Prof. Dr Cem Fıçıcıoğlu

K Vitaminin Sağlımızdaki Yeri

21 Mayıs 2020
Son zamanlarda yapılan çalışmalar K vitaminine bakış açımızı oldukça genişletmiştir.

Gıdalarda bulunan K Vitamini

K Vitamin Formları

            Gıdalardaki K vitamini formu iki çeşittir:

K2 Vitamininin çeşitli rakamlar ile belirtilen MK-4, MK-6 ve MK-7 gibi birkaç altı tipi vardır.

K Vitamininin Besin Olarak Alımındaki Kısıtlılık

Takviye ile K vitamini alımının artırılması daha etkili ve pratik bir yoldur. Peki çeşitli K vitamin tiplerinin günlük tüketimindeki ideal dozlar nelerdir?

Yeni Çalışmalar, Yeni Dozajlar

İnsanlarda yapılan yeni birkaç klinik çalışma, yeterli K vitamin desteğinin kemik ve kardiyovasküler sağlık üzerine önemli derecede etkisi olduğunu göstermiştir.

Yazının Devamını Oku

Hamilelik ve COVID-19

3 Nisan 2020
Karşı karşıya olduğumuz ve dünyanın gündeminden düşmeyen Corona Virüs (CoVID-19) pandemisi hakkında neler biliyoruz? Oldukça yeni olması nedeniyle karşılaşılan her yeni vaka bize yeni bilgiler veriyor ve paylaşılan bilginin ertesi gün eskimesine neden oluyor. Henüz bilimsel tecrübemizin dünya genelinde yetersiz olduğu bu konuda özellikle yeniliklerin takibi doğru yaklaşım için oldukça önem taşıyor.

Her ne kadar, yarın bile yeni eklenecek bilgiler doğrultusunda bu önerilerin değişme potansiyeli olsa da, 28 Mart tarihli güncellenmiş Royal College of Obstetricians & Gynaecologist (RCOG) kılavuzunda bulunan Covid-19 ve gebelik üzerine güncel bilgilerin özeti şu şekilde;

Covid-19 nasıl bulaşır? Gebelikte seyri nasıldır?

Virüs bilindiği üzere genel olarak 2 şekilde bulaşmaktadır. Ya enfekte kişiyle yakın temas sonrası (2 metreden az mesafe) solunum yollarından kaynaklı virüsün başka birinin göz, ağız, burun mukozasına ulaşmasıyla ya da enfekte bir yüzeye (enfekte kişiyle tokalaşma gibi) kişinin dokunup elini ağız, göz, burun bölgelerine götürmesi yoluyla. Yapılan tahlillerde virüsün, solunum yolu sekresyonlarından, dışkıdan veya salgıların bulaştığı yüzeylerden izole edilebildiği görülmektedir.

Genel olarak hamilelerde influenza gibi solunum rahatsızlığı yaratan durumlar çok daha şiddetli seyredebildiği için hastalığı daha ağır geçirebilecekleri düşünülmektedir. Avustralya kaynaklı bir yayında özellikle gebeliğin son dönemlerinde (3 trimester) enfeksiyona yakalanılırsa ağır şekilde seyrettiği ancak erken haftalarda daha hafif geçirildiği belirtilmiştir.  28. haftadan sonra enfeksiyon olması halinde annenin alması gereken ilaçlar nedeniyle erken doğum riskinde de önemli ölçüde artış olduğu belirtilmiştir. Bu konuda da henüz yeterli veri ne yazık ki bulunmamaktadır.

Covid-19 şüphesi uyandıracak hafif bulgular var ise evde izolasyonda olmanız önemlidir. Ciddi nefes darlığı, ateş yüksekliği gibi durumlar olmadıkça sağlık kuruluşuna gelmek kendinizi korumak adına sakıncalı olabilir.

Hamilelik döneminde anne Covid-19 + ise bebeğe bulaştırır mı?

Günümüze kadar Çin tarafından sunulmuş vakaların çoğunda vertikal geçiş (anneden bebeğe anne karnındayken veya doğum esnasında) görülmediği yönünde olsa da 26 Mart tarihinde yayınlanan bir vakada fetusta SARS-COV-2 IgM pozitif saptanmıştır. Ig M plasentadan geçmemektedir. Dolayısıyla bebeğe anne karnındayken geçmiş bir enfeksiyona yine bebeğin oluşturduğu immun cevaba bağlı olarak Ig M geliştirdiği düşünülmektedir. Yani yakın zamandaki verilerin aksine anne karnında da bebeğe geçiş riski olduğu üzerinde durulmaktadır. Bu yüzden bu konuda olumlu ya da olumsuz yorum yapabilecek kadar veri henüz bulunmamaktadır.

