Narsistik kişilik bozukluğu, bir tür zihinsel rahatsızlık durumu aslında. Ben konunun uzmanı olmadığım için tanı ve tedavi yöntemlerine değinmeyeceğim. Ancak yaptığım geniş araştırmaların, almış olduğum kişisel gelişim eğitimlerinin ve bu konulara dair okuduğum yayınların ışığında, ‘bu tip kişilikleri nasıl tanırız’ ve ‘narsist kişilerle karşılaştığımızda nasıl aksiyon almalıyız’, bunlardan bahsedeceğim. Buraya bir ‘narcissus çiçeği’ koyarak başlayalım o zaman. Keyifli okumalar...
NARSİSİZM NEDİR?
Narsist kişiler, kendisinin her konuda herkesten daha iyi olduğuna inanır. Bu bir zihinsel sağlık bozukluğu durumudur ancak pek çok insan narsistik özelliklere sahip olduğu halde bunun farkında olmaz ve farkında olmadığı için profesyonel yardım da almaz. Narsist kişilerin yaşamlarını, ilişkilerini ve günlük yaşamlarını etkileyen sorunları vardır. Çoğu zaman kibirli, çok fazla bilmiş görünebilir ve öz benlik imajını şişirerek başkalarının duygularını göz ardı edebilir. Herkes zaman zaman narsisizm gösterebilir, kendini önemli ve vazgeçilmez hissedebilir, empati göstermekten yoksun olabilir, bencil, saldırgan veya duyarsız olabilir. Ancak konu narsistik kişilik bozukluğu olduğunda, tüm bu semptomlar süreklilik arz eder ve kişinin yakın çevresi, ailesi bu durumla başa çıkmakta oldukça zorlanabilir. Narsistik kişilik bozukluğu erken yetişkinlik yıllarında başlar ve kadınlardan çok erkeklerde görüldüğü yapılan araştırmalar sonucu bir bulgu olarak kayıtlara geçmiştir.*
*Health Direct Austria
NARSİST KİŞİLERDE İZLEMLENEN EN BELİRGİN BELİRTİLER
Başarılarını ve yeteneklerini abartırlar. Etraftan sürekli bir ilgi ve hayranlık beklerler ve eğer bunu almayı başaramazlarsa içe dönük veya tam tersi hırçın bir tavra bürünürler. Güç, güzellik, başarı ve zekâ üstünlüğü üzerine fanteziler kurar ve bu fantezileri içselleştirirler. Sosyal sınıf ve statü takıntıları vardır. Her şeyin ‘hakları’ olduğunu zannederler. Buna başkalarına karşı aşırı eleştirel, yargılayıcı ve suçlayıcı tutumlar da dahildir. Buna karşın kendileri en ufak bir eleştiriye, başarısızlık hissine, strese tahammül edemezler ve böyle durumlarda inkâr yolunu seçerek görmezden gelirler. Ama aslında özünde incinirler çünkü kendilerinin başarısız olma ihtimaline, ihtimal dahi vermezler. Bu onlar için inandırıcı değildir. Onlar mükemmeldir. Dolayısıyla eleştirilebilecek hiçbir yanları yoktur. Direktif vermeyi, yönetmeyi benimsedikleri için, kendi tavsiyelerine veya emirlerine uyulmadığı zaman haddinden fazla kızıp büyük tepki gösterebilirler. Narsist kişiler, başkalarını dinleyemez, konsantre olmak bile gereksizdir onlar için. Zaten isteseler de bunu başaramazlar. Empati kurabilme yetenekleri yoktur ya da yok denecek kadar azdır. Her türlü ilişkilerinde kontrol ve manipüle etme arzuları mevcuttur. En tehlikelisi ise kendilerinden daha yüksek statüde gördükleri kişilere karşı kıskançlık besleyebilirler.
