Osmanlı köprüsünün kitabesi
Üç ülkenin sınırlarının kesiştiği noktada, Osmanlı izleri taşıyan bir kasaba Svilengrad. Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri Mustafa Paşa’nın emriyle 1529’da yaptırılan tarihi taş köprü, kasabanın da kurulmasına vesile olmuş. Uzunluğu 259, genişliği 6 metre olan köprü, 20 kemerli. Mermer kabartma kitabesi, köprünün tam ortasına dikilmiş. “Bu köprü, padişahların en büyüğü, Sultan Selim Han’ın oğlu Sultan Süleyman Han’ın halife olduğu dönemde, veziri Mustafa Paşa tarafından ebedi bir iyiliğin gerçekleştiği tarihte yaptırıldı” yazıyor.
Balkan Harbi’nde yakılmış
Köprünün etrafında yerleşim başlayınca kervansaray, cami, hamam ve çarşısı olan bir külliye de inşa edilmiş. Bazı kaynaklarda bu yapıları Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan’ın yaptırdığı da yazıyor. 1913’te 2. Balkan Savaşı sırasında Svilengrad yakılmış ve köprü hariç külliyenin tüm unsurları yıkılmış. Hamam 1934’te kalan temeller üzerine, aslına uygun inşa edilmiş ve 1970’lere kadar şehir hamamı işlevi görmüş. Bugünse yeniden restore edilerek müzeye bir sanat galerisi olarak eklenmiş.
Şaşırtıcı derecede sakin ve sessiz bir kasaba olan Svilengrad gezinize köprüden sonra müzeyle devam edebilirsiniz. Svilengrad Tarih Müzesi restore edilen Dr. Tsukrovski Evi’nde, 2007’de açılmış. Koleksiyon ağırlıklı antik ve ortaçağ sikkeleri, arkeolojik ve etnografik materyallerden oluşuyor. Müzenin avlusunda tarihi şahsiyetlerin büstlerinin sergilendiği bir bölüm var.
Svilengrad tam tercüme edildiğinde ‘İpek Şehri’ anlamına geliyor. 1932’de Bulgaristan ipeğinin yüzde 25’i burada üretiliyormuş ancak bu üretim çoktan bitmiş... İpekçilikle ilgili izleri de müzede görebilirsiniz. Köprü ve müzeyi kapsayan bir yürüyüşten sonra yemek için nehre bakan yerel restoranlardan birini seçebilirsiniz. Bazı yemeklerin isimleri Türkçe, yapılışlarındaysa küçük farklar var. Köpoğlu kızartma değil, közlenmiş sebzeyle; kuru fasulye güveçte kimyonla pişiyor. Et mangal ve kebapları harika. ‘Bulgar tuzu’ adındaki baharat karışımı her sofraya geliyor; içinde baskın olarak çemen var. Tost-pizza gibi atıştırmalıklar tercih ederseniz kasabada bolca seçenek var. Yerel restoranlar ve otellerde geceleri canlı müzik ve eğlence de oluyor.12’nci yüzyıldan Bizans kalesi
Yemeğinizi yedikten sonra çevre gezilerine çıkabilirsiniz. 6 kilometre uzaklıktaki Mezek Köyü, Bulgaristan tarihinin tüm katmanlarından değişik eserlerle bu bölgede ziyaret edilmeyi hak eden önemli bir nokta. Burada 12’nci yüzyılın başında yapılan Bizans kalesini göreceksiniz. 2013’te restore edilmiş. Taş duvarın eteklerinde eski Bizans yerleşkesi canlandırması var. Köyde bulunan, MÖ 4’üncü yüzyıla tarihlenen Trak kubbeli mezarı, Miken uygarlığından korunmuş halde kalan en etkileyici mezar. Buradan 1902’de çıkarılan 177 kilo ağırlığında bronz bir yabandomuzu heykeli İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Svilengrad yakınlarında bir de megalitik yapı var. Tarihi hakkında tam bir bilgi yok. Zemine çakılmış dikey iki taş levha ve bunları örten üçüncü bir yatay levhadan oluşan anıt muhtemelen neolitik çağdan kalma.
