Cinsel ilişki kadın ve erkeğin paylaştığı çok özel bir andır. Önemli olan ne kadar sürerse sürsün cinselliği tam anlamıyla yaşamak, yapılan eyleme yoğunlaşmak, ruh ve bedenle orada olabilmektir. Çünkü cinsellik sadece bedensel bir eylem değildir, birbirini seven ve arzulayan iki kişi arasında yaşanan çok özel bir eylemdir. Cinsellikte kişinin psikolojisi, o anki ruh hali, cinsellikle ilgili olumsuz duygu ve düşüncelere sahip olup olmadığı, kişinin kendini ve bedenini sevmesi, partnerine karşı olan duyguları, partnerin ilişkideki tavrı önemli bir yer tutar. Bütün bunları düşünerek yatağa giren kişi cinsellikten haz alamıyor. Bu nedenle cinsellik yaşanacağı zaman sadece olumlu şeyler düşünmek, beyin kapatmak ve sadece partnerle geçirilecek güzel anlara odaklanmak gerekiyor.
Tıpkı banyoya elbiseler çıkartılarak girildiği gibi, sevişmek üzere yatağa da olumsuz düşüncelerden arınarak girmekte fayda var. Nasıl ki elbiselerle duş alındığında vücut temizlenmezse, rahatlamazsa ve sadece ıslanılırsa, yatağa da olumsuz düşüncelerle girildiğinde dokunmanın ve sevişmenin verdiği hazza odaklanılamaz, sadece penis-vajina birlikteliği gerçekleşir. Bu da cinsel sorunların oluşmasına ve devam etmesine yola açabiliyor.
CİNSEL İLİŞKİ SIRASINDA BEYNİ KAPATMAK GEREK
Cinsellikle ilgili olumsuz duygu ve düşünceler, cinsel ilişki sırasında beyni kapatamama, kendini dışarıdan bir seyirci gibi izleme, olaya kendini kaptıramama gibi nedenler özellikle erkeklerde serleşme sorunlarına ve erken boşalmaya, kadınlarda da orgazm olamamaya ve zamanla cinsel isteksizliğe yol açabiliyor. Kadınlar genellikle cinsel ilişki sırasında o ana odaklanmak ve haz almaya çalışmak yerine, nasıl göründükleri, nasıl koktukları, bedenlerinin yeterince temiz olup olmadığı, partnerlerinin kendilerini çekici bulup bulmadığı, vb. konuları düşünebiliyor ve bu tarz düşünceler de orgazmı engelleyebiliyor. Erkekler de cinsel ilişki sırasında zevkten çok performanslarının iyi olup olmadığına odaklanıyor ve bu da yine erkeğin sertleşme sorunu ya da erken boşalma yaşamasına neden olabiliyor.
RAHATLAYIN VE GEVŞEYİN
Cinsel ilişki öncesi rahatlamak ve gevşemek çok önemlidir. Bunun için birtakım gevşeme ve nefes egzersizleri uygulanabilir. Otohipnoz CD’leri rahatlamak ve olumlu düşünmek için faydalı olabiliyor.
Ayrıca dikkatini partnerine yoğunlaştırmak, cinsellikten konuşmak, cinsel aktivite öncesi ortamda bazı değişiklikler yapmak, birlikte bir şeyler içmek, romantik anlar geçirmek, güzel bir yemek yemek ya da film seyretmek çiftin sevişme havasına girmesini sağlayabiliyor. Çünkü cinsellik; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır.
Cinsel ilişki kadın ve erkeğin paylaştığı çok özel bir andır. Önemli olan ne kadar sürerse sürsün cinselliği tam anlamıyla yaşamak, yapılan eyleme yoğunlaşmak, ruh ve bedenle orada olabilmektir. Çünkü cinsellik sadece bedensel bir eylem değildir, birbirini seven ve arzulayan iki kişi arasında yaşanan çok özel bir eylemdir. Cinsellikte kişinin psikolojisi, o anki ruh hali, cinsellikle ilgili olumsuz duygu ve düşüncelere sahip olup olmadığı, kişinin kendini ve bedenini sevmesi, partnerine karşı olan duyguları, partnerin ilişkideki tavrı önemli bir yer tutar. Bütün bunları düşünerek yatağa giren kişi cinsellikten haz alamıyor. Bu nedenle cinsellik yaşanacağı zaman sadece olumlu şeyler düşünmek, beyin kapatmak ve sadece partnerle geçirilecek güzel anlara odaklanmak gerekiyor.
Tıpkı banyoya elbiseler çıkartılarak girildiği gibi, sevişmek üzere yatağa da olumsuz düşüncelerden arınarak girmekte fayda var. Nasıl ki elbiselerle duş alındığında vücut temizlenmezse, rahatlamazsa ve sadece ıslanılırsa, yatağa da olumsuz düşüncelerle girildiğinde dokunmanın ve sevişmenin verdiği hazza odaklanılamaz, sadece penis-vajina birlikteliği gerçekleşir. Bu da cinsel sorunların oluşmasına ve devam etmesine yola açabiliyor.
CİNSEL İLİŞKİ SIRASINDA BEYNİ KAPATMAK GEREK
Cinsellikle ilgili olumsuz duygu ve düşünceler, cinsel ilişki sırasında beyni kapatamama, kendini dışarıdan bir seyirci gibi izleme, olaya kendini kaptıramama gibi nedenler özellikle erkeklerde serleşme sorunlarına ve erken boşalmaya, kadınlarda da orgazm olamamaya ve zamanla cinsel isteksizliğe yol açabiliyor. Kadınlar genellikle cinsel ilişki sırasında o ana odaklanmak ve haz almaya çalışmak yerine, nasıl göründükleri, nasıl koktukları, bedenlerinin yeterince temiz olup olmadığı, partnerlerinin kendilerini çekici bulup bulmadığı, vb. konuları düşünebiliyor ve bu tarz düşünceler de orgazmı engelleyebiliyor. Erkekler de cinsel ilişki sırasında zevkten çok performanslarının iyi olup olmadığına odaklanıyor ve bu da yine erkeğin sertleşme sorunu ya da erken boşalma yaşamasına neden olabiliyor.
Evliliği mutlu bir şekilde sürdürebilmek için eşlerin evliliklerinden doyum sağlayabilmeleri önemlidir. Evlilik doyumu, eşlerin, duygusal, sosyal, ekonomik, sosyal ve cinsel açıdan birbirlerinin ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamasıyla elde edilir. Ancak bazı evlilikler doyumlu ve mutlu olmadığı halde devam eder. Duygusal ve cinsel olarak mutlu olmadıkları halde evliliklerini sürdüren bazı kadınlar yıllardır benimsedikleri ve alıştıkları “kocasının karısı olma” kimliğini, sanki bir nevi “kocasının metresi gibi olma” kimliğinde yaşayarak devam ettirmek isterler, sevmedikleri ve mutsuz oldukları bir erkekle kendilerini seks yapmaya zorlarlar ve kocalarının metresi gibi olmanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilirler, kendilerine olan saygılarını ve öz güvenlerini kaybederler. Çünkü yanlış, bozuk ve mutsuzluk getiren evliliklerini bitirmek, onlar için birçok şeyden vazgeçmek ve korkularıyla yüzleşmek anlamına gelir. Ancak hiçbir kadın “kocasının metresi gibi olma” kimliğinde yaşama şeklindeki bir kaderi hak etmez. Evlenmek ne kadar hak ise, gerektiğinde boşanmak da bir haktır. Mutsuz evlilik bir imtihan değil bir seçimdir. Kadınların bu yanlış seçimleri yaygın olarak görülen aşağıdaki faktörlere bağlıdır.
