Sabri Yurdakul

Koronavirüsün ruhsal hayatımıza etkisi

17 Nisan 2020
Son bir aydır tüm zamanımız korona ile geçiyor. Her an korona ile ilgili bir haber duyuyoruz. Sürekli bir hastalık korkusu yaşıyoruz. Televizyonu açıyoruz, sosyal medyaya bakıyoruz hayatımızda bir tek korona var. Sadece haber olarak da kalmıyor, yaşantımızı etkiliyor.

Dışarı çıkma yasağını önce 65 yaş üstü insanlarımız, sonra 20 yaş altı çocuklarımız en sonda da hafta sonu ile sınırlı olmak üzere hepimiz yaşadık. Yasak olmasa bile dışarı adım atmaya korkuyoruz, insanlara yaklaşamıyoruz. Marketlere gönül rahatlığı ile maskesiz giremiyoruz. Bütün bunlar ruhsal hayatımızı etkiliyor.

Hastalık belirtilerini sürekli olarak dinlediğimizde bir süre sonra bu belirtileri kendimizde yaşamaya başlıyoruz. Sık sık boğazımızın ağrıdığını, kuru öksürdüğümüzü fark ediyor ama bunlardan daha sık olarak nefes almakta güçlük çekebiliyoruz. Kendimizi sürekli olarak dinliyoruz. Dinledikçe bulduğumuz şikayetler bizde hastalık kaygısını getiriyor. Son günlerde birçok kişi nefes alamıyorum, ateşim yok, gittim test yaptırdım, hastalığım yok ama nefesim yetmiyor diyerek telaş içinde arayıp bu durumlarının ne olduğunu sordu. Şikayetlerini açıklayacak hiçbir şey olmadığı halde sürekli olarak hastalık belirtilerini kendilerinde bulan bu kişiler bir süre sonra paniğe kapılıp acillere taşınmaya başladılar. Psikolojik denen bu durum hastalarda korku ve paniğe yol açıyor. Nefes alamıyorlar. Konuşurken rahat nefes aldıkları halde, kendilerini dinlediklerinde nefes alamaz oluyorlar. Bu durum panik bozukluğu yaratıyor.

Korona korkusunun tetiklediği bir başka psikolojik sorun takıntıların artması. Bir kere elini sabunlamak yetecekken insanlar daha temiz olsun diye 3-4 kere üst üste el yıkıyorlar. Sürekli olarak hastalık kapar mıyım endişesi içinde ellerini yıkıyorlar. Banyoda geçirdikleri süre artıyor. Temiz olmadıklarına inanarak defalarca banyoda sabunlanıyorlar. Eve geldiklerinde tüm eşyalarını çıkardıkları gibi hepsini yıkamaya atıyorlar. Bütün bunlar normal seviyelerde yapıldığında çok faydalı hareketler iken aşırı miktarda yapıldığında artık temizlik hastalığı haline geliyor. Sürekli yıkamaktan ellerinde dermatit oluyor. Bu yüzden gerekli önlemler sağlığımızı korurken bu önlemlerin abartılması takıntı hastalığına dönebiliyor.

Bütün gün evde oturup bir iş yapmadıklarında uyku düzeni bozuluyor. Geceleri geç yatıp gün içinde öğlene kadar uyumaya başlıyorlar. Bu da uyku düzenini bozuyor. Sabahları erken kalkma alışkanlıklarını kaybediyorlar. Bütün gün dinlenseler de yine kendilerini yorgun ve halsiz hissedebiliyorlar. Bu yüzden sürekli evde oturmak uyku düzenini bozuyor.

Korona günlerinde evde oturmanın getirdiği bir başka sorun da aşırı kilo alma. Evde oturdukça hareketsizlikten sıkılan insanlar sürekli olarak bir şeyler atıştırmaya başlıyorlar. Hareketsizlik ile birlikte yenen kalorili yiyecekler bir süre sonra kilo almaya neden olabiliyor. Bu da insanların kendilerini ve kilolarını beğenmeyip mutsuz olmalarına yol açıyor.