Ocak ortasına geldiğimiz şu günlerde, nihayet kış aylarında olduğumuzu fark ettirmeye başlayan hava durumu, hepimizi biraz hüzün, biraz melankoli, biraz da rehavetle çevrelemiş olsa da kış aylarının da kendine has bir güzelliği olduğunu yadsıyamayız. Küresel ısınmadan sebep Orta Anadolu’ya yakışır bir kış görmedik henüz bu yıl. O yüzden ben şahsen hem psikolojilerimizin mevsimle uyumu hem de gezegenimizin salahiyeti için mutluyum havaların nihayet kışa dönmüş olmasından dolayı. Umarım kar da görürüz en kısa zamanda ve gri, puslu günlerin rehavetini, bembeyaz kar örtüsünün ışıltısıyla dağıtır, mevsimin tadını çıkartma fırsatı bulabiliriz...
Bugün sizlere son haftalarda katıldığım, nesillerdir Ankara’nın nabzını tutan isimlerle birlikte olduğum ve Ankara’ya özgü mekânlarda gerçekleşen etkinliklerden, bu etkinliklerin bana kattıklarından bahsedeceğim. Aynı zamanda her hafta yaptığım gibi bazı önerilerim de olacak size. Şöyle söyleyeyim; bu hafta yine “İyi ki Ankara gibi sanatın, kültürün, bilimin, ilimin başkenti olan bir şehirde yaşıyorum” şeklinde şükürlerimin bol olduğu bir hafta oldu. Tarihi, Paleolitik çağlara uzanan ve yine tarihin en büyük uygarlıklarına ev sahipliği yapmış olan kadim kentimizin kıymetini bilelim, bildirelim derim.
MANTI BAHANE, SOHBET VE ORTAM ŞAHANE
Ankaralı sanatseverlerin çok iyi bildiği Nurol Sanat Galerisi’nde geçen hafta salı günü her zamankinden farklı bir etkinlik için bir araya gelindi. Galerinin değerli müdiresi Yüksel Önder Maden ev sahipliğinde, Kale’nin göz bebeği Galeri Z’nin değerli sahibesi ve bu etkinliğin fikir annesi hem de mantı yapımının baş ustası Fatma Tuna önderliğinde bir ‘ev yapımı mantı’ partisi yaptık. Yanlış duymadınız, sanat galerisinin mutfağında 10 akademisyen, sanatçı, iş insanı ve eski bürokrat hanımefendinin el emeğiyle mantı hamuru açıldı ve taze mantı yapılarak sonra da afiyetle yenildi. Mantı bahane, sohbet ve sanat ortamı ise şahaneydi. Ünlü mimar Sayın Kadri Atabaş’ın eşi dalgıç-sualtı ressamı Serap Selçuk Atabaş, ünlü ressam Hayati Misman ve değerli eşi Canan Misman, bir başka değerli sanatçımız Türkiye’de ilk kez 1978 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü çatısı altında ‘Serigrafi Atölyesi’ni kuran ve serigrafi konusunda yazdığı kitapla ülkemizde bu konunun öğrenilmesinde büyük emeği olan ressam Prof. Dr. Hasan Pekmezci ve değerli eşi ressam Şükran Pekmezci, önderlik ettiği birbirinden özel yurt dışı turlarla Ankaralılara dünyayı gezdiren Abidin Lütfi Demir ve değerli eşi Aslıhan Demir, gravür ustası ve ressam Prof. Dr. Güler Akalan, Danıştay eski Tetkik Hakimi ve eski Hazine Birinci Hukuk Müşaviri Saadet Özkan, ressam Hacer Özgümüş, ressam Habip Aydoğdu ve eşi Fikriye Aydoğdu, Yetki Tuna, Sivrihisar Açıkhava Müzesi’nin ve Cinnah’ın başındaki balerin heykeli gibi birçok açık hava heykel başyapıtının mimarı kıymetli heykeltraş Metin Yurdanur ve zarif eşi Eser Yurdanur, emekli resim öğretmeni Figen Kahraman hanımefendi ile birlikte toplu ziyafet yaptık. En değerlisi ise hep birlikte edilen hem güncel hem de entelektüel sohbetlerdi. Sanattan, resimden, heykelden ve burada adı geçen ünlü sanatçılarımızın en özel eserlerinin hikâyelerinden konuştuk. Sonrasında, şu anda sanat galerisinde sergilenmekte olan eserleri inceledim tek tek. Halen Kazdağları’ndaki atölyesinde çalışmalarını sürdüren ressam Mehmet Emin Erdoğdu’nun zeytin ağacından yaptığı gravürlerine ve ‘zeytinin’ obje olarak mutlaka yer aldığı ‘hüzünlü kadın’ yağlı boya tablolarına hayran kaldım doğrusu. Ocak sonuna kadar sergi Nurol Sanat Galerisi’nde devam ediyor. Görmemek bence kayıp olur. O nedenle önerim, vakit ayırıp mutlaka bu sergiyi gezmeniz yönünde olacaktır değerli okurlar.