Evliliği bitirmek bazı kadınlar için bir kimlik kaybı anlamına gelir. Kimlikleriyle birlikte kendilerine saygılarını ve güvenlerini de kaybederek yaşamın sorumluluğunu almaktan korkarlar. Çünkü anne-babalarının kanatlarının altından kocalarının kanatlarının altına girerek kendi kanatlarıyla uçmayı öğrenemedikleri için kendi yaşamlarının sorumluluğunu almak için gereken özerklik becerilerini kazanamamışlardır. Çevrelerinde sürekli onlar için ya da onlar adına karar veren, sorumluluk üstlenen ve yol gösteren birileri olmuştur. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak evden hiç ayrılmamışlardır. Bir zamanlar ebeveynlerine olduğu gibi, şimdi de kocalarına bağımlı yaşamak onlar için en güvenli yoldur.
Özerklik, duygusal olarak güvenli ve bağımsız bir kişi olmayı anlatır. Kadınların özerklik eksikliği sadece ayrılmayı zorlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda onları kocalarına daha fazla bağımlı hale getirir. Evlilikleri ne kadar kötü olursa olsun onlar için en güvenli limandır. Evliliklerinin dışında kendilerini kaybolmuş hissederler, kendi kararlarını vermeye ve kendileri için yeni bir hayata yelken açmaya cesaret edemezler. Bu cesaretsizliklerinin bedelini kendi istekleri, beklentileri ve hayallerini feda ederek öderler.
Kadınların mutsuz evliliklerini sürdürmeyi tercih etmelerinin en önemli nedenlerinden biri de korkularıdır ve bunların en başında yalnız kalma korkusu gelir. Yalnız kalmaktansa mutsuz olmayı tercih ederler. Önemli bir diğer korkuları da değişim korkusudur. Davranışlarını, istediklerine uyumlu hale getirmek için değiştirmek, alıştıkları, tanıdık ve güvenli kalıplardan çıkmalarını gerektirir ve bunu göze alamazlar. Değişim bilinmeyen demektir ve bilinmeyen karşısındaki korku, savunmasız olma ve kontrolü kaybetme kaygısı ile yeni duygu ve deneyimlere açık ve hazır olmamaktan kaynaklanır. ‘En azından ne bekleyeceğimi biliyorum’ düşüncesiyle kendilerini korumaya alırlar. Ancak korkular paradoksal olarak ilişkide iyileşme şansını ortadan kaldırır. Bir atalet durumu ortaya çıkarır ve devam eden durgunluk ve hayal kırıklığı vasat evlilikleri daha da kötüleştirir.
Evliliğin süresi ne kadar uzunsa, kadınların ayrılmaları o kadar zordur. Evliliğe harcanan yılların ve yapılan maddi-manevi tüm yatırımların ve yaşanmışlıkların boşa gideceğini düşünürler. Bu onlar için büyük bir anlam kaybı demek olur. Bir açıdan da kâr-zarar hesabı yaparak ödedikleri bedeller uğruna elde ettiklerini düşündükleri faydalardan vazgeçmek istemezler.”
Kadınları mutsuz evliliklerini bitirmekten alıkoyan başka bir faktör de çocuklardır. Çocuklarını kendi mutlulukları için bir aileden mahrum bırakarak mutsuz etmenin bencillik olacağını düşünürler. Mutluluğu hak etmek bencillik değildir. Kişinin kendi mutluluğundan vazgeçmesi çocukları için sağlıksız bir özveri modeline dönüşür ve onları da benzer evliliklere yönlendirme olasılığı taşır. Çocukları sağlıksız bir aile ortamında yetiştirmek onları korumak gibi görünebilir ama tam tersine korumasız bırakır.
Çocuklar ebeveynlerinin ilişkilerinde gördüklerini modelleme eğilimindedir. Mutsuz bir ailede büyüyen kişiler, hayal kırıklığı yaratan veya çatışmalı bir evliliği normalleştirerek tüm evliliklerin bu şekilde olduğu varsayabilirler. Aşırı disiplin ve gerçekçi olmayan beklentilerle karakterize edilen ebeveynlik tarzıyla büyüyenler, mutsuzluğu öğrenmiş olabilirler. Travma veya diğer olumsuz deneyimlerle yaşam boyu mücadeleler, sürekli olarak mutsuzluk statüsüne geri dönme konusunda bilinçsiz bir arzuyu körükleyebilir.
Toplumumuzda boşandıktan sonra kendi ayakları üzerinde duracak ekonomik güce sahip olmadığı için her şeye rağmen evliliğini sürdüren kadınların var olduğu önemli bir gerçektir. Buradaki kritik nokta güç kontrolüdür. Evlilikteki güç dengesizlikleri, eşlerin ilişkilere farklı derecelerde bağımlı olmalarından kaynaklanır. Kadının evliliği dışında ihtiyaçlarını karşılayabileceği başka bir seçenek olmadığında kocasına bağımlı olarak onun isteklerini yerine getirmek durumunda kalır.
Mutsuz bir evliliği sürdürme kararı, mevcut koşullara değil, geleceğe yönelik beklentilere dayanabilir. Bazı kadınlar evliliklerine zamanla daha tatmin edici olacağına inandıkları için devam ederler. Mutsuzluklarını yaşam olaylarından kaynaklanan sorunlara bağlayarak sorunlar çözüldüğünde taşların yerine oturacağını ve her şeyin istedikleri gibi olacağını ümit ederler. Kocalarının onları mutsuz eden davranışlarını hoş görmek için bahaneler bularak kendi acılarını inkâr ederler. Onların olumsuz özelliklerinin önemini azaltarak olumlu özelliklerinin önemini yükselterek yaşadıkları olumlu yanılsama ile mutlu günlerin geleceği beklentisine sımsıkı sarılırlar.
Bazı insanlar en iyimser kişilere meydan okuyacak durumlarda bile mutluluk bulurlar; bazıları her şeye rağmen mutsuz olurlar. Bazıları için mutluluk geçicidir ve şu anki koşullara bağlıdır, bazıları için mutluluk geçmişten gelece uzanan bir yoldur. Mutluluk için herkesin öznel bir tanımı ve algısı vardır ve mutluluk davranışlarda, seçimlerde ve söylemlerde gizili olan çok özel bir seçimdir, çünkü hissettiklerimizi belirleyen düşüncelerimizi ve tepkilerimizi kendimiz seçeriz. Düşüncelerimiz, duygularımızı, duygularımız da davranışlarımızı yönlendirir. Bu nedenler mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun sorumluluğu bize aittir.
