A. Cem Keçe

Emine Bulut ve Türkiye’nin konuştuğu kadın cinayetleri

25 Ağustos 2019
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ülkemizdeki en yaygın insan hakkı ihlalleri arasında yer alıyor. Çünkü ülkemizde her 3 kadından 1’i evde kocasının ya da sevgilisinin fiziksel şiddetine maruz kalıyor.

Ülkemizde kadın cinayetleri yaşanmaya devam ederken son olayda Fedai Baran, tartıştığı eski eşi Emine Bulut’u, kızının gözü önünde vücudunun çeşitli yerlerinden bıçakladı. Ağır yaralanan Emine Bulut, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Olayın ardından kaçan Fedai Baran ise polis ekipleri tarafından gözaltına alındı ve çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Böyle bir cinayetin neden işlediği konusunda CİSED’den önemli bir açıklama yapıldı.

CİSED Genel Başkanı Psikoterapist Cem Keçe, “Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ülkemizdeki en yaygın insan hakkı ihlalleri arasında yer alıyor. Çünkü ülkemizde her 3 kadından 1’i evde kocasının ya da sevgilisinin fiziksel şiddetine maruz kalıyor. Birçok vakada kadın canından oluyor. Şiddetin kaynağında toplumun her yanında izlerini görebileceğimiz erkek egemenliği, cehalet ve toplumun ikiyüzlülüğü yatıyor. Erkeklerin egemenliklerini tehdit altında görmeleri ya da bu egemenliği güçlendirmek istemeleri şiddet davranışına ve kadın cinayetlerine yol açıyor” dedi. Daha çok erkekler tarafından evde uygulanan şiddetin çocuklara kötü örnek olduğunu, çocukları ruhsal ve fiziksel olarak yaraladığını ve onların aşırı korku, yetersizlik ve suçluluk duygusu, özgüven eksikliği gibi olumsuz duygulara kapılmalarına yol açtığını belirten Keçe, “Bu zararları yaşayan bir çocuk yetişkinliğinde travmasını tekrar edebiliyor ve tanık olduğu veya bir parçası olduğu şiddet eylemlerini tekrarlıyor. Çünkü şiddeti uygulayan zalim, şiddete maruz kalan kurban ve şiddeti seyreden kurban rolleri çocukluk travmalarının özünü oluşturuyor ve yetişkinlikte bu rollerden birini tekrar etmeye kişiyi zorluyor" dedi.

Türkiye gündemine bomba gibi düşen Emine Bulut cinayeti ile ilgili olarak Keçe şunları söyledi:

“Türkiye'de gündem değiştiren katliam gibi cinayet Kırıkkale'de gerçekleşti, eski eşi Fedai Baran tarafından öldürülen Emine Bulut'un son sözleri 'Ölmek istemiyorum' oldu. Talihsiz kadının kameralara yansıyan son görüntülerinde, yanında bulunan kızının 'Anne lütfen ölme' diye ağladığı görülüyor. Kadına yönelik şiddeti insan hakları ihlali olarak görmek ve nedeni her ne olursa olsun, şiddetin ağır bir şekilde yasal olarak cezalandırılması gerekiyor, yoksa daha çok Emine'leri kaybedeceğiz. Kadınlara yönelik şiddet, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmanın önündeki en büyük engellerin başında geliyor. Kadına uygulanan şiddetle birden fazla koldan mücadele etmek ve mahrem bir mesele olarak görmemek ve çok çaba sarf etmek önem taşıyor. Ancak yasaların uygulanmasında sıkıntılı alanlar var… Gençleri, öğretmenleri, sosyal hizmet çalışanlarını, avukatları, polisleri eğitmek gerekiyor. Çünkü erkek şiddeti Türkiye’de hatta tüm dünyada salgın hastalık gibi yayılıyor, hızla artıyor ve zamanla daha da artacak gibi… Son yıllarda hem politik hem de toplumsal yapıda çatışma kültürü yaygınlaştı; haksızlık, adaletsizlik, korku ve terör arttı. Çocuklar ve gençler arasında şiddet içeren bilgisayar oyunlarını oynamak yaygınlaştı. Şiddet içeren TV dizilerine olan ilgi çok yüksek, ülkemiz çok ama çok kirlendi, tüm değerlerimizi kaybettik, alınır satılır hale getirdik, itiraf edelim ki sağlıklı ilişkiler kuramıyoruz, sağlıklı ve mutlu çocuklar yetiştiremiyoruz. Bunlar şiddeti çağırıyor. Ayrıca cinsiyet ayrımcılığı bitmedikçe kadınlara yönelik şiddet bitmeyecek. Kadınlara karşı şiddeti cezalarla ortadan kaldırmak da mümkün değildir. Yasal düzenlemeler önemli ve gereklidir ancak bataklığı kurutmadan sivrisinekleri öldürmeye çalışmak gibidir. Cinsiyet ayrımcılığını reddeden bir anlayış geliştirilmedikçe, kadınlara yönelik şiddet ve kadın cinayetleri bitmeyecektir..."

