İpek Durkal

Evet, bir çeşit hafıza kaybı yaşıyoruz

15 Eylül 2012
80’ler deyince her şeyi hatırlıyoruz da bir tek 12 Eylül’ü unutuyoruz galiba... Bizim nesilden bahsediyorum; bizim nesildeki doldurulamaz boşluktan!

Bulunduğumuz ortamda herkes 80 öncesi doğmuştu. Dolayısıyla nostalji fırtınamızın büyük kısmını “Vay be ne günlerdi” repliği oluşturuyordu.
Hakikaten 80’lerde çocukluğunu ve ilk gençliğini yaşıyor olmak keyifliydi. Bir kere her şeyin değeri fazla fazla biliniyordu çünkü her şey bizim için çok yeniydi.
Almanya’da akrabası bulunanın Haribo, Nutella, Barbie bebek, walkman ve türevlerine ulaşım imkanı açısından statü sahibi olduğu bir dönemden bahsediyoruz.
Herkes eteğindeki taşları döktü. Taşlanmış kotlar, kocaman vatkalar... Mandal kelebek tokalar, halka küpeler...
Renkli televizyon, Heidi, Akıllı Bıdık, Jetgiller, Köle Isaura, Altın Kızlar, Mavi Ay...
Kumburgaz ya da Şarköy’de yazlık...  ‘Kalbin kadar temiz’ diye söze başlanan hatıra defterleri...
Özetle, fark ettik ki hayatımıza o dönem giren, iz bırakan her türlü kişiyi, diziyi, objeyi, filmi, kıyafeti hatırlıyoruz da bir tek 12 Eylül’ü hatırlamıyoruz...

Yazının Devamını Oku

Denetim derken?

1 Eylül 2012
Az sonra okuyacaklarınız geçen hafta İstanbul’da gündüz gözüyle yaşandı.

Geçen hafta cumartesi günü. Saat 19.00 civarı, gökyüzü henüz aydınlık. Taksim- Okmeydanı istikametinde buz beyazı bir Opel... İçinde iki genç hanım. Emniyet kemerleri takılı, sürat normal.
Önlerine çıkan polis memuru eliyle sağa geçmelerini işaret ediyor. Otomobil sinyal verip sağa yanaşıyor, rutin kontrol. Polis, şoför koltuğunda oturan genç hanıma, “Ehliyet ruhsatınızı hazırlayın” diyor ve başka işlemlerle uğraşmak için otomobilin yanından uzaklaşıyor.
Şoför elini güneşliğe atıyor ancak ruhsat yerinde yok! Cezası büyük; otomobilin içinde bir panik havası esiyor. Yan koltukta oturan diğer hanım, “Benim otomobilimin ruhsatı yanımda, ehliyetini onun arasına koyarak ver. Fark edilmeyecek emin ol. Eğer edilirse, ‘Evden çıkarken diğer otomobilin ruhsatıyla karıştırmışım’ dersin” diyor. Şoför pek cesaret edemiyor, yanındaki yüreklendiriyor ve ona rengi ve modeli bambaşka kendi otomobilinin ruhsatını veriyor.
Bilin bakalım ne oluyor?
Polis memuru ehliyet ve ruhsatı alıp ekip otomobiline gidiyor. Bu iki genç hanıma saatler gibi gelen birkaç dakika sonra geri dönüyor, ehliyet ve ruhsatı camdan uzatarak iyi yolculuklar diliyor!
Anlayacağınız, ruhsatta sadece otomobilin muayenesine, trafik sigortasına bakıp gönderiyor...
Şimdi anladık mı Adapazarı’nda çalınıp sahte plakayla Gaziantep’e kadar elini kolunu sallayarak bir otomobilin nasıl gittiğini!

