Sabri Yurdakul

Çocuklarınıza rol model olun!

6 Mayıs 2019
Anne ve babalar olarak sürekli çocuklarımızın davranışlarına müdahale ediyoruz.

Çocuklarımız bizim söylediklerimize bakmaz, yaptıklarımıza bakarlar. Bu nedenle onlara iyi bir rol model olmamız gerekir. Söylediklerimizle yaptıklarımız birbiriyle uyumlu olduğu oranda çocuklarımıza iyi bir rol model olabiliriz.
           
Anne ve babalar olarak sürekli çocuklarımızın davranışlarına müdahale ediyoruz. Sürekli olarak müdahale ettiğimizde çocuklarımız bizi dinlemiyorlar. Söylediklerimiz bir kulaklarından giriyor bir kulaklarından çıkıyor. Bu yüzden de biz daha çok karışma ihtiyacı hissediyoruz. Halbuki çocuklara çok fazla karışmak yerine daha az müdahale etsek, davranışlarımızla doğruları göstersek çocuklarımız da bunları model alacaklar. Örneğin sigara içen bir ebeveynin çocuğunun ilerde sigara içme alışkanlığı kazanma riski, sigara içmeyen bir ebeveyne göre daha fazladır. Sigara içmeyen bir anne babanın çocuğu da ilerde sigara içebilir ama bu daha küçük bir olaslıktır. Ben içiyorum sen içme demek bir işe yaramaz. Çocuklar bizi taklit eder.

Öfke ve tepkiler konusunda da böyledir. Sinirlendiği zaman çabuk tepki veren bir anne babann çocuğunun sakin olmasını beklemek çok gerçekçi bir davranış olmayacaktır. Çocuklarımız da böyle durumda çabuk öfkelenir ve büyük tepkiler verebilirler. Sonuçta gördükleri tepki modeli budur. Unutmayalım ki çocuklarımızın davranışlarında ailenin etkisi %80 dir. Hele ki ilk çocukluk çağlarında anaokuluna kadarki sürede bu %90'lara varacaktır. O nedenle çocuklarımıza iyi bir model olmak zorundayız. Düşünerek konuşmalı, düşünerek davranmalı ve kontrolü yüksek ana-babalar olmalıyız. Armut ağacının dibine elma düşmeyeceği gibi sorun yaşayan ailelerin de çocuklarında sorunları görmek beklenen bir gelişmedir.

Çocuklarımızın yanında tartışmaktan, birbirimizi kırmaktan uzak durmalı, söz ve davranışlarımızla yi bir örnek olmalıyız. Kitap okuyan, insanlara yardım eden, insanlarla güzel ilişkiler kuran, kendisini sürekli geliştirme çabasında olan anne babaların çocukları bu yönde gelişme gösterecektir. Kitap okumuyor ve kendimizi geliştirmiyorsak, spor yapmıyorsak, sigara içiyorsak çocuklarımız da bu alışkanlıkları gördüğümüzde üzülmemeliyiz. Bu sonuçta bizim eserimiz. Ancak unutulmamalıdır ki biz davranışlarımızı değiştirir, bunları düzeltirsek çocuklarımız da aynı şekilde bizi model alır ve daha doğru davranışları edinirler.

Sonuç olarak çocuklarımızı iyi yetiştirmek istiyorsak önce kendimizi iyi yetiştirmeliyiz. İyi davranış modelleri edinmeli ve bunları hayatımızda uygulamalıyız. Ancak o zaman çocuklarımız da bizim gibi davranacak ve doğru alışkanlıklara sahip olacaklardır. Bu şekilde onlara müdahale etmemize ve çok fazla karışmamıza gerek olmayacaktır. Unutmayalım en iyi anne baba çocuğuna en az müdahale etmek zorunda kalan anne babadır.  

Yazının Devamını Oku

Senin hastalığın psikolojik

22 Nisan 2019
Psikolojik bir sorunun fiziksel belirti vereceğini çoğu insan aklına getirmiyor.

Ölüm korkusu nedeniyle sokağa çıkamayan, her an bişey olacak diye korkan, sürekli doktor doktor dolaşan bir kişiye "senin hastalığın psikolojik" dendiği zaman ilk tepkisi inanmamak olacaktır. Çünkü psikolojik bir sorunun fiziksel belirti vereceğini çoğu insan aklına getirmiyor. "Ben bunu yaşıyorum, kalbim çarpıyor, nasıl psikolojik olabilir" diye tepki veriyorlar.