BİR SONRAKİ DURAK GÖKYAY VAKFI SATRANÇ MÜZESİ
Aynı zamanda çok eski bir arkadaşım olan sevgili Aylin ile bilgi ve samimiyet dolu sohbetimizi sözü fazla uzatmadan sizlerle paylaşıyorum.
Serenad Altan-Aylin Algun
* Sevgili Aylin, uzun zamandır İstanbul’da yaşayan bir Ankaralı olarak öncelikle Ankara’ya dair hissettiklerinle başlayalım sohbetimize. Burada doğup büyümüş biri olarak Ankara senin için ne ifade ediyor?
Bundan 29 yıl önce, üniversiteyi Ankara’da bitirir bitirmez yaşamını İstanbul’da kurmuş birisi olarak, kendimi halen Ankaralı hissediyorum. İç dünyamın Ankara’sı saygılı ve samimi birisi gibi; dürüst, olduğu gibi, zorlama makyajlara girmeyen, doğal... Aynı zamanda köklü dostlukların şehri benim için Ankara. Yıllarca İstanbul’da, dönemsel olarak yurt dışında yaşadım ama her zaman ilk çember insanlarım Ankaralı oldu. İstanbul’da tanışıp yetişkin yaşımda derin dostluklar kurduğum insanlar da bir şekilde Ankaralı çıktı. 40-45 yıllık, temelleri Ankara’da atılmış birçok dostum var ve hepsi ailem gibi olmuş. Tüm bu açılardan Ankara çok özel bir şehir benim için.
* Şu ana kadar yayınlanmış olan üç kitabın var. ‘Bir Güven Meselesi’, ‘Aynada Seni Gördüm’ ve en son 2022 yılında basılan ‘Aslında Öyle Değil’. Bize biraz yazar kimliğinden, romanlarını yazarken sana ilham olan duygu ve durumlardan bahseder misin?
Yazar kimliğim ‘ben yazar olmak istiyorum’ şeklinde planlı olarak oluşmuş bir durum değil aslında. Yüksek lisansım psikoloji üzerine ve yıllardır psikoloji ile kişisel gelişimi birleştiren bir alanda çalışıyorum. Bu alan hepimiz için olmazsa olmaz bir yolculuğu içeriyor, ‘öz farkındalık ve dönüşüm süreci’ olarak özetlenebilir. Ya da felsefi açıdan ‘kendini bil’ yolculuğu da denebilir. Sürekli değişen, yenilenen yaşamımızla beraber bizim de değişip evrilebilmemiz, olan karşısında tekâmül edebilmemiz ve sağlam şekilde yolumuza devam edebilmemiz hayatımızın temel taşı; bu bir lüks değil, gereklilik. Ben de kendi yolculuğumda kimi zaman travma, kimi zaman harika denilebilecek nice deneyim yaşadım. Ben de terapilere, eğitimlere gittim; kendi üzerimden insanın şifrelerini anlamaya çalıştım, halen de öyle. İnsan birçok bilinmezi içeren bir varlık, dolayısıyla ‘ben tamamen çözdüm bu hayatı ve kendimi’ gibi bir yaklaşımı da gerçekçi bulmuyorum. Bu yüzden kendi yolculuğum, yaklaşımlarım da sürekli değişti, değişiyor.