Hamilelik döneminde rutin kontrollerime gitmeli miyim?

Yazının Devamını Oku

Myom Nedir? Myom neden oluşur?

10 Mart 2020
Halk arasında ur olarak da bilinen myomlar rahimin çeşitli yerlerini tutan kitlesel yapılardır. Bunlar iyi huylu kitlelerdir ve rahim düz kas dokusundan köken alırlar. Jinekoloji polikliniğine başvuran kadınların %20-30 kadarında görülürken menopoz sonrası görülme sıklığı geriler. Myom neden oluşur?

Neden bazı kadınlarda çok sayıda veya tedaviye rağmen tekrarlayan myomlar olurken bazılarında hiç rastlanmaz? Bu ve benzeri soruların günümüzde net bir cevabı yoktur. Ancak myomlara genellikle 30-45 yaşları arasında rastlanması, ergenlikte rastlanmaması, gebelikte büyüme, menopoz döneminde ise küçülme eğiliminde olması ve yapılan incelemelerde myomlarda estrojen reseptörleri saptanması oluşumunda estrojen hormonunun etkili olduğunu göstermektedir. 

Peki myomlar neden önemlidir, ne gibi riskler doğurur, ne gibi problemlere sebep olurlar?

Aslında birçok kadın myom bulundurmaktadır ve bundan habersiz hayatlarına devam etmektedirler. Yani myomlar çoğu zaman bir şikayete sebep olmaz ve yerlerine, boyutlarına göre çoğu zaman herhangi bir tedavi bile gerektirmezler. Çoğu kadın rutin jinekolojik muayeneleri esnasında veya başka bir nedenle ultrason, tomografi, manyetik rezonans (MR) gibi görüntüleme yöntemlerinin uygulanması ile varlığından haberdar olur. Önceden belirtildiği gibi asıl önemli nokta yerleri ve boyutlarıdır (bir veya  daha çok sayıda myom olabilir). Milimetrik boyutlarda da 30-40 cm boyutlarında da olabilirler.

Tuttukları yere göre şikayetler değişebileceği için öncelikle rahim anatomisine biraz değinelim. Rahim; düz kastan oluşan ve dolayısıyla kasılabilen, içinde bir boşluk bulunduran ve gebelik oluşması halinde içinde 3-4 kilo ve belki daha ağır bir canlıyı taşıyabilecek boyutlara ulaşabilen (normal boyutu ve şekli armuta benzer), mesane ve bağırsaklara komşuluk gösteren bir organdır. Myomlar bu organın iç boşluğunda, kas tabakasının içinde veya dış duvarından dışarıya uzanım gösterecek şekilde konumlanabilirler. İşte olası şikayetler ve seçilecek tedavi yöntemi de buna göre şekillenir.

Rahim iç boşluğunda yer alan bir myomlar (submükoz myom) kanama düzensizlikleri, uzamış ve fazla miktarda adet kanamaları ve buna bağlı olarak da kansızlığa sebebiyet verirler. Bir diğer sorun ise infertilite yani kısırlıktır. Döllenmiş yumurta olan embriyonun rahim iç duvarında tutunup büyüyeceği yerde olan bir myom gebelik oluşumuna engel olabileceği gibi, oluşan bir gebeliğin düşükle sonuçlanmasına da sebep olabilir. Rahim kası içinde yerleşen myomlar (intramural myom) ise en sık görülen myom tipleridir. Bunlar da rahim düz kaslarının etkili şekilde kasılmasına engel olup yine adet kanamalarında uzama ve miktarında artışa sebep olabilirler. Çok büyük boyutlarda olanlar gebelik durumunda bazen bebeğin gelişeceği alana bası yapıp erken doğuma sebebiyet verebilirler. Bir diğer myom tipi ise rahim dışına uzanan (subserozal myom) myomlardır. Bunlar da intramural myomlar gibi büyük boyutlara ulaşınca bazen çevre organlara bası yaparak; mesane basısında sık idrara çıkma ihtiyacına, bağırsak basısında kabızlık, devamlı gaz çıkarma ihtiyacı ve kuyruk sokumuna vuran ağrıya, vajinal basıda cinsel ilişki esnasında ağrıya sebep olabilmektedirler.