Psikolojik rahatsızlıklar da aynı fiziksel hastalıklarda olduğu vücut tepki verir. Kalp çarpıntısı olur, baş ağrısı olur, tüm vücut kaşınabilir hatta döküntüler olabilir, kişi bütün gün yorgunluktan yataktan kalkamayabilir. Bütün bu rahatsızlıklarda ilk yapılması gereken altında bir fiziksel hastalık olup olmadığının araştırılmasıdır.

Muayene ve tetkikler sonucunda bir hastalık bulunmadığında bu şikayetleri yaratan psikolojik bir durumun var olup olmadığı araştırılır. Bu şikayetleri başlatan herhangi bir neden bulunamadığında bu, o rahatsızlığın psikolojik olmadığı anlamına gelmez. Bazen uzun süren sıkıntılar da psikolojik sorunlara yol açar. Halk arasında birikim olarak nitelendirilen bu durum rahatsızlıkların sinsi başlamasına ve yavaş ilerlemesine neden olur.

Aslında bir hastalığın psikolojik olması kişinin hissettiklerinin aslında var olmadığı anlamına gelmez. Yaşadıklarının nedeninin psikolojik olduğu anlamına gelir. Çoğu insan bunu yanlış anladığı için "Benim durumum psikolojikmiş. Doktorlar hasta olduğuma inanmadı" diyerek tepki verebilirler. Halbuki burda kastedilen durum nedenin olduğudur. Psikolojik kalp çarpıntıları da gerçek çarpıntıdır ama bir kalp hastalığından değil psikolojik sorunlardan kaynaklanmaktadır.

Bir rahatsızlığın psikolojik olduğunun göstergeleri, fiziksel tetkiklerde ve muayenede bir şey bulunmaması, kişinin bir takım ruhsal sorunlar yaşaması, psikolojik ilaçlar dışındaki ilaçlarla düzelmemesi, düzeliyorsa da kısa sürede tekrar başlaması ve kişinin "ben iyi olmuyorum" diyerek doktor doktor dolaşmasıdır. Böyle durumlarda altta yatan bir psikolojik sorun olup olmadığının araştırılması, varsa tedavi edilmesi bu sorunu ortadan kaldıracak ve kişiyi eski sağlığına kavuşturacaktır.

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuzun kişiliğini geliştirmek için neler yapabilirsiniz?

8 Nisan 2019
Sadece ona karşı davranışlarımız değil, başka insanlara karşı davranışlarımız da çocuğumuzun davranışlarını belirler.

Tabii ki çocuğumuzun kişiliği biz bir şey yapmasak bile gelişecektir ama önemli olan onun güçlü bir bir kişiliği olmasını sağlamaktır. Çocuğumuzun kişiliği 2-3 yaşından itibaren gelişmeye başlar. Onunla olan iletişimimiz, rol model oluşumuz, ona karşı tavır ve davranışlarımız kişiliğinin şekillenmesinde önem kazanacaktır.

Çocuklarımızın kişiliği bizimle ve çevresindeki insanlarla iletişim içinde şekillenecektir. İlk 3-4 yaşı birlikte geçirdiği aile büyüklerinin tavır ve davranışları önemlidir. Kişiliğine saygı gösterir ve büyük insan gibi davranırsak çok çabuk olgunlaşır, ve her yaşta yaşıtlarından daha olgun davranır. Sorduğu sorulara hemen cevap vermek yerine birlikte araştırırsak ve araştırmayı öğretirsek meraklı ve araştırıcı bir kişiliği olur.

Özel hayatına saygı gösterirsek başka insanlara karşı saygılı olur. Sadece ona karşı davranışlarımız değil, bizim insanlara karşı davranışlarımız da çocuğumuzun davranışlarını belirler.

Örneğin insanlara karşı sabırlı ve anlayışlı davranıyorsak o da bizi taklit edecek, sakin ve anlayışlı davranışlar geliştirecektir. Çok çabuk öfke krizine kapılıyor ve ani tepkiler veriyorsak onun tepkileri de ani ve öfkeli tepkiler olacaktır. Bu yüzden çocuklarımızın kişiliğinin bizimle ve eşimizle olan ortak yaşantı ile belirleneceğini unutmamalıyız. Çocuğumuza karşı olan her davranışımızda, her sözümüzde dikkatli olmalıyız. Fiziksel ya da sözel şiddetten kaçınmalı, onu utandıracak davranışlardan uzak durmalıyız.

