◊ Frank ve Kathleen, ilk sorum size... James Mangold’un 5’inci “Indiana Jones” filminin yönetmenliği için doğru isim olduğuna nasıl karar verdiniz?
- Kathleen Kennedy: Her şeyden önce; o mükemmel bir film yapımcısı ve sinemayı çok seviyor. Bu çok net. 70’lerin sonlarında yarattığımız bir şeyle 2023’e adım atmak... Bence bu, sadece filmi gerçekten seven biri tarafından yapılabilir. O kişi de James Mangold’du.
- Frank Marshall: James’le çalışmanın en sevdiğim yanı; aile gibi hissettirmesi. Çok iyi bir iş birlikçi ve iyi bir aile babası. Sette çok fazla sevgi ve kahkaha vardı. Bunu yapabilecek en doğru kişi oydu.
◊ James, teklif geldiğinde tereddüt ettin mi?
- James Mangold: Tereddüt ettim, çünkü bu büyük bir sorumluluk. Ayrıca böyle bir filmden o kadar çok beklenti olduğunu anlıyorsunuz ki, yalnızca bazılarına ulaşabiliyorsunuz. Çünkü herkesin kendi versiyonu, kendi “sevgili Indiana Jones”u var ve hepsini memnun etmenin hiçbir yolu yok...
Bir de bu film, efsanevi bir ekibe sahip. Dürüst bir film yapıp yapamayacağımı anlamaya çalışmak önceliğimdi. Bu koltuğa sadece bir boşluğu doldurmak için değil, aynı zamanda bir hikâye oluşturmak için geliyordum. Ve bu harika aileye girdim. Benim için bu filmi yapmamın en büyük sebebi; Frank ve Kathleen’dir.
“Kutsal Hazine Avcıları”nı 17 yaşındayken New York’un dışındaki bir alışveriş merkezinde açılış gününde izlemiştim ve yönetmen olmamın nedenlerinden biri de o andı. 3 yıl önce kendimi Steven (Spielberg), Kathy, Frank ve Harrison ile karşı karşıya bulmak ve onlarla film çekmeye davet edilmek, kurduğum tüm hayallerin ötesindeydi...
◊ Cannes Film Festivali’nde ilk gösteriminizi yaptınız. Neler hissettiniz?
- Sam Levinson: En büyük hayalim gerçek oldu... 10 yaşındaydım, dünya sineması hakkında pek bir şey bilmediğimi hatırlıyorum. İzlememe müsaade edilmeyen Tarantino’nun çılgın filmini, bir arkadaşımla onların evine gizlice girip izlemiştik. Bu sayede Cannes Film Festivali’ni keşfettim.
Buraya gelme hayalim vardı. Bu festivalde yaşayabileceğim en dokunaklı ve duygusal deneyimlerden birini yaşadım. Çok sevdiğim bu kadroyla burada olmak benim için dünyalara bedeldi.
◊ Dizide ünlü bir pop şarkıcısını canlandırdınız...
- Lily-Rose Depp: Jocelyn, etrafında tuttuğu insanlarla mücadele ediyor ve ona doğruyu söyleyip söylemediklerini merak ediyor. Bence bu hayatta da olan bir şey. Her şey kendinizi iyi insanlarla çevrelemekle ilgili. İşte bu yüzden burada, tüm bu harika insanlarla çevrili olduğum için çok mutluyum. İkinci olarak, bu proje ve bu insanlar benim için her şey demek. Biz gerçekten bir aile olduk.
ÇIKIŞ NOKTAMIZ ÇARPIK BİR PERİ MASALI YAPMAKTI
◊
◊ Cannes’daki ilk gösterimin sonunda uzun süre alkışlandınız ve o sırada hepiniz duygusal anlar yaşadınız. Neler hissettiniz anlatır mısınız biraz?
- Martin Scorsese: Yıllarca süren çalışmanın doruk noktasıydı. Lily, Leo, Bob ve kendi adıma konuşmam gerekirse bence tüm duygular kalpten geldi, bu nedenle çok dokunaklıydı...
◊ Lily, tüm bunlar sizin için ne ifade ediyor?
- Lily Gladstone: “Minnettar” kelimesi hissettiğim tüm duygulara uyuyor. Bu filmi temsil eden tüm insanların burada, bir arada olması gerçekten özel.
OSAGE HALKI ÇOK ACI ÇEKTİ
◊ Siz neler söylemek istersiniz Leonardo DiCaprio?