Mutluluk, sahip olmak için peşinde koşulan bir hazine gibidir ve bu hazinenin nasıl elde edileceği konusunda bugüne dek sayısız fikir, görüş öne sürülmüş, reçeteler yazılmıştır. Ancak mutluluğa giden yolu tarif eden tüm bu tavsiyelerin ortak yanılgısı mutluluğu ulaşılacak somut bir sonuç ya da hedef olarak görmeleridir. Oysa mutluluk yaşamın içinde bir parça değil, yaşamın bütününü kapsayan bir olgudur. Mutluluk, daha sağlıklı, zinde ve iyi hissetmek için bilinçli seçimler yaptığınız, en yüksek potansiyelinizi elde ettiğiniz, sonu olmayan, dinamik bir farkındalık, gelişim, değişim ve dönüşüm süreci içinde kendinizi her halinizle sevdiğiniz, benimsediğiniz bir yaşamdır.
Mutlu olmak için gerekli olan kişisel gelişim ve farkındalık ise insana yaşamda ulaşmak istediği hedeflere varmak için gereken gücü sağlar. Aslında bu güç insanın kendi içindedir. Tek yapması gereken, tıpkı değerli bir maden gibi açığa çıkarılmayı bekleyen gücüne ulaşmasıdır. Bu da ancak kendisine başka bir açıdan bakarak, kendini daha yakından tanımasıyla ve değişime açık olmasıyla mümkündür.
Evliliği mutlu bir şekilde sürdürebilmek için eşlerin evliliklerinden doyum sağlayabilmeleri önemlidir. Evlilik doyumu, eşlerin, duygusal, sosyal, ekonomik, sosyal ve cinsel açıdan birbirlerinin ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamasıyla elde edilir. Ancak bazı evlilikler doyumlu ve mutlu olmadığı halde devam eder. Duygusal ve cinsel olarak mutlu olmadıkları halde evliliklerini sürdüren bazı kadınlar yıllardır benimsedikleri ve alıştıkları “kocasının karısı olma” kimliğini, sanki bir nevi “kocasının metresi gibi olma” kimliğinde yaşayarak devam ettirmek isterler, sevmedikleri ve mutsuz oldukları bir erkekle kendilerini seks yapmaya zorlarlar ve kocalarının metresi gibi olmanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilirler, kendilerine olan saygılarını ve öz güvenlerini kaybederler. Çünkü yanlış, bozuk ve mutsuzluk getiren evliliklerini bitirmek, onlar için birçok şeyden vazgeçmek ve korkularıyla yüzleşmek anlamına gelir. Ancak hiçbir kadın “kocasının metresi gibi olma” kimliğinde yaşama şeklindeki bir kaderi hak etmez. Evlenmek ne kadar hak ise, gerektiğinde boşanmak da bir haktır. Mutsuz evlilik bir imtihan değil bir seçimdir. Kadınların bu yanlış seçimleri yaygın olarak görülen aşağıdaki faktörlere bağlıdır.
Evliliği bitirmek bazı kadınlar için bir kimlik kaybı anlamına gelir. Kimlikleriyle birlikte kendilerine saygılarını ve güvenlerini de kaybederek yaşamın sorumluluğunu almaktan korkarlar. Çünkü anne-babalarının kanatlarının altından kocalarının kanatlarının altına girerek kendi kanatlarıyla uçmayı öğrenemedikleri için kendi yaşamlarının sorumluluğunu almak için gereken özerklik becerilerini kazanamamışlardır. Çevrelerinde sürekli onlar için ya da onlar adına karar veren, sorumluluk üstlenen ve yol gösteren birileri olmuştur. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak evden hiç ayrılmamışlardır. Bir zamanlar ebeveynlerine olduğu gibi, şimdi de kocalarına bağımlı yaşamak onlar için en güvenli yoldur.
Özerklik, duygusal olarak güvenli ve bağımsız bir kişi olmayı anlatır. Kadınların özerklik eksikliği sadece ayrılmayı zorlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda onları kocalarına daha fazla bağımlı hale getirir. Evlilikleri ne kadar kötü olursa olsun onlar için en güvenli limandır. Evliliklerinin dışında kendilerini kaybolmuş hissederler, kendi kararlarını vermeye ve kendileri için yeni bir hayata yelken açmaya cesaret edemezler. Bu cesaretsizliklerinin bedelini kendi istekleri, beklentileri ve hayallerini feda ederek öderler.
Kadınların mutsuz evliliklerini sürdürmeyi tercih etmelerinin en önemli nedenlerinden biri de korkularıdır ve bunların en başında yalnız kalma korkusu gelir. Yalnız kalmaktansa mutsuz olmayı tercih ederler. Önemli bir diğer korkuları da değişim korkusudur. Davranışlarını, istediklerine uyumlu hale getirmek için değiştirmek, alıştıkları, tanıdık ve güvenli kalıplardan çıkmalarını gerektirir ve bunu göze alamazlar. Değişim bilinmeyen demektir ve bilinmeyen karşısındaki korku, savunmasız olma ve kontrolü kaybetme kaygısı ile yeni duygu ve deneyimlere açık ve hazır olmamaktan kaynaklanır. ‘En azından ne bekleyeceğimi biliyorum’ düşüncesiyle kendilerini korumaya alırlar. Ancak korkular paradoksal olarak ilişkide iyileşme şansını ortadan kaldırır. Bir atalet durumu ortaya çıkarır ve devam eden durgunluk ve hayal kırıklığı vasat evlilikleri daha da kötüleştirir.
Evliliğin süresi ne kadar uzunsa, kadınların ayrılmaları o kadar zordur. Evliliğe harcanan yılların ve yapılan maddi-manevi tüm yatırımların ve yaşanmışlıkların boşa gideceğini düşünürler. Bu onlar için büyük bir anlam kaybı demek olur. Bir açıdan da kâr-zarar hesabı yaparak ödedikleri bedeller uğruna elde ettiklerini düşündükleri faydalardan vazgeçmek istemezler.”
Kadınları mutsuz evliliklerini bitirmekten alıkoyan başka bir faktör de çocuklardır. Çocuklarını kendi mutlulukları için bir aileden mahrum bırakarak mutsuz etmenin bencillik olacağını düşünürler. Mutluluğu hak etmek bencillik değildir. Kişinin kendi mutluluğundan vazgeçmesi çocukları için sağlıksız bir özveri modeline dönüşür ve onları da benzer evliliklere yönlendirme olasılığı taşır. Çocukları sağlıksız bir aile ortamında yetiştirmek onları korumak gibi görünebilir ama tam tersine korumasız bırakır.
