Kaan Aydos - Tüm Köşe Yazıları - Sayfa 8

Kaan Aydos

Kuru ejakulasyon (Aspermi) nedir?

16 Aralık 2021
Erkeğin eşini gebe bırakabilmesinin birinci koşulu, çıkan meninin kadın genital sistemine ulaşabilmesidir. Bu şekilde meni sıvısı içindeki sperm hücreleri de yumurtaya erişerek döllenmeyi gerçekleştirebilecektir. Oysa bazı erkeklerde dışarı hiç meni çıkışı görülmez. Böyle durumlara aspermi demekteyiz.

Aspermi, azoospermiden farklı bir bozukluktur. Azoospermide meni sıvısı dışarı çıkar, ancak mikroskobik incelemede sperm hücresi görülmez. Buna karşın aspermi durumunda dışarı meni sıvısı da çıkmaz, yani elimizde incelenecek bir materyal yoktur. Tahlil vermeye gidildiğinde sperm toplama kabı boş kalır, dolayısıyla sperm sayımı yapılamaz.

Aspermi iki şekilde görülebilir; ya meni çıkıyormuş gibi boşalma hissedilir ya da boşalma olduğunu hissettirecek bir orgazm hali bile gerçekleşmez. Boşalma hissediliyor ama dışarı çıkan bir sıvı yoksa, sıklıkla retrograd ejakulasyon akla gelir. Yani meni penisten dışarı atılacağına, mesaneye geri kaçar. İlişki sırasında böyle bir durum gelişmişse, hemen arkasından idrar yapıldığında meninin idrara karışarak çıktığı dikkat çeker. Retrograd ejakulasyon olduğunun kesin tanısı ilişki sonrası yapılan idrar tahlilinde sperm hücrelerinin görülmesiyle konulur.

Boşalmanın hiç olmadığı olgularda ise anejakulasyon söz konusudur, yani orgazm olmaz ve kişi boşaldığını hissetmez. Bunun nedeni meni sıvısının içinden geçtiği genital kanallarda bir kasılmanın gerçekleşmemesidir. Testislerde üretilen sperm hücreleri meni sıvısı içinde taşınarak dışarı atılırlar ki buna ejakulasyon diyoruz. Meni sıvısının büyük kısmı seminal veziküller dediğimiz, mesanenin hemen arkasındaki bir bezde yapılır. Geri kalanı prostat, testis, bulbouretral bezler ve littre bezleri olarak bilinen organlarda üretilir ama bunların sağladığı hacim 1,5 mililitrenin altında kalır, yani yoklukları fark edilmeyecek kadar azdır. Bu nedenle, her iki testiste hiç sperm hücresi üretilmese bile, şayet diğer bezlerin sıvı üretimleri yeterli ise normal miktarda meninin dışarı atıldığı görülür. Oysa seminal vezikül bezinin kanalları tıkanırsa, normal sperm üretilse bile dışarı çıkan ejakulat hacmi ancak birkaç damlada kalır.

Asperminin bir nedeni testislerde gelişim bozukluğuna bağlı testosteron hormon eksikliği olabilir. Kan tahlilinden bunu kolayca anlayabiliriz. Yanı sıra testosteron eksikliğine bağlı sertleşme bozukluğu, sakal çıkışında azalma, jinekomasti dediğimiz memelerde büyüme gibi diğer bulgular da eşlik edebilir. İnmemiş testis, Klinefelter gibi birçok hastalıkta testis gelişimi bozulmuştur. Meni atılışını engelleyen bir diğer durum ise genital kanallarda enfeksiyona bağlı tıkanıklıklardır. Tüberküloz, brusella, klamidya, üreoplazma ya da parazitler bu şekilde tıkanıklıklara neden olabilir. Özellikle prostat ve seminal bezlerin birlikte tutulması böyle bir tabloya yol açabilir. Enfeksiyonun kendi olmasa bile, açığa çıkan antisperm antikorlarına bağlı immünolojik reaksiyonlar da tıkanıklık yapabilir.

Trafik kazaları ya da silahla yaralanma gibi travmalar bel kemiği üzerine isabet etmişse, sinirlerde zedelenme gelişerek ejakulasyon mekanizması da bozulabilir. Sinirlerde zedelenmenin bir diğer nedeni ise kalın bağırsak, rektum, mesane ameliyatları sırasında görülür. Çünkü ejakulasyonu gerçekleştiren sinir lifleri rektum üzerinde bir ağ yaparak mesane ve bağırsaklara doğru yelpaze şeklinde yayılır. Özellikle kanser ameliyatlarında bu organlar çıkarılırken ister istemez sinir lifleri de zedelenerek meni atılışı bozulabilir. Tümör nedeniyle lenf bezlerini çıkarmaya yönelik karın içi ameliyatlarında da aynı sorun söz konusudur.

Diyabet gibi sistemik hastalıklarda sinir sistemi sıklıkla etkilenir ve sonuçta ejakulasyon da bozulur. Bazı tansiyon ilaçları, antidepresan, anabolizan ilaçlar da sinirsel iletimi bozarak meni atılışını kesebilir. Bunlar arasında en sık karşımıza çıkanı, prostat büyümelerinde kullandığımız ve mesane çıkımını genişleterek idrar atılımını kolaylaştıran ilaçlardır. Mesane boyunu açık kaldığı için ejakulasyon sırasında meni de ileri atılacağına geri doğru mesaneye kaçarak aspermiye neden olur.

İlaç alışkanlığı, alkol bağımlılığı, kemoterapi, ışın tedavisi, genetik ya da doğuştan gelen anomaliler ya da psikolojik faktörler de aspermiye yol açan daha nadir karşılaştığımız durumladır. Prostat ile ilgili cerrahi müdahalelerde spermin mesaneye geri kaçışı sıklıkla karşılaştığımız bir sonuçtur. Mesane boynunun açık kalması nedeniyle bu kaçınılmaz olarak görülür.