Yazının Devamını Oku

Haset gerçekten çatlatıyormuş

25 Ağustos 2012
Biri sizi durduk yere düşman bellemiş ya da yere göğe koyamıyor olabilir. Sebebini düşündünüz mü? “Bir dönem yedikleri içtikleri ayrı gitmezken kıskançlık yüzünden uzun süredir birbirleriyle görüşmeyen ABD’li oyuncu Katie Holmes ve modacı Victoria Beckham rakip oldu!”
Amerikan medyasında pişip bize de düşen bu haberde, iki kadının kıyaslamasını Hakan Gence’nin kaleminden okumuşsunuzdur yan tarafta.  Öyle “Ne var yani birbirlerini taklit ediyorlarsa” deyip geçmeyin, kadınların en çok cin ifrit olduğu hikayeler bunlar...
Dostluktan bir anda düşmanlığa geçilen o eşik nerede atlanıyor kadınlar arasında biliyor musunuz?
Bir an için dünyaca ünlü bu kadınları bir kenara bırakıp kendi etrafınıza bakın. Bir zamanlar ‘en yakınınız’ olan o kadınla ‘bir şekilde’ bozulmadı mı aranız? Başlarda her şeyi paylaşırken sonra size benzemeye çalışmalar, sizin çevrenize ve belki de sevgilinize yakın durmalar, dedikodular, yüksekten bakmalar ya da görmezden gelmeler, abartılı eleştiriler ya da abartılı sevgi gösterileri...
Ne olduğunu anlamaya çalışırken çoğunlukla ilk uyaran anneniz olur, “Vallahi seni kıskanıyor” diye.
Kıskanıyor mu gerçekten? Benden daha güzel, başarılı ya da zengin olsa bile mi? Yani Holmes, Beckham’ı kıskanıyor mu şimdi ya da tam tersi mümkün mü? Aslında tam öyle değilmiş. Birbirine çok karıştırılan kıskançlık elde edilmiş olanı kaybetmeme isteğiyken,  haset, kendinde olmayanı veya bir başkasında olanı elde etme arzusuymuş. Psikolog Leyla Navaro, ‘Haset ve Rekabet -Kendi Kuyruğunu Yiyen Yılan’ kitabında öyle güzel anlatıyor ki hasetin insan psikolojisi üzerindeki yıkıcı etkilerini...
“Hasetinden çatladı” bir deyim değil gerçekmiş, haset eden ölebilir ya da öldürebilirmiş.  Yakın arkadaşlara dikkat...
Yazının Devamını Oku

İki kişiye bir domuz

4 Ağustos 2012
Ankara’da bir üniversitenin çiftliklerden domuz topladığını öğrendim. Bu işin altından ne çıkacak acaba derken kendimi Gazi Üniversitesi Laparoskopik Cerrahi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde buldum

Bir arkadaşım dedi ki, “Gazi Üniversitesi çiftliklerden domuz topluyormuş. Neden olabilir ki...” Tam bana sorulacak soru işte ,“Neden olabilir ki?” diye düştüm domuzların peşine...
Gazi Üniversitesi Laparoskopik Cerrahi Uygulama ve Araştırma Merkezi Koordinatörü Prof. Dr. Abdülkadir Bedirli’yi aradım. “Telefonda anlatmam çok zor, gelin burada gözlerinizle görün” diyerek beni Gölbaşı’ndaki merkeze davet etti.
Burası büyük bir bilim merkezi. Bedirli Hoca ile önce merkezi gezdik. Ben heyecanla domuzları görmek istedim ama hoca uyardı, “Sandığınız gibi Miss Piggy’ler karşılamayacak sizi...”
Kendimizi sterilize ederek geniş bir bölüme girdik. Sol tarafta ayrıca geçilen bir bölüm daha; domuzlar burada... Evet, Miss Piggy değiller

Bu domuzlarla ne yapıyorsunuz?- Cerrahların ya da cerrah adaylarının el becerisi kazanması çok önemli. Ne kadar pratik yaparlarsa o kadar iyi. Domuzlardan aldığımız organlar üzerinde pratik yaptırıyoruz. Böylece laparoskopik cerrahi de el becerisi geliştiriyoruz.

Domuzları tercih etmenizin özel bir nedeni var mı?

Yazının Devamını Oku

Yassah hemşerim

28 Temmuz 2012
Fanta Gençlik Festivali 400 kişilik ekibiyle 40 günde Türkiye’yi bir ucundan diğerine dolaştı.

Ekip her ilde yeni bir şey öğrendi. Mesela Edirne’de beş yıldızlı otel yok... Erzurum’da var ama kadınlarla erkekler aynı katta kalamıyor! 
40 gün süren ve Türkiye’yi bir uçtan diğerine dolaşan Fanta Gençlik Festivali 18 Temmuz’da şanlıurfa’da noktalandı.
Türkiye’nin en büyük mobil etkinliğiydi. Tarkan ve Emre Aydın’ın konser verdiği etkinlikleri 1 milyon 240 bin kişi izledi. Madonna gibi üç uçak 45 TIR ile hareket edilmemiş olsa da, 60 araç ve 20 TIR da Türkiye şartlarında hiç fena bir rakam değildi.
Aynı anda 400 kişi bir şehirden diğerine geçti.
E haliyle 400 kişinin aynı anda konaklayacağı ve belli bir standardı tutturmuş otellerin olmadığı şehirler de oldu; misal Edirne.