Hastalık korkusu ve evde oturma ile bozulan ruhsal dengemizi koruyabilmenin en iyi yolu sürekli olarak hastalık haberlerini dinlememek, evdekilerle birlikte ortak aktiviteler yapmak, oyun oynamak, film seyretmek, evde kültür fizik hareketleri yapmak ve mümkün olduğu kadar yaşam düzenini bozmamaktır. Vaktinde yatıp vaktine kalkmak, düzenli beslenmek, hareket etmek ruhsal dengemizi korumaya yardımcı olacaktır. Bütün bunlara dikkat edersek ruhsal ve bedensel sağlığımızı koruyarak bu zorlukların üstesinden gelmemiz daha kolay olacaktır.

 

Yazının Devamını Oku

Corona korkusu ile baş etmek için yapılması gerekenler

3 Nisan 2020
Bütün dünya ile birlikte hepimiz zor günler geçiriyoruz. Bizi neyin beklediğini bilmiyor ve hastalığa yakalanır mıyım diye endişeleniyoruz.

Bütün dünya ile birlikte hepimiz zor günler geçiriyoruz. Bizi neyin beklediğini bilmiyor ve hastalığa yakalanır mıyım diye endişeleniyoruz. Evde oturmaya alışmadığımız için evde nasıl vakit geçireceğimizi bilmiyoruz. Alışveriş için markete giderken endişeleniyor, bir kere daha düşünüyoruz. Bütün bunlardan daha kötüsü ise korku dolu bekleyiş.

Corona virüsü ile ilgili yaşadığımız korkuların başında sağlık korkusu geliyor. Kendimize, sevdiklerimize hastalık bulaşacağından endişeleniyoruz. Bu endişe kimi zaman aşırı temizlik takıntılarına dönüşürken kimi insanda da korku ve panik yaratıyor. Sürekli önlem alsak bile hastalığın geleceğinden korktuğumuz için dışarı çıkmamaya, evde oyalanmaya çalışıyoruz ama gene de hastalığın bir yolla bize bulaşmasından endişe ediyoruz. Hastalığın yayıldığını öğrendikçe, ölü sayısının arttığını duydukça korku ve endişemiz giderek artıyor. Bu durumda da panikler ortaya çıkıyor sürekli olarak bana ya da yakınlarımıza bulaşır mı endişesi yaşıyoruz. Nefes alamayan insanların ölümlerini izledikçe boğularak ölmekten korkuyoruz. Bütün bunlar ruh sağlığımızı olumsuz etkiliyor. Bu korku ve panikleri atmanın yegâne yolu öncelikle gereken tedbirleri almak, tüm hijyen kurallarına dikkat etmek, çok zorunlu olmadıkça evden dışarı çıkmamak ve insanlarla temastan kaçınmak. Bunlara dikkat ettiğimiz halde yine korkular ve kaygılar yaşıyorsak sürekli olarak hastalığı takip etmekten vazgeçmek, sadece güvendiğimiz bilgi kaynaklarına başvurmak, onların dışında her kafadan bir sesin çıktığı dijital bilgi kirliliğinden uzak durmak önemli. Bunları sürekli izlediğimizde artık hastalıkla yatıp hastalıkla kalkıyoruz ki bu da bizim ruh sağlığımızı bozuyor. O yüzden mümkün olduğu kadar haberleri, videoları az izlemeli, gün içinde oyalanacak aktiviteler bulmalıyız. Evde aile bireyleri ile daha çok zaman geçirmek, kitap okumak, müzik dinlemek, oyunlar oynamak, evde hafif spor hareketleri yapmak bizi sürekli hastalığı düşünmekten kurtaracaktır. Vaktinde yatıp vaktinde kalkmalı, günlük düzenimizi götürmeliyiz. Kalorili yiyeceklerden sakınmalı ve mümkün olduğunca alkol ve sigaradan uzak durmalıyız. Sevdiklerimizi arayarak onlarla sohbet etmek, bizi kendimizi dinlemekten kurtaracaktır.