Kendi başına nedense pek de parlamayan karnabahara son yıllarda gösterilen ilgi takdire şayan. Pizza tabanından ekmeğe kadar her şeyin yerini alabildiğini fark edince bir anda sağlıklı mutfakların baş tacı olan ‘binbir kılık’ karnabahara dizdiğimiz bu övgüleri büyüklerimiz anlayamıyor. Yıllarca yedirmek için uğraşıp dil döktükleri karnabahar öyle şekillere giriyor ki onlar da haklılar. Geçen gün anneme karnabahar kısırı ikram ettiğimde önce inanmadı, ilk tabak şaşkınlık ve övgülerle hızla bitince, gönül rahatlığıyla ikinci tabağını da istedi. Siz de hem sağlık nedenleriyle beslenmesine dikkat eden yakınlarınız hem de sebzeyi tek başına yemeyen çocuklarınız varsa bu tarifi deneyin.
Oldukça kolay ve kendi kısır tarifinize göre uyarlamalara açık. Bir orta boy karnabaharı parçalayıcıda bulgur taneleri gibi görünene kadar çekin. Bir kuru soğanı yemeklik doğrayıp zeytinyağında çevirin, şeffaflaşan soğanlara normal kısır tarifinize kullandığınız kadar salça ekleyin. Ben bir yemek kaşığı domates, bir yemek kaşığı da biber salçası kullanıyorum. Salçaların kokusu çıkana kadar kavurun. Karnabaharı ekleyin ve hafif yumuşayana kadar karıştıra karıştıra pişirin. Hafif dişe gelir olmalı ama tadına bakın ve keyfinize göre pişirin. Bu karışım soğurken yeşilliklerinizi hazırlayın.
Taze soğan, maydanoz, yeşil biber, kapya biber, kornişon turşuyu incecik doğrayıp karışıma ekleyin. Ağız tadınıza göre tuz, karabiber, kimyon, sumak gibi baharat çeşitlerini de ekleyin. Sosu için zeytinyağı, nar ekşisi ve limonu çırpın; karıştırıp servis edin. Üzerine irice kıyılmış ceviz de ekstra bir tat katıyor, öyle de deneyebilirsiniz. Tadın normal kısırı aratmadığı gibi bana kalırsa daha da lezzetli ve üstelik sağlıklı.
Bifteği çok popüler
Karnabaharın yükselişi bitki bazlı beslenenler ve glütensiz beslenme gibi moda akımlarla böyle popüler oldu. Siz ister glüteni azaltmaya, ister daha az et yemeye, ister diyetinize daha fazla sebze eklemeye çalışıyor olun, fark etmez. Sevebileceğiniz ve yerken mutlu olacağınız bir tarif mutlaka vardır. Henüz mutfakta ‘karnabahar devrimi’ yapmayanlar için temel bir bilgiyi de paylaşayım: Karnabahar hafifçe karamelize olup kenarları çıtır çıtır piştiğinde tatlı ve cevizsi hoş bir lezzet noktasına çıkar. Bunun en güzel örneği olan ve bitki bazlı beslenenler için ‘karnabahar bifteği’ olarak isimlendirilen tarifi siz isterseniz gerçek bifteğin yanına da hazırlayabilirsiniz. Mesele onun her türlü çok lezzetli olması. Orta boy karnabaharlardan sadece 2 tam dilim çıktığı için 2 orta boy karnabaharla 4 kişilik hazırlayabilirsiniz. Burada önemli nokta bütün ve yuvarlak, kalın dilimler elde edebilecek şekilde doğru dilimlemek. Dış yaprakları temizleyip sert sap kısmını (tam dibinden değil) kestikten sonra sapın ortasından ikiye ayırın. Her yarımdan bir tane 1,5-2 parmak eninde bütün 1 yuvarlak dilim elde edecek şekilde kesin. Birbirine bağlı çiçekler dağılacağı için her yarımdan en fazla 1 dilim kesip kalanları ertesi güne saklayın. Onlarla da yanda tarifini verdiğim pizzayı yaparsınız.