Yazının Devamını Oku

Tatil dönüşü sendromu yaşıyor musunuz?

20 Ağustos 2019
Günlük yaşamın birbirini tekrar eden günlerinin ardından tatil herkese iyi gelir. Hatta tatil tarihinden aylar öncesinde heyecanını yaşamaya başlarız. Yorucu ve bunaltıcı iş, okul ya da evdeki sıradanlaşan yaşamımızda hayalini kurduğumuz tatilin enerjisi, yolculuğumuzun başlayacağı o mutlu güne kadar bizi motive eder.

Ve nihayet tatilin kollarına kendimizi bırakıp başka yerler, insanlar, tatlar, müzikler, renkler, kokular ve doğal güzelliklerle bambaşka bir dünyada yaşarız. Ne var ki hiçbir şey sonsuz değildir. Eve dönüş zamanı gelir ve bu muhteşem tatil, anılarımızın arasındaki yerini alır. Bir sonraki tatile kadar yapılması gerekenler bizi bekliyordur. Ancak bazıları için eve dönüş kolay olmaz, kendi dönse bile ruhu dönmeyi istemez. Özellikle uzun ve keyifli bir tatilin ardından yaşanan bu duruma “Tatil Dönüşü Sendromu” adı verilir.

Modern şehir insanı, yoğun ve stresli geçen bir yılın ardından yapacağı tatil için büyük hayaller kurar, huzuru, kaçışı, mutluluğu tatilden bekler. Tatil bir armağan ise tatil dönüşü bir hüzündür. Çünkü şimdilerde hiçbir tatil yeterli değildir, çalışan ve tatili düşleyenler için... Bu yüzden de bazıları tatil dönüşü bir boşluk yaşarlar. Tatil ne kadar uzun sürerse, bu boşluk duygusu da o kadar uzun sürer ve yorgunluk, iştahsızlık, isteksizlik ve bazı durumlarda depresyon ile sonuçlanabilir. “Tatil Dönüşü Sendromu” olarak bilinen bu psikolojik durum, tatil dönüşünün bir tür yarım kalmışlık olmasıyla ilgilidir. Tatil dönüşü güzel ve keyifli bir rüyadan tartaklanarak uyandırılmak, bir çocuğa dondurmayı tattırdıktan sonra elinden dondurmayı almak gibidir...

Tatil dönüşünde boşluğa düşmemek için tatile yüklediğimiz anlam önemlidir. Tatile kendi kontrolümüzde olan ve gelecekte de bize tekrar tekrar sunulacak hak ettiğimiz bir armağan ve rutin hayata keyifli molalar vermek olarak bakarsak tatili güzel bir anı olarak geride bırakıp normal yaşamımıza dönebiliriz. Yine de tatilin güzel günlerine duyulan özlem, rutin yaşamımıza uyum sağlamamızı zorlaştırabilir ama bu durum olağan ve geçicidir. Eğer tatil dönüşü hüznü ve yarım kalmışlık hissi, çökkünlüğe ve iş motivasyonunda düşmeye yol açarsa, işe gitmek ya da evde kalmak rahatsız edici bir hale gelirse, bir türlü günlük yaşama konsantre olunamazsa yaşananlar artık ruhsal ve bedensel bir sorundur ve bazen bir psikoterapistle görüşmeyi gerekli kılabilir. 

Aşağıdaki soruları doğru ve samimi olarak yanıtlayınız ve değerlendirmeyi okuyarak durumunuz hakkında bilgi sahibi olunuz. Ancak bu bilgi yol göstericidir, tanı veya tedavi amaçlı değildir, gerekirse hekiminize başvurunuz. Lütfen soruları son 15 günü dikkate alarak yanıtlayınız.

1- Tatil dönüşü üzgün, çökkün, moralsiz ve sanki yarım kalmışlık hissi gibi bir ruhsal durum içinde misiniz?
( ) Evet ( ) Hayır

2- Eskiden keyifle gittiğiniz evinize veya işinize ilginizi kaybetme ve hayattan zevk almama durumunuz var mı?

Yazının Devamını Oku

Seks yapmadan önce dondurma yemeyin!

4 Temmuz 2019
CİSED Onursal Başkanı ve Psikoterapist Cem Keçe, cinselliğin mevsimi olmamasına rağmen yaz aylarının gelmesiyle birlikte cinsel istekte artış gözlendiğini, insanların havalar ısındıkça daha çok seks yapmaya başladıklarını söyledi.

Güneş ışığının cinsellik için önemli olduğuna dikkati çeken Keçe, ''Işık kesildiği zaman mutluluk hormonu olan 'serotonin' seviyesi düşer, insanlar daha mutsuz olurlar. Doğanın baharda yeniden canlanması gibi insanların cinsel hayatı da baharda ve yazın canlanabilir'' dedi.

