Tek kişilik oyunda 11 karaktere hayat vermek: Güle Güle Diva ile Selen Uçer Kampüs’te.

4dk okuma

Hastanede bekleyen bir kadın, geri dönüşün, unutuşun, kaçıp gitmenin ve başka kadınların hüzünlü ve komik öyküsünü anlatan tek kişilik bir oyun. Güle Güle Diva, Metropol İstanbul'daki yeni yerine taşınan DasDas'ta seyircisiyle buluştu bile! Oyunda tam 11 karaktere hayat veren Selen Uçer ile tiyatroyla gönül bağını, kariyerini ve böyle güçlü bir hikayenin nasıl doğduğunu konuştuk.

Haberin Devamı

Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olan Selen Uçer, oyunculuğa kumpanya anlayışı çerçevesinde kolektif çalışma ilkesiyle hareket eden Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) kulübünde başladı. Chicago Roosevelt Üniversitesi’nde burslu olarak oyunculuk ve tiyatro alanında yüksek lisans yaptı. New York’ta, Ensemble Studio Theatre’da, off-Broadway projelerde oyuncu olarak yer aldı. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda ‘Kantocu’ müzikalinde, Tiyatro DOT’ta ‘Böcek’te oynadı. Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu’nda 'Cam' oyunundaki rolüyle 2011 Afife Jale ve Direklerarası ‘Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu’ ödüllerini aldı, F.R. Lacan’ın yazdığı ‘Kuçu Kuçu’ adlı oyunda oynadı. ‘Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’ adlı aynı isimli kitaptan esinlenerek yazıp yönettiği oyunla İsmet Küntay ‘En İyi Yönetmen’ ödülü, BKM’de ‘Kurusıkı’ oyunundaki rolüyle Sadri Alışık ‘Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu’ ödülü aldı. İkincikat Tiyatro’da ‘Poz’ ve ‘Işıltılı Haşereler’ oyunlarında rol aldı. 2008’de Ümit Ünal’ın yazıp yönettiği ‘Ara’daki ilk başrolüyle, Adana Altın Koza Film Festivali ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülü alan yetenekli oyuncu, birçok bağımsız film ve TV-dizisinde de karşımıza çıktı. Şimdiyse; 19. Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde ‘Cambazın Cenazesi’ adlı oyunuyla Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü’nü kazanan genç kalem Firuze Engin’in yazıp yönettiği “Güle Güle Diva” ile 11 Ocak’tan itibaren Metropol İstanbul’daki yeni yerine taşınan DasDas sahnesinde seyirciyle buluşuyor.

Kariyer yolculuğu bizi çok heyecanlandıran yetenekli oyuncu Selen Uçer, son oyunu ‘Güle Güle Diva’da bugüne kadar canlandırdığı farklı sınıflardan ve eğitim düzeyinden kadını tek bir potada eritmeyi başarıyor desek yeri. Hikayede yer alan 11 kadının öyküsü ile hem kahkahalara boğuluyoruz hem de kederden nefesimiz kesiliyor. Eğitim hakkı ve okuma tutkusu elinden alınmış esas kız 'Günseli' karakteri ile bir nevi anlatıcı rolü de üstlenen Selen Uçer’in hayranlık uyandıran ve sahnede gittikçe devleşen monologu son zamanlarda karşılaşabileceğiniz en heyecan verici performanslardan biri. Şöhretin zirvesindeyken inzivaya çekilen bir divanın hikayesine sırtını yaslayan olay örgüsü, bizi elimizden tutup Binbir Gece masallarına kadar götürüyor. Kaybolmuş konser biletleri, bir hastanenin odaları, kapıları, koridorları... Hastanede bekleyen bir kadın, geri dönüşün, unutuşun, kaçıp gitmenin ve başka kadınların hüzünlü ve komik öyküsünü anlatan ve neresinden bakarsak bakalım “kadın eli” değmiş bu nefis hikayeyi bir de Selen Uçer'den dinleyelim istedik.

Haberin Devamı

Haberin Devamı

Oldukça etkileyici bir kurguya ve bir o kadar zor bir metne sahip “Güle Güle Diva” oyununun yaratıcısı Firuze Engin’le yollarınız nasıl kesişti? Sizi bu hikayeye çeken neydi? 