Kestiğiniz büyük dilimleri zeytinyağıyla ısıttığınız tavada önlü arkalı mühürleyin. Dışında çıtır bir katman olmasını sağlayacağız. İki yüzüne de biraz tuz-karabiber serpin, fırın tepsisine alın. Üzerlerine 1’er kaşık zeytinyağı gezdirip fırına atın. 180 derecelik fırında 30 dakika pişirin, tersyüz edip yeniden fırına atın. Toplam 45 dakikada sap kısmı yumuşamış oluyor. Siz yine de kontrol edin. Et gibi barbekü sosu çok yakışıyor ama misafir için yapıyorsanız bir çimiçuri sos hazırlayıp daha üst seviyeye çıkarabilirsiniz.
Uluslararası seyahat yayıncılığının öncülerinden Lonely Planet ‘Best in Travel 2024’ yani ‘Seyahatte En İyiler 2024’ listelerini açıkladı. 5 kategoride en iyi 10 destinasyonun seçildiği listelerde ‘2024’te seyahat edilmesi gereken 10 şehir’ listesinde İzmir var. Lonely Planet İzmir’i antik kentleri, göz alıcı plajları, muhteşem manzaraları, kendine özgü mutfağı ve çekiciliğiyle övüyor. Bu zenginliğin pek azının kıymetini biliyor ve hakkını veriyoruz. İzmir, Alaçatı ve Çeşme plajlarından da Efes ve Selçuk’tan da daha fazlası... Torbalı’daki Metropolis’te yürütülen kazıların 30 yılı geride bırakmasının anısına basılan ‘Metropolis; Kent, Yaşam, İnsan’ kitabının tanıtımı için katıldığım bir günlük gezide bunu daha iyi anladım...Kitap sade bir dille yazılmış.
Kitap, kazı alanındaki bilimsel çalışmaları, herkesin anlayacağı sade bir dille anlatıyor. İlham kaynağıysa 2 bin yıl önce yaşayan Apollonios isimli hayırseverin şehir için neler yaptığının anlatıldığı görkemli yazıt...
Demokrasisi ‘sağlam’
Hayırseverler 2 bin yıl sonra da Metropolis’ten elini çekmiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ve katkılarıyla 1994’te Sabancı Topluluğu ile başlayan kazıların arkasındaki destek 2003’ten beri de Sabancı Vakfı. Geçen yıllarda tiyatro tamamen ortaya çıkarılmış ve açılışını da rahmetli Sakıp Sabancı yapmış. Kitap toplantısına Sabancı Vakfı Genel Müdürü Nevgül Bilsel Safkan’ın yanı sıra holdingin üst yönetiminden Serra Sabancı ile Melisa Sabancı Tapan da katıldı. Ailenin yeni kuşak üyeleri de bizimle adımladıkları kazı alanını bir görev gibi değil, geçmiş çalışmalara da hâkim oldukları için gerçek bir ilgiyle gezdiler.
Şahsına münhasır bir kent Metropolis... Meter Gallesia yani ana tanrıça Kibele’den aldığı adın sonundaki ‘polis’ eklentisi buranın bir ‘şehir devleti’ olduğunu gösteriyor. Meclis binası ayakta olduğu için demokrasinin son döneme kadar yaşatıldığı düşünülüyor. Bölgedeki diğer şehirler gibi Apollon ya da Athena’yı değil, savaş tanrısı Ares’i koruyucu seçmiş ve tapınağını ona adamış.
Tepedeki akropolis, eteklere doğru orta kent ve Roma dönemi yayılım bölgesi şeklinde kabaca üç bölüme ayrılıyor. Son iki yıldır çalışmalar yayılım bölgesinde yoğunlaştırılmış ve bir ticaret agorası bulunmuş. Kazı başkanı Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Serdar Aybek, 30 yıl önce öğrenciyken adım attığı bu kazının artık yöneticisi ve her bir taşına hâkim. İlk dükkândan iki kasa kum midyesi, balık ağları, ağ örme iğneleri, balık şeklinde sapı olan çakılar bulunduğunu söylüyor. Mermer merdivenler ve taban mozaikleri buranın küçük ama çok zengin bir ‘balıkçılar çarşısı’ olduğunu gösteriyormuş.Tiyatro ve çevresindeki kalıntılar zeytin ağaçlarının arasında.Tiyatronun yakınındaki villanın ziyafet salonu.
