Seda Karabağ

Obsesif Kompulsif Bozukluk

21 Temmuz 2020
Acaba ütünün fişini çektim mi? Duaları üç kez okumazsam kabul olmaz, Kara kedi gördüm hemen saçımı çekmeliyim, Ellerimi sürekli yıkamazsam mikrop kaparım, Kapıyı kilitledim mi? gibi cümlelere hepimizin aşinalığı vardır. Hemen herkesten sıklıkla duyarız bu cümleleri. Peki bu cümlelerin birer hastalık belirtisi olduğunu biliyor muydunuz?

Obsesif kompulsif bozukluk, obsesyon adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile, kompulsiyon adı verilen yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan bir ruhsal hastalıktır. Bireyler kontrol edemedikleri, kendilerinde stres yaratan düşünceler nedeniyle kendilerini huzursuz hissederler. Bu huzursuzluğu hemen gidermek amacıyla bazı davranışlarda bulunurlar ve bu davranışlarda kısa süreli bir rahatlama sağlarlar. Bu takıntılı düşüncelerin gelişinde akabinde uygulanan yineleyici davranışlar kişinin zamanının büyük bir çoğunu kapsamaya başlar. Bu yüzden obsesif kompulsif bozukluk insanların yaşam etkinliklerini ciddi ölçüde kısıtlayabilen, aile, meslek ve sosyal yaşamda önemli işlev kayıplarına yol açan ve bu nedenle yaşam kalitesini düşüren bir ruhsal hastalıktır.

Obsesif kompulsif bozukluk belirtilerini obsesyon ve kompulsiyon olarak iki ayrı biçimde ele alabiliriz. Mikrop bulaşmasından korkma, başkalarına zarar vermekten korkma, aşırı kuşku ve sürekli güven duyma ihtiyacı, günahkar düşünmekten korkma, sosyal açıdan kabul edilemez davranışta bulunmaktan ya da rezil olmaktan korkma, simetri, düzen ve kusursuzluk ihtiyacı en yaygın obsesyon belirtileri arasında yer almaktadır. Kilit, ocak gibi şeyleri sürekli kontrol etme, tekrar tekrar duş alma veya ellerini yıkama, belirli sıraya göre yemek yeme, belirli kelime, cümle ve duaları tekrarlama, değerli olmayan şeyleri toplama ya da biriktirme, el sıkışma ya da kapı tokmağına dokunmayı reddetme gibi davranışlarda en yaygın kompulsiyon belirtilerine örneklerdir. Obsesif kompulsif bozukluk tedavi edilmesi gereken ruhsal bir hastalıktır. Obsesif kompulsif bozukluğunda erken teşhis tedavi için çok önemlidir. İlaç tedavisi ve bilişsel davranışçı terapi birlikte uygulandığında olumlu sonuçlar alınmaktadır. Siz de takıntılı düşünce ve davranışlarınız için bir uzmandan destek alabilirsiniz.

Uzman Klinik Psikolog Seda Karabağ Tülü

Yazının Devamını Oku

Eyvah! Panik Atak Geçiriyorum

30 Haziran 2020
Günlük yaşantımız içinde birçok kişiden bende panik atak var cümlesini sıklıkla duyarız. Peki nedir bu panik atak? Herhangi bir tehlike yokken bir anda meydana gelen ve zaman zaman tekrarlanan yoğun korku ve kaygı nöbetleridir.

Çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı ve boğuluyormuş gibi olma, göğüs ağrısı, soluğun kesilmesi, bulantı ve karın ağrısı, baş dönmesi, üşüme ya da ateş basması duyumu, uyuşmalar, çıldırma, gerçekdışılık ve ölüm korkusu gibi belirtileri vardır. Ayrıca bu fizyolojik belirtiler yaşanırken, 'Kesin kalp krizi geçiriyorum, Nefes alamıyorum, Ölmek üzereyim, Aklımı kaybediyorum, Çıldırmak üzereyim.' gibi düşüncelere kapılabiliriz.

Panik bozukluğun en temel özelliği yineleyici ve ne zaman başlayacağı önceden kestirilemeyen 'beklenmedik panik atakların' görülmesidir. Panik ataklar genel olarak yoğun korku, endişe ve kötü bir şeyler olabileceği beklentisi ile oluşur ve kısa sürede en yüksek düzeye ulaşır. Panik ataklar genellikle 10-15 dakika içinde yatışmakla birlikte daha uzun sürede görülebilir. Panik atakların sıklık ve şiddeti kişiden kişiye farklılık göstermektedir.