Myomların boyutu küçük ve kişide herhangi bir probleme neden olmuyorsa 6 ay aralıklarla yapılacak jinekolojik muayene ve ultrason myomun büyüme hızının takibi açısından önemli ve yeterlidir. Myom tedavisinde seçilecek yöntem medikal (ilaçlarla) veya cerrahi olabilir. Bu yöntemlerin belirlenmesinde ise yine myomların yerleşim yeri, boyutu ve sayısının yanısıra kişinin yaşı, çocuk isteği olup olmaması, sosyal durumu gibi birçok faktör rol oynamaktadır. Cerrahi yöntemlere kısaca bakacak olursak; rahim içinde olan myomlar için genellikle günümüzde vajinal yoldan ince bir kamera ile rahim içi görüntülenerek, yine çeşitli ince aletlerin yardımıyla herhangi bir kesi veya iz olmadan vajinal yoldan uygulanan histeroskopi dediğimiz yöntem tercih edilmektedir. Kas dokusu veya dış yüzeyi tutan myomlarda ise genellikle laparoskopi dediğimiz kapalı yöntem (göbek deliği altından kamera ile karın içi görüntülenirken, yaklaşık 0,5 cm’lik küçük 2-3 farklı delikten gönderilen ince aletler yardımı ile büyük bir kesi olmadan ve ameliyat sonrası normal hayata hızlı dönmeyi sağlayan bir yöntem) kullanılırken, bazı hastalarda duruma göre açık yöntem de tercih edilebilmektedir.

Rutin jinekolojik muayenelerinizi ihmal etmeyin. Sağlıklı günler dilerim.

Yazının Devamını Oku

Cildin Bariyer Fonksiyonunu Koruyan Doğal Bitkisel Öneriler

13 Şubat 2020
Cildin gençlik dönemlerinde olduğu gibi hidrate (sulu) tutabilmek için güçlü destekleyici bariyer, cildi nemli tutmak ve kırışıklık oluşumunu hızlandıran tahrişlerden kaçınmaktır. Bu bariyer fonksiyonunun kaybı normal yaşlanma, ultraviole ışınlara maruz kalma ve diğer dış faktörlerden dolayı olur. Bilim adamları 2 bitkisel kök hücre özü keşfetmişler ve bunların cildin yüzeyini koruduğunu ve yeniden inşaa ettiğini göstermişlerdir.

Cildin en dış tabakası dış çevreye karşı bariyer vazifesi görür. Yaşlandıkça cildin bu koruyuculuğu bariyer bütünlüğünü sağlamak cildi hidrate, yumuşak ve genç görünümlü olması açısından kaçınılmazdır.

Tekrarlayan güneşe fazla maruz kalma, yüksek ısı, ve aşırı temizlik bariyer fonksiyonunu bozarak çatlaklar oluşturup nemlenmeyi zorlaştırır.

Euterpe oleacea meyve özü; rezervlerindeki kök hücreler nedeniyle bu tür bitkiler kötü dış koşullardan etkilenmezler.

Örneğin, Euterpe oleacea bir meyve ağacı olup Orta ve Güney Afrika’da yüksek seviyede ultraviole radyasyona ferulic asit senteze ederek direnmiştir. Bu bitkinin özü cilt yüzeyine sürüldüğünde güneşin oluşturduğu hasarı ve inflamasyonu önleyici etki gösterir. Kronik olarak uzun süreli güneş ışığına maruz kalmak cildin bariyer fonksiyonunu çökerten ve nemlenmeyi önleyen biricik sebeptir.

Aynı zamanda bu bitki özününün cildi canlandırdığı ve yaşlanmayla oluşan enerji kaybını telafi ettiği gösterilmiştir. Böylece yenilenen cilt daha genç, canlı ve sağlıklı görünüm kazanmaktadır. Yüzeysel olarak uygulanan bu bitki özü cildin nemlenmesini bir gün içinde %51, bir ay içinde %102 düzeltmektedir.

Centella asiatica özü; Gotu kola olarak da bilinen bu bitki, yine cildimiz üzerinde koruyucu etkiye sahiptir.

Serbest radikal kovucu ve antiinflamatuar etkisi nedeniyle dış çevrenin cilt üzerindeki hasar yapıcı etkilerini azaltma kapasitesine sahiptir. Ciltdeki ince çatlakları onararak cildin koruyucu bariyer fonksiyonunu iyileştirir. Yapılan çalışmalarda yüzeysel olarak bu bitkinin uygulandığı ciltlerde, bu bitki özünün antioksidan anti inflamatuar etkileri sebebiyle dış zararlı faktörlerin olumsuz etkilerinden cildi koruduğu gösterilmiştir. Ayrıca bu çalışmalarda cildin nemlenmesinde %12 lik bir artış tespit edilmiştir. Hyaluranidaz enziminin inhibisyonuyla ciltte daha çok hyaluronik asit oluşur. Bu da cildin daha çok nemlenmesi demektir.