Sonuç olarak çocuklarımızın bizimle ve eşimizle olan iletişimleri onların kişiliğini oluşturacaktır. Olumlu kişilik özelliklerinin oluşması için söz ve davranışlarımıza dikkat etmeli ona iyi bir rol model olmalıyız. “Yedisinde neyse yetmişinde o “ sözünün belirttiği gibi kişiliğin baştan iyi oluşması önemlidir.

Yazının Devamını Oku

Çocuklar ne zaman yalnız yatmalı?

3 Nisan 2019
Çocuklar 6-7 aylık olduklarında kendi yataklarında yatmaya alıştırılmalır. Bu süre uzadığında kendi yataklarında yatmaları giderek zorlaşmaktadır. Çocukların anneyle yatmaya devam etmeleri onların kendi odalarına ve yataklarına alışmalarını zorlaştırmaktadır. Anne ile yatmaya alıştıklarında kendi başlarına yatmak istememekte , uyumak istememekte ağlamakta , ve tepki vererek anneyi çaresiz hale getirmektedir.

Bugüne kadar gördüğüm anneyle yatan en büyük çocuk 20 yaşlarında kız çocuğuydu. Anne çocukluktan itibaren yanına yatmaya alıştırmıştı. Büyüdükçe odasında yatırma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. "Sen beni sevmiyorsun , sevsen benimle yatarsın" diyerek anneye vicdan azabı yaratmıştı. Anne de bu vicdan azabı etkisiyle onu kendi yatağına yatırmamıştı. Büyüdükçe odaya sığmadıkları için babası kızının odasında yatıyor o da annesiyle birlikte yatıyordu. Artık anne çok şikayetçi olup kızını getirdiğinde ikna edip odasına yatmaya alıştırdık yoksa hala annesiyle beraber yatmak istiyordu. 

Çocukların anne ve babayla yatmasının mahsuru gerek bu şekilde yatmaya alıştıklarında anne babaya bağımlılık geliştirmeleri gerekse 4-5 yaşından sonraki cinsel gelişim döneminde kendi başlarına yatmalarının daha doğru olacağıdır. Anne babadan ayrılma süreçleri uzadıkça çocuk yalnız yatamaz hale gelir. Yaş artıp yalnız yatmalarına çalışıldıkça gece korkuları gelişmekte, yalnız yattıklarında korku duyup annenin yanına gelmektedirler.

Çocukların korku nedeniyle yanımıza geldiklerinde , yalnız yatmak istemediklerinde yapılacak en iyi iş onları yataklarına yatırmak ve uyuyana kadar yanlarında olmaktır. Gece uyanıp yanımıza geldiklerinde de üşenmeden gidip yataklarına yatırmak , yanlarında durmak sonra geri dönmek korkularını kaygılarını attığı gibi yalnız yatabilmelerine de faydalı olacaktır.

Sonuç olarak çocukların 6-7 ay içinde yataklarında yatmaya alıştırılmaları, bunu sağlamak için yatarken yanlarında durulması gereklidir. Tercihen babaların onlara yatmadan önce masal anlatması da babalarla olan ilişkilerini arttırması yönünden faydalı olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarımızın zeka kapasitesini nasıl arttırabiliriz?

18 Mart 2019
Beynimiz 7 yaşına kadar maksimum ilerleme gösteriyor ama...

Doğuştan itibaren gelişim kapasitesine sahip olan beynimiz 7 yaşına kadar maksimum ilerleme gösterir. Sonraki zamanlarda da ilerleme göstermesine karşın bu ilerleme ilk senelere göre daha yavaştır. Çocuklarımızın doğumdan itibaren zekalarını geliştirecek davranışlarda bulunursak zekaları da yaşıtlarına göre daha ilerleyecektir.

Büyük dâhilerin , başarılı sporcuların, zeka düzeyi yüksek ve belirli bir yere gelmiş insanların yaşamları incelendiğinde 10.000 saat kuralı bulunmuş. Bu kurala göre belirli bir konuda 10.000 saat gayret gösteren bir kişi zeka düzeyi ne olursa olsun o alanda çok büyük başarı yakalıyor. Örneğin Andrea Agassi kendisi ile yapılan bir mülakatta “ Babasının küçükken günde 2500 kere topa vuran bir kişinin bir hafta sonra 17.500 kere topa vurmuş olacağını bunun da bir senede 1000.000 topa denk geleceğini söylediğini" anlatır. "Benim babam matematikçe değildi ama bir senede bir milyon kere topa vuran bir tenisçiyi diğerlerinin yenmesi zordur diye bana nasihatta bulunmuştur " der.