Aspermi, yani meninin dışarı çıkmadığı durumlarda sempatik sinirleri uyaran bazı ilaçlar kullanılabilir. Ancak bunlar kalıcı bir çözüm getirmeyip, sadece kısa bir süreliğine sperm elde edilmesine yarar. Bu sırada cinsel ilişkiye girilmesi ile gebelik görülebileceği gibi, toplanan spermler tüp bebek işleminde de kullanılabilir. Retrograd ejakulasyonda mesaneden alınan spermlerle de tüp bebek yapılabilir. Son çare olarak testislerden TESE ameliyatı ile sperm alınması kalmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Çocuk beklentisi cinsel yaşamınızı etkilemesin

9 Aralık 2021
Çocuk sahibi olmaya niyetlenen çiftlerde can sıkıcı bir durum, sağlıklı bir cinsel yaşamın olmamasıdır. Genel popülasyona baktığımızda, erkeklerin yaklaşık üçte birinde cinsel fonksiyonlarda bir şekilde bozulmaya rastlayabiliriz. Bu oran yaşla da artmakta. Cinsel fonksiyonlar dediğimizde anlatılmak istenen hem yeterli sertleşmenin olmaması ya da sürdürülememesi hem de erken boşalmadır.

Erkekte cinsel ilişki sırasında yeterli sertleşmenin sağlanamaması kalp-damar hastalıkları, yüksek tansiyon, damar sertliği, diyabet, yüksek kolesterol, kullanılan bazı ilaçlar, obezite, yaşlanma, sigara, alkol alışkanlığı, testosteron düşüklüğü ya da sinir hasarı gibi organik nedenlerden kaynaklanabileceği gibi büyük oranda depresyon, stres gibi psikojenik bir nedene de bağlı olabilir. Şayet böyle bir neden bulunursa tedavisi yapılır ve sorun da ortadan kalkar. Ama bir de çocuk olmamasının getirdiği baskıya bağlı cinsel ilişki kalitesindeki bozulma durumu var ki, çiftlerin yaklaşık yarısında ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmakta. Cinsel sorunlar tek başına erkeğe bağlı ortaya çıkmaz, kısırlık korkusunun kadında yarattığı isteksizlik, arzuda azalma, orgazm olamama, ağrılı ilişki, vajinismus ya da depresyon ve stresin yarattığı olumsuzluklar da erkekte ilişki kalitesini bozabilir. Yani, kadından kaynaklanan sorunlar erkekte tatminkâr bir cinsel ilişkinin gerçekleşmesini önleyen başlıca neden olabilir.

Çocuğumuz olmayacak mı kuşkusu ortaya çıktığı andan itibaren erkeklerin ortalama üçte birinde, önceden normal olan seks yaşantısının da bozulduğu görülmekte. Şayet tahlilinde azoospermi çıkmışsa, bu sorun çok daha ciddi boyuta ulaşmakta. Burada temel etken erkeğin içine girdiği depresyon ve stres durumudur. Azoospermi çoğu kez testislerde çalışma bozukluğuna bağlı olup, birlikte testosteronda da düşmeyle seyreder. Bunlarda cinsel isteksizlik hormon eksikliğine bağlıdır. Klinefelter sendromu gibi genetik bozukluklarda daha sık rastlanılır. Testislerden sperm elde edilmesi için TESE ameliyatına giren erkeklerde geçici ya da kalıcı testosteron düşüklüğü gelişmesi mümkündür. Dolayısıyla bu olgularda cinsel yaşam daha fazla etkilenebilir. Oysa hormon tedavisi ile durumun düzelmesi mümkün.

Sorunun bir diğer kaynağını da zamanlı ilişkiye girme mecburiyeti oluşturmakta. Kadınlarda her ay belli günlerde yumurtlama olur ve şayet ilişki de bugüne rastlarsa gebelik gerçekleşir. Gün sayarak beklemek ise erkekte ayrı bir stres yaratır. Gerçekten de çiftlerin %20’sinde bu zorunluluğun ilişkiye girememe nedeni olduğu saptanmış. Doğallıktan çıkıp da belli günlerde ilişkiye girmenin getirdiği psikolojik baskı bir yandan erkekte cinsel arzuyu azaltırken diğer yandan sertleşme performansını da baskılamaktadır.

Çocuk yapmaya niyetlenen çiftlere çoğu kez yumurtlama günlerinde sık ilişkiye girmeleri önerilir. Spontanlıktan uzaklaşıp da zorunlu ilişki denemeleri cinsel performansı düşüren bir başka önemli faktördür. Burada ilişki artık bir zevk olmaktan çıkıp, görev haline gelmekte ve eşleri tatmin etmemekte. Tatminsizlik de zamanla seks arzusunun yitirilmesine yol açar. Oysa erkeğin ereksiyona geçmesinin temel koşulu motivasyondur, yani yeterli bir uyarım seviyesine erişmesi. Bunu sağlayacak da içten gelen arzu olup en önemli kaynağı da eşinin uyandırdığı hazdır. Dolayısıyla eşler arasındaki uyum, sağlıklı bir cinsel yaşamın temel koşulunu oluşturur.

Çoğu çiftte kısırlık korkusunun cinsel yaşantı kalitesini bozduğu gösterilmiş. Bekleme süresi uzadıkça bu sorun da büyümekte. Sorunun kendinden kaynaklandığını öğrenen erkekte yetersizlik ve kendine güvende azalma görülür. Daha önce hiçbir sorun yokken, çocuk olması için ilişkiye girildiğinde peniste yeterli sertleşmeyi sağlayacak dürtü de kaybolmakta. Oysa kısırlık nedeni erkek ve kadının her ikisine de aitse, erkekte sorumluluk baskısı azalarak ilişki isteğinin daha fazla olduğu görülmekte. Dolayısıyla eşler arasındaki anlayış ve sorunun paylaşılması sağlıklı bir cinsel yaşam için çok önemlidir. Aksi takdirde evlilik hayatı da tehlikeye girmekte ve bazen daha ileri boyutlara ulaşabilmektedir. Yine çalışmalar göstermiş ki, kadınlar bu konuda daha duyarlı olup, evlilik hayatının sürdürülmesinde esas belirleyici rol oynamakta.