5 YILDIZLI OTEL YOK

Edirne’de bırakın beşi, dört yıldızlı otel bile yok!

Yazının Devamını Oku

Kayıt altına alıp kayıtsız kalıyoruz

21 Temmuz 2012
Size daha iyi hizmet verebilmek için görüşmelerimiz kayıt altına alınmaktadır... Ama merak etmeyin sadece kayıt altında, hiçbir müdahale yok.

Geçen hafta Beşiktaş’ta alkollü bir sürücü, kırmızı ışıkta duran otomobilimize arkadan çarptı. Sonra da devam etti yoluna. Arkasından baktım, otomobili perşembe pazarına dönmüş sağa sola vurmaktan! Bizim şoförümüz de demesin mi, “Boşver gitsin, hasar yok bizde!”
Çevirdim 155 Polis İmdat’ı. Çaldı, bir daha çaldı, bir daha çaldı, bu kadar uzun uzun çalmadan açılması lazım ya o telefonun, 155’i arayıp aramadığımdan emin olmak için telefonumun ekranını kontrol ettim, doğru. Ardından açıldı telefon ve “Size daha iyi hizmet verebilmek için görüşmelerimiz kayıt altına alınmaktadır…” diye başlayan ve “?u anda tüm operatörlerimiz doludur” ile devam eden otomatik bant kaydı devreye girdi…
Ardından, “Bıçakla yaralandıysanız 1’e, silahla vurulduysanız 2’ye, hırsız şu anda yatak odanızda başınızda dikiliyorsa 3’e, eğer polis memuruyla görüşmek istiyorsanız lütfen bekleyiniz” i gelin dedim ama gelmedi...
Şaka bir yana, her şey kayıt altına alınıyor ülkemizde ama maalesef büyük bir kayıtsızlıkla…
Örnek, geçen hafta 19 yaşındaki Mahmure, kocası Zülfikar, (Zülfikar, iki başlı kılıç demek, ne tuhaf bir tesadüf) kendisini bıçaklayarak öldürmeden önce defalarca aramış polisi. O da kayıt altında yani...
Komşular anlatıyor zaten olan biteni: Kocası sürekli alkol alıyordu. ‘Kocam beni öldürecek’ diye defalarca Fatih polis karakoluna başvurdu. Hatta son gününde hem hastaneyi hem karakolu aradı. ‘İyi değil, evden götürün Zülfikar’ı’ dedi. Ambulans gelmiş ama polis gelmemiş. Polis gelmeyince ambulans da bir şey yapamayıp dönmüş…”
İşte gerçek bu; geri kalan her şey göz boyama!

Yazının Devamını Oku

Ayıp ettin Orhan Baba

23 Haziran 2012
Kemer Altın Nar Festivali’ne katılımını son anda mazeretsiz olarak iptal eden Gencebay’a belde halkı çok kırgın. Şimdi Gencebay’ın adını, verdikleri caddeden geri almayı konuşuyorlar.

Haziran ayında hummalı bir çalışma olur Kemer’de. Çünkü her yıl haziran ayında Altın Nar Kültür ve Sanat Festivali düzenlenir. Festival öncesi ve süresince Belediye Başkanı Mustafa Gül öncülüğünde bütün ekip sabahlara kadar çalışır. Geçen yıl gözlerimle şahit olmuştum bu keyifli ama yorucu telaşa.
Altın Nar Kültür ve Sanat Festivali’nin 9’uncusu 18-21 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Volkan Konak, Murat Boz, Safiye Soyman ve Hülya Avşar’ın sahneye çıktığı festivalde her yıl olduğu gibi bu yıl da değerli isimlere onur ödülleri dağıtıldı. Haldun Dormen ve Nejat Uygur’a hem onur ödülü verildi hem de isimleri birer caddeye verildi.
Bir isim daha vardı bu yıl onur ödülü alacak… Orhan Gencebay… 11 Nisan’da Gencebay’a Belediye Başkanı Gül’ün  imzasıyla resmi bir davet mektubu iletildi. Gencebay daveti kabul etti; tüm hazırlıklar ona göre planlandı.
Ancak festivalden bir gün önce Gencebay mazeretsiz olarak festivale katılmayacağını bildirdi.
Geceli gündüzlü çalışan ekip ellerinde onur ödülü ve sokak levhasıyla öylece kala kaldı.
Şimdi Kemer’de konuşulan o ki, belediyenin bir sonraki meclis toplantısında Gencebay’ın adının o sokaktan geri alınması teklif edilecek.