Yazarlık, bu deneyimleri aktarma aracı oldu benim için. Kitaplarım insanın kendisini tanıyıp anlayabilmesini, acılarıyla ilgili işlevsel bir bakış açısına gelebilmesini, olanın anlam kazanabilmesini ve kişinin psikolojik iyi oluşunu destekleme temelini içeriyor. Kitap yazarak bir açıdan kendimi de iyileştiriyorum, yaşadıklarım farklı kurgularla dökülüyor ve bir başkasına katkı sağlayarak benim iç dünyamda bir ‘anlam’ kazanıyor.
Ve tabii şimdi hepimiz merak içerisinde gözlerimizi ve umutlarımızı gelmekte olan 2024’e çevirmiş durumdayız. Umut, en güzel ilaçtır. Hani hep ‘zaman en iyi ilaçtır’ derler ya, ben zaman yerine umudu koyuyorum. Çünkü umut zamansızdır, süresizdir. Umudumuz var oldukça yaşama sevincimiz de varlığını sürdürür. O yüzden 2023’te her ne yaşadıysak yaşamış olalım, her ne türlü sınavlar verdiysek vermiş olalım, biz yeni yıla tüm sevgimiz, tüm umudumuz ve tüm pozitif inancımız yüreğimizde olarak girelim. Kolektif bilinç olarak bunu başarabilirsek, her türlü senaryoyu en iyiye ve güzele çevirmek mümkün. Bunu hiç aklımızdan çıkartmayalım.
YENİ YIL RİTÜELLERİ
Her geleneğin, her kültürün, yeni bir yılın gelişini kutlama şekli farklıdır. Kimimiz bir kutlamaya gerek duymazken, kimimiz de yeni bir yılın gelişini içimizi umutla doldurmak için bir vesile olarak görür ve yılın bu zamanını onurlandırmak isteriz. Bu seçeneklerden hiçbiri acayip değildir, tam tersine hepsi son derece insanidir. Ben yeni yılı hem kutlamak isteyen hem de kutlamak istemeyenler için, kadim öğretilerden bu zamana kadar gelmiş bazı yeni yılı onurlandırma ritüellerinden bahsedeceğim sizlere. Uygulayıp uygulamamak tamamen sizin özgür iradenize kalmış bir durumdur.
1-31 Aralık günü evinizi, odanızı, yaşadığınız alanı güzelce temizleyin ve iyice havalandırın.
2-Tercihinize göre doğal ve organik şekilde üretilmiş aromatik tütsülerle evinizin enerjisini de arındırın. Ben bunu yaparken en çok defne yaprağı, adaçayı ve palo santo ağacı tütsüsü kullanıyorum.
3-Yeni bir yılı karşılarken, sene boyunca evinizden bolluk ve bereketin eksik olmaması için mutfağınızda bulgur, pirinç, arpa, bakliyat, buğday gibi besinler pişirin.
4-
Türkiye gibi coğrafi anlamda olağanüstü stratejik avantajlara, insanlık tarihinin en önemli olaylarının yazıldığı bir tarihe ve kültürel mozaiğe sahip toprakları olan bir vatan ne kadimdir ne yücedir! Bu vatanın bir ferdi olmak ne büyük onur ne paha biçilmez bir nimettir! Bugünkü yazım, yazar kimliğimle bana nelerin ilham kaynağı olduğu, nasıl olduğu ve neden olduğu üzerine bir nevi deneme yazısı oldu. Ben içimden dökülenleri ve benim gibi hissedenleriniz varsa ortak yönlerimizi ortaya çıkarmayı hedefledim. Düşündükçe varız, var oldukça yazmalı, söylemeli, çizmeli, yaratımlar ortaya çıkarmalı ve birbirimizle, dolayısıyla tüm dünyayla her an iletişim ve etkileşim içinde olmalıyız. Olmalıyız ki, gelecek nesiller de bizlerden feyiz alabilsin, tarihimizi sürdürülebilir kılabilsin, biz insanlar olarak dünyamız üzerinde izler bırakalım ve bu böyle devr-i daim olsun. Tarih sonsuzdur çünkü.