Sağlık kaygıları dışında ekonomik kaygılar da bizi endişeye sevk eden kaygılardır. Çalışamama, işimizi kaybetme, faturaları ödeyememe, kredimiz varsa onu ödeyememe kaygıları da ciddi kaygılar olarak bizi etkileyen kaygılar. Bütün bunların hepsi belirsizlikten ve geleceği görememekten kaynaklanan kaygılar. Ancak yapmamız gereken ilk iş şu dönemde sağlıklı olarak hayatta kalmak ve yapabildiğimiz kadarı ile bu dönemi en az hasarla atlatmaya çalışmak. Tüm dünyanın, ülkemizin içinden geçtiği bu dönemin biteceğini, bu kâbusun sonunun geleceğini unutmayalım. O yüzden gün içinde sürekli endişe ile durmak yerine mümkün olduğunca oyalanmalı ve bizi kaygıya düşüren düşüncelerden uzak kalmalıyız. Bu kaygılar ile bahşetmekte zorlandığımızda kaygıların giderek dozunun arttığı, panik yaşadığımız, gece uykularımızın kaçtığı ve sürekli olarak ateşimizi ölçtüğümüz, boğazım ağrıyor mu diye sık sık boğazımızı kontrol ettiğimiz durumlarda bir psikolojik destek almakta fayda var. Korkuların bizi esir almasına izin vermemeliyiz. Coronasız günler dileğiyle…

Yazının Devamını Oku

Korona paniği

16 Mart 2020
Günümüzde korona virüsünün çok tehlikeli olduğu ve insanların önlem alması gerektiği herkesin ortak kanısı... Tabii ki önlem alalım. Gerekli tüm hijyenik davranışlara uyalım. Ama...

Panik sözcüğü kır ve çobanların tanrısı Pan’ın flütü ile kırda hayvanları korkutması ile yaşanan duygu halinden gelmektedir.

Tarihte bir şehri koruyan askerlerin korku duyduklarında kaleye kaçmak yerine düşmanın üstüne doğru panik halinde gittikleri için hepsinin öldüğü rivayet edilir. Bu yüzden insanın yaşadığı panik doğru davranışları engelleyip, korkuları nedeniyle yanlışlar yapmasına neden olabilir.

Günümüzde korona virüsünün çok tehlikeli olduğu ve insanların önlem alması gerektiği herkesin ortak kanısı... Tabii ki önlem alalım. Gerekli tüm hijyenik davranışlara uyalım. Ama bunu panik haline getirmeyelim. Panik halinde olmak insanlara fayda yerine zarar verecektir. Öyle ki ülkemizde olduğu gibi marketlere koşacak belki ihtiyacı olmayan yiyecekleri depolayacak ya da insanların tüm günlerini korku ve telaşla geçirmesine neden olacaktır. Bunun getirdiği ruhsal sıkıntılar da yaşam kalitelerini düşürecektir. Bu nedenle hastalık konusunda söylenilenleri iyi dinleyelim, tüm gerekli önlemleri alalım ama bunun dışında gereksiz korkuların yaşantımızı olumsuz etkilemesine izin vermeyelim. 

Yazının Devamını Oku

Deprem korkusu ile baş etmenin yolları

30 Ocak 2020
Yurdumuzda ard arda gelişen depremlerin ardından gelen Elazığ depremi yurtta büyük bir deprem korkusu yaşattı. Bize bir şey olmaz diyen birçok insan artık deprem olursa ne yaparız diye düşünmeye başladı. Her gün televizyonda, gazetelerde izlenen görüntüler, deprem altından çıkanların anlattıkları, insanlarda deprem korkusunu günlük hayatın bir parçası haline getirdi.

İnsanın birtakım korkuları zaman içinde giderek azalabilirken deprem korkusu güncel haberlerle giderek artıyor. İnsanlar deprem olursa ne yaparım korkusu ile tedirgin bir bekleyiş içine giriyorlar. Burada unutulmaması gereken şudur: Korku geleceği engellemez. Korkuyorsak, deprem bizi uykuda yakalarsa ne yaparım diye kaygılanıyorsak bunun için gerekli önlemleri almamız gerekir. Önlem alınmayan korkular sadece korku olarak kalmaz bir gün gerçekleşirse yaşantımızı kaybettiğimiz felaketlere dönüşebilir. Bu yüzden korkuları yaşamayı engellemenin en iyi yolu zaman varken bu korkuyu aşmamızı sağlayacak önlemler almaktır. 