Netice olarak, bir kısım kısırlık olgusunda sorun erkeğin iktidarsızlığı olmakla birlikte, kısırlık nedeniyle tedaviye geçildiğinde cinsel sorunlar sıklıkla karşımıza çıkmakta. Kısırlık korkusu yaşayan çiftlerde psikolojik yıkım ve buna bağlı cinsel soğukluk eşlerin birlikteliğinde oldukça sıkıntılı bir durum yaratabilir. Ancak bunu sorun etmemek lazım. Çoğu çift tedavi ile çocuk sahibi olabilir. Önemli olan eşlerin birlikte çabalayarak bunun üstesinden gelmeye istekli olmalarıdır. Her şeyden önce bilinçli bir tedavi başlamalı. Sorunun doğru nedeni bulunup, tedavi edilmeli. Tüp bebek çiftlerin yarısında sonuç vermekte.

Azospermi olsa bile testisten alınan spermlerle çocuk olması mümkün. Çocuk olmamasının nedeninin mutlaka erkeğe ya da kadına ait olduğunu söylemek mümkün değildir. Kadında yumurta içindeki metabolik ve genetik süreci ne yazık ki erkeğin spermi kadar detaylı inceleyemiyoruz. En kötü spermlerle bile tüp bebek yapıldığında gebelik görülmemesi belki de yumurtadaki bir bozukluğa bağlı. Ama bunu gösterecek bir test yok. Ayrıca, belki sperm ve yumurta son derece sağlıklı olabilir ama embriyonun rahim duvarında tutunmasına mani olacak bir sorun vardır ve o nedenle gebelik gelişmemiştir ve bunu da her zaman ortaya koyamıyoruz. Evlilik, iyi ve kötü günde eşlerin desteğiyle yürüyecek bir kurumdur, en büyük mutluluk ise el ele tutunup sorunları aşmak için birlikte yola devam etmektir.

 

Yazının Devamını Oku

Cinsel yaşamın önemli bir sorunu: Erken boşalma

1 Aralık 2021
Erken boşalma penisin vajen içerisine girmeden hemen önce ya da girer girmez hemen meni gelmesi yani boşalmanın istenenden daha erken gerçekleşmesi durumudur. Tıbbi anlamda ise boşalmanın 1 dakikadan daha kısa sürede gerçekleşmesi olarak tanımlanabilir. Genel popülasyonda erkeklerin üçte birinde rastlanılan bir sorundur.

Aslında bunun kesin bir tanımı yok. Bazı erkekler 5-10 dakika süren ilişkileri de erken boşalma olarak tanımlayabilirler. O nedenle erken boşalma eşlerin daha tatmin olmadan boşalmanın gerçekleşmesi olarak da tanımlanabilir.

Hem meni vajen içerisine atılamadığından kısırlığa yol açması hem de çiftlerin cinsel hayatını olumsuz etkilediği için önemli bir problem olarak ortaya çıkar. Üremeye yardımcı tekniklerle çocuk olmama problemi büyük oranda çözümlenebilse de, cinsel birleşmenin daha tatminkar olabilmesi için boşalmanın doğal olarak geciktirilmesi başka yöntemlerle tedavi edilmelidir.

Öncelikle, cinsel ilişkiye girememe nedeninin erken boşalma mı yoksa penisin yeterli sertleşmemesi mi olduğu iyi ayırt edilmelidir. Bazen daha penis sertleşmeden boşalma olur ve cinsel ilişki de gerçekleşemez. Burada peniste bir sertleşme kusuru bulunup bulunmadığı iyi araştırılmalıdır.

Genelde ilk ilişkilerde erken boşalma yaşanabilir. Bu strese bağlıdır. Zamanla erkeğin kendini kontrol edebilmeye başlamasıyla bu sorun da kendiliğinden kaybolur. Yetersiz cinsel eğitim ve bilgi eksikliği nedeniyle özellikle masturbasyon konusunda korkular ve suçluluk duyulması önemli faktördür. Yine çocukluk dönemindeki aile problemleri, kişilik ve davranış bozuklukları gibi psikolojik etkenlerin de rolü bulunabilir. Bazı olgular ise organik bir nedene dayanır. Yani penisin sinirsel uyarımında hassasiyet artmıştır. Neticede daha birkaç hareket ile meni boşalır. Bu yapısal olabileceği gibi diyabet, prostat iltihapları, idrar kanalının iltihapları gibi nedenlerden de kaynaklanabilir.

Erken boşalmanın tedavisinde eğer enfeksiyon ya da düzensiz cinsel yaşantı gibi nedenler söz konusuysa, öncelikle bunlar tedavi edilirler. Sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olmak çok önemlidir. Bunların yanı sıra ruhsal durumu düzenleyici ya da sinirsel ileti zamanını kısaltıcı ilaçlar önerilebilir. Lokal olarak penise uygulanan anestetik özellikte sprey ya da kremler de bir dereceye kadar faydalı olabilir. Olayın özelliğine göre psikiyatrik danışma da istenebilir. Ancak ilaçların önemli yan etkileri olabilir. Mutlaka doktor kontrolünde kullanılması gerekir.