Kent MÖ 3’üncü yüzyılda inşa edilip
MÖ 2’nci yüzyılda eriştiği zenginliği yüzyıllar boyu korumuş. Bu zenginlik asıl tiyatroda kendini gösteriyor. 3 bin 600 kişilik bu büyük tiyatronun tamamı mermerden yapılmış. Sahnenin önünde önemli kişilere verilen özel mermer koltuklar var. Mermer işçiliği anlamında görülebilecek en önemli heykeltıraşlık eserlerinden biri olan griffonlu koltuk da bu tiyatroda bulunmuş. Şu anda İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Sahne binası da kısmen ayakta. Tiyatronun yakınlarında yapılan kazıda ortaya çıkarılan villanın mozaikleriyse kelimenin tam anlamıyla şaheser. Ziyafet salonundaki iki mozaik panelde kullanılan incecik taşlar üç boyutlu efekti verecek şekilde dizilmiş. Batı Anadolu’nun başka bir antik kentinde benzeri yok! Dionysos ve Ariadne’nin büstleri ve eros figürleri, tiyatro maskları, balıklar, kuşlar, çiçek figürleri göz alıcı.
Münir Özkul ve Adile Naşit’in ‘Neşeli Günler’ filmindeki turşu suyu kavgasını bilenler bilir. Bir aileyi yıkacak kadar alevli bir tartışmadır en iyi turşunun sirkeli mi, limonlu mu olduğu... İkisi de lezzetlidir bana kalırsa ama ‘limonla yapılan turşular daha çabuk yumuşar’ diyor kaynaklar. Sanayi tipi, büyük üretimlerde sirke kullanılması da bu tezi doğruluyor. Pek çok turşu yapma yöntemi var. Yağlısı, sıcak suyla yapılanı...İlk kez turşu kuruyorsanız mayalanmayı hızlandırmak için kavanozun üzerini taze asma yaprağıyla kapatabilirsiniz. Sebzelerin suyun üzerine çıkmasını önler.
Aslında turşular da diğer tüm saklama ve pişirme yöntemleri gibi belli bir mantık etrafında çeşitleniyor. Turşu için bir salamura suyu gerekiyor. Bunun içine limon ya da sirke koymak bir tercih; tuzsa şart. Ortalama ölçüler 1 litre suya, 1 su bardağı sirke ya da limon suyu, 3 çorba kaşığı kayatuzu... Fakat benim size bu yazıda anlatmak istediğim laktofermente turşular. İçinde asit olan turşularda yararlı-zararlı tüm bakteriler ölüyor. Laktofermente turşularda sadece tuz kullanıp zararlı bakterileri öldürürken sebzelerden gelen faydalı bakterilerin çoğalıp büyüyeceği fermantasyon için uygun bir ortam yaratıyoruz. Sebze fermantasyonu için ihtiyacımız olan tek şey tuz, sebzeler ve su. Tabii bir de oda sıcaklığında karanlık bir ortam. Fermantasyonu, sağlık yararlarıyla dolu kendi probiyotiklerinizi yetiştirmek olarak düşünün. Bu tarz laktofermente turşu yaptığınızda salamuranın bir süre sonra bulanıklaşması normaldir. Bu, bitkisel fermantasyonun doğal bir yan ürünüdür ve küf anlamına gelmez. Turşuladığınız sebze yeterince ekşi, dişinize uygun yumuşaklık ve kıtırlıktaysa kapağını sıkıca kapatıp kavanozu buzdolabına atın. Biraz daha ekşi olmasını istiyorsanız oda sıcaklığında biraz daha fermente olmasını sağlayın. İlk kez yapıyorsanız mayalanmayı hızlandırmak için kavanozun üzerini taze asma yaprağıyla kapatabilirsiniz. Hem sebzeler suyun üzerine çıkmaz hem de yapraktaki tein iyi bakterilerin sevdiği bir besindir. Sonraki turşularınızı kurarken bir önceki fermantasyondan kalan suyun bir bardağını maya olarak