Uzmanlar sürekli uyarıyorlar depremden değil sağlam olmayan binalardan korkmak gerekir diye. Çürük bir binada oturduğumuzu bilerek deprem korkusunu aşmak mümkün değildir. Sadece depremin bizim başımıza gelmeyeceğini umarak yaşantımızı sürdürebiliriz. Bu da ne zaman geleceği belli olmayan felaketi bekleyerek yaşamaya dönüşür. Bizi sürekli huzursuz eder ama sonucu engellemeyebilir. 

Hepimizin yapması gereken iş Elâzığ'da ki yurttaşlarımızın yaralarını sarmak için bir an önce elimizden geleni yapmak, sonra oturduğumuz binaları içinde oturabilir hale getirmektir. Bir psikiyatrist olarak benim önerim gerçekçi korkuları gerçekçi olmayan korkulardan ayırt etmek ve gerçekçi olan korkular için önlem alınmasıdır. Gerçekçi olmayan korkular için psikiyatristlerin, psikologların alanına giren bozukluklardır. Son derece sağlam binalarda oturduğu halde ve depremde yıkılma riski olmayan yerlerde yaşadığı halde bu korku ile yaşamını engelleyen insanların korkularını atmak için tedavi gerekir. Bu tedavi ilaç ve terapilerle olur. Ancak tekrar belirtmek istediğim gibi gerçekçi korkuları önlemenin yolu tedavi değil önlem almaktır. 

Depremsiz günler dileğiyle…

Yazının Devamını Oku

Deprem korkusu ile nasıl baş edilir?

27 Ocak 2020
Deprem, ülkemizde son senelerde sürekli gündemde olan bir konu. "Deprem geldi geliyor" sözü ile insanlar sürekli alarm halinde bekliyorlar. İstanbul ve çevresini etkileyen en son yaşadığımız depremler de bu korkunun üstüne gelince ciddi anlamda pek çok insanda deprem korkusunu tetikledi.

Tabii deprem gelecek diye korkmak başka bir de depremi yaşamak çok daha başka... Hele hele deprem uykuda gelince insanların tepkileri çok daha fazla oluyor. Bu durumu yaşayan kişiler hazırlıklı olmadıkları zaman büyük bir korku yaşıyorlar. Bir daha yatmaya korkuyorlar. Gün içinde sürekli tedirgin dolaşıyor, en ufak bir şeyde irkiliyorlar. Akşamları uyusalar bile kabuslar görüyor ve sık sık deprem içeren kabuslarla uyanabiliyorlar. Bütün bunlar travma sonrası stres bozukluğunun belirtileridir.

Travma sonrası stres bozukluğu deprem, yangın, trafik kazası gibi ani ve şiddetli durumlarda ortaya çıkan bir stres bozukluğudur. En önemli özelliği kişinin yaşadıklarını üzerinden atamaması, sürekli olayı hatırlaması, çok çabuk tepkiler vermesi, çabuk sinirlenmesi korkması ve tedirgin olmasıdır.

Bu korkuyu bir türlü üstünden atamaz ve endişeli bir durumda yaşamaya başlar. Her olay yaşadıklarını hatırlatır. Sürekli olarak insanlara anlatmaya çalışır. Anlattıkça tekrar yaşar. Bu durum genel olarak bir aylık bir sürede üstünden gelinebilir. Ancak üstünden gelinemediği ve korkunun endişenin devam ettiği durumlarda kaygı bozukluklarına ve depresyona dönüşebilir. Artık kişi işini gücünü bırakıp bunu hatırlamaya başlar. Sürekli o olayı yaşamasa bile etkisini yaşamaya devam eder. İş yaşantısı, aile düzeni bozulabilir. Öğrenci ise ders çalışmakta zorlanır. Aklını derslere veremez. Konsantre olamaz.

Bütün bunlar depremi yaşamış kişilerde az ya da çok yaşanabilir. Az yaşayanlar biraz daha çabuk atlatabildiği halde yoğun yaşayanların bunu atlatması zor olabilir. Sürecin uzayıp kalıcı hale gelmesinin önüne geçilmesi gerekir. Bu yüzden korkusu, kaygısı yüksek olan kişilerin zaman geçirmeden gerek psikolojik gerekse psikiyatrik tedavi görmeleri olayın şokunu atlatmalarına ve kalıcı sorunlar yaşamamalarına faydalı olur.

Depremi yaşayan herkese geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

DEPREM ÇANTANIZ HAZIR MI?

