Gökhan Akalın

14 Şubat 'sevgi günü' tatlısı

10 Şubat 2021
İtiraf ediyorum, hayatımın hiçbir döneminde sevgililer gününü kutlamadım. Bunun bir aldatmaca, kandırmaca ve özenti olduğunu düşündüm hep. Şimdi bazılarınız beni linç edecek, kınayacak. Ama ne yapayım bende yalan yok.  Ne evliliğim süresince ne de ondan önceki dönemlerde ne yemeğe çıktık, ne hediye aldık birbirimize 14 Şubat gününde.  Yani bizim için gereksizmiş gibi geldi hep tek bir güne sığdırmak aşkı. Bize her gün 14 Şubat zaten… 😊

Fakat biliyorum ki kimilerimiz için çok önemli sevgililer günü. Asla yargılamıyorum herkesin kendi seçimi ve hayatı elbette.  Takıldığım belki de tek bir nokta var özellikle bu sene için.. Dünyada böylesi bir pandemi ve ekonomik kriz varken, insanların bu ortamda bile aşırı tüketim çılgınlığına girişmesi  ve bunu gösteriş yaparmış gibi sergilemesi sinirlerimi biraz bozmuyor değil. Biraz insaf, biraz vicdan diyorum ama içimden diyorum tabii ki.

Ben de ailenizin şefi olarak dedim gelenekleri bozmayalım, sevenleri üzmeyelim bugüne yakışır bir Mr. Gusto reçetesi paylaşayım. İstedim ki sadece  14 Şubat St. Valentine için değil, sevginin/aşkın tadı gibi tatlı bir lezzet olsun. Evimizde kendi imkanlarımızla yapabileceğimizi düşünüyorum. İrmik vardır çoğu evde. Belki burada en zorlayabilecek olan mascarpone olabilir. Evet lezzeti çok güzelleştiriyor ama yoksa sorun yok, labne peyniri de kullanabilirsiniz. Ama bana bir söz verin, bu tatlıyı girip mutfağa, sevdiğinizle beraber hazırlayın. İnanın bana  çok da keyifli olacaktır.

Ha bir de tarifim basit malzemelerden  oluştu ancak tek bir ricam olacak. O da azıcık sabredip dolapta iyice soğutmadan kesmeyin olur mu? Tek dilimle kalmayıp, ikincisi gelecektir bundan emin olabilirsiniz.

SEVGİ TATLISI

Malzemeler

1 litre süt

100 gram şeker (dilerseniz 6 yemek kaşığı agave şurubu, Hindistan cevizi şekeri ya da hurma püresi kullanabilirsiniz, ben öyle yaptım)

130 gram irmik

Yazının Devamını Oku

2021, taptaze bir sene geliyor, haydi enerjiiiii haydi

23 Aralık 2020
Atsak mı artık şu üstümüzdeki ölü toprağını, ne dersin? Sadece sen değil, hepimiz bunaldık sıkıldık. Öf pöff... Ama ben sana bir şey diyeyim mi? Bu böyle olmaz. Bak yeni yıl geliyor, haydi azıcık toparla kendini, biraz modunu düzelt. Hani nerede umut dolu pozitif enerjiii? Böyle mi karşılayacaksın yeni tazeyi?

Evet benim sevgili dostlarım, yine bir senenin sonuna geliyoruz. Ama nasıl bir sene breh breh... 2020 unutulmaz bir yıl oldu, hani böyle yaşlanınca ileride torunlara bol bol anlatacağımız cinsten.

Benim kafam biraz farklı çalıştı.  Sürekli iyi olana yönelmeye çalıştım. Arada iniş çıkışlar olmadı mı oldu tabii o ayrı... Yeni yıl sofrası için de aynı yolu izledim. Çünkü öyle unutulmaz bir seneydi ki onu uğurlamak pek bir sevindirici olacaktı hepimiz için. Şimdi diyeceksiniz bana “Eh gelen gideni aratmasın?” İnanın bana aratmayacak, 2021 güzel olacak. Gelin evrene bu enerjiyi hep birlikte gönderelim