Boşalma süresinin uzatılmasında cinsel ilişki sırasında erkeğin kendini kontrol etmesi temel prensiptir. Bunun için değişik manevralar tanımlanmıştır. Sıklıkla boşalmadan hemen önce bunu hissederek ilişkiye ara verilmesi, dikkatin başka tarafa dağıtılması ya da penisin sıkılarak boşalma hissinin baskılanması önerilir. İlişkiden önce mastürbasyon yapılması, kalın ya da iki kat kondom kullanılması da faydalı olabilir. Erken boşalmanın tedavi süresi içinde mutlaka eşinin de yardımı gerekir. Bazı çiftlerde sorun erkeğin erken boşalması değil, kadının orgazma geç başlamasıdır. Tedavisi de buna yönelik olmalıdır.

Bütün bu uygulamalar zaman alabilir. Haftalarca sürebilir. Sabırlı olmak ve tedavinin uzun sürebileceğine inanmak gerekir. Başarılı olunamıyorsa seks terapisi almak üzere uzmanına başvurulmalıdır.

Sonuç olarak, erken boşalmanın tedavisinde erkeğin kendini kontrol etmesi çok önemlidir. Her ilişki sırasında birkaç saniye de olsa boşalmayı geç başlatabilmeyi öğrenmek, bir müddet sonra tatminkar bir süre elde edilmesini sağlayabilir. Olaya eşinin de anlayış göstermesi ve tedavi edici yönde katkıda bulunması gerekir. İlaç kullanımı tek başına her zaman yeterli olmayabilir, bu nedenle kişinin kendi iradesini kullanması esastır.

Yazının Devamını Oku

Spermin de oksijene ihtiyacı vardır

22 Kasım 2021
Yaşamımızın temel şartı soluduğumuz havada yeterli oksijenin bulunmasıdır. Her soluk aldığımızda, akciğerlerimizden geçen kandaki kırmızı kan hücreleri oksijenle dolar. Normalde kırmızı kan hücrelerinin yaklaşık %92-96’sının oksijenle dolu olması gerekir. Buna oksijen doygunluğu ya da satürasyonu diyoruz. Şayet bu oran %90’ın altına düşerse oksijen yetersizliğinden, diğer adıyla hipoksiden bahsederiz. Oksijen yetersizliği vücudumuzda her organda hasar yaratır. Belli bir seviyeye kadar bunu tolere edebiliriz ama daha ileri giderse yaşamı tehdit eder hale gelir. Oksijen yetersizliğinin bir başka önemli sonucu ise üreme kapasitesinde yol açtığı düşmedir. O halde, oksijen desteği hangi durumlarda azalır ve bundan korunmak için ne yapabiliriz?

Damarlarımızda dolaşan kanda oksijen doygunluğunun düşmesi temelde 2 nedene dayanır; içinde bulunduğumuz ortam ve testislerle ilgili bazı hastalıklar. Deniz seviyesinden ne kadar yükseğe çıkarsak, atmosferin vücudumuza yaptığı basınç da o kadar düşer. Bunun anlamı, akciğerlerden geçen kırmızı kan hücrelerine yeterli oksijenin pompalanamamasıdır. Gerçekten de, 3 bin metreden sonra oksijen doygunluğunun %98’den %88’e düştüğü gösterilmiştir. 5 bin metrede 1 yıl yaşayan insanlarda sperm değerlerinde ciddi düşüş olduğu görülmekte. Hatta dağ sporu yapan bir grup erkekte 1 ay içerisinde sperm sayısının düştüğü, deniz seviyesine indikten sonra da sperm hareketinde bozulmanın başladığı bildirilmiştir. Yüksek seviyelerde oksijen yetersizliğine bağlı sperm tahlillerinde bozulma olacağı başka çalışmalarda da teyid edilmekte.

OKSİJEN YETERSİZLİĞİ TESTİSLERİ HANGİ MEKANİZMALARLA BOZMAKTA?

Oksijen yetersizliği değişik yollarla sperm üretimini bozar. Bunların başında, spermlerin içinde yüzdüğü seminal plazmada serbest oksijen radikalleri olarak bilinen toksik metabolitlerin artmasıdır. Oksidatif stres dediğimiz bu durum bir yandan döllenme için gerekli sperm fonksiyonlarını bozarken diğer yandan da DNA hasarını artırır. DNA hasarları erkek kısırlığı için çok önemli bir risktir. Testislerin oksijenden mahrum kalmasının bir diğer sonucu da bazı genlerin aktive olarak spermleri öldürücü proteinler üretmesidir. Araştırmalar, HIF1-alfa geninin böyle bir etkisi olduğunu göstermiştir. Başka çok sayıda gen de spermleri öldürücü ve testis dokusunun beslenmesini bozucu etkileriyle oksijen düşüklüğüne eşlik eder.

Oksijen miktarındaki düşüklüğün bir diğer olumsuz etkisi ise üreme hormonlarında görülür. Hipoksi ortamında FSH, LH, prolaktin ve testosteron hormonları bir ay içinde azalmaya başlar. Testosteron düşüklüğü daha sonra aylarca devam edebilmektedir. Hayvanlarda yapılan deneysel çalışmalarda ortamda oksijen azaldığında bunu kompanse etmek için testislerde önce testosteron üretiminin arttığı ancak olayın devam etmesi halinde Leydig hücrelerinde hasar gelişerek testosteron üretiminin yavaşladığı ortaya konmuştur.

Sperm tahlillerinde rastladığımız lökosit miktarındaki artışın bir nedeni de yetersiz oksijen desteği olabilir. Bu durum, ejakulatta mikrobik bir bulaşma bulunmamasına rağmen neden lökosit çıktığını da izah eder.

HANGİ DURUMLAR OKSİJEN YETERSİZLİĞİ YARATARAK ÜREME FONKSİYONLARINDA OLUMSUZLUKLARA YOL AÇIYOR?