CİSED Genel Başkanı Psikoterapist Cem Keçe, söz konusu görüntülerin başta görüntüye doğrudan maruz kalan çocuğun hem de sünnet düğünündeki çok sayıdaki diğer çocukların ruhsal gelişimleri açısından sakıncalı bir tür cinsel istismar olduğunu belirterek, “Cinsel istismar sadece cinsel organlara değil, bedenin tümüne yönelik dokunuşları, bakışları, ayartıcı konuşmaları, sevme ve hitap biçimlerini, cinsel imaları, cinsel organlara komik ve farklı adlar vermeyi, cinsel içerikli görseller göstermeyi, çocuğun kendi cinsel bölgelerine ya da bedeninde herhangi bir yere ya da bir başkasının bedenine dokunmasını talep etmeyi kapsayabilir.
Çocukların yaşına uygun olmayan twerk erotik dansına maruz bırakılmaları da bir tür cinsel istismardır. Yetişkinlerin bu duruma izin vermeleri ve müdahale ederek dansı sonlandırmamaları da cinsel istismara eşlik etmeleri demektir. Anne babaların öncelikleri görevi her durum ve koşulda çocuklarının fiziksel ve ruhsal sağlıklarını düşünerek hareket etmektir. Dolayısıyla burada bu konuda bilgi ve eğitim ihtiyacı bir kez daha ortaya çıkmıştır” dedi.
Çocukluk dönemi, cinsel gelişim ve bilgilenmenin henüz tamamlanmadığı bir süreçtir. Bu dönemde yaşanacak herhangi bir cinsel istismar ya da cinsel şiddet ve abartılı erotizm içeren cinsel travmalar çocuklarda erken erotizasyona ve başka türdeki cinsel istismarlara, uzun süreli duygusal ve davranışsal etkilere, korku, depresyon, kızgınlık, düşmanlık ve uygunsuz cinsel davranışlara yol açabilir. Bu nedenle bu olaya şahit olan çocukların pedagoglar ve çocuk terapistleri tarafından değerlendirilmesinde fayda var. Yapılan sadece erotik bir dans değil, çocuklara yapılan cinsel istismardır, yani suçtur ve yapanların ve göz yumanların cezalandırılması gereklidir. Bu nedenle başta aileler, medya, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumlarına büyük görevler düşüyor.
CİSED Genel Başkanı Psikoterapist Cem Keçe, söz konusu görüntülerin başta görüntüye doğrudan maruz kalan çocuğun hem de sünnet düğünündeki çok sayıdaki diğer çocukların ruhsal gelişimleri açısından sakıncalı bir tür cinsel istismar olduğunu belirterek, “Cinsel istismar sadece cinsel organlara değil, bedenin tümüne yönelik dokunuşları, bakışları, ayartıcı konuşmaları, sevme ve hitap biçimlerini, cinsel imaları, cinsel organlara komik ve farklı adlar vermeyi, cinsel içerikli görseller göstermeyi, çocuğun kendi cinsel bölgelerine ya da bedeninde herhangi bir yere ya da bir başkasının bedenine dokunmasını talep etmeyi kapsayabilir.
Çocukların yaşına uygun olmayan twerk erotik dansına maruz bırakılmaları da bir tür cinsel istismardır. Yetişkinlerin bu duruma izin vermeleri ve müdahale ederek dansı sonlandırmamaları da cinsel istismara eşlik etmeleri demektir. Anne babaların öncelikleri görevi her durum ve koşulda çocuklarının fiziksel ve ruhsal sağlıklarını düşünerek hareket etmektir. Dolayısıyla burada bu konuda bilgi ve eğitim ihtiyacı bir kez daha ortaya çıkmıştır” dedi.
Çocukluk dönemi, cinsel gelişim ve bilgilenmenin henüz tamamlanmadığı bir süreçtir. Bu dönemde yaşanacak herhangi bir cinsel istismar ya da cinsel şiddet ve abartılı erotizm içeren cinsel travmalar çocuklarda erken erotizasyona ve başka türdeki cinsel istismarlara, uzun süreli duygusal ve davranışsal etkilere, korku, depresyon, kızgınlık, düşmanlık ve uygunsuz cinsel davranışlara yol açabilir. Bu nedenle bu olaya şahit olan çocukların pedagoglar ve çocuk terapistleri tarafından değerlendirilmesinde fayda var. Yapılan sadece erotik bir dans değil, çocuklara yapılan cinsel istismardır, yani suçtur ve yapanların ve göz yumanların cezalandırılması gereklidir. Bu nedenle başta aileler, medya, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumlarına büyük görevler düşüyor.
Çünkü kendini ve ötekini bilme çok ama çok zor bir iştir. Aşka yüklenen büyük öneme rağmen, insan ilişkilerinin ardındaki kendini ve ötekini bilme denklemi ve bağlanma güdüleri hakkında çok az bilgiye sahip olan çiftler, yanlış beklentilerinin ve aşk efsanelerinin esiri olurlar. Oysa her insan ailesinin, aile ilişkilerinin, geçmiş yaşantılarının, içinde yaşadığı çevrenin ve bağlanma güdülerinin bir ürünüdür.
Geçmişe dair çözümlenmemiş meseleler ve güvensiz bağlanma güdüleri aşk ilişkilerinde kaçınılmaz olarak kendini gösterir ve bilinçdışı bir süreçle çifti esir alır. Bu nedenlerle çiftler ilişkiye dair beklentilerini arttırıp, karşılanmayan beklentileri yüzünden ilişkiye olan yatırımlarını azaltırlar ve kaos yaşarlar.
Pembe gözlüğün yerine taktıkları siyah gözlük ile suçlama ve acı çekme döngüsüne girerler, çaresizlik yaşarlar, mutsuz olup mutsuz ederler. Ve ancak kendini ve ötekini bilmeye dair emek verdiklerinde, kendi karakterlerini ve güvensiz bağlanma güdülerini keşfettiklerinde, ilişkiye dair beklentilerini azaltıp yatırımlarını arttırdıklarında, suçlamak yerine her olayda 'Benim payım nedir?' diyerek sorumluluk aldıklarında, haklı olmak yerine mutlu olmayı seçtiklerinde veya evlilik ve ilişki terapisi aldıklarında, geçmişlerinin, güvensiz bağlanma güdülerinin ve aşk efsanelerinin esaretinden kurtulabilirler, güvenli bağlanabilirler, sevgi ve güven dolu, huzurlu ve mutlu, derin ve tatmin edici bir ilişkinin keyfini çıkartabilirler. Hayatın negatif tekrarlarını durdurabilirler, bir tesadüfle kapılarını çalan aşkı, olgun bir sevgiye dönüştürebilirler...
Çünkü kendini ve ötekini bilme çok ama çok zor bir iştir. Aşka yüklenen büyük öneme rağmen, insan ilişkilerinin ardındaki kendini ve ötekini bilme denklemi ve bağlanma güdüleri hakkında çok az bilgiye sahip olan çiftler, yanlış beklentilerinin ve aşk efsanelerinin esiri olurlar. Oysa her insan ailesinin, aile ilişkilerinin, geçmiş yaşantılarının, içinde yaşadığı çevrenin ve bağlanma güdülerinin bir ürünüdür.