Zekanın ne düzeyde olursa olsun geliştirilebilmesi ile ilgili en bilinen örnek polgar ailesidir. Laszlo Polgar Macar asıllı bir satranç hocasıdır. En büyük ideali evlenip dünya çapında satranç oyuncusu olacak çocuklar yetiştirmektir. Kendi gibi düşünen bir kadınla evlenir . Ülkesinin resmi makamlarından izin alır ve eğitimlerini kendi şekillendirmek üzere doğan 4 kızını da dünya satranç şampiyonu yapar. Bu zekanın ve belirli bir yönde yetenekleri geliştirme konusunda bilinen en iyi örnektir.

Çocukların spor yapması, kitap okuması, tartışması, neden niçini birlikte bulması, müzelere gitmesi, beyin geliştirici aktivitelerle zaman geçirmesi, çocukların zekasını yukarılara taşıyacaktır. İyi beslenmenin, onlara sevgi göstemenin, birlikte bir şeyler yapmanın, puzzle oynamanın her şeyin ama her şeyin onların zihinsel kapasitesini arttıracağını unutmamalıyız.

Anaokuluna erken başlamak ve arkadaşları ile sosyalleşmesi, erken yaşlarda eğitimler almasının da onun zeka gelişimini olumlu etkileyeceğini unutmayın.

Yazının Devamını Oku

Ruhsal hastalıklar tedavi edilmezse ne olur?

4 Mart 2019
Psikiyatrik hastalıklarda insanlar yaşamlarını kısıtladıklarında şikayetleri azalır ama hastalık sürer.

Ruhsal hastalıklar yaşam kalitesini düşüren hastalıklardır. Bu hastalıklar zamanında tedavi edilmelidir. Zamanında tedavi edilmeyen ruhsal hastalıkların şiddeti düşer sürekliliği uzar.

Panik bozukluk olsun, takıntılar, depresyon olsun belli başlı psikiyatrik hastalıklar ilk başladıklarında kişide huzursuzluk ve sıkıntı yaratırlar. Zamanında tedavi edildiklerinde bu hastalıklar düzelir ve yarattıkları sıkıntılar da ortadan kalkar. Ancak psikiyatrik hastalıkların diğer hastalıklardan farklı olarak tedavi edilmediklerinde kendi başlarına geçmezler ve ilerler. Örneğin panik bozukluğu olan bir kişi panik bozukluk nedeniyle sokağa çıkamaz olur, sık sık korkular nedeniyle hastahanelere başvurur, toplu taşım araçlarına binemez. Bunun hastalık olduğunu fark etmediğinde ya da hastalık olduğunu bildiği halde alışkanlık yapar düşüncesiyle ilaç kullanmadığı durumlarda kişi hastalık ile mücadele edebilmek için yaşamını kısıtlar.

Evden çıkmaz, tek başına bir yere gitmez, devamlı olarak yakınlarını yanında ister. Yaşamını kısıtlaması onun şikayetlerini azaltır ama geçirmez. Panik duruyordur sadece korkuyu azaltmıştır. Depresyonda olan bir hastada mutsuzluk, isteksizlik, yaşamdan zevk alamama, çalışamama durumunda yaşamını kısıtlar. Verimi düşer, yanlızlığı tercih eder. İnsanlardan uzaklaşır. Kendi başına mutsuz yaşamaya başlar. Bu durumda hastalık belirtileri ilerlemiş olsa bile kişi yaşamını kısıtladığı artık yaşamdan uzaklaştığı için hastalığın ilerlediğini fark etmez.