FARKLILIKLARDIR BİZİ BİZ YAPAN
Yeni bir arkadaş ya da romantik partner gibi birini ilk kez tanıdığınızda, ilk önce onun kişiliğini gözlemlersiniz. Bazı kişiliklerle daha iyi anlaştığınızı ve başka türden insanlardan hoşlanmadığınızı fark edebilirsiniz. Psikolojide kişiliği anlamak, ilişkilerdeki tercihlerinizi ve sevebileceğiniz kişi türünü anlamanıza olanak sağlayabilir. İnsan kişiliğinin esnekliği ve çeşitliliği göz önüne alındığında, başka birini tanımak heyecan verici veya tam tersi bunaltıcı olabilir. Bir kişinin kişiliğinin tamamını bir gün, belki de aylar içinde ortaya çıkarmak zor olabilir. Ancak başkalarıyla sürekli ilgilenmek onların katmanlarını çözebilir ve ödüllendirici, kalıcı ilişkiler kurabilir.
İNSANLAR NEDEN BENZERSİZ KİŞİLİKLERE SAHİPTİR?
Kişilik, geniş ve büyüleyici bir psikolojik çalışma alanıdır. Araştırmacılar bu alanda ilerleme kaydederken, kişiliklerin neden önemli ölçüde değiştiğini ve yaşam boyunca nasıl değiştiğini anlamak için sürekli çalışıyorlar. Kişiliği şekillendiren faktörleri genetik, çevre, kişisel deneyimler, kültür (ve gelenekler) olarak başlıca etkenler olarak sayıyorlar. Peki bu faktörler kişilikleri nasıl etkiliyor? Gelin birlikte göz atalım.
Genetik
Aralık ayının ortasını da geçmiş olmamıza rağmen, şehr-i sevdamız hâlâ burcu burcu bahar kokmakta. Karını özledik evet, bazı geceler kış aylarında olduğumuzu ufaktan da olsa fark ediyoruz evet, ama o alıştığımız aralık’ın ayaza dönük havası yok. İklim değişikliği ve küresel ısınma bizim kentimizde de kendini fark edilir şekilde gösteriyor. Şikâyetçi miyim? Hem evet hem hayır. Hava güneşli ve kış ayları ortalamasına oranla nispeten ılıman oldukça dış mekânlarda daha bol vakit geçirebiliyor ve Ankara’mı üşümeden, rahat bir biçimde karış karış gezmeye devam edebiliyorum. Ama kentimize özgü, o sokakları ve yeşili bembeyaz kaplayan, ayrıca Ankara’mıza çok fazla yakışan karı da özlüyorum. Ne yalan söyleyeyim. Umarım kış ayları sonlanmadan alışageldiğimiz gibi karın da tadını çıkartacağımız günleri görürüz.
ANKARA’NIN BAĞLARI
Ankara’nın eski çağlarda, Frigler’den Romalılar’a kadar Ancyra (gemi çapası) olarak anıldığını, fakat bölgeye Türkler’in gelişini takiben Farsça ‘üzüm’ anlamına gelen ‘Engürü’ adını aldığını ‘Kadim Toprak Ankara’ başlıklı yazımda anlatmıştım. Üzüm asmasının Ankara ve civarı topraklarda bu denli kaliteli ve bol mahsul vermesi binlerce yıl öncesinden başlamış. Sofralık üzüm türlerinden tutun da şıra, pestil, pekmez ve şarap üretiminde kullanılan envai çeşit üzüm yetiştirilmiş Ankara bağlarında. Bir rivayet okumuştum, rivayet eski zamanlarda Ankara’dan Roma’ya şarap gittiğini söylüyordu. Çok şaşırdım ve bir o kadar da Ankara bağcılığının ne kadar önemli bir yere sahip olduğunun farkına vardım. Derken, konu ilgimi çekince Kamil Toygar ve Nimet Berkok Toygar’ın hazırladığı ‘Ankara’da Bağcılık ve Bağ Kültürü’ kitabını okudum. Ankara’daki bağcılığın üzüm kalitesi çok yüksek olan Kalecik ilçesiyle sınırlı olmadığını gördüm. Bu kitapta bağcılığın geçmişi, bugünü ve olası yarını çok güzel anlatılmış. İnanılmaz faydalı bilgiler edindim konuyla alakalı. Çankaya, Kavaklıdere, Bülbülderesi, Dikmen, Keçiören, Seyranbağları, Esat ve daha nice ilçe ve semt eskiden bağ evlerinin olduğu ve bağcılık yapılan yerlermiş. Ankaralılar yazları, bağ evlerinde geçirirmiş. Hatta şu anki isimleriyle bildiğimiz ilçelerin birçoğunun isimleri de bu bağcılık döneminde verilmiş. Günümüzde şehir merkezinin göbeğinde olan, yerleşim yeri yoğun bu ilçeler asmaların mahsul verdiği, bu mahsulün de yukarıda saydığım üzümden üretilen ürünlere dönüştüğü yerlermiş. Yıllar geçtikçe ve başkentimizin nüfusu, aldığı göçlerle arttıkça bu ilçelerdeki bağlar yok olmuş. Yerini binalar almış.