Geçmişe dair çözümlenmemiş meseleler ve güvensiz bağlanma güdüleri aşk ilişkilerinde kaçınılmaz olarak kendini gösterir ve bilinçdışı bir süreçle çifti esir alır. Bu nedenlerle çiftler ilişkiye dair beklentilerini arttırıp, karşılanmayan beklentileri yüzünden ilişkiye olan yatırımlarını azaltırlar ve kaos yaşarlar.
Pembe gözlüğün yerine taktıkları siyah gözlük ile suçlama ve acı çekme döngüsüne girerler, çaresizlik yaşarlar, mutsuz olup mutsuz ederler. Ve ancak kendini ve ötekini bilmeye dair emek verdiklerinde, kendi karakterlerini ve güvensiz bağlanma güdülerini keşfettiklerinde, ilişkiye dair beklentilerini azaltıp yatırımlarını arttırdıklarında, suçlamak yerine her olayda 'Benim payım nedir?' diyerek sorumluluk aldıklarında, haklı olmak yerine mutlu olmayı seçtiklerinde veya evlilik ve ilişki terapisi aldıklarında, geçmişlerinin, güvensiz bağlanma güdülerinin ve aşk efsanelerinin esaretinden kurtulabilirler, güvenli bağlanabilirler, sevgi ve güven dolu, huzurlu ve mutlu, derin ve tatmin edici bir ilişkinin keyfini çıkartabilirler. Hayatın negatif tekrarlarını durdurabilirler, bir tesadüfle kapılarını çalan aşkı, olgun bir sevgiye dönüştürebilirler...
Cinsel istismar sadece cinsel organlara değil, bedenin tümüne yönelik dokunuşları, bakışları, ayartıcı konuşmaları, sevme ve hitap biçimlerini, cinsel imaları, cinsel organlara komik ve farklı adlar vermeyi, cinsel içerikli görseller göstermeyi, çocuğun kendi cinsel bölgelerine ya da bedeninde herhangi bir yere ya da bir başkasının bedenine dokunmasını talep etmeyi kapsayabilir.
Çocuklar her yaşta cinsel istismar mağduru olabilirler. Bu nedenle cinsel istismarla ilgili bilgilendirme mümkün olan en erken yaşta, çocuğun ruhsal ve zihinsel gelişim düzeyine uygun olarak verilmelidir. Çünkü çocukları istismardan korumanın en etkili yolu, onları cinsel istismarla ilgili bilgilendirmektir. Herhangi bir yerde kaybolduğunda veya yolunu şaşırdığında neler yapması gerektiğini, kimlerden yardım alabileceğini, sizin evinizin telefon numaralarını ezbere öğretin. Pek çok ebeveyn cinsellikle ilgili konuşurken ve bilgi verirken zorlanır. Çocuklarla bedenleri, duyguları sınırları ve cinsel gelişimleri üzerine konuşmanızı kolaylaştıracak pek çok kaynak var ama gerekirse bir uzmandan destek almaktan da çekinmeyin.
Çocuğunuzun bedenini kendine ait olduğunu öncelikle siz kabul edin. Çocuğu zorla öpmek, sıkıştırarak sevmek, sizi öpmesini istemek gibi masum görülen taleplerinizi sorgulayın; birlikte uyumak, yıkanmak, giyinmek, emzirmek ile ilgili aile içi sınırlar belirleyin ve bunlara karşılıklı saygı duyun. Unutmayın annelik, “emzirebildiğiniz kadar emzirmek” ve “birlikte uyumak” değildir. Çocuğunuzun sizin dışınızda biri ile birlikte tuvalete gitmesine, banyo yapmasına ve aynı yatakta yatmasına izin vermeyin. Çocuğunuzun giysilerini, çamaşırlarını, bezini kamusal alanlarda değiştirmeyin, giydirirken her defa iznini alın.
Çocuğunuzun bedenine yönelik izinsiz her türlü müdahalenin yanlış olduğu bilincini kazanmasını sağlayın. Çocuğunuza “Hayır!” demeyi öğretin, zaman zaman sebebini açıklayarak sizde “Hayır!” diyerek çocuğunuza model olun ve çocuğunuz “Hayır!” dediğinde buna saygı duyduğunuzu gösterin. Ayrıca cinsel yönden kötüye kullanıma ya da kendisine zorla dokunmaya kalkışan, bir yere götürmeye çalışan birisi ile karşılaştıklarında “yüksek sesle bağırmaları” gerektiğini öğretin.
İyi dokunuş; kendimizi güvende hissettiren, en yakınlarımızın bize dokunuş şeklidir. Kötü dokunuş ise bize kendimizi kötü hissettiren kendimizi üzgün, kafası karışık, korkmuş hissettiren dokunuşlardır. Çocuğunuza “Biri sana kötü dokunduğunda lütfen bana söyle” deyin.
Çocuğunuz rahatsız olduğu bir durum, olay ya da kişiden söz ettiğinde ya da bunu ima edip belirli bir kişi, duygu veya mekândan uzaklaşmak istediğinde bu durumu dikkatle araştırın. Çocuğunuz rahatsız hissettiği bir durumu ifade ettiğinde duygularının hafife almayın. Rahatsız olduğu durumları ve kişileri sizinle paylaşabilmesi için onu cesaretlendirip, iyi bir dinleyici olarak yargılamadan anlamaya çalışın ve destekleyici olun.
Çocuğunuzu güvenli internet, sosyal medya, telefon ve tablet kullanımı hakkında bilgilendirin. Telefon ve tablet kullanımını yaş ve gelişim özelliklerine göre sınırlandırın ve takip edin. Kullanımı esnasında karşılaştığı olumsuz mesaj veya reklam gibi şeyleri sizinle paylaşması için onu cesaretlendirin.
Çocuklarınıza tuvalete, banyoya giderken, tuvalet kâğıdı kullanırken kendi bedenlerinin bakım gerektiren bölgelerine kendilerinin bakmalarını öğretin. Böylece diğer yetişkin ve çocukların yardımına bağımlı olmazlar.
Çocuğunuza her ne yaşarsa yaşasın, size gelip anlatması gerektiğini, özellikle kötü olayların sır olarak tutulmaması gerektiğini anlatın. Cinsel, fiziksel veya duygusal istismar olabileceğini düşündüğünüz her durumu mutlaka ihbar edin. Çocuk istismarında cezasızlığa karşı sesinizi çıkartın, çocuklar susar ama siz susmayın. Çevrenizdeki yetişkinlerle çocuklara yönelik taciz, cinsel istismar gibi konular üzerinde konuşma denemeleri yapın, “cinsel istismar” veya “taciz” gibi kelimeleri sesli olarak telaffuz etmekten korkmayın. Unutmayın cinsel istismar konuştukça azalır, üstünü kapattıkça artar.
Eğer çocuğunuzu birine bırakmanın kolay olmadığını düşünüyorsanız, bırakmayın. Cinsel istismar konusunda kaygılanıyorsanız, çocuğunuza sorular sorun. Çocuğunuzla cinsel istismar konusunda konuşmak için en iyi zaman şimdi’dir ve asla unutmayın, en ufacık bir şüphe veya ihmal çocuğunuzun geleceğini etkileyecektir!