Şimdi gelelim yılbaşı sofrasına… Biliyorum aklınızdan geçeni; korkmayın ben de sadece eşimle kutlayacağım yeni yılı, zaten hiç sevmem dışarıda yeni yıl kutlaması. Lakin kalabalık bir ortamımız maalesef olamayacak bu yılbaşı. Ama ölçüleri küçük tutup, yine de masamı donatma konusunda gayet motiveyim. 2021 taptaze bir sene... Hoş karşılamak lazım değil mi tazeyi? 😊

Bunu yapmazsam sanki daha kötü olurmuş gibi hissediyorum. Saçma bir batıl inanç ne yapayım? O yüzden diyeceğim o ki, biz yine de kuralım sofralarımızı, yapalım enfes yemeklerimizi, geçelim masamızın başına. Yeni yılın büyüsü, yaşama sevincimiz, umutlarımız evlerimizden hiç eksik olmasın, 2021 size sağlıklı bereketli haberleri gani gani getirsin.

Yılbaşı sofrası derken, hep çocukluğumda Babaannem’de kutladığımız o çok kalabalık sofralar geliyor aklıma. 80’li yıllar… Nasıl bir görsel hafıza varsa bende, kokusu ile birlikte tüm detayları duyularıma işlemiş. Tercih edilen yiyeceklerde ilk kriter, her zaman alamadığımız, tadamadığımız lezzetlerle masamızı donatmaktı, mesela hindi gibi. Veya çeşit çeşit çerezler gibi… Cevizli sucuk mutlaka olmalıydı o çerezlerde. Varlıklı sayılan bir aile ortamımız yoktu ama yılbaşı sofrası her zaman şölen masası kıvamındaydı. Başlangıçlar, sıcak ve soğuk mezeler, zeytinyağlılar, sarmalar, iç pilavlar, hindi ve tabii ki yeni yıl pastası.

Yetişkinlikle birlikte, yeni yıl sofrasında biraz farklılık, biraz değişikliğin güzel olduğunu keşfettim. Her yılbaşı hindi yemek pek sıkıcı gelmeye başladı. İyi yapılmışsa hiç acımam, bayılırım. Bu arada hindi eti sevmeyenlere gelsin bu lafım, “Aman yağsız-yavan-saman gibi olur onun eti” demeyin, siz usta ellerden çıkmış bir hindi tandır yememişsiniz sanırım. Bir ara onun tarifini de vereyim, hemen not alıyorum...

Neyse diyeceğim o ki sizlere biraz farklı bir menü hazırladım. Nergis salatası tam bir görsel şölen. Lezzeti fevkalade üstelik sizi tıkamayan bir salata. Kuzu incik nar ekşisi ile pişince bence lezzeti logaritmik artıyor. “Kuzu eti kokuyor, hiç sevmem” diyenler bile önce kuzu etini sonra parmaklarını yiyeceklerdir haberiniz olsun. Tatlı olarak, balkabaklı tiramisu paylaştım sizinle. Mutlaka 1 gün hatta 2 gün önceden yapın ve dolapta bekletin. Yılbaşı akşamı bu tatlıyı yerken dilek dileyin içinizden. Tarifin içinde bir sihir var, sizi bulacaktır 😊

Umarım hepsini denersiniz ve seversiniz. Şimdiden muhteşem güzellikte bir sene bizlerin olsun. Sevgi ve sağlıkla dolu, esenlikler içinde bir yıl dilerim…

Yazının Devamını Oku

Arınmak lazım

1 Ekim 2020
Kalabalık bir yolda yürüyorsunuz.. Herkeste bir telaş, oradan oraya savrulan insanlar, hava serin, uçuşan kızıl çınar yaprakları, esintiyle birlikte sonbahardan tam kışa geçiş, kulağımıza fısıldıyor... Yolun kenarında bir dilenci görüyorsunuz.. İki tane sebze kasasını kendine oturak yapmış ve dileniyor. Bitap durumda, , adama acıyorsunuz.. Bir anda dikkatinizi, adamın oturduğu tahta kasanın içindeki tomarlarca altın ve para çekiyor. Nasıl olabilir.. Dilenci üstünde oturduğu bu zenginliğin farkında bile değil. Hatta rüzgarla birlikte banknotlar birer ikişer uçuşuyor ama adam hala el açıp dilenmeye devam ediyor.

Nasıl bir ironi var sizce burada? Teşbihte hata olmaz. Benzetmeye çalıştığım dilenci aslında biziz, tüm modern dünya insanları.. Üstünde oturduğumuz,  içinde  servet dolu olan sandık ise sağlığımız. Zenginlik aslında o kadar yanımızda ki görmüyoruz bile. Belki fazla kilolar, sürekli yorgun bezgin hissetme hali, sabah yataktan sürünerek uyanma durumu, alerjiler, depresyonlar ve onlarca sindirim sorunları... Size de yabancı gelmedi değil mi bu tablo. Bu ve benzeri pek çok sorunu çözmek için aslında hepimiz yardım dileniyoruz. Açıkça kendimize bunu itiraf edelim lütfen. Kimden yardım dileniyoruz, En başta ilaç sanayiinden, sonra gıda endüstrisinden...

Durun hemen sıkılmayın, bunları canınızı sıkmak için yazmadım elbette. Her şeyin bir çaresi var ve yeter ki biz isteyelim. O yüzden bugün istedim ki sizinle biraz vücudumuzu arındırmaktan konuşalım. Senede birkaç kez beden ve ruhumuzu arındırmakla , işte o dilencinin hazineyi fark etmesini sağlıyoruz, dilenmesine gerek bile kalmıyor. Çünkü biliyor ki asıl zenginlik sağlığımız ve onu koruduğumuz müddetçe yaşam kalitemiz artmakta.

Doğa büyük bir mucize ve  her mevsim geçişlerinde oluşan enerji değişimi vücudumuzda da bazı etkilere sebep oluyor. Bedenimizde ister istemez oluşan ağırlık, halsizlik, bulanık düşünme, sürekli bir şişkinlik hali, bir şeyi yapmak isteme ama yapamama, erteleme iç güdüsü. İşte bu yüzden bir süre organizmamızı kızağa çekmek, asidik ortamlardan uzaklaştırmak, ruhumuzu hafifletmek nasıl iyi geliyor size anlatamam...

Bu sebeple her üç ayda bir vücudumu ve ruhumu arındırma programına sokuyorum. Buna o kadar büyük bir istekle koşuyorum ki adet kamp gibi oluyor. Evrenin tüm nimetlerine elbette hayır demiyorum ama bazı kısıtlar koyarak 2 hafta ara veriyorum bazı güzelliklere. Mesela; şeker,  süt ve süt ürünleri, un ve unlu ürünler, et ve et ürünleri... Bana inanın vücudunuz kendini toparlıyor ve eskisinden çok daha rahat hissediyorsunuz. Peki bu nasıl oluyor?

İlk olarak sizin buna ihtiyacınız olduğunu bilmeniz ile başlıyor her şey. Bazen öyle bir koşturmaca içinde yaşıyoruz ki aslında neye ihtiyacımız olduğundan haberimiz bile olmadan geçiyor günlerimiz. O yüzden farkındalıkla bazlı meditasyonlar yapmak kendimizi tanımanın ilk aşaması oluyor.

İkinci olarak, beslenme düzenimizi iki hafta için daha alkali olana çeviriyoruz. O mevsimin en taze  sebzesi ve meyvesi ne ise onu tüketerek. Vücudumuzda toksin birikmesini önlemek ve olanları da atmak temel maksadımız. Asidik olan her şeyi bu iki hafta elimine ediyoruz ve alkali hayata adapte oluyoruz. Sakın aklınıza şunu getirmeyin 'çok sağlıklı olan her şey çok lezzetsiz olur.' Buna en başta ben karşıyım ve lezzetsiz olan hiçbir şeyi ağzıma koymam. O yüzden birbirinden enfes yepyeni reçeteler ile vücudumuz temizliyoruz ve kesinlikle aç kalmıyoruz.

Üçüncü olarak, elbette ruhumuz... Nasıl unuturuz onu... Çok hızlı yaşıyoruz, bazen önümüzdeki güzellikleri göremiyoruz. Aslında biri bizim için freni çekerse, nasıl lezzetli olduğunu göreceğiz. O kadar ihmal ediyoruz ki kendi benliğimizi... Onunla daha çok kaliteli vakit geçirmek, olumlamalarla, meditasyonlarla, nefes egzersizleri ile bu süreyi maksimum faydaya çevirmeye çalışmak temel maksat.

Bütünsel olarak bakınca, ruh ve beden arınma sürecine girmişse zaten bundan sonrası işin keyfini sürmek. Sabah kendinizi nasıl bir enerji ile uyandırıyorsunuz anlatamam. Koşarak güne merhaba meditasyonu yapmak,  aldığımız nefes için namaste, şükredeceğimiz neler var neler... Ardından sabah rutinleri ve enfes bir arınma kahvaltısı yapıyoruz.

Yazının Devamını Oku

Yaz geldiyse...

26 Haziran 2020
Ahh ah yaz, ne güzel bir mevsimsin sen… Sıcak kumlardan serin sulara atlamaksın, sahilde içilen soğuk bir içeceksin, mangal keyfisin, güneşlenmeksin, şortsun, mayosun, bu liste uzar da gider. Söylerken bile insanın içi ferahlıyor değil mi? Gerçi çocukken ve gençken sanki daha bir anlamlıydı. Uzun yaz tatilleri, deniz, güneş, kum, sokaklarda akşamları oyunlar, çekirdek çitletmeler, hamak-salıncak sefaları, balık avı, yaz diskoları, ilk öpüşmeler, ilk flörtler, bahçe sohbetleri, yaz aşkları veee elbette yaz yemekleri… Hatıramda kalan pek çok şey var, hepsini burada anlatmasam daha iyi 😊

Çocukluğumun yaz aylarını, Tekirdağ yakınlarındaki yaz evimizde geçirirdik.  Doya doya 3 ay. O yıllarda tenha yerlerdi oralar, herkesin birbirini tanıdığı sakin huzurlu seneler. Hani çok eskiler derdi ya “Buralar eskiden dutluktu” aynı o hesap.  “Temelli geldim” derdik arkadaşlarımıza okul dönüşü yaz evimize gittiğimizde nedense, neticede 3 ay kalırdık ama çocuk aklı işte temelli demek daha bir iyi hissettirirdi herhalde.  Her Haziran-Eylül, Marmara denizinin keyfi çıkardı. Bahsettiğim seneler 80’ler. Elbette deniz nasıl berrak ve temiz olurdu o dönemde. Ellerim buruşana, annemin “Gökhaaaan hadi gidiyoruz” seslenişine kadar sudan çıkmazdım.

Evimizin bahçesinde çeşit çeşit meyveleri dalından yeme şansına erişmiş bir çocukluktu bu... Tekirdağ kirazı, kayısı, dut, armut, erik, şeftali... Allah’ım, nasıl lezzetliydiler! Organik diyorlar ya şimdi. O zaman öyle organik falan bilinmezdi, her şey doğal ve tazecikti. Dalından koparıp yerdik. Bu yazdıklarımı okuyup beni 70’lik sanmayın ha 😊 Demem o ki çok hızlı bir değişim yaşadık son 40 yılda.

Yoldan geçen seyyar satıcıların sesi hala kulaklarımda- “Dut ye bal ye” diye bağırırdı mesela bir tanesi. O en sevdiğim, Trakya şivesi de arada hooop çıkıverirdi... Babam karpuz seçerken, hemen bir dilim ikram edilirdi, mis gibi Tekirdağ karpuzu. “Vereyim kızanıma bir dilim” bakın bu da sabitleşmiş söylemlerden biriydi. Nasıl şerbet gibi gelirdi o kan kırmızısı karpuz.

Yaz evimizde çok kalabalık sofralar hatırlıyorum. Aile kalabalık olunca, misafirlerimiz fazla olurdu, haliyle kurulurdu o uzun masalar. Biz çocuklar tabii ki büyük masaya eklenen ufak açılır kapanır ek masada yerdik. Masada neler olmazdı ki? Yaz ayları olduğu için ana yemekte hep bir mangal hatırlıyorum. Babamın itina ile şişlere dizdiği, biber-soğan-kuzu etli şişler veya balıkçıdan alınmış tazecik barbunlar veya tekirler, ya da kendi tuttuğumuz kıraçalar, istavritler, kolyozlar... Yanında mutlaka ya çoban salata, ya da mevsim salatası. Elbette masada envai çeşit zeytinyağlılar ve mezeler. Masa kalabalık olunca muhabbeti de ona göre pek şenlikli olurdu. Muhabbetin sonunda dinlenen fasıllar, söylenen şarkılar..Belli ki alaturka müzik merakım oralarda çatılmış .. Ah çocukluğumun yaz akşamları, “Benim gönlüm sarhoştur, yıldızların altındaaaa…”

Ailem halen bu evde yazlarını geçiriyor, bahçede kendi sebzelerini yetiştiriyorlar, meyveler desen gırla… Ve benim için nasıl kıymetli bu anlatamam. Çok sık gidemesem de, her yerinde bir hatıram olan bir hazine, tanıdık yüzler ama biraz yaş alınmış ifadelerle... Olsun, o çizgilerin hepsi güzel anılar biriktiriyor.

Belki de bu yüzdendir bilmem, bu sene eylül ayında, tatil dönüşü hemen “Yaz bitmeden” konseptli bir yemek atölyesi planım var. İstiyorum ki atölyelere katılan dostlarla kuralım bu sofraları ister bahçede ister balkonda. Yapalım karnıyarık, domatesli pilav, cacık veya yaz türlüsü, zeytinyağlı barbunya. Yaz mevsimini güzelce uğurlayalım onun nimetlerini pişirerek.                                                     

Yaz deyince en sevdiğim meyvelerden olan şeftaliyi anlatmadan olmaz. Böyle sulu sulu ve olgun olacak, öyle ki kabuğunu sıyırarak ayıklayabileceksin. O kadar severim yani. Bu hafta istedim ki içinde şeftali olan bir tatlı tarifi paylaşayım sizlerle. Ama sağlıklı da olsun, içinde rafine şeker olmasın, efendim beyaz un olmasın. Bunların olmaması elbette lezzetsiz bir reçete olacağını aklınıza da sakın getirmesin. İnanın çok seveceksiniz bundan emin olun.

Hani Fransızların meşhur galette dedikleri bizim pideye benzeyen yuvarlak incecik hamurları ile şeftalinin uyumunu hayal ettim. İçinde badem kremasıda olsun istedim. Hepsi birbiri ile nasıl yakıştılar. Dilerseniz biraz serinlettikten sonra şeftalili galette’i servis ederken yanında bir top halis vanilyalı dondurma… “Üfff” diyorum, başka da bir şey demiyorum. Buyurun geçelim tarife.

Yazının Devamını Oku

Yemek bahane, hayat şahane

9 Haziran 2020
Yaptığın yemeği dostunla, ailenle, komşularınla paylaşamadıktan sonra neye yarar en mükemmel reçeteleri yapmak? Sağlığın yerinde değilse, neye yarar Michelin yıldızlı şefin hazırladığı tabaklar? O zaman neymiş; yemek bir araçmış, ama eğer iyi yemekse... İyi yemek nedir peki? Temiz-taze-mevsiminde malzemeler ile doğru tekniklerle pişmiş yemek… O yüzden hep diyorum ki “Yemek bahane, hayat şahane!”

Düzenlediğim yemek atölyelerinde hep dileğim şu oluyor katılımcı dostlarıma: “Bugün sizlere gönül ferahlığı diliyorum.” Gönül ferahlığı olunca, yediğin yemeğinde lezzeti daha güzel oluyor, insanın ağzının tadı geliyor. Bu atölyelerde, yediğimiz yemeği bilerek yapıyoruz. Farkında olarak yapınca daha keyifli oluyor. Yemeğin hikayesi denen bir şey olduğu kesin... Acaba bu lezzeti ilk kimler yapmış, nasıl hangi şartlarda neden yapmış, şu değil de neden bu malzeme eklenmiş? Hepsinin coğrafi, kültürel sosyolojik bir açıklaması olmalı. Ve bunları bilip tadına baktığın o tabak, inanın bana, daha anlamı hale geliyor.

İşte bu atölyelerde, şimdiye kadar vegan lezzetler, meze keyfi, kahvaltı sefası, davet-bayram sofrası konseptli birbirinden zengin yemekler yaptık, denedik, öğrendik. Yepyeni bir atölyemiz olan İtalyan Aşk’ı yeni bitirdik. 22 farklı İtalyan lezzeti tüm teknikleri ile denedi. İtalya’nın o enfes tatlarını evimize taşıdık, kültürünü ve sanatını içimize çektik. Neler neler pişmedi mutfaklarda, sevgi ile eşimizi dostumuzu mutlu ettik. Ah bir de bana teşekkür ettikleri anda, nasıl bir mutluluk bende, bunu izah etmem çok zor.

Şimdi yepyeni bir atölye hazırlığı başladı. Sanki bir sanatçı gibi ilmik ilmik işliyorum detayları. Yeni konseptimiz, HAFİF YAZ-ARINMA. Evlerimizden dışarı çıkamadığımız uzun bir süreç yaşadık maalesef.  Şimdi biraz ruhumuz ve bedenimizi rahatlatma zamanı diye düşünerek böyle bir menü ve terapiler hazırladım. Yine büyük bir heyecan. Sabah güne merhaba meditasyonu ile başlayacağız, evrene isteklerimizi göndereceğiz. Beden tarama egzersizleri yapacağız, farkındalıkla yemek (mindful eating) terapisi, bize yediğimizden keyif almamızı, hissetmemizi, duyularımızı kullanmayı göstererek. Bazen önümüze öyle lezzetli tabaklar konuyor ki, farkına varmadan sadece midenin açlığını doyurmak için yediğimizde, o yemeğin ruhunu sindiremiyoruz. Evet aynen dediğim gibi, yemeğin ruhu...

O kadar hızlı yaşıyoruz ki bir koşturmaca bir telaş... Sadece 30 dakika kendine ayırabilsen bak günün geri kalanında nasıl ruhun hafifleyecek, enerjin artacak. Neyse bunların hepsini yaza hafif girmemizi sağlayacak enfes tariflerimle gerçekleştireceğiz. En azından bir hafta bazı gıdalardan uzak duracağız, bedenimizi dinleyip, onu istediği tazelikler ile besleyeceğiz. Paralel olarak ruhumuzu da besleyerek, ruh-beden kardeşliğinde dengeyi sağlayacağız. Hafif yaz bize çok iyi gelecek.

Siz sevgili Hürriyet Lezizz okuyucularımla, bu atölyemizdeki lezzetlerden birini paylaşmak istedim bugün.

2 yıl oldu sanırım mr.gusto_goodfood instagram hesabımı açalı. Şöyle bir baktım da neler neler pişirmişim. En keyiflileri elbette dostlarla paylaşılmış olanlar oldu hep. Zamanında Instagram’da paylaştığım ve bu atölye için yeniden düzenlediğim bir tarifi paylaşacağım sizlerle. Arınma atölye haftamızda vücudun ritmine geri döneceğiz. Mesela sindirim enzimleri akşamları yavaş çalışmaya başlıyor. Sonra akşam şişkinlikleri vs. Ben, sabah veya öğlen olsa çıtır çıtır salataya hiç acımam ama akşam hayır. O yüzden, harika bir alternatif tarif oldu. 👍🏻
Biraz pişmiş, biraz haşlanmış, biraz ızgara… Lezzeti elbette enfes. Yapın bu iyiliği bedeninize, hafif yaz hayırlı olsun

Yazının Devamını Oku

İlk yazı ilk heyecan...