Haberin Devamı

Biz Firuze ile şahsen tanışmadan önce birbirimizi işlerini izleyerek sevmişiz karşılıklı. Ben ikincikat’ta ‘Poz’ oyununda oynuyordum, onun da ‘Cambazın Cenazesi’ oyunu oynuyordu aynı tarihlerde. Oyunu izleyip kim yazmış bunu demiştim. O da beni izleyip oyuncu olarak merak etmiş. Sonra görüştük, arkadaş olduk. Sonra da hayatımız en tuhaf zamanlarında üst üste karşılaşıp dertleşip birbirimize yarenlik edip durduk. Sonra beraber bir oyun yapma fikri çıktı. Sonra ikimizin de hastalıkla uğraştığı bir dönem, benim annem ve babam rahatsızdı hastaneydik, Firuze’nin de kendi hastanelerdeydi çeşitli sebeplerle. Bir gün mesajlaşırken ben hastane koridorunda beklerken ‘Ne görüyorsan yaz’ dedi bana. Ben bir şeyler yazdım. Sonra o bazı taslak hikayeler getirdi. Oyunda çok kritik bir bölüm olan ‘Şehrazat’ okumaları yaptık. Haftada bir buluşup çalıştık. Karakterleri, hikayeyi. Bu sırada bir yıl geçti. En son yazın Adrasan’da metni finalize etmek için bir kamp yaptık. Firuze, ben ve yardımcı yönetmenimiz Merve. Orada da son karakterler çıktı. Firuze bir gün bizi denize yollayıp oturdu en kilit sahneyi yazdı. Biz deniz kenarında ilk okumayı yaptık. Ve ‘Güle Güle Diva’ karşınıza çıktı işte bugün. Binbir Gece masallarında geçen bir söz vardır. Oyunda da geçiyor ve de ‘ölüm korkusundan anlatının üstatlığı doğdu. Valla biraz böyle. Hastanelerden, hastalıklardan çıktı bu oyun, anlatmasak yapmasak olamayacaktı. Ya da biz öyle hissettik diyeyim.

Hem sinemada hem tiyatroda derinliği olan kadın karakterler görmek zor. "Güle Güle Diva" biraz da bu açıdan fark yaratıyor bence. Şöhretinin zirvesindeyken inzivaya çekilen bir divanın hikayesinin yanı sıra, asıl onu çevreleyen sıradan kadınların hikayelerine tercüman oluyorsunuz benim gördüğüm. Bir oyuncu olarak bu derinlik size neler hissettiriyor ve aynı ‘derinlik’ kavramı neden sizce ulaşılması bu kadar zor?

Haberin Devamı

Sizin de gördüğünüz gibi oyunda ana karakter Günseli. Orta sınıftan, evli, çocuklu, üniversiteye gidememiş sonra da sekreter olarak bir yerde işe girmiş bir kadın. Oyundan diva dışında bütün kadınların derinine giriyoruz evet. Amaç buydu zaten. Kadınların kendi merkezlerini kaybedip, başkalarının odak ve seçimleri ile yaşadıklarının altı çiziliyor. Ve oyunun kara komik hikayesinin içinde de bütün kadınlar kendi dertlerini unutup, hastaneye düşen divaya yardım ediyorlar. ‘Güle Güle Diva’ tapılan yüceltilen hayali şeylere veda etmek, kendi hayatınla yüzleşmek gibi bir önerisi var benim algımda. Bütün kadınların acısını ve komedisini, masum hallerini ve aynı anda bencilliklerini, çaresizliklerini ve bahanelerini tartışıyor bu metin. Çok da eğlenerek, eğlendirerek yapıyor bunu. Erkeklere de taraflı bakmıyor bence. Bu toplumdaki öğretisi böyle erkeğin gibi ifade ediyor bence metin, yargılamadan. Kızamıyorsun kimseye. ‘Ne yapalım’ repliği mesela her kadın karakterde bir çıkmazda geçiyor. Kabulleniş ve oradan derdini anlatmak.

Haberin Devamı

Oyunda 11 farklı karaktere hayat veriyorsunuz ve bu karakterler birbirinden hikayeleriyle olduğu kadar ses tonlarıyla da ayrılıyor. Geçişler çok hızlı, üstelik kusursuz ve seyirci için baş döndürücü bir deneyim bu. Hayranlıkla izledim doğrusu. Bir karaktere hayat vermeden önce neden şan eğitimi alınmalı sorusunun ete kemiğe bürünmüş cevabı olabilirsiniz ama sizi henüz sahnede izlememiş olanlar için biz yine de sormuş olalım. Şan eğitimi bir oyuncuya nasıl bir alan açar sizce?