Ankara bağcılığı meraklısı olan ben, Ankara Kent Konseyi Kale Meclisi’nin öncülüğünde Ankara Kent Konseyi’nin Opera Meydanı’ndaki binasında düzenlenen ‘Ankara Bağları Belgeseli’nin galasına koşa koşa gittim. Belgesel gösterimini soluksuz izledim. Hem çok özenilmiş hem de bilgiye bilgi katan, hiç bilmeyene de aydınlatıcı, faydalı bir derleme olmuş. Ankara bağcılığının tarihinden başlayarak günümüze uzanan kronolojik anlatımıyla kentimizin gerçek bir bağ cenneti olduğunun bir kez daha farkına vardım. Kale Meclisi ve emeği geçen herkesi kutluyor ve bu belgeseli kentimize kazandırdıkları için Ankara sevdalısı bir kentli olarak teşekkürlerimi sunuyorum. Umarım bundan sonraki yıllarda kentimizin güzelliğine güzellik katacak ve hem Ankara’mıza hem de milli gelire katkı sağlayacak bağcılık kültürü yeniden eski yıllardaki verimine ulaşır. Belli mi olur, belki birkaç sene sonra tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi bizler de sevdiklerimizle yazları bağ evlerinde buluşuruz. Çok mümkün. Ben bu umudu aldım, cebime koydum.
POLATLI, GORDİON VE DUATEPE
Röportajımızı takiben merakla beklediğim Jekyll And Hyde müzikalini izleme fırsatım oldu ve tek kelimeyle muhteşem olan bu projede emeği geçen herkesi, -başta Hayko Cepkin, Öznur Serçeler ve Nermin Koçak olmak üzere- tüm yüreğimle buradan bir kez daha kutlamak istedim. Jekyll And Hyde’ı bu denli başarılı kılan unsur, ekipteki herkesin bu işi yetenekleriyle kalbini harmanlayarak yapması olmuş bence. Orkestrasından dansçısına, ışıkçısından oyuncusuna, herkes mi dahiyane iş çıkarır! Evet, aynen öyle olmuş. İzlemediyseniz ilk fırsatta izlemenizi ısrarla tavsiye ederim. Şimdi bana göre süper samimiyet ve içtenlik içeren sohbetimizi sizlerle paylaşıyorum.
Serenad Altan-Hayko Cepkin
Türkiye’deki rock müziğe ilk olarak 2005’te çıkarttığınız ‘Sakin Olmam Lazım’ ile yepyeni bir soluk getirdiniz ve 2007’de çıkarttığınız ikinci albümünüz ‘Tanışma Bitti’ ile inanılmaz bir çıkış yakaladınız. İtiraf etmeliyim ki, ben sizi bu albümünüzle tanıdım. İlk başta müzik tarzınız bana fazla ‘brutal’ geldiyse de baktım ki özellikle ‘Ölüyorum’ ve ‘Melekler’i başa alıp alıp dinliyorum, sözlerin içinde kayboluyor gidiyorum... Gün içinde şarkılar dilime dolanıyor ve adeta sesim haline geliyor. İçinizdeki çığlıkları bu kadar açıklıkla dışa vurabilmek sizin için de hem bir cesaret hem de bir o kadar risk olsa gerek. Bu riski aldınız ve kısa sürede kitlelerin kalbini fethettiniz. Brutal Rock’ı da her yaştan insana sevdirdiniz. Bu süreç sizin için nasıl ilerledi? Ne amaçlamıştınız ve “Bu amaca ulaştım” dediğiniz noktada mısınız?