Cinsel istismar sadece cinsel organlara değil, bedenin tümüne yönelik dokunuşları, bakışları, ayartıcı konuşmaları, sevme ve hitap biçimlerini, cinsel imaları, cinsel organlara komik ve farklı adlar vermeyi, cinsel içerikli görseller göstermeyi, çocuğun kendi cinsel bölgelerine ya da bedeninde herhangi bir yere ya da bir başkasının bedenine dokunmasını talep etmeyi kapsayabilir.
Çocuklar her yaşta cinsel istismar mağduru olabilirler. Bu nedenle cinsel istismarla ilgili bilgilendirme mümkün olan en erken yaşta, çocuğun ruhsal ve zihinsel gelişim düzeyine uygun olarak verilmelidir. Çünkü çocukları istismardan korumanın en etkili yolu, onları cinsel istismarla ilgili bilgilendirmektir. Herhangi bir yerde kaybolduğunda veya yolunu şaşırdığında neler yapması gerektiğini, kimlerden yardım alabileceğini, sizin evinizin telefon numaralarını ezbere öğretin. Pek çok ebeveyn cinsellikle ilgili konuşurken ve bilgi verirken zorlanır. Çocuklarla bedenleri, duyguları sınırları ve cinsel gelişimleri üzerine konuşmanızı kolaylaştıracak pek çok kaynak var ama gerekirse bir uzmandan destek almaktan da çekinmeyin.
Çocuğunuzun bedenini kendine ait olduğunu öncelikle siz kabul edin. Çocuğu zorla öpmek, sıkıştırarak sevmek, sizi öpmesini istemek gibi masum görülen taleplerinizi sorgulayın; birlikte uyumak, yıkanmak, giyinmek, emzirmek ile ilgili aile içi sınırlar belirleyin ve bunlara karşılıklı saygı duyun. Unutmayın annelik, “emzirebildiğiniz kadar emzirmek” ve “birlikte uyumak” değildir. Çocuğunuzun sizin dışınızda biri ile birlikte tuvalete gitmesine, banyo yapmasına ve aynı yatakta yatmasına izin vermeyin. Çocuğunuzun giysilerini, çamaşırlarını, bezini kamusal alanlarda değiştirmeyin, giydirirken her defa iznini alın.
Çocuğunuzun bedenine yönelik izinsiz her türlü müdahalenin yanlış olduğu bilincini kazanmasını sağlayın. Çocuğunuza “Hayır!” demeyi öğretin, zaman zaman sebebini açıklayarak sizde “Hayır!” diyerek çocuğunuza model olun ve çocuğunuz “Hayır!” dediğinde buna saygı duyduğunuzu gösterin. Ayrıca cinsel yönden kötüye kullanıma ya da kendisine zorla dokunmaya kalkışan, bir yere götürmeye çalışan birisi ile karşılaştıklarında “yüksek sesle bağırmaları” gerektiğini öğretin.
İyi dokunuş; kendimizi güvende hissettiren, en yakınlarımızın bize dokunuş şeklidir. Kötü dokunuş ise bize kendimizi kötü hissettiren kendimizi üzgün, kafası karışık, korkmuş hissettiren dokunuşlardır. Çocuğunuza “Biri sana kötü dokunduğunda lütfen bana söyle” deyin.
Çocuğunuz rahatsız olduğu bir durum, olay ya da kişiden söz ettiğinde ya da bunu ima edip belirli bir kişi, duygu veya mekândan uzaklaşmak istediğinde bu durumu dikkatle araştırın. Çocuğunuz rahatsız hissettiği bir durumu ifade ettiğinde duygularının hafife almayın. Rahatsız olduğu durumları ve kişileri sizinle paylaşabilmesi için onu cesaretlendirip, iyi bir dinleyici olarak yargılamadan anlamaya çalışın ve destekleyici olun.
Çocuğunuzu güvenli internet, sosyal medya, telefon ve tablet kullanımı hakkında bilgilendirin. Telefon ve tablet kullanımını yaş ve gelişim özelliklerine göre sınırlandırın ve takip edin. Kullanımı esnasında karşılaştığı olumsuz mesaj veya reklam gibi şeyleri sizinle paylaşması için onu cesaretlendirin.
Sağlıklı olmayan anne-çocuk ilişkilerinde en çok görülen eğilim annenin aşırı baskıcı ve koruyucu tutumlar sergilemesidir. Ben bu durumu “Hegemon Anne Sendromu” olarak adlandırıyorum. Bu tür anneler çocukları üzerinde tam bir egemenlik kurarak onları adeta bir diktatör gibi yönetirler ve bir fanus içinde büyütürler. Çocuk üzerindeki kontrollerini kaybettiklerinde anksiyete ve bayılma, ağlama krizleri geçirme, hastalanma, mutsuzluk döngüsüne girme gibi histerik tepkiler gösterirler.Aşırı baskıcı ve otoriter olan ve çocuklarına son derece bağımlı olan hegemon anneler aslında kendi çocukluklarını temize çekme arzusu içindedirler. Kendi annelerinden göremedikleri yakınlık, ilgi ve sevgiyi çocuklarına göstermeye çalışarak psikolojik gelişim aşamalarındaki kayıplarını telafi etmek amacıyla bilinçsiz bir çaba gösterirler.
Kendi anneleri tarafından duygusal olarak aç bırakılmış olan hegemon anneler, çocukları daha istemeden isteklerini yerine getirerek ve ihtiyaçlarını karşılayarak aslında kendilerinin duygusal açlıklarını gidermeye çalışırlar. Çocuğun hiçbir olumsuzluk yaşamasına izin vermemek için onun yerine kararlar alan hatta onun yerine her şeyi yapan hegemon anneler çocuklarını fiziksel olarak büyütebilirler ama psikolojik olarak büyümelerine engel olurlar. Bu annelerin çocuklarının bağımsızlık ve kendine güven kavramları tam olarak gelişmez ve yetişkin olduklarına özgüven sorunlarının yanı sıra cinsel, ilişkisel ve psikolojik sorunlar yaşayabilirler.
İyi annelik kavramı için standart bir tanım ya da formül yoktur. İyi annelik yeterli anneliktir. Çocuğun ihtiyacı olduğu zaman yanında olan sevgi dolu, özenli, sabırlı, duyarlı, empatik anne yeterli ve iyi bir annedir, diğer bir ifadeyle yeterince iyi annedir. Yeterince iyi anne, bakım verme, oyun oynama, dokunarak sevgisini gösterme ve değer verme, koşulsuzca sevme ve kabul etme gibi temel annelik işlevlerini yerine getirmenin yanında, çocuğun yakınlık arayışına karşılık verir ve yakınlığı tolere etmesine yardımcı olur, çocuğun hayatı keşfetmesine destek olur ve ayrılık kaygısını tolere etmesini sağlar, çocuğa güvenli sığınak ve güvenli dayanak olur. Yani yeterince iyi anne çocuğun fiziksel, duygusal ve ruhsal açıdan sağlıklı bir birey olabilmesi için gerekli ortamı ve bakımı sağlar ancak bunu yaparken çocuğun kendine ait dünyasını oluşturmasına izin verir ve bu dünya üzerinde egemenlik kurmadan, destekleyici, geliştirici ve güven verici bir rol üstlenir. Yeterince iyi olan anneler, mükemmel bir anne olmak için uğraşmazlar ve çocuklarından mükemmeliyet beklemezler.