Yazının Devamını Oku

Gençler neden depresyona giriyor?

6 Aralık 2019
Gençlik çağı depresyonun çok gözlendiği bir yaştır. Çocukluktan çıkıp, erişkinliğe adım atılan dönem olan gençlikte gerek hormonal değişiklikler gerekse zihinsel değişiklikler gençlerin ruhsal dengesini etkilemektedir. Kimlik kazanım dönemi olan, ben kimim, neyim ne yapmak istiyorum, hayatta amaçlarım nedir diye soruların sorulduğu gençlik dönemi bu yüzden yoğun karmaşanın yaşandığı dönemdir. Bu nedenle geçmiş zamanlarda gençlik döneminin bir nevi ruhsal hastalık boyutları taşıyan bir dönem olduğuna inanılmıştır.

Kararsızdır, tepkiseldir, duyguları sıklıkla değişir, arkadaş ilişkileri önemlidir. Alıngandır, kendisini çirkin hisseder, eleştirilere gelemez. Ders çalışmak istemez, bunun yerine arkadaşları ile zaman geçirmek, telefonda saatlerce sosyal medyayı takip etmek daha cazip gelir. Aile ile yaşanılan sorunlar bu durumda giderek artar. Sonuçta gençler kendilerini, yalnız ve anlaşılmamış hissederler. Bu da onların depresyona olan yatkınlığını arttırır. 

Gençlerde depresyon çok fazla görüldüğü gibi belirtileri de erişkinlerden farklıdır. Genç kızlar içine kapanıp ağlarken, genç erkekler öfkeli, saldırgan olabilmektedir. Ders çalışamadıkları için ders notları düşmekte giderek başarısız olmaktadırlar. Bu da sorunu daha çok arttırmaktadır. Gençler yardım alma isteklerini de geri çevirmekte, bir şeyleri olmadığını ifade ederek yardım almak istememektedirler. Bu da depresyonun tedavisini daha da çok güçleştirmektedir. Kısa süreli ilaç kullansalar ve bir terapi alsalar çok daha çabuk iyileşecekleri halde tedavi olmadıklarında süreç uzamakta depresyon kronikleşmektedir. Böyle olunca da yaşadıkları sıkıntıların şiddeti düşmekte süresi uzamaktadır. En kötüsü de depresyonda en çok korktuğumuz konu olan intihara kalkışmalarıdır. İyi bir tedavi ile intihar riski de ortadan kalkacaktır.

Sonuç olarak gençlerde depresyon çok görülmekle birlikte farkına varılıp tedavi edilmediğinde sonu intihara kadar giden problemler yaşanmaktadır. Bu yüzden ailelerin, öğretmenlerin, rehber öğretmenlerin iş birliği önemli olup gençlerin bu durumdan bir an önce kurtulmaları yönünde yardım almaları için yönlendirmeleri önemlidir.

Yazının Devamını Oku

Kadına şiddet toplumun suçudur

25 Kasım 2019
Kadınları şiddetten korumanın yolu, toplumun bakış açısını değiştirmekten geçer.

Kadına şiddeti tek tek bireyler işlese de temel suçlunun toplum olduğunu düşünüyorum. Şiddete karşı çıkmayan, “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” şeklindeki atasözleriyle büyüyen bireylerin kadına şiddet uygulaması şaşırtıcı değildir. Aynı şekilde evde dayak yiyerek büyüyen çocuklar yetişkin olduklarında zayıf gördükleri kadınları hedef alarak şiddet uygulamaktadır. Çocukluğunda evde şiddete tanık olan çocuklar kendileri şiddet görmeseler de şiddete yatkın yetişmekte, büyüdüklerinde kendilerine güç yetiremeyen eşlerine şiddet uygulayabilmektedir.

“Dayak cennetten çıkmadır” yaklaşımıyla aslında sadece kadınlar değil, çocuklar da şiddete maruz kalmaktadır. Bu da şiddete yatkın bir toplum yaratmaktadır. Her toplumda çocuklar ve kadınlar şiddete maruz kalabilmekle birlikte ama toplumun bakış açısı bunu onaylamadığında, şiddete tepki gösterip karşı çıkmaktadır. Öte yandan şiddeti makul bir baskı aracı gören, kadının sesini çıkarmasının aile içi düzeni bozacağını düşünen toplumlar ise şiddete katılmasalar da sessiz kalarak bir yerde suça ortak olmaktadırlar. Büyük oranda eşinden veya ailesindeki diğer erkeklerden şiddet gören kadının ekonomik zorluklar, çevre baskısı ya da çocukları nedeniyle evden ayrılamaması, ailesinin boşanıp geri gelmesini desteklememesi sonucunda kadın şiddet uygulayan eşinden uzaklaşamamakta ve şiddet görmeye devam etmektedir. 