Özet olarak; yaşlandıkça nemin kaybolması düzgün, yumuşak, canlı, sağlıklı cildimizin kaba, pürüzlü, donuk hale dönüşmesine yol açar. İki bitkisel kök hücre özü,

Yazının Devamını Oku

Prenatal (Doğum Öncesi) Kapsamlı Bakım

21 Ocak 2020
Gebelik kadın yaşamında en keyifli bir o kadar da stresli dönemlerden biridir. Meyve ve sebze gibi bol olarak tüketilecek gıdalar yanında çiğ et, balık, pastörize olamayan sütten yapılan peynirler gibi yememesi gerekenlerde vardır.

Hekimler, anne ve fetüs ihtiyaçları olan gerekli besinleri alması için, anne adayına  sürekli kullanacağı prenatal vitaminleri önerecektir. DNA hasarı yaşlanmayı hızlandırmaktadır. Bunun ötesinde, gebe kadınların diyetle tüketecekleri esas besin kaynağını oluşturarak büyüyen fetusun yapı taşlarının oluşumuna katkı sağlayacaktır. O nedenle beslenme de çok önemlidir.

Basit vitamin ve minerallerin dışında DHA, Choline, Lutein, ve zeaxanthin gibi diğer önemli yapı maddeleri de vardır. Bunlar bebeğin göz ve beyninin sağlıklı gelişmesine yardımcı olacaklardır. Uygun gıda ve takviyeler fetal anormalliklerin ve gebeliğe bağlı hastalıkların görülme riskini azaltacaktır.

Yayınlanmış bazı makaleler, annenin gebeliği süresince ideal prenatal takviyeleri kullanmasıyla bebeğinin zihinsel kapasitesinin gelişimine  olumlu katkı  yapacağını, göstermektedir. Anneleri gebelik süresince sigara içen (çevrede içilmesi de olumsuz etkili) çocukların, anneleri sigara içmeyen çocuklara  göre 3 kat daha fazla öğrenme zorluklarıyla karşılaştıkları görülmüştür.

Çok iyi beslenen birçok kadının gebelikleri süresince gerekli besinleri aldığı düşünülse de bazı önemli besinlerin alımında eksiklik olmaktadır.

Batı Avrupa'da yapılan bir çalışmada kadınların gebe kalmadan önce önemli besin kaynaklarını yeterince tüketemedikleri ortaya çıkmıştır. Yaklaşık kadınların yarısında yetersiz folat alımı, %67’sinde yetersiz D vitamini ve yarısından fazlasında omega -3 yağ asitlerinden üretilen balık yağının yetersiz tüketimi olduğu belirlenmiştir.

Sözün kısası, çocuk doğurma yaşında olan %50'den fazla kadın optimal fetal gelişim ve sağlıklı gebelik için hazır olacak kadar yeterli besini almamakta. Yani gebeliğe tam hazır olmadan gebe kalmaktalar diyebiliriz.

Prenatal vitaminlere neden ihtiyacımız var?

Birçok besin kaynağı embriyo ve fetusun önemli organlarının gelişiminde yapı taşı olacaklardır. Örnek olarak omega-3 yağ asiti DHA ve choline normal beyin gelişiminde ihtiyaç duyulan takviyelerdir. Western tipi diyetlerde her ikisi de eksiktir.

Yazının Devamını Oku

Yumurtalık Dokusu Gençleştirme

31 Aralık 2019
Genel olarak 1 yıl boyunca düzenli ve korunmadan ilişkiye rağmen (haftada 2-3 kez) gebelik elde edilememesi, infertilite (kısırlık) olarak adlandırılır. İnfertilite dünya genelinde her geçen gün daha fazla çifti ilgilendiren bir sorun olmaktadır.