kullanabilirsiniz. Tuz mutlaka kayatuzu olmalı, iyotlu tuz sebzeleri yumuşatır. Klorsuz içme suyu kullanmalısınız. Buradaki mantık yoğurt ya da kefir gibi bir mayalama süreci olduğu için temiz bir ortam oluşturmalısınız. Kavanozdan sebzeye kullandığınız bütün malzemeler kimyasalsız ve tertemiz olmalı. Başlangıç için şu sıralarda pazarlarda bolca bulunan kornişon salatalıkları deneyin. Çıtır çıtır dokusunu en iyi koruyan sebzelerden biridir. Ardından içine koyacağımız çeşnileri ağız tadımıza göre seçebiliriz; maydanoz, dereotu, bolca diş sarımsak, kişniş ve karabiber bütün turşulara çok yakışır... Fermantasyon sırasında açığa çıkan gazlar yüzünden kavanozun kapağını üzerine koyup çevirmeden bırakacağız, bu çok önemli. Kalan aralıktan gazlar sızabilsin. Turşumuz sıcak bir yerde 3-5 günde olacaktır, hava soğuksa bu süre bir haftaya kadar uzar.
En önemli bilgiyi sona sakladım: Salamura suyunun tuzluluk oranı yüzde 3-6 arasında olmalı. 1 litre suya 30-60 gram tuz demek yani... Bu biraz damak tadına bağlı. Çoğu tarifte, litre başına yaklaşık 2 yemek kaşığı tuz kullanılır. Laktofermente edilebilecek sebzeleri de sayalım: Pancar, lahana, havuç, karnabahar, salatalık, sarımsak, alabaşlar, biber, turp, taze fasulye, yeşil domates ve şalgam...
Laktofermente kornişon turşusu (6-8 kişilik)
NE LAZIM?
◊ 1/2 kilo kornişon salatalık
◊ 5 diş sarımsak
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen Türkiye Kültür Yolu Festivalleri’nin dördüncü durağı, geçen ay Çanakkale’ydi. Bölgenin tanıtılması için düzenlenen yüzlerce sanat etkinliği arasında özellikle ‘anı dalışı’ farklıydı. Anadolu Hamidiye Tabyası’nda meraklıların deneyimlediği dalışın profesyonelce ve gerçek anlamda tadının çıkarılacağı yerlerse Suvla, Ertuğrul, Anzak gibi koylar; yani 1915’te Çanakkale Boğazı’nın kahramanca savunulduğu ve donanmaların birçok batık bırakarak arkasına bakmadan kaçtığı bölgeler.BYEM Dive kurucu ve eğitmeni M. Ali Eyüpoğlu “En kolay ve zevkli dalış SS Miro’ya yapılıyor” diyor.
Çanakkale Savaşları Tarihi Alan Başkanlığı bu bölgeyi 3 yıl önce dalış turizmine açtı. Gelibolu Tarihi Sualtı Milli Parkı çok yeni olduğundan yeterince tanınmıyor. Farklı ülkelerin deniz kuvvetlerinden çeşitli boylarda savaş batıklarına dalarken hem tarihi hissedip hem de sualtında olmanın hazzı aynı anda yaşanıyor. Karaya ve birbirine bu kadar yakın ve çeşitli derinliklere dağılmış batıklar burayı benzersiz yapıyor. Merkezi İstanbul’da, dalış teknesi de Kabatepe’de olan BYEM Dive’ın kurucusu ve eğitmeni dalgıç Muhammet Ali Eyüpoğlu’na bu bölgede nasıl ve nerede dalınabileceğini sordum: “Başlangıç seviyesinden itibaren daha önce eğitim almış sertifikalı dalıcıların sertifikalarına göre organizasyonlar yapıyoruz. Sportif dalış kapsamındaki her seviyeye uygun noktalar var. İlk kez dalacak olanlar, 5-7 metredeki batıklarda sualtı dünyasıyla tanışabiliyor. Yıldızlı dalgıçlarıysa sertifikalarına uygun batıklara götürüp rehberlik ediyoruz. Bu bölgede kendi dalış teknesi olan tek firmayız” diye yanıt verdi.