- Leonardo DiCaprio:
◊ Hepiniz harika oynadınız, filmin duygusu izleyiciye aktı. Nuri Bilge Ceylan sinemamızın ikonu, onunla çalışmak nasıl bir tecrübeydi?
- Erdem Şenocak: Büyük bir şans tabii ki... Ben Nuri Bilge Ceylan’ın sadık bir izleyicisiyim, onunla çalışmak bir ders gibi... Birçok filminin hem kamera önünü hem de kamera arkasını izledim. Anadilimde böyle bir yönetmenin filmini izlemek çok büyük bir şans. Rusça Dostoyevski okumak gibi bir şey. Filminde oynamaksa bir ayrıcalıktı. Oynamadığım sahnelerde nasıl yönettiğini izlediğim oldu. Çok büyük bir şanstı.
◊ İlk kamera tecrübenizde bu projenin parçası olmak nasıldı? Bu ilk heyecanı anlatır mısınız?
- Ece Bağcı: Nuri Bilge Hoca’nın filmlerini ve kişisel olarak duruşunu çok beğeniyorum. Böyle bir filmle başlayabilmek benim için süper bir deneyim oldu. Hoca ile çekim, onunla çalışma süreci okul gibiydi. Sadece benim için değil, hepimiz için okul gibiydi. Çok şey öğrendim, bana çok şey kattı. Sonucu da gördük. O yüzden Bilge Hoca ile çalışabilme fırsatı bulduğum için çok mutluyum.
FİLMİ İZLEDİKTEN SONRA GÖZYAŞLARIMI TUTAMADIM
◊ Bu projeye nasıl dahil oldunuz? Seçmelere girdiniz mi yoksa rol direkt size mi geldi?
- Ece Bağcı:
◊ Çocukluğunuz Teksas’ta geçmiş, o yıllarda sizi şöhrete çeken silinmez şeyler nelerdi?
- Aman Tanrım, kesinlikle hiçbir şey. Üç kanallı bir televizyonumuz vardı. Babam kablo almayı reddetti. Eğitimci bir ailede büyüdüm, bu yüzden hep kitap okuyorduk. Ben, şöhret aşkıyla büyümedim. Bu yüzden benim için Hollywood’a taşınmak gerçekten yaratma sanatıyla ilgiliydi. Oyuncu olmak için oraya taşındığımda dersler aldım ve herkes bu sanata o kadar meraklıydı ki... Kimse ünlü olmak için orada değildi.
◊ Ekranda çok fazla yol kat ettiniz, tüm bu deneyim şimdi size nasıl geliyor?
- Ah, hâlâ özlüyorum. Televizyonu seviyorum. Yani ben gerçekten bir TV ürünü gibiyim. Film okulum olarak “Umutsuz Ev Kadınları”nı kullandım. Yani sette gerçekten dikkat ettim ve kameraları, lensleri ve ışıkları çok merak ettim...
BAZEN KENDİ YETENEĞİMİZİ FARK ETMEMİZ ZOR OLUYOR
◊ Ve “Umutsuz Ev Kadınları”ndan kısa süre sonra kamera arkasına geçtiniz...
- Evet, bunu yapmayı sevdim. Gerçekten merdivenin her basamağına dokundum. İki kısa film çektim ve ardından daha büyük işler yaptım. Televizyonda gerçekten çok güzel işlerim oldu. Çevrem yeteneklerimi biliyordu. İnsanların “Ah evet, çok uzun zamandır yönetmenlik yapıyor” demesi bir dakika sürdü sanırım. (Gülüyor)
◊
◊ Öncelikle tebrik ederim, 76’ncı Cannes Film Festivali’nde ‘Palme d’Or Ödülü’nü kazandınız. Neler söyleyeceksiniz?
- Burası üvey annem Anne Douglas ile babamın tanıştığı yer... Anne, 63 yıldır üvey annemdi, bu yüzden ona çok yakındım ve onu çok seviyordum. O, Fransız bir reklamcıydı ve 50’lerde George Gravan’la birlikte bu festival için çalıştı. 10-11 yaşımdayken Cannes Festivali ile ilgili o hikâyeleri hatırlıyorum. Aslında birkaç kez gelip ziyaret de ettim. Gittiğim tüm farklı festivaller arasında Cannes açıkça kendi başına bir sınıf oldu. Film yapımcılarının neşesi ve sevgisi bu festivali yönlendirdi. Pek çok film festivalinde ya Amerikan karşıtlığı var ya da sadece Amerikan filmleri üstün tutuluyor. Burada bu ayrıma kimse sahip değil, sadece neşe hissediyorum. Aynı şekilde, hepimizi bir araya getiren bir alan olmasına bayılıyorum. Burada herkesin sinema keyfi var. Bu yüzden, Cannes’ın her zaman arkadaş canlısı, destekleyici ve iyi bir ruh hali içinde olduğunu düşünüyorum.