Panik ataklar genellikle zararsız fiziksel semptomların yanlış yorumlanmasıyla oluşur. Birçok insanda zaman zaman elde ve ayakta uyuşmalar, baş dönmesi gibi fiziksel semptomlar meydana gelmektedir. Ancak bu belirtilere çok dikkat etmeyiz ve kısa süre içinde kaybolurlar. Ancak panik atağa yatkınlığı olan bireyler bu belirtileri takıntı haline getirip panik atağı tetiklerler. Örneğin bu kişiler göğüslerinde gerginlik hissettiklerinde bunu kalp krizi geçiriyorum diye yorumlarlar. Birçok insan hayatında panik atak geçirmiş veya panik bozukluk yaşıyor olabilir. Yineleyen beklenmedik panik ataklar panik bozukluğa sebep olmaktadır. Panik bozukluk, bireylerin yaşam kalitesinin düşmesine ve günlük yaşamdaki ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmesine neden olur.

Agorafobi, açık alan korkusu olarak açıklanır. Bireyler yalnız başına dışarıda bulunmaktan, toplu taşıma araçlarını kullanmaktan, kalabalık ortamlarda bulunmaktan, mağaza, sinema tiyatro gibi kapalı yerlerde bulunmaktan yoğun korku ya da kaygı duyarlar Agorafobi, çoğu zaman panik bozukluk ile birlikte ortaya çıkar. Bireyler evin yani güvenli olarak gördüklerin alanların dışında panik atak geçirmekten ve yardım alamamaktan çok büyük korku ve kaygı duyarlar. Bu yüzden panik bozukluğu olan bireyler hastaneye ulaşılabilir yakınlıkta olmak isterler veya vakitlerinin büyük bir çoğunluğunu evde geçirirler. Bu nedenle eve kapanma çok sık gözlemlenen bir durumdur.

Panik bozukluk tedavi edilmesi gereken bir psikolojik rahatsızlıktır. Çünkü bireylerin yaşam kalitesini oldukça düşüren bir durumdur. Evden çıkamama hali, bireylerin günlük yaşamlarını devam ettirememesine, sosyal aktivitenin azalmasına, seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasına neden olmaktadır. Psikoterapi ve ilaç tedavileri panik bozukluğunun tedavisinde kullanılan yöntemlerdir. Panik bozukluk ve agorafobi tedavisinde bilişsel davranışçı tedavinin etkinliğini araştıran birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucu bilişsel-davranışçı terapiler oldukça etkili bulunmuştur. Eğer siz de panik bozukluk yaşadığınızı düşünüyorsanız bir uzmandan destek alabilirsiniz. Uzman Klinik Psikolog Seda Karabağ Tülü

Yazının Devamını Oku

Anksiyete Bozukluğu

20 Haziran 2020
Kaygı vücudumuzun herhangi bir tehlikeye karşı verdiği doğal bir tepkidir. Neredeyse her gün insanlar gün içerisinde kaygılanabilecek olaylarla karşılaşırlar. Örneğin, topluluk önünde konuşma yapma, iş görüşmesine gitme, uçağa binme gibi gündelik yaşadığımız durumlarda insanlar kendilerini gergin ve kaygılı hissedebilir. Bu kaygı verici aktiviteler haricinde geleceğimiz gibi belirsiz olan konularda ise kaygılanmamız çok olağandır.

Anksiyete tanımlanması zor bir kaygı ve korku duygusudur. Günlük yaşamımızda kaygı ve korkuyu çoğu zaman birbiri yerine kullanırız. Kaygı ve korku birbiri ile ilişkili duygulardır. Ancak aralarında anlamsal olarak fark bulunmaktadır. Korku, aniden çıkan gerçek bir tehlikeye karşı vücudumuzun verdiği kaç ya da savaş tepkisidir. Kaygı ise gelecekte ortaya çıkabilecek tehlikelere karşı hem düşüncelerimiz hem de bedenimizdeki değişikliklerdir.

Anksiyete bozukluğu ise kaygı duygusunun tehlikenin var olmadığı durumlarda bile oluşması halidir. Anksiyetenin sıklığı, şiddeti ve süresi herkes için aynı olmamaktadır. Psikolojik rahatsızlıklar arasında sıkça görülen bir hastalık olan anksiyete bozukluğu son derece yorucudur ve hayat kalitesinin düşürmektedir. Anksiyete bozukluğu olan kişiler günlük hayattaki işlevlerini yerine getirmekte zorlanırlar. Çünkü  kaygıyı çok yoğun bir şekilde yaşarlar ve bunu kontrol etmekte güçlük çekerler.

Anksiyete bozukluğunun insanlar üzerinde hem fiziksel hem de duygusal etkileri bulunmaktadır. İnsanlar kendilerini kaygılı hissettikleri zaman çarpıntı, gerginlik, nefes almada güçlük, terleme, baş ağrısı, halsizlik, uykusuzluk gibi fizyolojik belirtiler yaşayabilirler. Ayrıca kendilerini sürekli huzursuz hissetme, endişeli olma, olumsuz düşünceye odaklanma, sinirli olma gibi olumsuzluklar yaşayabilirler.