Keçe, araştırmalara göre cinsel yaşamın mevsiminin bahar ve yaz ayları olduğunu vurgulayarak, ''Çünkü insanlar sekse çağrıyı genellikle koku ve görüntüyle yaparlar. Yazın erotik, görsel uyarılar ön plana çıkar ve insanlar daha rahat giyinirler, dolayısıyla cinsel isteklerde artış olabilir'' diye konuştu. 

''Yaz sıcaklarında aşırı yemek yiyerek, tok karnına veya soğuk içecekler içtikten ya da dondurma yedikten sonra cinsel ilişkiye girmek sağlıklı değildir. Hazımsızlık ve soğuk yiyecekler cinsel enerjide dengesizliğe yol açabilir. Aşırı tok karın performans düşüklüğünden, ereksiyon sorunlarına, cinsel isteksizlikten cinsel başarısızlığa kadar birçok cinsel soruna neden olabilir.''

''Özellikle cinsel ilişki, sıcak havalarda kalbi yorarak kalp krizi riskini artırıyor. Kalp hastalarının yaz aylarında sıcağın en üst seviyede olduğu gündüz öğle saatlerinde cinsel ilişkiye girmemesi gerekir. Çünkü sıcak hava ve aşırı güneş, kalp hastalarında efor ve kalbinin gücünde azalma gibi olumsuz etkilere yol açabilir, bu da kişiyi zor durumda bırakabilir.'' 

Yazının Devamını Oku

Penisin ve vajinanın büyüklüğü cinsel doyumu etkiler mi?

21 Haziran 2019
Çok seks yapmak vajinayı genişletir mi?

Çok seks yapmak vajinayı genişletir mi? Penis boyu cinsel birliktelikte ne kadar önemli? Penisin ve vajinanın büyüklüğü cinsel doyumu etkiler mi?Cinsel ilişki sırasında acı, ağrı ve kanama olmaz mı? Vajinal genişilik sendromu nedir? Vajianal geniş genişleme problemi nasıl çözülür?

Aşağılık kompleksi, eksiklik duygusu, kendinden ve cinsel organlarından memnun olmama gibi, cinsel tepkileri zayıflatan veya cinsel isteği azaltan, cinselliği olumsuz etkileyen birçok faktör var. “Penisin büyüklüğü kadının cinsel doyuma ulaşmasında rol oynar mı?”, “Vajina büyüklüğü kadının cinsel birleşmeden zevk almasını etkiler mi?”, “Çok geniş olan vajina ve vajina girişi için bir şey yapılabilir mi?”, “Kadın hiç çocuk doğurmadıysa, aktif bir cinsel yaşam aşk kaslarında ve cinsel organlarda gevşemeye neden olabilir mi?” gibi birçok soru çiftlerin kafasını karıştırabiliyor. İşte tüm bu soruların yanıtı…

PENİS BOYU DEĞİL İŞLEVİ ÖNEMLİ

Erkekler tarafından en çok takıntı yapılan konuların başında penis boyu sorunları gelir. Penis boyu ortalama 14 santimetre olmakla beraber 8–18 santimetre arası olan penisler normal boyutlarda kabul edilmektedir. Sanıldığının aksine, penis boyuyla cinsel performans arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Ancak bazı kadınlar iri yapılı bir erkeği görür görmez cinsel bakımdan hemen uyarılırlar. Oysa gerçekte sertleşmiş penisin büyüklüğü ile erkeğin bir kadını cinsel bakımdan doyurabilme yeteneği arasında pek az ilişki vardır. Ayrıca, “Penis ne kadar büyük olursa, erkek cinsel eş olarak o kadar erkeksi ve başarılı olur!” şeklindeki inanç doğru değildir, cinsel mittir, hurafedir.

VAJİNAL UYARI VAJİNANIN 1/3’LÜK GİRİŞ KISMINDA YOĞUNLAŞIR

Kadın psikolojik bakımdan ters yönde bir inanca koşullanmadıysa, tek başına penis büyüklüğü kadının cinsel tepkisini ya da birleşmeden doyum sağlamasını etkilemez. Çünkü vajinal uyarı vajinanın 1/3’lük giriş kısmında yoğunlaşır. Yani cinsel birleşme sırasında vajinanın en duyarlı bölümü, girişe yakın alt kısımlarıdır. Penis, büyüklüğü ne olursa olsun, vajinanın bu kısmına değecek penis bir uyarıcı görevi yapacaktır. Üstelik kadının asıl cinsel duyarlık merkezi vajina değil, klitoristir. Cinsel birleşme sırasında klitoris erkeğin penisine değil, penisin üstünde yer alan kıllı pubis bölgesine değer ve bu bölgenin basıncıyla uyarılır. Bu da penis boyuna yönelik takıntıları temelden yıkmaktadır.