Çocuklarının ihtiyaçlarını ve isteklerini anlamaya çalışırlar, onlara saygı gösterirler ve onları oldukları gibi kabul ederler. Kendilerini çocuklarının biçimlendiricileri olarak görmezler. Her yetişkin bireyin geleceğinin kişinin kendi sorumluluğunda olması gerekir. Annenin görevi çocuğun öncelikle sağlıklı bir çocukluk geçirerek sağlıklı ve yetişkin bir birey olmasını sağlamaktır. Yetişkin bir bireyin yaşamdaki hedeflerini annesi değil, kişinin kendisi belirlemelidir, anne belirleyici değil, yol gösterici, destekleyici ve yardımcı olmalıdır. Bu nedenle yeterince iyi anne, çocuğuna risk alma ve yapabileceğinin en iyisini yapma özgürlüğü verir.
Bu süreçte hata yapmasına ve başarısız olmasına izin verir, çünkü hataların ve başarısızlıkların öğrenmenin kaçınılmaz bileşenleri olduğunu bilir. Çocuğuna yardım ederken, görevi tamamen devralmak yerine çocuğunun çabalarını destekler. Çocuğunun onu memnun etme değil, dünyada kendi yerini bulma uğraşı içinde olduğunun farkında olarak bağımsızlık için çaba göstermesini sağlar ve onun dünyasında bir hegemonya kurmaz. Böylece sağlıklı ve mutlu bir yetişkin olmanın temellerini de atmış olur...
Sağlıklı olmayan anne-çocuk ilişkilerinde en çok görülen eğilim annenin aşırı baskıcı ve koruyucu tutumlar sergilemesidir. Ben bu durumu “Hegemon Anne Sendromu” olarak adlandırıyorum. Bu tür anneler çocukları üzerinde tam bir egemenlik kurarak onları adeta bir diktatör gibi yönetirler ve bir fanus içinde büyütürler. Çocuk üzerindeki kontrollerini kaybettiklerinde anksiyete ve bayılma, ağlama krizleri geçirme, hastalanma, mutsuzluk döngüsüne girme gibi histerik tepkiler gösterirler.Aşırı baskıcı ve otoriter olan ve çocuklarına son derece bağımlı olan hegemon anneler aslında kendi çocukluklarını temize çekme arzusu içindedirler. Kendi annelerinden göremedikleri yakınlık, ilgi ve sevgiyi çocuklarına göstermeye çalışarak psikolojik gelişim aşamalarındaki kayıplarını telafi etmek amacıyla bilinçsiz bir çaba gösterirler.
Kendi anneleri tarafından duygusal olarak aç bırakılmış olan hegemon anneler, çocukları daha istemeden isteklerini yerine getirerek ve ihtiyaçlarını karşılayarak aslında kendilerinin duygusal açlıklarını gidermeye çalışırlar. Çocuğun hiçbir olumsuzluk yaşamasına izin vermemek için onun yerine kararlar alan hatta onun yerine her şeyi yapan hegemon anneler çocuklarını fiziksel olarak büyütebilirler ama psikolojik olarak büyümelerine engel olurlar. Bu annelerin çocuklarının bağımsızlık ve kendine güven kavramları tam olarak gelişmez ve yetişkin olduklarına özgüven sorunlarının yanı sıra cinsel, ilişkisel ve psikolojik sorunlar yaşayabilirler.
İyi annelik kavramı için standart bir tanım ya da formül yoktur. İyi annelik yeterli anneliktir. Çocuğun ihtiyacı olduğu zaman yanında olan sevgi dolu, özenli, sabırlı, duyarlı, empatik anne yeterli ve iyi bir annedir, diğer bir ifadeyle yeterince iyi annedir. Yeterince iyi anne, bakım verme, oyun oynama, dokunarak sevgisini gösterme ve değer verme, koşulsuzca sevme ve kabul etme gibi temel annelik işlevlerini yerine getirmenin yanında, çocuğun yakınlık arayışına karşılık verir ve yakınlığı tolere etmesine yardımcı olur, çocuğun hayatı keşfetmesine destek olur ve ayrılık kaygısını tolere etmesini sağlar, çocuğa güvenli sığınak ve güvenli dayanak olur. Yani yeterince iyi anne çocuğun fiziksel, duygusal ve ruhsal açıdan sağlıklı bir birey olabilmesi için gerekli ortamı ve bakımı sağlar ancak bunu yaparken çocuğun kendine ait dünyasını oluşturmasına izin verir ve bu dünya üzerinde egemenlik kurmadan, destekleyici, geliştirici ve güven verici bir rol üstlenir. Yeterince iyi olan anneler, mükemmel bir anne olmak için uğraşmazlar ve çocuklarından mükemmeliyet beklemezler.
Çocuklarının ihtiyaçlarını ve isteklerini anlamaya çalışırlar, onlara saygı gösterirler ve onları oldukları gibi kabul ederler. Kendilerini çocuklarının biçimlendiricileri olarak görmezler. Her yetişkin bireyin geleceğinin kişinin kendi sorumluluğunda olması gerekir. Annenin görevi çocuğun öncelikle sağlıklı bir çocukluk geçirerek sağlıklı ve yetişkin bir birey olmasını sağlamaktır. Yetişkin bir bireyin yaşamdaki hedeflerini annesi değil, kişinin kendisi belirlemelidir, anne belirleyici değil, yol gösterici, destekleyici ve yardımcı olmalıdır. Bu nedenle yeterince iyi anne, çocuğuna risk alma ve yapabileceğinin en iyisini yapma özgürlüğü verir.
Bu süreçte hata yapmasına ve başarısız olmasına izin verir, çünkü hataların ve başarısızlıkların öğrenmenin kaçınılmaz bileşenleri olduğunu bilir. Çocuğuna yardım ederken, görevi tamamen devralmak yerine çocuğunun çabalarını destekler. Çocuğunun onu memnun etme değil, dünyada kendi yerini bulma uğraşı içinde olduğunun farkında olarak bağımsızlık için çaba göstermesini sağlar ve onun dünyasında bir hegemonya kurmaz. Böylece sağlıklı ve mutlu bir yetişkin olmanın temellerini de atmış olur...
Sevgiyi büyütmek ve ilişkilerimizi sürdürebilmek için sorumluluk almaktan, fedakârlık yapmaktan, zaman ve çaba harcamaktan kaçınıyoruz. Karşılaştığımız ilk ciddi sorunda vazgeçiyor ve ayrılıyoruz. Boşanma oranları sürekli artıyor, uzun ömürlü ilişkilerin yerini “biri gider, diğeri gelir” mantığıyla kısa süreli ilişkiler alıyor. Çünkü “bağlılık” duygusunu kaybediyoruz.