Henüz yeni olan bu dalışlar Avrupalı turistlerin dikkatini çekmiş bile. En çok Avustralyalılar, sonra İngilizler geliyormuş, bu sene de İrlandalılar ve İtalyanlar keşfetmiş.
“Yabancılar, sosyal medya üzerinden bizi buluyor, ayrıca kendi imkânlarımla yurtdışı fuarlara da gidiyorum. Tarihi Alan Başkanlığımız bu konuda iyi bir çalışma yürütüyor” diyen Eyüpoğlu’ndan Çanakkale’deki bu dalış bölgesini dünyadaki benzerleriyle kıyaslamasını da istedim ve şunları anlattı: “Geçen yıl toplam 4 bin civarı dalış yapıldı. Bu yıl daha sezonu kapatmadım, 2 bin civarı sadece bizim dalışımız var. Yerli turist günübirlik dalıyor. Yabancı dalıcılar için 5-6 günlük paket hizmet de organize ediyoruz. Ekim ayı, sezonun son ayı. Aslında dalışın mevsimi olmaz ama giderlerimiz çok yükseldiği için daha fazla uzatamıyorum. Burada henüz istenen rakamlara ulaşamadık. Şu sualtı milli parkı, şu batıklar başka bir ülkede olsa yılda 2,5 milyon turist gelir”.
Eyüpoğlu en çok ilgi çeken batığın görseli güzel, dalışı kolay ve başlangıç seviyesine uygun Anzak Koyu’ndaki SS Miro olduğunu söylüyor. Akıntı ve soğuk su yüzünden zorlu olan Seddülbahir’de 18-23 metrelerdeki HMS Majestic batığıysa yanında iki tane barç (altı düz, hizmet gemisi) ile dalgıçlara muhteşem anlar yaşatıyormuş.
Tunceli Müzesi Avrupa’nın en iyi ikincisi seçildi
European Museum Academy Luigi Micheletti Ödülleri’nde yarışan Tunceli Müzesi, Avrupa’nın En İyi İkinci Müzesi seçildi. Üç yıllık bir geçmişi olan kent müzesi, 2 bin eserle tarihe ışık tutuyor. Kent merkezinde 1935 yılında Alman mimarlar tarafından çizilen ve bitiminin ardından uzun süre askeri kışla olarak kullanılan müze binasında, 2015-2020 yılları arasında kapsamlı bir restorasyon yapıldı.
Dolabı açıp yenmeden kalmış birkaç meyve gördüğünüzde lütfen çöpe gitmelerine izin vermeyin. Mutfağımız ne kadar az atık çıkarırsa o kadar iyi. Kalmış meyvelerle yapılacak pek çok şey var.
Bu sıcak günlerde sağlıklı bir dondurmaya dönüştürmek ilk önerim. Meyvenizi biraz meyve suyu veya sütle birleştirin, gerekirse bal ilave edin; bal yerine şerbet de kullanabilirsiniz. Blender’da çekip çubuk dondurma kalıplarına dökün. Buzluğa atın. Çocuklar buna bayılıyor. Şeftali, kayısı, kavun ya da karpuzla harika oluyor. Aynı karışımı buz küpleri haline getirip bir bardak maden suyuna biraz eğlence katabilirsiniz. Meyvelerin birkaç tanesini bir arada ya da tek tek dondurmak mümkün. Örneğin üzüm. Yıkayıp kuruladıktan sonra saplarını ayıklayın, tepsiye yayıp, streçleyip buzluğa atın. İki saatte donar. Çıkarıp kilitli buzdolabı poşetine alın. Direkt bu poşette dondurursanız birbirine yapışır ve çıkarırken istediğiniz kadarını ayıramazsınız. Tüm meyveleri dondurucuya atmadan önce tepsi üzerinde şoklayıp paketleme yöntemini kullanmanızı tavsiye ederim.