PENİS BOYU TEK KISTAS OLAMAZ

Buradan yola çıkarak söylenebilinir ki, mutlu ve tatmin edici bir cinsel yaşam için penis boyu tek kıstas olamaz. Çiftin birbiriyle açık ve samimi bir iletişim kurması, birbirilerinin arzu, istek ve beklentilerine değer vermeleri, doyurucu ve sağlıklı bir cinsel yaşam için oldukça önemlidir. Ancak “vajina normal büyüklükte, klitoris sertleşmiş ve vajina yeterince ıslak olduğu halde, penisin fiziksel rahatsızlık doğuracak kadar büyük olması ve cinsel birliktelik sırasında vajinaya yeterince temas edemeyecek ölçüde küçük olması” seks için sorun yaratabilir ancak bir şekilde, yeni sevişme tekniklerinin öğrenilmesiyle bu sıkıntı da çözümlenebilir.

CİNSEL İLİŞKİ KANAMALI, AĞRILI VE ACILI OLAMAZ!

Kadınların vajinalarının cinsel birleşme için fazlasıyla küçük veya büyük olup olmadığı ya da kullanılmamaktan ötürü küçülüp küçülmediği merak edilen oldukça yaygın bir durumdur. Anormal derecede küçük ya da büyük vajinaları olan çok az sayıda kadın vardır ama bunlar yalnızca istisnadır.

VAJİNA  ESNEYEBİLEN, UZAYABİLEN VE GENİŞLEYEBİLEN BİR ORGANDIR

Gerçekte kadının fiziksel boyu, bedeni ya da yaşı ne olursa olsun vajina her boydaki erkek penisini almaya fiziksel olarak müsaittir. Çünkü vajina, çocuk doğururken bebeğin çıkabileceği kadar esneyebilen, uzayabilen ve genişleyebilen bir organdır. Cinsel uyarıların sürdürülmesiyle normal bir vajina her büyüklükteki penisin bütünüyle girmesine uyacak tarzda genişleyebilir.

CİNSEL İLİŞKİ AĞRI VE ACI YAPMAZ

Kadın yeterince uyarılmış ve vajinası yeterince ıslanmışsa, çoğu zaman ilk cinsel birleşmede bile penisin girişi kolayca başarılır. İlk cinsel birleşmenin daima sancılı olacağı ve kızlık zarının kanayacağı düşüncesi yersizdir, yalandır, hurafedir, cinsel mittir. Çünkü cinsel ilişki ağrı ve acı yapmaz. Kadının cinsel ilişki sırasında yeterince uyarılır, ıslanır ve kendini kasmazsa ne ilk cinsel ilişkilerde ne de sonraki ilişkilerinde ağrı ya da acı olmaz. Vajinanın görevi penisi içine almak ve neslin devamını sağlamaktır. Vücudumuzdaki diğer organlar görevlerini yerine getirirken nasıl ki ağrı ya da acı yaşanmıyorsa, vajina da haz alıp-verme olan görevini yerine getirirken ağrıya ve acıya neden olmaz. Kızlık zarı vajina girişinin hemen yakınında, doğuştan delik olan, esnek bir yapıdır. Aslında kanama olmaması normalde beklenen bir durumdur.

KIZLIK ZARI DELİNMEZ, PATLAMAZ, YIRTILMAZ

Normal şartlar altında, normal bir kızlık zarı ister ilk gece olsun ister yüzüncü gece olsun, kanamaz, delinmez, patlamaz, yırtılmaz. İlk cinsel ilişki sırasında penis vajinaya girdiğinde kızlık zarında hafif bir açılma olur. Bu noktada kadın rahat olur ve kendini kasmaz ise ve yeterince ıslanırsa bu girişi hissetmez. Kızlık zarının açılması denilen olgu giyilen ince çorabın bir yere takılması ve kaçması gibidir. Ayrıca kızlık zarından gelen kan, parmağın kesilerek kanaması gibi değil, belli belirsiz bir sıvıdır, bu da kadın rahatsa, kendini kasmazsa, ıslanması tam olmuşsa ve erkek acele etmezse hiç fark edilmez bile.

Vajinismus cinsel hazzı önler

Vajina girişi ve kızlık zarı bazen yapısal (anatomik) olarak anormal olabilir, çok dar olabilir, bu durumda ilk cinsel birleşmede sorunlarla karşılaşılabilir. Hiç tampon kullanmamış ve vajina girişinin elle genişletildiği sevişme oyunlarına katılmamış kadınlar için anormallikler kötü bir sürpriz yaratabilir. Bu nedenle, çok nadir görülen bu durumları önceden tespit etmek için, evlenmeden veya ilk cinsel birlikteliklerden önce bir jinekoloğa başvurmak ve genel bir kontrol muayenesi olmak gerekir. Bu kadınlarda penisin girişi sırasında vajina girişinde duyulan acı ve daha seyrek olarak da penisin vajinaya girememesi durumları, cinsel hazzı önleyebilir. Neyse ki, her şeye rağmen, nazikçe ama kuvvetle gerildiğinde vajina ve vajina girişinde yer alan kızlık zarı pek direnemez. Ama bazen sorun çıkabilir, beklenmedik kasılmalar olabilir ve vajinaya dair korkular geliştirilebilir. Bu gibi durumlarda vajinanın küçük ya da aşırı derecede dar algılanmasının nedeni vajinismus yani seks yapma korkusu olabilir.