Göstermelik güvenlik

Geçenlerde THY ile Dalaman’dan İstanbul’a geldim. 183 kişilik uçakta görevli üç hostes ve bir kabin amiri vardı. 1 saat 10 dakikalık uçuşta alelacele servis yapıldı, her yolcunun yastıktı, battaniyeydi, suydu derken tüm isteklerini yanıtlamak için bir dakika durmadan çalıştı görevliler, haklarını yemeyeyim ama inişe geçtiğimiz anda ne emniyet kemerlerinin bağlı olup olmadığı, koltukların dik durup durmadığı, ne tepsilerin kapalı ne de perdelerin açık olup olmadığı kontrol edildi…

Yazının Devamını Oku

Geri dönüşümlü müşteriyim

16 Haziran 2012
Onca yıl aradan sonra geçen hafta sonu Fethiye’ye gittim. Cep telefonumu sessize, hayatı rölantiye almak için.

Yaş ilerledikçe insan anılarını daha bir sahipleniyor mu ne, artık geçmişte kalan ama yaşandığı dönemde beni fazlasıyla mutlu eden şeyleri özlemeye başladım.
1990’lı yılların sonuydu, Mustafa Oğuz’un hayatını dizi yazı yapmak istemişti o dönemki genel yayın yönetmenim. Mustafa Oğuz nerede ben peşindeydim ki kendimi Mustafa Oğuz ile arkadaşları ?ener ?en, Yavuz Turgul ve Banu Birkan ile Fethiye’de, Oğuz’un teknesinde buldum. Tahmin edebileceğiniz gibi rüya gibi bir buluşmaydı... Akşam yemeğini de Hillside Pasha restoranda yemiştik.
Geçen hafta sonu kısa bir tatil yapmak istedim ve onca yıl aradan sonra ilk kez, tek başıma tuttum Fethiye Hillside’ın yolunu... Her şey hafızamda kaldığı gibi... Denize sıfır Pasha restoran bile duruyor bıraktığım yerde. Yıllar önceki ekip yoktu yanımda tabii ama orada tanıştığım ve tesisin ‘Misafir İlişkileri Müdürü’ olduğunu öğrendiğim Canan Sayınman eşlik etti güler yüzüyle akşam yemeğime.
Güneşi batırıp, balıkları besledim oturduğum yerden.
Çalışanların ölçülü ilgisi benim yalnızlığımdan kaynaklanıyor sanmıştım ama Canan Hanım’dan öğrendim ki ‘Hillside Leisure Grup’ müşterilerin kendilerini özel hissedecekleri detayları bulup ona göre davranıyormuş. Yani Canan Hanım zaten benim akşam yemeğimi 20.00’de Pasha’da yiyeceğimi ve yalnız olacağımı biliyormuş. Neredeyse her saat başı sade Türk kahvesi içtiğimi de...
“Konuklarımızın yüzde 55’i mutlaka yeniden geliyor. Onlara ‘repeater misafir’ diyoruz” deyince Canan Hanım, yıllar önceki kendi seyahatimden örnek vererek yeni bir isim taktım: Geri dönüşümlü müşteri...

İKİ SAATE BİR KİTAP

Önceki gelişimde cep telefonu pek yaygın olmadığı için gürültü şikâyetimiz de bu kadar yoğun değildi. İnsan gerçekten kafa dinlemek istiyor tatilde. Bildiğimiz plaj duruyor ama şimdi iki tane daha plaj açmışlar: Silent ve Serenity. Her ikisi de yetişkinler için. Silent’ta neredeyse konuşmak bile yasak. Suyunuzu sebilden kendiniz alıyorsunuz. Müthiş bir sessizlik, muhteşem bir manzara... Sadece deniz, güneş ve kuş sesi... Aylardır elimde evirip çevirdiğim kitabımı iki saat içinde bitirdim! Tekneyle beş dakika yürüyerek 10 dakika uzaklıkta olan Serenity’nin Silent’tan farkı, burada içecek ve sınırlı da olsa yiyecek servisinin yapılması.

Yazının Devamını Oku