli parçası, meleği vardır kadının içinde. Ve içinde onunla beraber yaşamaya alışmak, çok büyük bir değişimdir. O meleğe, o mutluluğa, o sevgiye ulaşabilmek için büyük bir sabır gerekir. Yaşanacak her türlü zorluğu kabule geçmeyi, emek vermeyi gerektirir. Ama kadın da ve çevresindeki herkes de hiç farkında olmadan yapar bunu; yaşar bunu.
Ve o gün gelip de doğum olunca, bu defa değişimin şekli tamamen değişir. Artık, ailenin nüfusu değişmiştir, uyku düzeni değişmiştir, yaşam şekli değişmiştir, sosyal çevre bile değişime uğramıştır. Ama kimse buradaki değişimlerin farkında değildir çünkü hayatın doğasında herkes bu süreci kolaylıkla kabul etmiştir. Ailede artık bir melek vardır, büyük bir sevgi vardır değeri hiçbir şeyle ölçülemeyen.

Muhteşem bir süt kokusu vardır, içine çekmeye doyamadığın. Aslında çok büyük bir mucize gerçekleşmiştir, bu değişimlerin sonucunda.
Yani aslında, hayatımızdaki tüm değişimler her ne olursa olsun, her nasıl olursa olsun, hiç şüphesiz başta zordur. Kabullenmek gerekir, sabır gerekir, emek gerekir. Eğer kararlılıkla ve sabırla değişimin üstesinden gelebilirse insan, sonunda muhteşem bir mucize vardır ve herkesin mucizesi farklıdır.

İşte, şimdi ben ve ailem de bir değişim sürecindeyiz. Eşimin işi sebebi ile Çin Şangay’a taşınıyoruz. Hiç bilmediğimiz, tanımadığımız, kültürleri, dilleri ve kullandıkları alfabeleri ve hatta telaffuzları, yedikleri yemekleri ve insanına kadar bizden çok farklı olan bir ülke ve hatta bambaşka bir dünya orası. Bir de ailelerimizden, sevdiklerimizden, ülkemizden bir süreliğine bile olsa bu kadar uzaklara gitmek de pek kolay değil. Bu sebeple bu kararı vermek, cesurca adım atmak, çok da kolay olmadı bizim için. Bu değişikliğe alışana kadar biraz zorluk çekeceğiz, biliyoruz ama kabullendik. İnanıyoruz ki her şey, her zaman en doğru zamanda olur; akışa karşı koymamak gerekir. Eğer insan isterse sabırla, emekle, çaba ve sevgi ile her şeyin üstesinden gelebilir. İşte şimdi biz de bambaşka bir hayatı deneyimlemeye gidiyoruz.

Yazının Devamını Oku

Bir şans ver kendine

4 Aralık 2017
Geçen akşam televizyonda çok severek seyrettiğim dizi filmim vardı. Konusunu değil ama orada beni çok etkileyen bir bölüm ile ilgili paylaşımda bulunmak istedim sizlerle.

Geçen akşam televizyonda çok severek seyrettiğim dizi filmim vardı. Konusunu değil ama orada beni çok etkileyen bir bölüm ile ilgili paylaşımda bulunmak istedim sizlerle.

Birbirini kardeş kadar çok seven iki kadın ve ikisinin de yaptığı evlilikler konu oluyor dizinin bir bölümünde. Kadınlardan birisinin kocası dünya iyisi, sırtını daya ve her şeyi unut. O kadar güven veren, sadık ve eşinin kılına zarar gelse dünyayı yıkacak. Diğer kadının eşi ise tam bir psikopat, ruh hastası, öfke krizine girdiği an gözü hiçbir şeyi, hiç kimseyi ve karısını da görmeyen ve dövmekten çekinmeyen bir adam.

Son seyrettiğim bölümün bir sahnesinde, şiddete maruz kalan kadın, kocasının tedaviye gittiğini düşündüğü psikiyatra gitti ve kocasının tedaviye gitmediğini öğrendi ve tabii ki çok üzüldü, sandalyeye oturdu ve bu esnada doktor çok güzel bir şey söyledi, “bazen karşımızdakine yardım etmenin yolu, kendimize yardım etmekle başlar dedi “ bunun üzerine kadın, kendisinin bir sorunu olmadığını, sorunun eşinde olduğunu, zor bir çocukluk geçirdiğini ve öfkelendiği zaman içinden başka biri çıktığını ayrıca bir kez de şiddete maruz kaldığını söyledi. Ancak tedavi olması koşuluyla eşiyle kalmayı kabul ettiğini de ekledi ve doktorun odasından tam çıkarken doktor seslendi ve “siz şiddet gördüğünüz bu ilişkiyi devam ettirmeye çalışıyorsunuz, şiddet gördüğünüz bu ilişkide kalmak istiyorsunuz belki bunun nedenleri üzerine düşünmek isteyebilirsiniz.” Tabi kadın şok oldu.

Aslında doktor tek bir cümle ile kadına ayna tutmuş, kendisi ile yüzleşmesi gerektiğini ve belki de gölge yanlarını bulması gerektiğini göstermişti.

İnsan negatif davranış, düşünce ve kalıplara çok kolay tutunur ve bunların sebeplerini hep başkalarında arar. Her zaman başkalarını suçlar. Çünkü en kolay olan budur.

Oysa ki, neden böyle insanları hayatına aldığın, neden hayatında tutmaya çalıştığın ve neden vazgeçemediğindir esas konu ve bunu bulmak gerekir. Bunu bulmak içinde insanın kendi kendisi ile yüzleşmesi ve gölge yanlarını bulup, temizlemesi gerekir.