Yaygın anksiyete bozukluğu, panik atak, agorafobi, toplumsal kaygı bozukluğu, travmatik stres bozukluğu, seçici konuşmazlık (mutizm), ayrılma kaygısı bozukluğu anksiyete bozuklukları arasında yer almaktadır. Bireyin kaygı bozukluğu tanısı alabilmesi için bu durumun hayatını önemli derecede etkilemesi, kişide üzüntüye sebep olması ayrıca herhangi bir ilaca bağlı olmaksızın en az altı ay boyunca görülmesi gerekmektedir.

Yazının Devamını Oku

Depresif Ruh Hali Bir Depresyon mudur?

11 Haziran 2020
Depresif ruh haliyle depresyon çokça karıştırılan bir durumdur. Kendimizi bazı günler neşesiz, karamsar ve üzgün hissedebiliriz. Bu durum birçok insanın hayatının çeşitli dönemlerinde yaşadığı olağan bir durumdur. Depresif ruh hali yaşamamız depresyon tanısı konulması için yeterli değildir. Başka deyişle patolojik özelliğe sahip değildir.

Depresyonda biz ruh salığı uzmanları özellikle çökkün duygudurum, ilgisizlik, enerji azalması, uyku ve iştah bozukluğu gibi belirtilerin var olup olmadığına dikkat ederiz. Depresyon tanısı alabilmesi için bu belirtilerin günün büyük bir çoğunluğunda yaşanıyor olması gerekir. Süre bizim için önemli bir faktördür. Majör depresyon dediğimiz depresyon türünde aynı iki haftalık süre içerisinde bu belirtiler görülmelidir. Distimide yani süregiden depresyonda bu durumların en az iki yıl boyunca görülmesi beklenir.

Depresyon bir duygudurum bozukluğu olup psikiyatrik hastalıkların en sık görülenlerindendir. Araştırmalar Türkiye'de görülme sıklığının %10 olduğunu belirtmişlerdir ve bu oran Türkiye için azımsanmayacak bir orandır. Bireylerin mesleki ve sosyal etkinliğini önemli derecede bozarak yaşam kalitelerinin azalmasına neden olmaktadır. Genellikle genç yaşlarda ortaya çıkmasına rağmen çocukluktan yaşlılığa her yaş grubunda görülebilir. İnsanlar biyopsikososyal varlıklar olduğu için depresyonun tek bir nedeni yoktur. Biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin etkileşimi ya da birleşimi sonucu ortaya çıkabilir.

Depresyonda bireyler çökkün duygudurum, umutsuzluk, çaresizlik, değersizlik gibi duyguları yoğun yaşayabilirler. Karar vermede güçlük, konsantrasyon bozukluğu, düşüncelerin çarpıtılması gibi bilişsel değişimler meydana gelir. Aynı zamanda bireylerin davranışlarında da büyük değişimler gözlemlenir. Günlük yaşamlarımızda yaptığımız işleri ihmal etme, sosyal hayatlarımızdan uzaklaşma ve iş ortamımızdaki işleri erteleme gibi durumlar oluşmaya başlar. Ayrıca uyku düzenimizde bozulmalar, iştahımızın artması ya da azalması, cinsel isteklerimizde azalma ve yorgunluk gibi fiziksel değişimler meydana gelir.

Bireye depresyon tanısını doğru koyabilmek, danışan ile terapötik uzlaşma sağlamak ve uygun tedaviyi birlikte belirlemek çok önemlidir. İntihar riski tüm depresyon tedavisinde mutlaka düzenli takip edilmesi gereken bir durumdur. Depresyon tanısı, danışandan alınacak detaylı öykü ve psikolojik testler yardımı ile konulur. Tedavisinde psikoterapi, ilaçlar ve beyin uyarıcı teknikler kullanılmaktadır. Depresyonda olan kişinin terapisi bu konuda uzman psikolog tarafından yürütülür. Terapide hastalığın belirtileri, davranış sorunları ve kişisel gelişim için destek olunmaya çalışılır.
    
Günümüzde insanlar hala psikologtan ya da psikiyatristen yardım alınmasına ön yargılı yaklaşmaktadır. Ancak ruhsal sağlığımız, fizyolojik sağlığımız kadar önemlidir. İyi bir yaşam için hem ruhsal hem de bedensel olarak kendimizi iyi hissetmemiz gerekmektedir. Eğer siz de ruhsal sağlığınızla ilgili problemler yaşıyorsanız, profesyonel destek almak sizin için en doğru karar olacaktır.

Uzman Klinik Psikolog Seda KARABAĞ TÜLÜ

Yazının Devamını Oku