Oyuncu için ses eğitimi gerekli. Oyuncunun sesini kullanmasını bilmesi, farklı yöntemlerle oluşturabilmesi gerekli. Şan bunun en temel şekli. Ben okurken şarkı da söylediğim için öyle uygun olmuştu. Ama illa bu gerekir diyemem. Ama temel sesin yolu odur. Karakter çalışması önemlidir esas oyuncu için. O karakterin duygusuna göre, ses de farklılaşır. Çok müthiş bir şey değil mi bu :) Oyuncunun kendi enstrümanını iyi kullanmayı, kapasitesini zorlayıp genişletmek üzerine çalışması gerekir. Ben bunun üzerine uzun yıllar çalışmış biri olarak avantajlıydım diyebilirim. 

Birbirinden farklı bu kadınlara hayat verirken karakterlerin öne çıkan bazı özelliklerine yaratıcı dokunuşlar yaptığınız dikkat çekiyor. Mesela ‘Zuhal’ karakterinin o kendine has gülüşü... Bu yaratıcılığınızı gündelik hayatınızda besleyen dinamikleri öğrenmek isteriz. Bir tiyatrocu karaktere nasıl hazırlanmalı sizce, kendinizden yola çıkarak cevaplayabilir misiniz?

Ay Zuhal’i sorduğunuz için söyleyeyim. Annem hastanede yatarken, bir hemşiresi vardı durmadan gülen oradan çıktı Zuhal. Diğer çoğu karakter Firuze’nin büyürken tanıdığı teyzelerden, ablalardan. Refiye, Serpil. Ayşegül biraz yazın ki kampımızdan çıktı. Çok üstü çizilmese de Hediye karakterine de bayılıyorum ben. Onu bilerek komedisine çokça kaçmadan doğal yorumlamak istedik. ‘En altta çalışıyorsan sessiz olacaksın’ repliği, oyunun en can alıcı noktalarından biri bence. Günseli mesela benim en derinleştiğim ve başta zorlandığım, yönetmenimin yönlendirmesiyle uzun çalışma sonrası çıkan ana karakter. Günseli gibi birini tanımıyorum ben mesela. Firuze birinden öykünmüş anlatmıştı. Okuma alışkanlığı olan bir tanıdığından çıkmış fikir ama sonra o yarattı Günseli’yi, ben oynadım. Yönteme gelince her oyuncu kendi yöntemini kendi oluşturur bence. Bunun doğrusu yanlışı yok. Gözlem, detay, araştırma özen bolca çalışma yeni bir karakter yaratıp oynamak için vazgeçilmez o ayrı.

Son zamanlarda tiyatroya olan talebin arttığını düşünenlerdenim. Siz oyuncu, seyirci ve mekanlar arasındaki ilişkiyi bu arz ve talep doğrultusunda nasıl değerlendiriyorsunuz? Tiyatroya neden ihtiyacımız var sizce?

Tiyatro, TV ve sinemaya göre daha kolay gerçekleşebilen bir anlatım yolu. Ekonomik olarak en başta. Ve daha özgür olunabilinen bir alan yine de. Günümüz Türkiyesi’nde en azından. Tiyatro bir iletişim biçimi aslında. İnsanlar seslerini duyurmak istiyorlar öyle ya da böyle. Birbirlerini anlamak gerekirse tartışmak, öğrenmek istiyorlar. Dayatılan rutinlere alternatif ifade biçimleri arıyorlar. Hikayelerin anlatılıp dinlenmesi lazım, yaşamın insan iletişiminin devamı için. Dolayısıyla ihtiyaç hep var, olacaktır. 

Son olarak, 2003 yılında hem yazıp hem başrolünü üstlendiğiniz “Amerikan Rüyası” (Dream in New York) birçok off-Broadway sahnesinde gösterildi. Yakın gelecekte sizi kendi yazdığınız yeni bir oyunla izleme fırsatımız olacak mı?  

Ece Temelkuran’ın romanından uyarlanan ‘Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’ı da yazmış ve yönetmiştim. Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu’nda iki sene oynanmıştı. Şu anda da İkincikat Tiyatro’da yazdığım ‘Tutsana Ellerimi’ -benim başıma gelmeseydi komik bir hikaye olurdu- adlı oyun oynuyor. Herkesi beklerim ona da J

Bu doyurucu sohbet için çok teşekkür ederiz.

 

Röportaj: Özge Yağmur

Haberle ilgili daha fazlası: