Ertan Balaban

Sakın ‘’virüs bana bulaşmaz’’ demeyin!

27 Ekim 2020
Ben, haftanın en az beş günü antrenman yapan, sağlıklı beslenen, vitamin takviyeleri alan, sağlıklı yaşamı fazlasıyla benimsemiş biriyim. Ne yalan söyleyeyim, içinde bulunduğumuz durumdan ötürü, bu kadar çok haber takibi sonrasında virüs haberlerinden çok sıkılmıştım. Ne kadar kendimi korusam da, tüm önlemleri alsam da aslında bu virüsten hiç korkmuyordum. ‘’Virus bana ne yapabilirdi? Ben onun üstesinden elbet gelirdim.’’ Diye düşündüm hep.

Ne yazık ki böyle olmadı. Bir akşam eve geldim. Kendimi inanılmaz yorgun hissediyordum ve soğuk ter dökmeye başladım. Hemen ailemden uzaklaşıp kendimi izole ettim ve o geceyi tek başıma geçirdim. Son günlerde fazla yoğun olduğumu, yeteri kadar dinlenmediğimi fark edip ertesi gün geçeceğini düşündüm fakat düşündüğüm gibi olmadı. Ertesi gün de gücümü toplayamadım. Biraz zaman geçtikte sonra hastaneye test yaptırmaya gittim. Sıra beklerken hemen hemen herkesin benimle aynı şikayetlere sahip olduğunu gözlemledim. İlk defa ayakta durmakta bu kadar güçlük çekiyordum. Vücudumda bir terslik olduğunun farkındaydım. Test yaptırıp hemen eve döndüm ve akşamında ateşim çıktı. Ateşimi düşürmek için ilaç aldım ve uyumaya çalıştım fakat gece boyunca birçok kez soğuk terleyerek uyandım. Başım ve gözerim ağrımaya başladı. Bir noktadan başka bir noktaya hızlıca bakamıyordum. Gözlerim iyice hassaslaştı. Ertesi gün, kendimi izole ettiğim odadan bir an önce çıkıp eşime sarılıp sonucumun negatif olduğunu söylemek için sabırsızlıkla bekliyordum ki sonuç beklediğim gibi gelmedi. Malesef test sonucum pozitif çıkmıştı.

O andan itibaren uzun bir süre hiçbir şey yolunda gitmedi. Ateşim her saat çıkıyor ilaçla düşürmeye çalışıyordum. Ertesi sabah sağlık görevlileri Covid-19 tedavisi için gerekli olan ilaçları kapıma getirdiler. İlk gün almam gereken 16 hap vardı ve bu hapları sabah ve akşam olmak üzere 2 ayrı zamanda alacaktım. İlaçlar o kadar fazlaydı ki sağlık görevlilerini arayıp teyit etmek istedim. Kendimi, elimde 8 hap ile intihar ediyor gibi hissettim. Bırakın hastalığı, vücuduma bu kadar çok ilacı sokmak bile beni çok üzüyordu ama başka da çarem yok gibiydi.

Evde geçirdiğim ilk 5 geceden sonra, ateşim gitgide yükseliyordu ve artık geceleri uyanmaya başlamıştım. 39,5 ateşle uyanıp, rüyada olup olmadığımı anlamak için çaba sarf ediyordum. Bir süre sonra halüsinasyonlar görmeye başladım. İnsanlarla konuşuyordum sonrasında ise bunlar gerçek değil diyordum. Vücudum yanıyordu. Eşimi yanıma çağırmak istedim fakat virüs ona da bulaşmasın diye kendimle savaş veriyordum. 5. Gecenin sonunda artık dayanamadım ve ambulans çağırmasını rica ettim. Ambulans geldi. Oğlum ve eşim ambulansı ve beyaz önlüklü sağlık çalışanlarını görünce durumumun daha da kötüye gittiğimi düşünerek ağlamaya başladılar. Ben sağlık çalışanlarına ateşimi kontrol altına alamadığımı, beni hastaneye götürmelerini söyledim. Beni hastaneye götürdüler. Eşim dayanamayıp arkamızdan geldi. Gittiğim hastanede doktor bana birkaç test yaptı. Sonucunda ise hastalığın tüm göğsümü kapladığını ve beni hastaneye yatırmaları gerektiğini söyledi.

Uzun süre spor yapamayacağımı, göğsümde ciddi tahribat oluştuğunu da ekledi. Doktor odadan dışarı çıktıktan sonra eşim bana ulaşmaya çalışıyordu çünkü doktor, bana söylediklerini eşime de söylemişti. Sahranın telefonunu açamadım. Üzüntü mü, sinir mi bilmiyorum ama hayatımda uzun bir süre sonra oturup ağladım. Yalan değil, korkmuştum. Sanki bu hastalık beni çok kötü bir duruma sokmuştu. Spor yapamamayı hatta nefes alamamayı düşünüyordum. Acaba bana bir şey olacak mı diye düşünmeye başladım.

Hastaneye yattıktan sonraki gün doktor yanıma gelerek çıkan sonuçlara göre zor nefes almam gerektiğini, oksijen seviyemin düşük olması gerektiğini ama bende gözle görülen herhangi bir sorunun olmadığını söyledi. Hiç sorun yoktu. Nefes alıyordum, oksijenim ise normal değerlerdeydi. Bunun en büyük sebebi ise yıllarca yaptığım spordu. Hatta ateşimin 10 gün boyunca düşmemesi, bağışıklık sistemimin virüsle savaşıyor olmasıydı. Ben güçlü biriydim ama bu virüs de çok güçlüydü. 10. Günün sonunda doktoruma artık çok yorulduğumu ve ne yapıp ne edip beni bu ateşten kurtarmasını rica ettim.

Yazının Devamını Oku

Aralıklı oruç

29 Haziran 2020
Bugüne kadar size hep spordan bahsettim, bugün de sporun ikiz kardeşi olan beslenmeden bahsetmek istiyorum.

Ben diyetisyen değilim ama bedenini çok iyi tanıyan bir sporcuyum. Sizlere son zamanlarda denediğim ve çok hızlı sonuç aldığım bir diyetten bahsedeceğim. Hayatım boyunca birçok değişik antrenman ve diyet uygulamaya çalıştım. Hep daha iyisini aradım ve hep daha iyisini buldum da. Bildiklerimiz son zamanlarda çok hızlı yenilenip, güncelleniyor. Biz de bu hıza ayak uydurup kendimizi hep geliştirmeye çalışıyoruz.

Dünya için değil ama benim için yeni bir deneyim olan Aralıklı oruç diyetinden bahsetmek istiyorum sizlere. Herkes orucun bir dini inanç olduğunu düşünüyor olsa da aslında ben bunun sağlıklı bir beslenme düzeni olduğu için birçok din tarafından insanlara sunulmuş olduğunu düşünüyorum. Japon bilim adamı Yoshinori Ohsumi 2016’daki araştırmaları sonucunda orucun otofaji, yani hücrelerin yenilenmesine ve temizlenmesine iyi geldiğini ispatlayıp, Nobel ödülü almaya hak kazanmış. Aralıklı oruç diyeti hem kısa zamanda sonuç alabileceğimiz, hem de hücre yenilenmesine yardımcı olduğu için oldukça sağlıklı bir diyet diyebiliriz. Gelelim nasıl uygulandığına..

Farklı zaman dilimlerinde yapılan birçok çeşidi var. 16 saat aç kalmak, 8 saat yemek yemek ya da 20 saat aç kalmak ve 4 saat yemek yemek gibi. Hatta 24 saat boyunca

hiçbir şey yenmemesi gereken, 5 gün yiyip 48 saat aç kalınan versiyonları bile var. Ben kendime en uygun olan yani 12:00 – 20:00 olan programı seçtim. 12:00’da yemeğe başlıyor, akşam 20:00’da son öğünümü yiyorum.

Bu diyet bize nasıl etki sağlıyor? Öncelikle yağ yakımı hızla artıyor ve fazla kilolardan kısa zamanda kurtuluyoruz. Hücreler yenilendiği için cildimiz güzelleşiyor ve kendimizi daha genç hissediyoruz. Beyin fonksiyonlarını olumlu etkiliyor ve aslında mutluluğumuzun kaynağı olan hormonları daha iyi salgılamamızı sağlıyor. Sindirim sistemi daha az çalıştığı için bedenimiz yorulmuyor ve ömrümüzün uzadığı bile söyleniyor.

Peki bunları nasıl yapıyor? Yediğimiz karbonhidratlar vücudumuza glikojen olarak depolanır ve ihtiyaç halinde enerjiye çevrilir. Fazla glikojen ise yağ hücrelerinde depolanır. Biz ise bazen ihtiyacımızdan çok daha fazlasını keyif uğruna vücudumuza alıp, vücudumuzun yağlanması için zemin oluşturuyoruz. Harcadığımız kaloriden çok daha fazlasını aldığımızda vücudumuz yağlanmaya başlıyor, bunun tam tersini uygularsak, yani aldığımızdan daha fazlasını harcarsak, yağ hücrelerinde depolanan glikojenleri kullanarak fazla kilolardan kurtulmaya başlarız. Aslında matematik bu kadar basit. Tek yapmamız gereken ne yediğimizi bilmemiz ve dikkat etmemiz. Ben genetik açıdan kilolu bir insanım diyerek bahane bulmamalıyız. Herkes doğru besin ve enerji kullanımı ile kendinin en iyi versiyonu haline gelebilir.

Yemek yemek sadece keyif almak değildir. Aslında adı üzerinde olduğu gibi beslenmektir. Beslenmek ise sağlıklı olmak için ihtiyacımız olan proteinleri, karbonhidratları ve yağları yediğimiz yemekten dengeli ve düzenli olarak almamızdır. Bunları dengesiz ya da eksik aldığımız zaman vücudumuzdaki yağ oranı artabilir, kan şekeri ve pankreastan insülin salınımı düzensizleşebilir ve kan şekeri oynadığı için devamlı açlık hissedilebilir. Dolayısıyla biz de ihtiyacımız olan enerjiyi istediğimiz zaman ortaya çıkaramayabiliriz.

Yazının Devamını Oku

Sanal Spor

24 Nisan 2020
Ertan Balaban yazdı...

‘’Dünya yeni bir döneme girecek’’ dedikleri zaman inanmıyorum çünkü bence, dünya çoktan öyle bir döneme girdi bile. Batıdan doğuya doğru gelen dijitalleşme, her konuda hayatımızı sarmış durumda. İlk zamanlar yemek siparişlerimizi telefonumuzda bulunan bir uygulamadan ya da web sitesinden söylemeye başladık, daha sonra marketler bile, bu uygulamalar aracılığıyla siparişlerimizi ayağımıza kadar getirmeye başladı. Üniversitelerde uzun zaman önce başlayan online eğitimlerin sayısında artış gerçekleşti ve bugünlerde herkesin gördüğü gibi spor bile internet ortamında yapılmaya başlandı. Ben bunu uzun zamandır ön görüyordum ve bu konuda bazı girişimlerim oldu fakat tabii ki içinde bulunduğumuz bu durum, bunu hızlandırdı ve mecbur hale getirdi.

Eğer uzaktaysanız veya sürekli seyahat etmek durumundaysanız, eğitmeniniz eşliğinde uzaktan eğitim almanız ya da bir program satın alarak, programı takip etmeniz kadar doğal bir şey yok ama bunu sadece tembelliğinizden dolayı yapıyorsanız işte o zaman durum pek iç açıcı değil. Büyük spor salonlarının yerini alan ‘’Community Club’’ olarak adlandırılan, yani ufak çaplı ve sosyal ortamına çok önem veren spor alanlarının çoğalması ve başarılı olmasının tabii ki birçok sebebi var. Bu sebeplerin en başında, insanların birbirini spor konusunda motive etmesi ve sürekli bir yarış halinde olması geliyor. Eğer insanlarla sosyalleşmez ve tatlı bir rekabet içinde olmazsanız, ‘‘Comfort Zone’’ yani oluşturduğunuz düzenin rahatlığından kurtulmanız çok zor. Gelişimin hızlı olması için de diğer insanların atladığı vagona atlayıp gitmeniz gerekiyor.

Şahsen, internet ortamında spor yapacağım aklıma gelmezdi ama hayatın bize daha neler göstereceğini bilemiyoruz. Bu yüzden her şeye hızlı adapte oluyoruz. İçinde bulunduğumuz bu dönemde uzun yıllardır sahip olduğum tecrübeyi kullanarak, kendi kendime spor yapmaya başladım. Fakat ne yazık ki, salonda sahip olduğum motivasyonu kendimde bulamadım. Aslında farkında olmasak da aynı anda, başkalarıyla birlikte farklı çatı altında antrenman yapıyor olduğumuzu bilmek bile aslında bizi motive ediyor.

Umuyorum bir an önce tüm bu kaos biter ve sosyal ortamımıza, spor salonlarımıza geri döneriz. Siz, yine de bu dönem içerisinde ya da ihtiyacınızın olduğu dönemlerde güvendiğiniz bir eğitmen ile birlikte program oluşturmaktan ya da sanal ortamda canlı yayın antrenmanlarına katılmaktan sakın kaçınmayın. Göreceksiniz bu, sizi daha çok motive edecek ve uzaktan da olsa başka insanların da yanınızda olduğunu hissedeceksiniz.

Yazının Devamını Oku

Bu dönemde en az virüs kadar tehlikeli nelere dikkat etmeliyiz?

11 Nisan 2020
Ertan Balaban yazdı..

Bu işin tıbbi, ekonomik ve psikolojik etkileri olacak gibi gözüküyor. Ben tabii ki ilk iki madde hakkında sadece bir dinleyici olduğum için, eski bir sporcu olarak sizlere diğer kısımlardan bahsedeceğim.

İnsanoğlunun adaptasyon süreci çok hızlıdır. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak. Mesela güneşe çıktığımız zaman derimiz hemen renk değiştirir veya bir olay karşısında ilk başta çok üzülürüz ama sonra alışırız. Tembellikte buna verilebilecek örneklerden birisi. Hemen alışıyoruz oturmaya,
çalışmamaya veya sosyalleşmemeye. Sanki yıllardır koşturan biz değilmişiz gibi. O yüzden bu dönem sadece virüs açısından tehlikeli bir dönem değil. İnsan, hareket etmek zorundadır. Hareket etmezse hem fiziksel hemde psikolojik açıdan olumsuz yönde etkilenir. Eskiden

Nelere dikkat etmeliyiz?

Eskiden çok daha fazla hareket eden insan, teknolojinin gelişmesiyle birlikte bunun için ekstra zaman ayırmak ve spor salonlarına gitmek zorunda kaldı. Şimdi, içinde bulunduğumuz süreç nedeni ile gidemiyoruz ama bu hareketliliği durduracağımız anlamına gelmiyor. İnsanın kendi vücuduyla neler yapabileceğine inanamazsınız. Aslında çok şey var. Herkesin evinde bisiklet,koşu bandı ya da spor aletleri mevcut olmadığından çok basit hareketleri tercih etmelisiniz. Cezaevlerini düşünsenize, onlar yıllarca hareket etmeden oturuyorlar. Şimdi anladınız mı volta atmak nedir? Belki de yeni yeni anlıyoruz volta atmanın bir güç gösteri değil de hareket etmenin bir yolu olduğunu. Çünkü insan hareket etmek zorundadır. Bu yazıda sizlere hareket önerecek değilim, bunun için birçok bilgili spor eğitmenleri ve takip edebileceğiniz çokça programlar mevcut ama kendinize en uygun programla terlemek ve hareket etmek zorunda olduğunuzun altını çizerek söylemek isterim.

Peki önceden spor yapmayanlar? Onlar da evde spor yapmalı mı? Siz farkında değilsiniz ama aslında hepimiz her gün hareket ediyoruz. Pazara gidiyoruz, toplu taşımaya yürüyoruz veya merdiven çıkıyoruz. Bunların hepsi birer hareket ve sizi bir yere kadar zinde tutuyordu. Bu dönemde
bunları bile kısıtlanmış durumdayız. Evet, kesinlikle sizler de evde spor yapmalısınız. Belki de bu dönem sizlerin, sporu hayatınıza sokmanız için doğru bir zaman olacaktır.

Peki ya başka ne yapmalıyız?

Yazının Devamını Oku