Hiçbir şey dayağı ya da fiziksel şiddeti haklı çıkarmasa da, şiddet gören bir kadının duyduğunda insanların sordukları ilk soru ne yapmış acaba olmakta bu da şiddetin sürmesine neden olmaktadır. Kadınlarımızı şiddetten korumak istiyorsak bunun yolu toplumun bakış açısını değiştirmek, kız çocuğu olsun erkek çocuğu olsun yetiştirirken şiddetten uzak bir aile ortamında yetiştirmek ve çocuklarımızın şiddet gösteren aile bireyini model almasını engellemektir. Ancak bunu yapabildiğimiz zaman şiddet gösteren bireylerin sayısı çok daha küçük sayılarda kalabilir ve yasal önlemler ile bu da ortadan kaldırılabilir. Yoksa her gün telin ederek bu şiddeti ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır.

Yazının Devamını Oku

Zor öğrencilerle baş etmek

31 Ekim 2019
Dersi dinlemekte zorlanan, dikkatini veremeyen, arkadaşlarının dikkatini dağıtan öğrenciler öğretmenler tarafından zor öğrenciler olarak tanımlanır. Bu öğrenciler diğerlerinin aksine derste sıkılır.

Dersi dinlemekte zorlanan, dikkatini veremeyen, arkadaşlarının dikkatini dağıtan öğrenciler öğretmenler tarafından zor öğrenciler olarak tanımlanır. Bu öğrenciler diğerlerinin aksine derste sıkılır. Bazı öğrenciler dersi dinleyemedikleri gibi anlama zorluğu da çeker. En basit konuları bile zor anlar, anladıklarını da çabuk unuturlar. Bu durum gerek aileleri gerekse öğretmenleri endişelendirir.

Ders konusunda zorluğu olan öğrenciler dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü, görme ve işitme problemleri, otizmi olan öğrencilerdir. Ortak özellikleri ders dinlemekte zorlanmaları, evde ders çalışamamaları ve sınavlarda da düşük notlar almalarıdır. Birinci sınıftan itibaren bu sorunları başlar ve sınıflar yükseldikçe sorunları artar. Kimi öğrencilerin sorunları birkaç sene içinde düzelebilirken kiminin sorunu ileri yaşlara kadar devam edebilir. Bu nedenle sorunların erken yaşta tespiti önemlidir.

Öğrencilerin yaşadığı sorunların nelerden kaynaklandığının bulunması ve çözümünde okul, aile ve rehber öğretmenin iş birliği önemlidir. Öğretmenlerin rehber öğretmen ile birlikte danışarak sorunun ne olduğunu öğrenmeleri, ailelerin desteğini alarak çözüme yönelik adımlar atmaları işe yarayacaktır. Öğrencinin durumunun düzelmediği, devam ettiği durumlarda psikolojik ya da psikiyatrik bir yardımın alınması sorunun çözümüne yardımcı olacaktır. Dikkati ölçen testlerin uygulanması, öğrencilerin davranışlarının değerlendirilmesi, dikkat sorunu varsa çözülmesi onların ders dinlemesini kolaylaştıracak, sınavlarda başarılarını arttıracaktır. Zor öğrencilerin kendilerinin de sorun yaşadığını unutmamak gerekir. Onların sorunlarının çözülmesi aileleri ve öğretmenleri rahatlatacaktır. Ders dinleyemeyen öğrencilerin ders dinleyebilir olmaları ders çalışmayı sevmelerine sebep olacak ve giderek derse katılımları artacaktır. Zor öğrencilerin zorluk yaşayan öğrenciler olduğunu unutmamak gerekir. Bu zorluk çözüldüğünde onlarda zor öğrenci olmaktan çıkacaktır.

Yazının Devamını Oku