Evlenme veya çocuk planı yapma yaşının eskiye göre daha ileri olması veya ikinci evliliklerin yaygınlaşması gibi nedenlerin kuşkusuz ki bunda payı büyüktür. Çocuk sahibi olamayan birçok çift tarafından bu durum, sosyal ve psikolojik anlamda ciddi bir travma olarak tanımlanmaktadır. Kadında yaş ile birlikte doğurganlığın azalmasının temel nedeni yumurtalıkların yaşlanmasıdır. Anne karnındayken milyonlarca olan yumurta hücrelerinin sayısı, puberte döneminde 300-500 bin seviyelerine iner ve bu düşüş 35 yaşından sonra hızlanarak, menopoz döneminde yumurta hücrelerinin tamamen sonlanmasıyla son bulur. Yani kadınların doğuştan gelen yumurta rezervleri zamanla tükenince menopoz durumu izlenmektedir. Çevresel faktörler, sigara, kemoterapi, radyoterapi gibi yumurtalıklar üzerine toksik etki gösteren her etken, menopoz yaşını erkene çektiği gibi yumurta kalitesini bozarak infertiliteye de sebep olmaktadır.

Günümüzde yumurta hücrelerinde yaş ve çevresel faktörlerle artan olumsuz etkileri yavaşlatmak veya ortadan kaldırmak için çeşitli tedavi arayışları sürmektedir. Bu yazımızda, "Yumurta Gençleştirme" için kullanılan, çeşitli çalışmalarda olumlu etkileri gözlenmiş tedavilerden bahsedeceğiz.

Glutatyon Tedavisi:

Vücudumuzda, aerobik metobolizma sonrası oluşan serbest radikaller ve reaktif oksijen ürünleri gibi pro-oksidanlar ile bunlara karşı üretilen anti-oksidanlar arasında hücresel seviyede fizyolojik bir denge vardır. Bu denge tüm vücutta olduğu gibi kadın üreme sisteminde de önem taşır. Antioksidanlar aleyhine bozulan bir dengede oksidatif stres başlar ve bu da protein sentez inhibisyonu, lipid hasarı, ATP tüketimi gibi patolojik etkilere sebep olur. Polikisitk over sendromu, endometriozis, kötü oosit kalitesi, kötü embriyonel gelişim gibi birçok infertilite sebebinde oksidatif stresin rolü olduğunu ileri süren çalışmalar mevcuttur. Foliküler sıvıda da oldukça fazla bulunan antioksidanlar (glutatyon peroksidaz, glutatyon transferaz, glutatyon redüktaz vb.) yumurtalık hücrelerini oksidatif strese karşı korumaktadır.

Glutatyon tüm hücrelerimizden üretilen bir antioksidandır. Hücreler içinde bulunduğu gibi, hücreler arasına ve kan dolaşımına da büyük miktarda salınır. Pro-oksidanlara bağlanarak onların oluşturabilecekleri hasraları önler. Antioksidan etkisi ile bağışıklık sisteminin güçlenmesine, sağlıklı hücre bölünmesi ve çoğalmasına katkı sağlar. Glutatyon düzeyleri stres, çevresel toksinler, kötü beslenme, yorgunluk, uykusuzluk, çeşitli kronik rahatsızlıklar ve yaşlanma gibi sebeplerle düşmektedir.

Glutatyon seviyesini doğal yollarla artırmak için bürüksel lahanası, brokoli, karnıbahar, sarımsak, soğan gibi sülfürden zengin besinler, madalina, portakal, kivi gibi c vitamininden zengin meyveler, ıspanak, bamya, kuşkonmaz gibi bitkisel glutatyondan zengin gıdalar tüketilmesi faydalıdır. Curcumin (zerdeçalde bulunur), Silmarin (deve dikeni sütü içeriği) gibi takviye ürünler de glutatyon seviyelerini yükseltmektedir.

Oral olarak alınan glutatyon takviye ürünlerinin enzimatik reaksiyonlar ile ağızda aminoasitlerine ayrılmaları nedeniyle, istenilen düzeyde kan glutatyon seviyeleri sağlanamamaktadır. Bunun  yanı sıra, kapsül formları 250-1000 mg dozlarında düzenli şekilde kullanıldığında çeşitli doku ve hücrelerde yükselme sağladığını gösteren çalışmalar mevcuttur. Glutatyon tedavisinde istenilen seviyelere ulaşılmasını sağlamanın en etkili yolu, damar yoluyla vermektir. Serum içinde veya yavaş enjeksiyon olarak uygulanabilir. Antioksidanların kullanımının faydasını kanıtlamak için geniş kapsamlı daha çok çalışma yapılmasına ihtiyaç vardır.

Unutulmamalıdır ki sağlıklı yaşam tarzı, yeterli uyku ve egzersiz tedavide ilk uygulanması gereken yaklaşımdır.

Yazının Devamını Oku