Vajinal gevşeklik sendromu nedir?

Vajinal gevşeklik sendromu; yaş, doğum, hormonsal faktörler ve genetik yapı gibi nedenlerle vajina girişinin ve vajina kanalının iç çapının artması ve buna bağlı olarak zamanla cinsel isteğin azalması ve kaybolmasıyla seyreden bir rahatsızlıktır. Bu durumda genişleyen vajina girişi ve vajina kanal çapı, cinsel ilişki sırasında oluşan sürtünmenin daha az hissedilmesine, zamanla hissin kaybolmasına, buna bağlı olarak çiftin duyduğu cinsel hazzın azalmasına ve cinsel doyumsuzluğa neden olabilir. Çünkü vajina genişler ve penisi yeterince sıkı kavrayamamaya başlar.

Vajinaların çok gevşek olmasından yakınan kadınların çoğu kırkına yakın ya da kırkını aşkın ve en az iki çocuk doğurmuş kadınlardır. Doğum sırasında en iyi bakım sağlansa da, çocuk doğurmanın kaçınılmaz zorlaması ve basıncı vajina duvarlarının ve girişinin normalde sıkı olan kas ve bağ dokularını zayıflatıp gevşetebilir. Kadınlar “Artık penis vajinamı doldurmuyor gibi hissediyorum!” derken, erkekler “Artık penisim vajinanın içinde kayboluyor sanki!” demeye başlarlar. Hatta bazı kadınlarda, vajina girişinin çok gevşek olması birleşme sırasında klitorisin uyarılmasını da önleyebilir.Vajina genişlemesinde ne yapılmalı?Vajina genişlediğinde ve eski sıkı yapısını kaybettiğinde cinsel birleşme pozisyonunun değiştirilmesi yararlı olabilir. Vajina kanalını ve vajina girişini sıkılaştırmak için penis vajinaya girdikten sonra kadınlar bacaklarını bitiştirebilirler ve böylece daha sıkı bir temas sağlanabilir. Kadınların sırt üstü yatarken, üzerlerindeki eşlerinin bacaklarını kendi bacaklarıyla sararak ve kendilerini kasarak bu manevra kolayca gerçekleştirilebilir.

VAJİNAL GEVŞEKLİK PROBLEMİ YAŞAYANLAR HANGİ SEKS POZİSYONLARINI TERCİH ETMELİ?

Vajina girişinin fazla gevşek olması cinsel birliktelik sırasında klitorisin yeterince dolaylı uyarılmasını önlüyorsa, kadının üstte olduğu pozisyon ya da yan yana pozisyon sorunu çözmede işe yarayabilir. Bu pozisyonlarda penis vajinaya iyice girdiği zaman klitoris doğrudan uyarılacaktır. Ayrıca aşk kaslarına yaptırılan egzersizler (Kegel egzersizleri), vajina gevşekliği sorununu önemli ölçüde giderecektir. Yoga egzersizleri de bu konuda kadınlara yardımcı olabilir. Bu egzersizlere ek olarak aşk kaslarını güçlendirebilecek birtakım aletler de işe yarayabilir. Bunun için özel olarak tasarlanan vajina yumurtaları ve ağırlıkları kullanabilir. Tüm bunlara rağmen sorun devam ediyorsa, vajinayı normal boyutlarına getirecek, vajinaya yönelik estetik ameliyatlara başvurulabilir. Ayrıca kadınlar kilolarına da dikkat etmeli, yağlı yiyecekler ve karbonhidratlardan uzak durmalıdır. Fazla kilo pelvik tabana ek yük bindiriyor. Bu nedenle öğünlerde taze meyve ve sebze tüketilmesi, cinsel sağlığı da olumlu anlamda etkileyecektir.

  

Çok seks yapmak vajinayı genişletir mi?

Kadın hiç doğum yapmadıysa, aktif bir cinsel yaşam genital bölgede ve aşk kaslarında gevşemeye ve vajinanın fazla genişlemesine neden olmaz. Yani “Çok seks yapmak vajinayı gevşetir!” sözü doğru değildir. Kadın birden fazla ve iri yapılı erkeklerle sık sık cinsel birleşme yapsa bile vajinası gerginliğini ve esnekliğini büyük ölçüde koruyacaktır. Genital bölgedeki organ sarkmaları aşk kaslarındaki ve vajinadaki gevşekliği esas olarak çocuk doğurmanın olumsuz bir sonucudur. Ancak ilerleyen yaş ve menopoz, yaşanan sorunları ağırlaştırabilir, hatta daha erken ortaya çıkmasına neden olabilir.