CANNES’DA ASLA REKABET HİSSETMEDİM
◊ Cannes Film Festivali’nde ilk olarak 44 yıl önceki filminizle yer aldınız. Daha sonra birçok filminizle festivalde boy gösterdiniz. Cannes Film Festivali sizin için ne ifade ediyor?
- Buraya her geldiğimde, tüm prömiyerlerimizden keyif aldım. Her zaman farklıydılar. “The China Syndrome”da Jack Lemmon o yıl, en iyi erkek oyuncu dalında ‘Palme d’Or’ kazandı. Bu büyük bir etki bıraktı. Cannes’da asla rekabet hissetmedim, sadece sinemanın gerçekten neşesini hissettim. Ve hangi ülkeden gelirseniz gelin insanlar burada mutlu. Politika burada minimumda kalma eğilimindedir. Birleşmiş Milletler’in eski bir destekçisi olarak bu benim için önemli çünkü dünyanın nasıl bölündüğü ve muhtemelen nasıl daha fazla bir araya gelmemiz gerektiği konusunda mutlu değilim.
BAŞARININ SIRRI İYİ MALZEME
◊ Palme d’Or sahibi seçkin sanatçılar listesine girdiniz. Kariyerinize dönüp baktığınızda nasıl hissediyorsunuz?
◊ “White Noise” romanını sinemaya uyarlamaya nasıl karar verdiniz?
- Noah Baumbach: Pandemi döneminde kitabı tesadüfen yeniden okudum. Kitabın o dönem yaşadıklarımızla aynı hissiyatı vermesine inanamadım. Hikâyeyi film yapmaya karar verdiğimde ise sadece Don DeLillo’nun dilini almaya değil, onun dilinde kendi sesimi bulmaya başladım.
◊ Greta ve Adam, filmde Jack ve Babbette Gladney adlı bir çifti canlandırıyorsunuz... Siz neler söyleyeceksiniz?
- Greta Gerwig: Teklif gelince romanı yeniden okudum. Açıkçası senaryoyu okurken bile canlandırdığımız karakterlerle aramızda bir bağ hissettik. Çekime başlamadan önce uzun bir prova yapacak kadar şanslıydık. Böylece bizim için o karakterler artık bir hayal olmaktan çıktı.
- Adam Driver: Roman da senaryo da çok iyi yazılmış... Greta’nın dediği gibi, çok fazla prova süremiz vardı. Bir masanın etrafında oturup defalarca okuma yaptık. Noah romana farklı bir bakış açısı getirdi. Biz oyuncular da karakterlerimize kendi yorumumuzu kattık. Bu yüzden filmin romandan farklı ve yeni bir tarzı var. Eminim ki izleyiciler de filme kendi bakış açılarını getirecekler.
80’LERİN DİLİNİ VE RENKLERİNİ KULLANDIM
◊
◊ Glenn ve John, “Rabbit Hole” hakkında neler söyleyeceksiniz?
- Glenn Ficarra: Söyleyebileceğimiz tek şey, bu dizide eğlencenin olduğu... Bence neler olup bittiğini anlamaya çalışmak eğlencenin bir parçası. İnsanların sadece eğlenerek izlemelerini istiyoruz.
- John Requa: Karışıklık olsun diye karışıklık yok. Bu bir bulmaca. Seyircinin “Rabbit Hole” izlerken bir yandan e-postaları ya da bunun gibi şeyleri kontrol etmelerini istemiyoruz. Tek odakları dizi olsun, dikkatli izlemeleri gerekiyor çünkü.
◊ Kiefer Sutherland’ın “o adam” olacağına nasıl karar verdiniz?
- Glenn Ficarra: Bu bir sır değil. Süper zeki, her şeyin ötesinde olan bir adam. Ve bazen seyirciden çok daha fazlasını biliyor ve bazen de biraz gerisinde kalıyor. Ama çoğu zaman hızlı bir şekilde oynuyor ve seyircinin onunla kalmasını istiyorsunuz.
O Amerika’nın kahramanı gibi ve herkes ona güveniyor. Yani kötü gibi görünen bir şey yaptığında bile, sonunda üstesinden geleceğini biliyorsun. Bu yüzden “o adam” rolü ona çok yakıştı.
◊