Panik ve depresyon örneğinde olduğu gibi psikiyatrik hastalıklarda insanlar yaşamlarını kısıtladıklarında şikayetleri azalır ama hastalık sürer. Hastalık akut bulgularını kaybeder.  Şiddeti azalır ancak sürekliliği artar. Panik bozuklukta olan bir kişi artık panik bozukluk nedeniyle ayrı bir yaşam yaşamaya başlar. Tek başına sokağa çıkmaz. Başka bir şehire gitmez. Çalışıyorsa işine gider ve geri gelir. Yalnız kalmamaya çalışır. Depresyondaki insanlarda aynı şekilde depresyon nedeniyle yalnız ve mutsuz bir yaşamın içinde yaşamaya başlarlar. Böyle olunca da hastalık bir yaşam şekli haline gelir. Süreklilik (Kronisite) kazanır. Artmaz ama azalmadan devam eder.

Psikiyatrik hastalıkların çok azı zaman içinde kendiliğinden geçer. Çok büyük bir kısmı kronisite kazanarak devam eder. Şiddeti düşer, sürekliliği artar ve insanlar artık hep hasta olarak yaşamlarını sürdürmeye başlarlar. Hatta bu durum nedeniyle "Ben böyle ömür boyu hasta olarak mı yaşayacağım" diyerek kaygılanırlar. Bu durumun çözümü bir an önce tedavi olmaları. Hastalık belirtilerinin değil, hastalığın çözümü yoluna gitmeleridir. Bunun içinde bir süre ilaç kullanmalarının yanında psikoterapi görmeleri onların yaşam kalitelerini arttıracak ve hastalıklarının tedavi olmasını sağlayacaktır.

Yazının Devamını Oku

Unutkanlık problemi neden yaşanır?

15 Ocak 2019
Depresyon sadece mutsuzluk olarak ortaya çıkmaz.

65 yaşın altındaki unutkanlıklar en çok psikolojik nedenlerle ortaya çıkar. 65 yaşın üstündeki unutkanlıklarda ise depresyonlar baş sırayı alır. Bu yüzden gerek 65 yaş altı gerekse 65 yaş üstü unutkanlıklarda ilk bakılması gereken durum depresyondur. 

Depresyon temel olarak mutsuzluk olarak ifade edilebilir. Kişi mutsuz, sıkıntılı ve ağlama isteği duyarken, depresif düşünceler nedeniyle kendini değersiz hissedebilir. Öz güveni azalır. Başka insanların yanında olmayı çok istemez. Yanlızlık isteği daha baskın çıkar.

Depresyon sadece mutsuzluk olarak ortaya çıkmaz. Düşünceleri dertleri üzerine yoğunlaştığı için konsantrasyon eksikliği ve unutkanlık da ortaya çıkar.  Örneğin 30 yaşında bir kişi "Daha biraz önce yediğim yemeği unuttum" der ya da ezbere bildiği arkadaşının numarasını hatırlamaz. Bir odaya girer neden girmiştim der. Bütün bunlar zihninin dertlerine yoğunlaşması ve yeni bilgilere kapanması ile olur. Sizi dinler ama aslında dinlemiyordur. Bakışları başka yerdedir, kafa sallar ama sizi anlamadığını anlarsınız. Bu yüzden depresyon unutkanlık yapan bir hastalıktır.

Kaygı bozuklukları da aynı depresyon gibi kişiyi etkiler. Kaygı bozukluklarında kişi sürekli kaygı duyduğu konuya yönelir. Örneğin panik bozukluğu varsa dışarı çıkmaktan korkar, sürekli olarak düşüp kalacağım başkaları yardımcı olamayacak diye düşünmeye başlar. Böyle olduğu zamanda dışardan gelecek bilgilere farkında olmadan kapanır.

Yoğun sınav kaygısı olan bir öğrenci son dakikada notlarına bakar ama kimi zaman notları anlamaz, kimi zaman da sınava girdiğinde tüm bildiklerinin aklında uçup gittiğini hisseder. En bildiği konular aklına gelmez. Çünkü kaygısı nedeniyle sınava yönelmiş ve tüm dikkatini ona vermiştir. Bu da beynin içinden bilgileri bulup çıkarmayı engeller.

Yaşlılıkta da özellikle 65 yaş üstünde depresyon sıklıkla demans ile karışır. Bu durumdaki depresyona yalancı demans adı verilmektedir. Çünkü demanstaki bir insan kadar unutkan olur. Demans ile temel farkı demanstaki insan eskileri hatırlayıp son öğrendiklerini unuturken depresyondaki insan yenileri hatırlamakta ama eskiyi kimi zaman unuttuğunu söylemektedir. Çünkü dikkati iç dünyasına yönelmiştir. Sıkıştırılınca hatırlar. Ancak demanstaki kişi sıkıştırılsa bile hatırlamakta zorlanır hatta hafızasındaki boşlukları farklı zamanlarda farklı şekillerde doldurduğu için anlattığı öykü farklılaşabilir. Sabah kahvaltıda yediklerini hatırlamaz. Evin eşyaları değiştiğinde panik olur. Neyi nereye koyduğunu bulamaz. Halbuki depresyondaki insanın böyle problemi yoktur. Biraz gayret edince hatırlar. 