Aşağılık kompleksi, eksiklik duygusu, kendinden ve cinsel organlarından memnun olmama gibi, cinsel tepkileri zayıflatan veya cinsel isteği azaltan, cinselliği olumsuz etkileyen birçok faktör var. “Penisin büyüklüğü kadının cinsel doyuma ulaşmasında rol oynar mı?”, “Vajina büyüklüğü kadının cinsel birleşmeden zevk almasını etkiler mi?”, “Çok geniş olan vajina ve vajina girişi için bir şey yapılabilir mi?”, “Kadın hiç çocuk doğurmadıysa, aktif bir cinsel yaşam aşk kaslarında ve cinsel organlarda gevşemeye neden olabilir mi?” gibi birçok soru çiftlerin kafasını karıştırabiliyor. İşte tüm bu soruların yanıtı…

Erkekler tarafından en çok takıntı yapılan konuların başında penis boyu sorunları gelir. Penis boyu ortalama 14 santimetre olmakla beraber 8–18 santimetre arası olan penisler normal boyutlarda kabul edilmektedir. Sanıldığının aksine, penis boyuyla cinsel performans arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Ancak bazı kadınlar iri yapılı bir erkeği görür görmez cinsel bakımdan hemen uyarılırlar. Oysa gerçekte sertleşmiş penisin büyüklüğü ile erkeğin bir kadını cinsel bakımdan doyurabilme yeteneği arasında pek az ilişki vardır. Ayrıca, “Penis ne kadar büyük olursa, erkek cinsel eş olarak o kadar erkeksi ve başarılı olur!” şeklindeki inanç doğru değildir, cinsel mittir, hurafedir.

Kadın psikolojik bakımdan ters yönde bir inanca koşullanmadıysa, tek başına penis büyüklüğü kadının cinsel tepkisini ya da birleşmeden doyum sağlamasını etkilemez. Çünkü vajinal uyarı vajinanın 1/3’lük giriş kısmında yoğunlaşır. Yani cinsel birleşme sırasında vajinanın en duyarlı bölümü, girişe yakın alt kısımlarıdır. Penis, büyüklüğü ne olursa olsun, vajinanın bu kısmına değecek penis bir uyarıcı görevi yapacaktır. Üstelik kadının asıl cinsel duyarlık merkezi vajina değil, klitoristir. Cinsel birleşme sırasında klitoris erkeğin penisine değil, penisin üstünde yer alan kıllı pubis bölgesine değer ve bu bölgenin basıncıyla uyarılır. Bu da penis boyuna yönelik takıntıları temelden yıkmaktadır.

Buradan yola çıkarak söylenebilinir ki, mutlu ve tatmin edici bir cinsel yaşam için penis boyu tek kıstas olamaz. Çiftin birbiriyle açık ve samimi bir iletişim kurması, birbirilerinin arzu, istek ve beklentilerine değer vermeleri, doyurucu ve sağlıklı bir cinsel yaşam için oldukça önemlidir. Ancak “vajina normal büyüklükte, klitoris sertleşmiş ve vajina yeterince ıslak olduğu halde, penisin fiziksel rahatsızlık doğuracak kadar büyük olması ve cinsel birliktelik sırasında vajinaya yeterince temas edemeyecek ölçüde küçük olması” seks için sorun yaratabilir ancak bir şekilde, yeni sevişme tekniklerinin öğrenilmesiyle bu sıkıntı da çözümlenebilir.

Kadınların vajinalarının cinsel birleşme için fazlasıyla küçük veya büyük olup olmadığı ya da kullanılmamaktan ötürü küçülüp küçülmediği merak edilen oldukça yaygın bir durumdur. Anormal derecede küçük ya da büyük vajinaları olan çok az sayıda kadın vardır ama bunlar yalnızca istisnadır.

Gerçekte kadının fiziksel boyu, bedeni ya da yaşı ne olursa olsun vajina her boydaki erkek penisini almaya fiziksel olarak müsaittir. Çünkü vajina, çocuk doğururken bebeğin çıkabileceği kadar esneyebilen, uzayabilen ve genişleyebilen bir organdır. Cinsel uyarıların sürdürülmesiyle normal bir vajina her büyüklükteki penisin bütünüyle girmesine uyacak tarzda genişleyebilir.

Kadın yeterince uyarılmış ve vajinası yeterince ıslanmışsa, çoğu zaman ilk cinsel birleşmede bile penisin girişi kolayca başarılır. İlk cinsel birleşmenin daima sancılı olacağı ve kızlık zarının kanayacağı düşüncesi yersizdir, yalandır, hurafedir, cinsel mittir. Çünkü cinsel ilişki ağrı ve acı yapmaz. Kadının cinsel ilişki sırasında yeterince uyarılır, ıslanır ve kendini kasmazsa ne ilk cinsel ilişkilerde ne de sonraki ilişkilerinde ağrı ya da acı olmaz. Vajinanın görevi penisi içine almak ve neslin devamını sağlamaktır. Vücudumuzdaki diğer organlar görevlerini yerine getirirken nasıl ki ağrı ya da acı yaşanmıyorsa, vajina da haz alıp-verme olan görevini yerine getirirken ağrıya ve acıya neden olmaz. Kızlık zarı vajina girişinin hemen yakınında, doğuştan delik olan, esnek bir yapıdır. Aslında kanama olmaması normalde beklenen bir durumdur.