Erkek kısırlığının önemli bir nedeni olan varikosel, testislere yeterli oksijen gelmesini önleyen ciddi bir sorundur. Varikoselde testislerden kirli kanı drene eden damarlar yeterli çalışmaz ve kan dolaşımı yavaşlar. Yeterli temiz kandan mahrum kalan testislerin de oksijen beslenmesi bozulur. Oksijen eksikliği sperm hücrelerinde DNA hasarına ve ölümlerine yol açar. İşte, varikoselde görülen sperm değerlerindeki bozulmanın önemli bir nedeni, yeterli oksijen desteğinin kesilmesidir.

Bronşit, amfizem, astım gibi kronik akciğer hastalıklarında da kanın oksijenlenmesi bozulur. Böyle erkeklerin beyinlerinde üreme hormonlarının yapımı azalır. Uzun süreli akciğer hastalığı bulunan erkeklerin testislerinde testosteron hormon üretiminin azaldığı ve boyutlarının küçüldüğü saptanmıştır. Uyku apnesi olarak bilinen soluk almada duraklamalar yaşayan erkeklerde de benzer şekilde kanda oksijen doygunluğunun azaldığı ve testosteron seviyesinin düştüğü bilinmekte. Bunlarda testislerin yapısı bozulmakta ve neticede sperm sayısı ve hareketi düşmektedir.

Yazının Devamını Oku

Tüp bebek başarısında spermin kaliteli olması önemlidir

12 Kasım 2021
Doğal yolla çocuk sahibi olamayan çiftler için tüp bebek büyük bir umut kaynağı olmuştur. Gerçekten de, kısırlıktan yakınan olguların yaklaşık yarısında bu yolla gebelik elde edilebilmekte. Dünyada tüp bebek çalışmaları 40 yıl önce başladı. İngiltere’de Louise Brown tüp bebek yöntemiyle dünyaya gelen ilk çocuktur. Bu başlangıç denemelerinde erkekten alınan spermler kadından toplanan yumurtanın etrafına bırakılmakta ve kendiliğinden yumurtaya girmesi beklenmekteydi. Ancak sperm sayısı çok az ise ya da yumurtanın zarlarını delip de içine giremeyecek bir zayıflığa sahipse, bu durumda ne yazık ki döllenme gerçekleşemez ve istenen sonuç da alınamaz. İşte, 1991 yılında Cornell Üniversitesi’nden Prof. Gianpiero D. Palermo, bu sıkıntıları çözüme kavuşturmak üzere tek bir sperm hücresini saç kılı kalınlığında bir iğne yardımıyla yumurta içine yerleştirerek günümüzde ICSI ya da mikroenjeksiyon olarak bilinen tekniği gerçekleştirdi. Böylelikle tüp bebekten fayda gören çiftlerin sayısı da önemli ölçüde artmış oldu. Hemen arkasından da, azoospermik erkekleri baba yapacak TESE ya da testiküler sperm eldesi tekniği ile tüp bebek tedavisi başladı.

Mikroenjeksiyon ile tüp bebek yönteminin başarısını artırmak üzere günümüzde çalışmalar halen devam etmektedir. Böylelikle çok zor olgular da bile yüz güldürücü neticeler alabilir duruma geldik. Tüp bebeğin başarısı 4 ayağa dayanır; sperm, yumurta, embriyonun yerleştirildiği rahim ve laboratuvar. Her birinin kendine göre çok özen gerektiren kuralları vardır. O nedenle de bir tüp bebek denemesi başarısız kaldığında bu 4 faktörü birlikte değerlendirmek gerekir.

Normal bir embriyonun gelişmesi ve sağlıklı doğumla sonlanması için gerekli genetik malzemenin yarısı spermden gelir. Spermin taşıdığı sadece genetik kargo değildir, döllenmeyi başlatacak sentriol, yumurtayı uyandıracak proteinler ve çok sayıda besleyici molekül parçacıkları da yine spermle gelir. Dolayısıyla tüp bebekte nasıl sperm kullanıldığı önemlidir.

Genel olarak bir sperme sağlıklı demek için şeklinin ve hareketinin normal olması beklenir. Ancak son yıllarda buna ilave olarak spermin DNA sağlığının da döllenme başarısında belirleyici olduğu anlaşıldı. Çünkü DNA hasarı yüksek sperm örnekleri kullanıldığında gerek embriyo gelişiminde gerekse gebeliğin sürdürülmesinde ciddi sorunlar ortaya çıkmakta. Gerçekten de, tekrarlayan düşük olgularında sperm DNA hasarlarına daha sık rastlıyoruz. DNA hasarının bir diğer önemi ise ileri yaş ya da yumurta kalitesi azalmış kadınlarda karşımıza çıkmakta. Çünkü spermin hasarlı DNA’sı kısmen yumurtada tamir edilir. Yumurtanın bunu onaracak kapasitesi kalmamışsa doğal olarak embriyo gelişimi de riske girer. Zaten gücü azalmış bir yumurtanın bir de mevcut enerjisini spermi tamir etmek için harcaması embriyodaki zayıflamayı artıracaktır. Dünya Sağlık Örgütü WHO da son rehberinde erkeğin rutin tetkikleri arasında sperm DNA hasarına bakılmasını önermiştir.

Bütün bu nedenlerden dolayı, tüp bebek adayı olan bir erkekte sperm hareketi ve morfolojisinin yanı sıra DNA kalitesinin de değerlendirilmesi önemlidir. Tüp bebek sırasında yumurtaya yerleştirilmek üzere tek bir sperm bile yeterli olacağı için, rutin tahlillerde sayının düşük olması bir anlam taşımaz. Ancak testisin sperm üretimi bozulmuşsa, üretilen spermlerin kalitesi de azalır. Gerçekten de, kriptozoospermi dediğimiz ve nadir sayıda sperm çıkan erkeklerde sıklıkla sperm şekillerinin bozulduğunu görüyoruz. Bunların gebelik başarısı da düşmekte. Dolayısıyla, tüp bebeğe geçmeden önce sperm kalitesini düzeltecek ön tedavilerin yapılması sağlıklı bir embriyo gelişimi ve doğum için önemlidir. Hatta ejakulatta çıkanların sayı ve kalitece yetersiz kaldığı durumlarda testisten alınacak spermlerle tüp bebeğin yapılması da önerilir.