İnsan bu taraflarını temizlemeye başladığı andan itibaren birden fark ediyor ki artık hayatına böyle insanlar artık giremiyor. Böyle insanlarla karşılaşmıyor bile.

Tüm yaralarınızın, korkularınızın, endişe ve kaygılarınızın üstüne gidin. Onlarla yüzleşmekten asla korkmayın. Onlarla yüzleştikçe hepsi birer birer temizlenecek. Üzerinizdeki görünmeyen büyük yüklerinizden kurtulacaksınız ve hayatınızın ne kadar güzel yönde değiştiğine tanıklık edeceksiniz. Haydi kendinize bir şans verin.

Yazının Devamını Oku

Hayat mutlaka dersini verir

23 Kasım 2017
Hayat, istesek de de istemesek de büyük sözlerimizi mutlaka bir gün önümüze çıkartıyormuş.

Hayat, istesek de de istemesek de büyük sözlerimizi mutlaka bir gün önümüze çıkartıyormuş. O kadar çok ve farklı şekillerde tecrübe edince fark ettim ki derslerimi almıyor, aynı hataları tekrar ediyormuşum.

Aslında insanlar arasında bir ayırım yapmam ve genelde de her kim olursa olsun kalpten konuşmayı çok severim. O zaman gerçek gelir bana, konuşmalar da insanlar da ve mutlu hissederim kendimi ama buna rağmen bazı dirençlerimde varmış meğer…

Sanırım küçükken seyretmiş olduğum yabancı filmlerdeki zencilerin, hep sevmediğim karakterlerde olması etkisi ile zencilere karşı maalesef olumsuz düşünceler beslerdim çocukluğumda. Asla ırkçılık değildi ama onlardan korkardım. Hatta otuzlu yaşların sonunda yaklaşırken İtalya’da akşam 10.00 trenine bindiğimde etrafta zencileri görünce öylesine korkmuştum ki kendime boş bir kompartıman aramıştım. Sonra bir İtalyan çift görünce ne kadar derinden bir ohhh çektiğime inanamazsınız. O kadar yani.

Bir gün, çalıştığım şirketin bir eğitimi sebebi ile Budapeşte’ye gittim. Çok uluslu bir şirkette çalışıyor olduğum için farklı ülkelerden eğitime gelen pek çok şirket çalışanı olmuştu. Ve içlerinde zenciler de vardı. Birden fark ettim ki bizim şirketin çalışanı olmalarına rağmen, onlardan uzak yerlerde oturuyordum ve bunu asla bilinçli yapmıyordum. Derken, eğitim de gruplara ayırdılar ve benim grubuma zenci arkadaşlar denk geldi. Ve biz eğitim boyunca çok güzel çalışmalar yaptık, harika paylaşımlarda bulunduk ve hatta bir seferinde gruplar arasında birinci bile olduk. Yetmedi çok güzel dostluk kurduk hâlâ haberleşiyoruz.

Aslında bu bahane ile hayat bana çok güzel bir ders vermişti. İnsanları tanımadan, önyargıyla hareket etmek, kararlar vermek hatta onlara olumsuz kılıflar biçmek zihnimin bana oynadığı kötü bir oyundu ve böyle bir eğitim olmasa belki de bunun farkına bile varamayacak ve böylesine harika dostlar tanıyamayacaktım. Bunu fark edince karar verdim, bundan sonra önyargılı olmak yoktu. Yaşasındı!

Bu olaydan uzunca bir süre sonra sinemalarda Julia Roberts’in ” Eat Pray Love” isimli filmi gösterime girdi ve filmin pek çok sahnesi Hindistan’da geçiyordu. Ben gördüklerim karşısında dehşete kapılıyordum çünkü çok pis, çok kalabalık ve çok fakir bir ülkeydi. Hayvanlar ve insanlar herkes aynı yerde yaşıyordu nerdeyse. Filimden çıktık. İlk cümlem şu oldu.” Demek ki neymiş, Hindistan’a hiçbir zaman gidilmeyecekmiş.” Yukarda yaşadığım olayla ön yargılarımı yıkmam gerektiğini öğrendiğimi hatta deneyimlediğimi, dersimi aldığımı düşünürken işte zihinim yine bana oyun oynuyordu ve ben hiç farkında bile olmadan yine bu oyuna geliyordum.

Ama tabi ki hayat bu sözlerim için de bana dersini verecekti. Ve beni yine sınava sokacaktı. Çok geçmeden çalıştığım şirket bana Hindistan’ın da finans bölümünü bağlamaya karar verdi ve asla gitmem dediğim ülkeye, Hindistan’a neredeyse her ay gitmeye başladım. Benim gibi temizlik hastası bir insan için bunun ne kadar zor olduğunu bilmem tahmin edebilir misiniz? Uzunca bir zaman çok zorlandım ama insanlarını tanıdıkça, oradaki olağanüstü güzellikteki enerjileri hissettikçe öylesine sevdim ki, ne kalabalığı, ne kiri, ne yürümeyen trafiği, ne de o rutubet kokusunu duymaz ve görmez olmuştum. Bütün ön yargılarım, korkularım zaman içinde yok olmuştu ve üç seneyi aşkın görevimi tamamladığımda herkesle ağlayarak ayrılmıştık. Bu sayede harika dostlarımın olmasıysa aslında hayatın bana hediyesiydi.

İnsan ön yargılarından arındığında geriye dönüp bakınca düşündükleri için pişmanlık bile duyabiliyor tıpkı bende olduğu gibi.

Yazının Devamını Oku