Yazının Devamını Oku

Kadınlar da erken boşalma problemi yaşıyor!

11 Haziran 2019
Türkiye’de pek çok çift cinsel yaşamlarından yeteri kadar memnun olamadıklarını ve sorun yaşadıklarını dile getiriyor. Ülkemizde her 10 erkekten 7’sinin hayatının bir döneminde yaşadığı ve en sık karşılaşılan cinsel sorunların başında gelen erken boşalma sorununu siz de sadece erkekler yaşıyor sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Psikoterapist Dr. Cem Keçe, kadınlarda erken boşalma ile ilgili bilinmeyenleri anlatıyor.


ERKEN BOŞALMA SADECE ERKEKLERİN SORUNU DEĞİL

Çiftlerin en çok karşılaştıkları cinsel sorunların başında boşalma ve orgazm bozuklukları geliyor. Kadınlar geç boşalma veya orgazm olamamadan daha çok şikayetçi olurken, erken boşalmadan çok şikayetçi görünmüyor. Oysa geleneksel olarak erkeklerin sorunu olduğu bilinirken erken boşalma sadece erkeklerin sorunu değil, bu konuda kadınlar da azımsanmayacak bir şekilde mağdur olabiliyor.


KADINLARDA ERKEN BOŞALMANIN TANI KRİTERLERİ NELER?

Kadınlar için “dert” değil “avantaj” olarak bilinen erken boşalma, zevk alma kalitesini ve orgazm olmayı olumsuz etkilemesine rağmen, çoğu zaman bir problem olarak algılanmıyor. Her cinsel etkinlikte ya da neredeyse her cinsel yakınlaşmada aşağıdaki belirtilerin varlığında kadınlarda erken boşalma tanısı konulabiliyor:


    Eşli cinsel etkinlik sırasında, sürekli ya da yineleyici olarak, boşalmanın çoğu zaman penis vajinaya girdikten yaklaşık bir dakika içinde, kadının isteğinden önce, belirgin bir şekilde erken ve hızlı olması, nadiren önsevişme döneminde yaşanması. (Not: Kadında erken boşalma tanısı, penis-vajina birlikteliğini kapsamayan mastürbasyon gibi cinsel etkinliklerde bulunan kişilere de konabilirse de, bu tür etkinlikler için özgül süre ölçütü belirlenmemiştir.)Boşalma kasılmalarının, bedensel ve ruhsal duyumlarının çok düşük yoğunlukta olması.Belirgin orgazm seyrekliği ya da yokluğu.Erken boşalmanın en az, yaklaşık altı aydır sürmesi ve her cinsel etkinlikte ya da neredeyse her cinsel etkinlikte (yaklaşık % 75-100'ünde) olması.Erken boşalmanın kadında ruhsal açıdan belirgin bir sıkıntıya neden olması.Erken boşalmanın partner ilişkisinde çatışmaya ve uzaklaşmaya neden olması.Kadında erken boşalmanın cinsel kökenli olmayan bir ruhsal bozukluktan ya da eşin kaba güç kullanması gibi ağır bir ilişki bozukluğundan ya da gerginlik yaratıcı önemli başka etkenlerden kaynaklanmaması ve bir maddeye veya ilaca ya da başka bir sağlık durumuna bağlı meydana gelmemesi.

KADINLARDA ERKEN BOŞALMA TİPLERİ NELERDİR?

    Erken boşalma kadında cinsel açıdan etkin olduğundan beri varsa:Yaşam boyu (primer), oldukça olağan bir cinsel işlevsellik evresinden sonra başlamışsaEdinsel (sekonder), belirli tür uyarımlar, durumlar ya da eşlerle sınırlı değilseYaygın (total), yalnızca belirli tür uyarımlar, durumlar ya da eşlerle ortaya çıkıyorsaErken boşalmanın belirtileri az sıkıntı doğuruyorsa ve penis vajinaya girdikten sonra 30 saniye-bir dakika içinde boşalma oluyorsaAğır olmayan, orta düzeyde bir sıkıntı doğuruyorsa ve penis vajinaya girdikten sonra 15-30 saniye içinde boşalma oluyorsaOrta derecede, çok sıkıntı doğuruyorsa ve cinsel etkinlikten önce, cinsel etkinliğin başında ya da vajinaya girdikten sonra 15 saniye içinde boşalma oluyorsaAğır derecede erken boşalmadan bahsedilebiliyor.

KADINLARDA ERKEN BOŞALMA NEDEN OLUYOR?

Kadınlarda erken boşalmaya, cinselliğe abartılı önem verilmesi, uygusuz ortamlarda ayıp, yasak ve günah duygularıyla seks yapılması, yakalanma ve duyulma korkusu, cinsellikle ilgili aileden öğrenilen olumsuz düşünceler ve katı ahlaki öğretiler, cinsel bilgisizlik ve tecrübesizlik neden oluyor.


KADININ ERKEN BOŞALMA YAŞAMASI BİR PROBLEM Mİ?