Yazının Devamını Oku

Kısırlığa karşı bir tedbir de cep telefonlarından uzak durmaktır

6 Kasım 2021
Teknolojideki hızlı gelişmelerin beraberinde günlük yaşantımıza nasıl kolaylık getirdiği hepimizin kabul ettiği bir gerçek. Artık cep telefonu ve bilgisayar bulunmayan bir yaşam tarzını hayal edemez duruma geldik. Ancak ne yazık ki hayatımızın bir parçası haline gelen bütün bu cihazların sağlığımız üzerindeki olumsuz etkilerini gözden kaçırıyoruz. Hangi çeşit olursa olsun, elektronik devrelere sahip her araç enerji kaynağı olarak elektriği kullanır. Elektriğin bulunduğu yerde de elektromanyetik dalga var demektir. İşte, ister cep telefonu olsun ister bilgisayar, hepsinin çalışma mekanizması yaydıkları elektromanyetik dalgalara dayanır.

Elektromanyetik dalgalar foton adı verilen parçacıklardan oluşur. Aslında bunun parçacık mı yoksa dalga mı olduğu, hala fizikçilerin çözmeye çalıştıkları bir gizemdir. Her ne olursa olsun kaynağından çıkan foton, aynen bir tabancadan atılan mermi gibi etrafa yayılır. Mermi nasıl hedefini bulunca bir hasar meydana getiriyorsa, fotonlar da önünde çıkan engellere çarparak bir etkileşimde bulunur. Şayet bu engel bir canlı hücre ise, vereceği hasar da şüphesiz sağlığı tehdit edecek boyuta ulaşacaktır.

Söz konusu sperm olunca daha vahim sonuçlarla karşılaşıyoruz. Çünkü sperm hücreleri bu tür reaksiyonlardan çok daha fazla zarar görecek hassas bir yapıya sahiptir. Cep telefonumuzdan bir arama yaptığımızda sesimiz bu fotonlarla taşınır. Çevreye fırlatılan fotonlar ise sadece karşımızdaki şahsın telefonuna ulaşmakla kalmaz, aynı zamanda kaçınılmaz olarak vücudumuza da isabet eder. Testise ulaştığında bir yandan daha yeni olgunlaşmaya başlayan sperm hücrelerini hasarlarken diğer yandan da testosteron hormonu kaynağı olan Leydig hücrelerini zedeler.

Çalışmalar, uzun süre elektromanyetik dalgalara maruz kalan erkeklerde testosteron seviyesinin anlamlı ölçüde düştüğünü göstermiştir. Gerçekten de hayvanlarda yapılan gözlemler, 3 ay boyunca günde 1 saat telefona maruz kalmakla testosteronda ciddi bir azalma olacağına işaret etmekte.

Spermlerde ise membran yapılarını bozarak zararlı oksijen metabolitlerinin açığa çıkmasına yol açar. Biz bu duruma oksidatif stres diyoruz. Oksidatif stresin en önemli sonucu ise artmış DNA hasarlarıdır. Cep telefonu kullananlarda sperm DNA hasarlarında ciddi artış görüldüğü çok sayıda bilimsel makalede yer almakta. Yakın tarihli bir çalışmada günde 1 saatten fazla telefon kullananların sperm değerlerinde neredeyse yarıya yakın düşüş bildirilmiştir.

Benzer olumsuz etkiler telefonun taşındığı yerin testise uzaklığı ile de ilişkilidir. Çoğu araştırma, pantolon cebinde taşınan telefonların testislerde yaptığı ısı artışının spermlerde oksidatif hasarı artırdığını bildirmekte. Avrupa Parlamentosu Bilimsel Araştırma Grubu da son raporunda, cep telefonlarının gücünün 5G düzeyine çıkmasının üreme fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyeceği uyarısını yaptı. Cep telefonlarındaki tehlike şarja bağlanması durumunda daha da artar. Sabit elektrik gücüne geçen telefon tasarruf modundan çıkarak daha serbest enerji yayar ki bu da saçtığı elektromanyetik dalga miktarını ve neticede doku hasarını artırır.

Sadece cep telefonunun kendisi değil, bir de baz istasyonlarının etkisi söz konusu. Bir araştırmaya göre baz istasyonlarının 50 metre yakınında ikamet edenlerin genel vücut sağlıklarında ve yaşam kalitesinde bozulmaya daha sık rastlanılmakta. Yanı sıra, yaşam alanımızdaki WiFi modem cihazları ve diz üstü bilgisayarlarının benzer yolla testis fonksiyonları üzerine etkilerini de ekleyebiliriz.

Ancak hemen şunu da belirtelim, elektromanyetik dalgalar her bireyde aynı etkiyi doğurmaz. Kişinin zayıf ya da kilolu olması bile bu etkiyi değiştirebilir. Oksidatif stresin artmasında sigara içilmesi, beslenme şekli, uyku düzeni, kimyasal maddelere maruziyet gibi çok sayıda etken de ciddi katkıda bulunur. Yaptığımız bir araştırma spermlerde sigaraya bağlı DNA hasarı riskini, Nrf2 adlı gendeki doğuştan gelen değişikliklerin belirlediğini gösterdi. Yani kalıtsal yapımız da cep telefonlarının yapacağı hasar derecesi üzerinde söz sahibidir.