Her yolculuğun kendi meşakkati elbet ki var. Bizim yaptığımız, zaten meşakkatli olan yolculuğu seçimlerimiz ve hedeflediklerimiz ile ‘ekstra zorlaştırmak’ oldu. Yolunuz, yolculuğunuz daha uzun, daha sabır isteyen bir hale bürünüyor böyle. İşte o zaman neyi ne için yaptığınızı kendinize devamlı hatırlatmanız ve sabır ile milim milim ilerlemesini bilmeniz gerekiyor. Süreç zor olabilir, ama alınan zaferler kolay kazanılan kariyerlere göre çok daha kıymetli ve keyifli.
Şan, solfej dışında ciddi iyi bir piyanist olduğunuzu biliyorum. Evinizde de sık sık piyano başına oturur musunuz ve başka enstrüman çalıyor musunuz? Şarkılarınızı hep evinizdeki stüdyoda mı yaratıp son haline getiriyorsunuz?
Piyano eğitimi ile başlamış olsam da eğitim olarak devamını getirmediğim için kendimi sadece klavyeci statüsünde görebilirim. Yoğun süreçlerde enstrümanım ile çok uzak kalıyoruz ama ara dere mola süreçleri yaratıp, kendisi ile tekrar büyük bir özlem gideriyoruz. Farklı enstrümanlar çalmak çok keyifli ama genelde hobi statüsünde. Tüm kayıtlarımı ev stüdyomda bitiririm. 90’lı yıllarda bu enteresan bir şeydi. Ama artık teknolojik olarak çok ulaşılır ve kolay bir duruma geldi.
* Sevgili Ramaray... Yoga bilimiyle 2000 yılında, sizin yoga merkezinizde tanıştım. Hayata karşı bakış açımı oldukça olumlu yönde değiştiren yoga biliminin her aşamasını sizden öğrendim. O günden bugüne yani 23 yıldır yoga yolculuğum devam ediyor. Şimdi okurlarımıza yoga biliminin felsefesini ve amacını bir usta olarak tanımlar mısınız?
Batıda yoga, genelde asana olarak bilinen fiziksel duruşlar olarak bilinir. Ancak, gerçekte yoga çok daha fazlasıdır. O, manevi uygulamaların holistik/bütüncül sistemi uygulamasıdır. Zihin, beden ve ruh arasındaki uyumu hedefler. Yoga, kendini tanıma/idrak etme ve Tanrı’yı tanıma ve idrak etme yoludur. Çeşitli teknikler, disiplinler ve felsefeler içerir ki o, kişisel değişimi kolaylaştırır, fırsat verir ve bireysel ruhun evrensel bilinçle birleşmesini sağlar. Sözcük anlamı olarak yoga; kavuşmak, birleşmek, kontak kurmaktır. Kiminle? Tanrı ile. Bu yolculukta kişi önce kendini tanımaya, kendisi ile ilişki kurmaya başlar. Sonra nihai hedef, Tanrı ile kontak kurmaktır, O’nunla birlikte yaşamaktır. Bizim burada uyguladığımız yoga bir yaşam biçimidir. Kendini, hayatı, yaradılışı tanıma eğitimidir. Dolayısıyla bir ömür boyu süren yolculuktur. Bize katılan öğrencinin isteğine ve kapasitesine göre bilgiler ona yavaş yavaş aktarılır. Oldukça kişisel bir eğitimdir.
Serenad Altan-Ramaray
Yoganın çeşitli/farklı yolları vardır:
* Raja yoga-Meditasyon ve zihinsel kontrol
* Karma yoga- Kendini düşünmeden yapılan eylem ve hizmetler
* Bhakti yoga-Adanmışlık ve aşk