Unutkanlık bir sonuçtur. Unutkanlığın endisi hastalık değildir. depresyona, kaygıya ve demansa bağlı olarak ortaya çıkabilir . Tedavide altında yatan nedenin ortadan kaldırılması ile düzelmektedir. Ancak bu durum depresyon ve kaygı bozukluklarında daha kolay olurken demansta çok kolay olmamaktadır. Depresyon ve kaygı bozukluğu tamamen iyi olup unutkanlık düzeldiği halde demansta ancak kötüye gitme yavaşlatılabilinmektedir. Unutulamaması gereken önemli bir konu ise genç yaşlardaki gayretlerin yaşlılıktaki demansın şiddetini yavaşlatabileceği en azından unutkanlığı biraz azaltabileceğidir. Spor yapma, kitap okuma, tartışma, bulmaca ve sudoku çözme, satranç oynama , sigara ve alkolden uzak durma her yaş için beynin fonksiyonlarını arttıracak ve yaşlılıkta doğal olarak oluşabilecek unutkanlığa da faydalı olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Psikiyatrik tedaviler ömür boyu sürer mi?

26 Kasım 2018
Psikiyatrik hastalıkların içinde danışanların en çok kaygılandığı rahatsızlık dikkat eksikliğidir. Anne babalar çocuklarında dikkat eksikliği çıkarsa uzun yıllar boyunca ilaç kullanması gerektiği konusunda kaygılanmaktadırlar.

Tıpta bir çok hastalığın tedavisi kısa sürerken psikiyatrik hastalıkların tedavilerinin uzun sürdüğüne inanılmaktadır. Halbuki şeker hastalığı, kalp hastalığı gibi hastalıklar uzun yıllar sürebilmektedir. Psikiyatride ise ömür boyu tedavi gerektiren tek hastalık şizofrenidir. Bunun dışındaki tüm hastalıklar kısa sürelerle tedavi edilmektedir. Ancak bir hastalığın iyileşmemesi ile tekrarlaması farklıdır. Psikiyatrik hastalıklar iyileşebilir ama tekrarlayabilir. Tekrarlamasın diye ömür boyu tedavileri gerekmemektedir.

Psikiyatrik hastalıkların içinde danışanların en çok kaygılandığı rahatsızlık dikkat eksikliğidir. Anne babalar çocuklarında dikkat eksikliği çıkarsa uzun yıllar boyunca ilaç kullanması gerektiği konusunda kaygılanmaktadırlar. Halbuki dikkat eksikliği 13-14 yaşlarında büyük oranda azalan çok az oranda iler ki yıllarda tedavi gerektiren bir hastalıktır.

Depresyon, birkaç ay boyunca tedavi edildikten sonra düzelen kişinin normal hayatına döndüğü bir hastalıktır. Zaman zaman tekrarlansa da her seferinde tedavi daha kolay olmaktadır. Bu nedenle depresyon tedavisinin de çok uzun süreli bir tedavi olmadığı söylenebilir.

Genelinde kaygı bozuklukları özelinde panik bozukluk da çok uzun süreler tedavi gerektirmeyen ancak ilaç tedavisinin yanında terapilerin de gerekli olduğu tedavilerdir. Böyle olduğunda tedavi kısa sürmekte ve kalıcı olmaktadır.

Takıntı bozuklukları denilen obsesif kompulsif bozukluklar ilaç tedavisi ile birlikte bilişsel terapilerin eklenmesi ile daha kısa sürede tedavi olmaktadır. Bilişsel terapilerin eklenmediği durumda ise ilaç tedavisi ile alınan sonuçlar daha uzun süre alabilmektedir.

Sigara ve alkol tedavisi ve uyuşturucu bağımlılığının tedavisi daha kısa sürmektedir. Ancak bu bağımlılıkların tedavi sonrasında takip süreci 5-6 ayı bulabilmektedir.

Yazının Devamını Oku