Netice olarak, kısırlıktan korunmanın ilk şartı mümkün olan her türlü tedbirin alınmasıdır. Bunlar arasında elektromanyetik dalgalardan korunmak da bulunur. Cep telefonlarından mümkün olduğunca uzak durmak, günlük kullanma süresini sınırlamak, yakınımızda şarja bağlamamak gibi temel önlemleri göz ardı etmemeliyiz. Eğer varsa WiFi kaynağını geceleri kapatmamız, hatta bilgisayar ve telefonları yattığımız odanın dışında tutmamız alışkanlıklarımızda kolaylıkla yapılabilecek düzenlemelerdir.

Yazının Devamını Oku

Sperm hücresini tanıyor muyuz?

29 Ekim 2021
Çocuk olup olmadığı tartışılırken sürekli sperm hücresinden bahsediyoruz. Çünkü çocuk olması için spermin gerekli olduğu artık bilinen bir gerçek. Tahlillerde spermin hareketinden, şeklinden sayısında bahsediyoruz ama acaba normal bir sperm hücresinin neye benzediğini gözünüzde canlandırabiliyor musunuz?

Tek bir sperm hücresinin gerçek adı spermatozoon’dur. Yaklaşık 50-70 mikron uzunluğunda, kuyruklu bir hücre olup, tırnağımızın neredeyse 200’de biri kadar diyebiliriz. En ucunda küçük bir baş kısmı bulunur, geri kalan kısmı kuyruktur. Baş ve kuyruğun birleştiği yere ise boyun diyoruz. Şimdi tüm detaylarıyla tanıdığımız spermlerimizin bu şekilde olduğu ancak 17. yüzyıl içinde, mikroskobun keşfedilmesiyle anlaşılabildi. O zamana kadar insanın kadında yumurtadan geliştiği, meni sıvısının ise onu sadece uyardığı düşünülüyordu.

Hollandalı bir kumaş ustası olan Antoni Leeuwenhoek insan menisini ilk kez mikroskop altında inceleyerek sperm hücrelerinİ gören kişi olarak tarihe geçmiştir. Aslında Leeuwenhoek önceleri kumaşların dokusunu incelemek için mikroskobu kullanırken, daha sonra şekerin neden tatlı, biberin neden acı olduğu şeklinde aklına takılan sorulara cevap ararken de bundan faydalandı. İşte bu gözlemleri sırasında onbinlerce hayvancığın bir su damlasında yüzmesi olarak tarif ettiği bakterileri de ilk o keşfetmiş oluyordu.

Bilime olan hevesinin yönlendirmesiyle de nihayet 1677 yılında insan menisini mikroskop altına koydu ve çok sayıda canlı hayvancığın yüzdüğünü kayda geçti. Bundan böyle insanın yumurtadan ürediği görüşü yerini, erkeğin menisinden gelen hayvancıkların kadın yumurtası ile beslenerek çocuğa dönüştüğü görüşüne bırakacaktı. Zorlu bir kabul sürecinden sonra Leeuwenhoek’un menide bulduğu hayvancıkları gösteren ilk çizimleri 1678 yılında Philosophical Transactions dergisinde yayınlanmıştır. Bundan 16 yıl sonra Alman Hartsoeker ise daha ileri giderek bir sperm hücresinin kafasında tam olarak gelişmiş ve kıvrık biçimde küçük bir adamın ya da homongolos’un bulunduğunu ileri sürmüştür. Tabii ki bu çok ciddiye alınmadı ama o günlerde spermin fonksiyonlarını anlamak için ne kadar uğraşıldığını göstermesi bakımından önemlidir.

Aradan geçen 300 yılı aşkın sürede artık sperm hücresinin neye benzediği ve içinde nelerin bulunduğunu hiç şüphe götürmeyecek şekilde tüm detaylarıyla bilir duruma geldik. Spermin başında bir çekirdeği vardır. Spermin yumurtaya taşıdığı asıl kargo da işte bu çekirdekte bulunan 23 adet kromozomdur. Spermden gelen 23 kromozomun yumurtadaki 23 kromozomla birleşmesiyle de embriyo oluşarak çocuk dünyaya gelir. Spermin yumurtaya taşıdığı sadece genetik malzeme olmayıp, yumurtanın uyanması ve döllenmenin gerçekleşmesi için gerekli çok sayıda molekül paketini de içinde barındırır. Bunlar arasında en önemlisi sentriol olup, yumurtanın bölünerek çocuğun bedenini oluşturmak üzere milyonlarca hücrenin oluşmasına öncülük eder. Fötusun rahime tutunmasını sağlayan plasenta da yine spermden gelen genetik malzemelerin katkısıyla oluşur. Dolayısıyla düşükle sonlanan gebeliklerde sperm yönünde de bir aksaklık olabilir.

Sperm başının en önünde, bir şapka gibi yerleşmiş akrozom kesesi bulunur. Yumurtaya yaklaştığında akrozom kesesi açılır ve içinden çıkan enzimlerle önündeki zarları eriterek spermin yumurtaya girmesini sağlar. Akrozom bozukluklarının kısırlık etyolojisinde önemli bir yeri vardır. Kuyruk sadece spermi yumurtaya yönlendiren bir parça olmayıp, etrafını çevreleyen zar yapısında bulunan moleküllerin, döllenmede önemli rolü olduğu da gösterilmiştir.

İşte, varlığımızın kaynağı olan sperm hücresinin hikayesi kısaca bu. Onu ne kadar iyi korur ve beslersek, o da sağlıklı yavrular dünyaya getirmemizde bize o derece yardımcı olacaktır. Bunun ilk şartı da sağlıklı ve düzenli bir yaşam tarzımızın olması. Bu konuda diğer yazılarımızda çok kez değindik. Ne var ki bazen bunlar yeterli olmuyor ve yardımcı üreme tekniklerine mecbur kalıyoruz. En son umudumuz ise kök hücreden gelecek olumlu haberler.

 

Yazının Devamını Oku

Kısırlık için kök hücre tedavileri hangi aşamada?