Kızım Bilge, sevdiği meyveleri ve kimi çiğ sebzeleri buzlukta biraz dondurup buzlu yemeyi seviyor. Onun sayesinde keşfettiğim iki tarifim var. Bütün dondurulmuş bir şeftaliyi ballı süzme yoğurdun üzerine buzlu buzlu rendeliyorum. Serinletici, sağlıklı bir ara öğün oluyor. Aynısını çilekle de yapabilirsiniz.
Geçen haftalarda tariflerini detaylı verdiğim crumble ve galette hatta tart için de kalmış meyveleri değerlendirebilirsiniz. Tartta kullanacağınız meyve şeftali veya mürdümeriği gibi pişerken suyunu salıyorsa hamurun üzerine meyveleri yerleştirmeden önce 2 yemek kaşığı kadar irmik serpin. Birkaç meyveyi bir arada kullanmaktan çekinmeyin.
Tart hamuruyla uğraşacak kadar vaktiniz yoksa milföylü tarifimi yapabilirsiniz. Şeftaliyle kırmızı üzüm veya üzüm ve anjelik eriğin tatları birbirine çok yakışıyor. Birden fazla meyveyi kullanarak pastalarınız için ya da ekmek üzerine sürmelik marmelat haline getirebilirsiniz. 2-3 su bardağı kadar karışık meyveyi, 1 su bardağı toz şekerle bir kâsede biraz bekletin. Sulanınca ağır ateşte kaynatıp, indirmeden önce yarım limon suyu da ekleyip blender’dan geçirin. Koyu kıvamlıysa biraz meyve suyuyla açabilir, akışkansa biraz nişasta ekleyerek koyulaştırabilirsiniz. Pasta, kek ve özellikle cheesecake’ler için harika bir kaplama olacaktır. Sıcak sıcak kavanozlayıp vakumlandıktan sonra dolaba koyarsanız uzun süre saklanabilir.
Mürdümerikli milföy tart (4-6 kişilik)
Akif Özek Şırnaklı bir doğa âşığı ve turizm gönüllüsü. 12 yaşında kapıldığı fotoğraf ve video sevdası belirlemiş aslında biraz da rotasını. 20 yılı aşkın zamandır hobi olarak hem fotoğraf hem videolar çekiyor. Bölgenin muhteşem, el değmemiş doğasını ve çok özel tarihi değerlerini, çocukluğundan beri duyduğu hikâyeleri paylaşıyor sosyal medya hesaplarında.
Liseden sonra eğitimine devam edememiş ve aslında yaptığı iş turizm ya da rehberlik de değil. Tamamen gönüllülük esasıyla, yaşadığı coğrafyanın bu, hiçbir yere benzemeyen özelliklerini herkes görebilsin diye bir yola çıkmış. Yıllardır her mecrada duyurduğu ses yankı bulunca Şırnak Valiliği’nde tanıtımla ilgili bölümde çalışmaya başlamış. Bu çalışmaların sonucu özellikle bu yıl yoğun şekilde vermiş meyvesini. “Hakkâri, Şırnak ve Cizre bu sene turizmin parlayan yıldızı, yerli ve yabancı turist gruplarının ilgisi 2023’te zirve yaptı. 79 ili gezmiş, bunu 81 ile tamamlamak isteyenler akın akın geliyor” diyor Özek. 5-6 yıl önce Türkiye turu yapanlar en fazla 79 ili görebiliyordu çünkü güvenlik endişesiyle Hakkâri ve Şırnak bölgesinin yaylaları ve muhteşem güzellikteki dağları kapalıydı.
3.200 metre rakımdaki Seyithan Gölü, Hakkâri
‘GÜVENLİK SORUNU YOK’