Uzun ve mutlu bir çift ilişkisini oluşturan önemli bileşenler, koşulsuz sevgi, koşulsuz kabul, adanmışlık ve bağlılık duygusudur. İlişkide güven duygusunu besleyen temel faktör ve sevginin özü bağlılık, başka bir ifadeyle adanmışlıktır. İnsan sevildiğini ve sevdiğini ancak güven duyduğu bir ilişkide hissedebilir. Öte yandan insan özünde hiçbir şeye bağlı kalmak istemez, çünkü bir seviyede daha iyisinin mümkün olabileceğine inanır ve koşullar olgunlaştığında var olan ilişkisini daha iyi bir olasılık için de terk etmeye meyillidir.
Kadın-erkek ilişkisinde dürüstlük, açıklık, tutarlılık anlamına gelen bağlılık, ilişkinin uzun ömürlü olmasının garantisidir, çünkü bir seçim yaparak diğer alternatiflerden vazgeçmek demektir. Her ne kadar bu ilk başta kısıtlayıcı gibi görünse de aslında insanın yaşamına büyük bir özgürlük ve derinlik getirir. Bağlılık, sözlü ve yazılı olmayan bir taahhüt, yani ilişkiyi sürdürme sözü vermektir. Bu taahhüt bize artık hangi kişinin veya yaşam biçiminin daha fazla mutluluk getireceğini ölçmek zorunda olmadığımız bir yaşam sunar. Bağlılığın iki önemli aşaması vardır: Bağlılığı oluşturmak ve bağlılığı sürdürmek. Bağlılık bir anda oluşmaz; duyguları paylaşarak, birbirini dinleyerek, anlayarak ve destekleyerek ilişki fiziksel ve duygusal bir etkileşimden daha derin bir yakınlık hissine doğru ilerledikçe, sevgi dolu bir adanmışlık hissi oluşur. İşte bu his, yaşamın iniş ve çıkışlarında çifti bir arada tutan sımsıkı bir bağ oluşturur.
Bağlılık alınan bir karar, varılan bir yargı ve verilen bir sözdür. Bağlılık, geleceğin ne getireceği konusundaki belirsizliğe rağmen o kişiyle ilişkiyi sürdürmek istemek ve bunun için üzerine düşen sorumluluğunu almak, yaşanabilecek tüm sorunların üstesinden gelmek için çaba göstermeye hazır olmaktır. İlişkide bağlılığın çift taraflı olması gereklidir. Birbirine adanmışlık duygusu olan çiftler, birbirleri ve ilişkileri hakkında olumlu düşünürler. Bunun sonucunda da ilişkilerini sağlam bir zeminde tutmak için çaba gösterirler. İlişkilerini inceldiği yerden kopacak şekilde kaderlerine terk etmezler. Yaşadıkları sorunların ya da çatışmaların çözümsüzlüğe sürüklenecek şekilde kontrolden çıkmasına izin vermemeye çalışırlar. Bunu yaparken de kendilerini birey olarak değil, bir bütünün yarısı olarak görürler, bütünün bir arada kalması için ellerinden gelenin en iyisini yapmak için uğraşırlar. Aksine bağlılık hissetmeyen kişiler için diğer seçenekler her zaman gündemdedir. Bu yüzden de ilişkilerinde yaşadıkları sorunları çözmek için çok çaba harcamazlar ve işler yolunda gitmediğinde daha iyi seçeneklerin peşine düşerler. Bağlılık olmadan ilişkinin temeli karşılaşılacak zorluklara direnmeye yetecek kadar güçlü olmaz.
Beyin en önemli cinsel organdır ve seks beyinde görkemli bir biyokimyasal süreci tetikler. Seks sırasında beyinde salgılanan üç farklı kimyasal ve seks hormonları cinselliği sadece fiziksel bir eylem olmaktan çıkarır. Kadınlarda dopamin ve oksitosin, erkeklerde dopamin ve vazopresin cinselliğin duygusal etkilerinden sorumludur. Dopamin, güçlü bir zevk, heyecan ve mutluluk duygusu yaratır ve yaptıklarımızı tekrar etmek istememize neden olan bağımlılık yaratan bir özelliğe sahiptir. Oksitosin ve vazopresin sevgi, güven ve bağlanma duygularını arttırır. Tüm bu özellikleriyle cinsellik, gerçek aşkı deneyimlemek ve bağlılık oluşturmak için güçlü bir çekim yaratır. Birbirini seven bir çiftin cinsel etkileşimi, en mahrem ve heyecanlı bağlanma biçimlerinden biridir. Aşk, insanı hem duygusal hem de fiziksel yakınlığa götürür. Bu yakın olma arzusu, kişinin kendi benliğini anlaması ve sevdiği kişi ile paylaşması ile duygusal düzlemde tatmine erişirken, dokunma, duygular ve cinsel birleşme ile de fiziksel olarak tatmine erişir. Aktif bir cinsel yaşam mutlu ilişkilerin sabır, sadakat, koşulsuz sevgi, samimiyet, vefa, tutku ve karşılıklı saygı gibi temel taşlarını birbirine sabitleyen harçtır. Bir binanın sağlam olması için tuğlalar arasına yeterli miktarda harç konulması ne kadar önemliyse, bir ilişkinin uzun ömürlü olabilmesi için de cinsel ilişkinin karşılıklı doyuma ulaşılarak devam etmesi o kadar önemlidir.
Seksin özellikle akşam saatlerinde, uyumadan hemen önce yaşanması durumunda rahatlatıcı bir etkisi vardır. CİSED Onursal Başkanı Psikoterapist Cem Keçe, yatmadan önce yapılan seksin faydalarını anlatıyor.
“Seks en iyi uyku ilacıdır!” diye boşuna demiyorlar. Seks sırasında yaşanan orgazm kişiyi beyin olarak ve bedenen rahatlatmakta, kesintisiz bir uyku uyumasına yardımcı olmaktadır. Gece yaşanan cinsel birleşmenin uyku bozukluğu yaşayan bireylere iyi geldiği bir gerçektir. Bu kişiler, seks yapmayanlara göre daha uzun saatler ve daha derin bir uykuya sahip olurlar.
Ayrıca çiftler, kan dolaşımını düzenlemek için spor yapmak yerine yatmadan önce seks yapabilirler. Spor yaparak tek bir bölge çalıştırılırken, seks sayesinde kişinin tüm vücudu çalışmış olur. Böylece organlar daha randımanlı çalışır ve hücrelerin yenilenmesi hızlanır. Kalp atışlarının sıklığı beyne ve dokulara daha fazla kan ve oksijen gitmesini sağlar. Bu da, daha iyi bir zihinsel performans demektir. Uyumadan önce yapılan seks düzenli bir hal aldığında ise kişinin zihinsel performansı kalıcı bir şekilde artar.
Uyumadan önce yapılan seksin diğer bir faydası ise çiftin formunu korumasına yardımcı olmasıdır. Seks, spor ve dengeli beslenme gibi bireysel yapılan bir aktivite olmadığı için, spor yapmakta ya da sağlıklı gıda tüketmekte zorlanan bireyler için birebirdir.