30 Mayıs 2020
Hadi gelin öncelikle bir tanışalım... 47 yaşında eski profesyonel beyaz yakalı, yeni şef Gökhan Akalın’ı takdim edeyim sizlere. Bir yeme içme sevdalısıyım diyebiliriz. İyi yemek nerede ben orada… Bu çocukluğumdan beri böyle geldi böyle de gidecek sanırım. Duyularımı harekete geçiren tüm tabaklar, benim için sanat eseri cinsinden kabulüm oldu şimdiye kadar. Temiz, mevsiminde ve taze malzemeler ile doğru tekniklerle pişmiş enfes tabaklar yaptım eşime, aileme,  dostlarıma ve bana bu yeni yolculuğumda eşlik eden misafirlerime.

Şimdi bu gastronomik yolculuğumu sizlerle de paylaşabileceğim için nasıl mutluyum anlatamam. Restorancı bir aileden geliyorum. İstanbul’da Boğaz’da tam dört nesil devam etmiş bir kültür. Haliyle minik bir adamken pek çok şey görüp tanık oluyorsunuz servis sektörünün inceliklerine ve lezzet dünyasının derinlerine dair. Ailenizin geniş olması, kalabalık masalara leziz yemeklerin eşlik etmesi ister istemez, mutfak ve masa adabını görerek öğrenmenizi sağlıyor.  Uzun zaman çokuluslu firmalarda çalışınca da dünyanın 50’den fazla üklkesini gezme görme fırsatı sundu hayat, şükürler olsun.. Eh serde merak olunca, beğendiğim lezzetin peşinden gidip kendimi restoranın mutfağında şeften püf noktalarını alırken yakaladığım çok olmuştur

Diyeceğim o ki tüm bu bileşenler bir potada birleşince, insan suyun yolunu bulduğu gibi, ruhunun dediklerini takip ediyor ve bildiği gördüğü tattığı lezzetleri sevdikleri ile paylaşmaya başlıyor. İşte o kırılma noktasıydı diyebilirim. Ben bu lezzet yolculuğumu paylaşmalıydım. Onlara tattırmalı veya onlara da öğretmeliydim.

Peki bu köşede sizleri neler bekliyor olacak? Elbette yepyeni tarifler paylaşıyor olacağım sizlerle. Ama benim tariflerimde hep bir hikaye olacak. Hayatın içinden tarifler diyorum ben onlara.Yaşanmış, denenmiş ve sizlerle paylaşılmaya hazır tarifler.

Zaman zaman başka diyarlara götüreceğim sizleri. Bir gün Sicilya’da caponata yiyeceğiz, bir gün Lima’da ceviche ya da Kayseri’de enfes bir yağlama... Hepsi bu dünyanın bize sunduğu enfes güzellikler ve bunlar paylaşınca çok daha güzel olacak.

Aynı düzenlediğim online yemek atölyelerimde olduğu gibi bşka diyarların tatlarını evlerimize getirip oraların kültürleri ile birleştireceğiz. Beş duyumuz ile farkındalıkla tadına bakacağız. Severek pişen her yemek, evimizin şifa merkezini harekete geçirecek ve hep birlikte lezzet şöleni yaşayacağız.

Yalnız gelin baştan bir konuda anlaşalım. Paylaşacağım reçetelerim de aynı hayatın kendisi gibi biraz inişli çıkışı olacak. Şöyle ki bir gün sizlere şöyle şerbeti yerinde bir şöbiyet tarifi verirken, diğer gün sağlıklı glutensiz unlardan bir tarif de verebilirim. Çeşitlilik güzeldir.

Evet, gelelim bugün sizinle paylaşacağım reçeteye. İstedim ki hafif ve serinlik veren bir tatlı olsun, görünütüsü ile büyülesin. Efendim, geleneksel lezzetlerimizden biri olan su muhallebisi nispeten masum ve hafif bir tatlı sayılabilir. Ağır yemekli bir menüden sonra bence mükemmel bir final.

Tabii şeker miktarını azaltabilirsiniz veya şeker yerine Agave ekleyebilirsiniz. Hatta hiç şeker koymadan pişirip, soğuttuktan sonra üzerine pudra şekeri de muhteşem olur. Hibiskus veya hatmi çiçeği, kırmızı renkli bir tür bitki. Bol C vitamini var içinde. Kış gelsin, hibiskusla güzel bir ayva tatlısı da yaparız, enfes oluyor demedi demeyin…

Yazının Devamını Oku