21 Ekim 2021
Azoospermi, yani tahlillerde ölü ya da canlı hiç olgun sperm hücresi görülmemesi çocuk sahibi olamayan çiftler için oldukça endişe veren bir neticedir. Oysa bunların bir kısmı tedavi ile sperm çıkışına kavuşabilir, hatta doğal yolla bile gebelik sağlayabilirler. Ancak yine de bir kısım çiftte ne yazık ki olgun sperm elde edemiyoruz. İşte bu aşamada akla ilk gelen çözüm kök hücre olmakta. İyi de, günümüzde kök hücre ile çocuk olması mümkün mü?

Hemen belirtelim, henüz kök hücrenin insanlarda kullanılması söz konusu değil. Ama üzerinde çok sayıda araştırma yapılmakta, bir çözüm üretebilmek için yoğun uğraşlar verilmekte. Önce kök hücrenin ne olduğuna bakalım. Kök hücre dediğimiz, uygun ortam bulduğu zaman vücudumuzdaki herhangi bir organı oluşturmak üzere kendi kendine çoğalabilen hücre anlaşılır. Bu sayede yaralanmış, hasar görmüş dokularımız kendilerini onarabilir, hasta organlar iyileşebilir. Testiste de sperm yapmak üzere spermatogonium dediğimiz kök hücreler bulunur. Bunlar sürekli çoğalarak kendi kendilerini yeniler ve arkasından olgun spermleri yapmak üzere farklılaşırlar.

Kısırlık tedavisinde kök hücre kullanımı konusunda 3 tedavi alternatifi üzerinde çalışılmakta. Bunlardan biri, testisin içindeki kendi kök hücrelerinin alınıp dondurularak saklanması ve ileride çocuk sahibi olmak istediklerinde yeniden testise yerleştirilmesi. Özellikle ergenlik öncesinde kanser ya da başka nedenlerle kemoterapi veya ışın tedavisi alacak çocuklarda bu uygulama çok faydalı olacaktır. Çünkü kemoterapi ve ışın tedavisi testisteki hücreleri öldürerek, olguların beşte birinde kalıcı azoospermi yapar. İşte bunlarda tedavi öncesi sağlıklı kök hücreler alınıp saklanırsa, erişkin yaşa gelip çocuk sahibi olmak istediklerinde kullanılabilir.

Klinefelter hastalarında da yıllar içerisinde testis dokusu daha fazla hasarlanmadan erken yaşlarda bu şekilde kök hücrelerin saklanması önerilmekte. Benzer şekilde, Sertoli cell only sendromu için de testisin kendi kök hücrelerinin çoğaltılarak yeniden testise verilmesi iyi bir alternatif olabilir. Hatta Y-mikrodelesyonu gibi gen bozukluklarında kök hücreler alınarak bozuk olan geni değiştirilip tekrar testise verilirse, sağlıklı sperm üretimi de başarılabilir. Ancak henüz bu yöntem insanda uygulanmaya başlamadı. Ama yapılan bilimsel çalışmalar oldukça umut vermekte.

Bir diğer kök hücre tedavisi ise vücuttaki başka kök hücre kaynaklarının sperm gibi kullanılması olmuştur. Örneğin kemik iliği, yağ dokusu ya da bağ dokusuna ait bazı hücreler erişkin erkeklerde birer kök hücre kaynağı olarak görev yaparlar. Bu sayede nerede hasarlı bir doku varsa hızla oraya gitmeleriyle eksilen yerin onarılması da mümkün olabilmekte. Kısırlık tedavisinde ise bu kök hücrelerin laboratuvarda sperm yönünde geliştirilmesi amaçlanır. Bazı kritik işlemleri takiben oluşan olgun spermler daha sonra dişinin yumurtası ile birleştirilerek tüp bebekte kullanılabilir. Gerçekten de hayvan çalışmalarında çok sayıda sağlıklı yavrunun dünyaya geldiğini gördük. Ancak burada en büyük sorun, çocukta ortaya çıkabilecek ciddi genetik defektler. Henüz bu konu tam anlamıyla çözümlenmiş değil. O nedenle de insanda kullanımına izin verilmemekte.

Kısırlık tedavisi için kök hücre kullanımında üçüncü uygulama seçeneği de genetik hastalıklardan dolayı sperm üretimi bozulan erkeklerin tedavisine yöneliktir. Örneğin sperm kök hücrelerinde bir genin eksik olduğu ya da sağlıklı çalışmadığı saptanırsa, bunu sağlamı ile değiştirmek günümüzde mümkün. Gen aşısı veya gen tedavisi olarak da bilinen bu teknik, gerçekten hayallerimizi zorlayan bir tedavi olanağı sağlamakta. Önce hangi genin bozuk olduğu bulunmakta, daha sonra testisten kök hücreler alınıp bozuk olan gen yenisi ile değiştirilip daha sonra yeniden testise yerleştirilmekte. Farelerde bu şekilde sağlıklı spermler elde edilerek doğal çiftleşme ile yavrular doğmuştur. Yine belirtelim, bu tedavi şekli de henüz insanda uygulanıma girmiş değil.

Netice olarak, nonobstrüktif azospermi bulunan erkeklerde kök hücre tedavileri ilerisi için büyük umut vermekte. Ancak henüz hepsi de araştırma aşamasında olup, insanda kullanılmamaktadır. Her ne kadar gerek laboratuvarda gerekse hayvanlar üzerinde çok sayıda deney yapılmakta ve çoğunda da başarılı olunmaktaysa da, bunların çocukta ortaya çıkarabileceği anomaliler ya da testiste kanser geliştirme riskleri henüz elimine edilmiş değildir. Şimdilik yapabileceğimiz, güvenilir ve verimli sonuçlarını görene kadar beklemek.

Yazının Devamını Oku