Cinsel uyarıların devam ettirildiği sürece kadınların birden fazla boşalma yaşayabileceği ve cinsel aktivitenin başarılı bir şekilde sonuçlanabilmesi için kadının erkek partnerden daha önce boşalması gerektiği düşünceleri ışığında, çoğu zaman kadınlarda erken boşalma bir problem olarak görülmüyor. Ülkemizde geç boşalma veya boşalamama sorunuyla karşı karşıya kalan kadınların oranı %60’ın üstündeyken, erken boşalma problemi yaklaşık olarak %20 oranında görülüyor.


KADINLARDA ERKEN BOŞALMA DÖNGÜSÜ

Cinsel ilişkinin evreleri; uyarılma evresi, plato evresi, boşalma ve orgazm evresi ve çözülme evresi olarak biliniyor.

Plato evresinin hiç olmaması veya gereğinden çok kısa olması (bir dakika ve altı) ve genital organlara giden kan miktarının hızlı artış göstermesi erken boşalmaya neden oluyor. Yani uyarılma evresinde oluşan ruhsal ve bedensel hisler beyni sürekli ve yoğun bir şekilde fazlasıyla uyarıyor ve kadın bu uyaranlara eş zamanlı yanıt veremiyor. Bunun sonucunda ise kadın boşalmayı yönetme kontrolünü kaybediyor ve bedenini cinsel eylem ritmine uygun bir şekilde gevşeterek ya da kasmayarak boşalma zamanını ayarlayamıyor.


KADINLAR BİRDEN FAZLA BOŞALABİLİYOR...

Kadınlar erkeklerden farklı olarak arka arkaya pek çok kez boşalabiliyor yani kadınlar "multiorgasmik" olabiliyor. Bir cinsel ilişkide erkek boşaldıktan sonra ortalama 30 dakika kadar dinlenme gereksinimi duyabiliyorken, kadın buna ihtiyaç duymuyor ve aynı ilişkide birden çok boşalmayı tecrübe edebiliyor.

Uyarılma evresinde, vajinanın girişinde bulunan salgı bezlerinin vajina girişinde ıslanmaya neden olması cinsel eylemi kolaylaştırıyor ve kadının zevk almasına yardımcı oluyor. Boşalma sonunda klitoris ve uyarılara açık diğer bölgeler bir hayli hassaslaşıyor ve vajinal salgılar çözülme evresiyle birlikte azalıyor. Kadının cinsel aktiviteye acısız ve ıslak bir şekilde devam edebilmesi ve art arda boşalma yaşayabilmesi için cinsel uyarıların yeniden ve hafif bir şekilde devam etmesi gerekiyor.

Bu sistemin aksine, kadın erken boşaldığı cinsel ilişkiden zihinsel olarak koptuğunda, konsantrasyonunu yitirdiğinde, cinsel evreler arasındaki geçiş normalden daha hızlı bir şekilde gerçekleştiğinde, vajinada meydana gelen ıslanma azalıyor ve klitoris hassasiyeti cinsel eylemi zorlaştırabiliyor, kadının acı çekmesine ve cinsel isteksizliğe neden olabiliyor.


ERKEN BOŞALAN KADINLAR NE YAŞIYOR?

Henüz bir cinsel ilişki yaşanmadan, ön sevişme aşamasında yaşanan erken bir boşalmada, kadınlar çoğu zaman cinsel ilişkiye devam etmek istemiyorlar, partnerlerinin ilişkiye devam etmesinden rahatsız olabiliyorlar ve sıkılabiliyorlar. Ayrıca cinsel ilişki sonrası kendilerini huzursuz, yeterince rahatlayamamış ve gergin hissedebiliyorlar. Çünkü pelvik organlarda toplanan kan rahatsızlık yaratabiliyor, kadınlarda bel ve sırt ağrıları görülebiliyor.


Çift problemi olarak görülen kadınlarda erken boşalma problemi ayrıca, önemli psikolojik problemleri de beraberinde getirebiliyor. Boşalma kontrolünün kaybedilmesi nedeniyle meydana gelen erken boşalma probleminde, her ne kadar boşalma zevk alınarak sonuçlanan bir eylem olarak algılansa da, ön sevişme sırasında boşalma yaşanması ya da cinsel aktivitenin çok hızlı bir şekilde bitmesi, kişinin psikolojik çöküntü yaşamasına, kendini yetersiz hissetmesine neden olabiliyor ve cinsel aktiviteye devam etmesini engelleyebiliyor. Dolayısıyla kadınlarda erken boşalma probleminin çözülebilmesi için mutlaka bir cinsel terapistten cinsel terapi yardımı alınması gerekiyor. Çünkü erken boşalmayı takıntı haline getiren kadınlarda zamanla öfke, hırçınlık, mutsuzluk, çökkünlük, cinsel soğukluk görülebiliyor. Zamanla partner ilişkilerinde çatışma yaşanabiliyor, aldatma ve erkek partnerde erken boşalma veya cinsellikten soğuma gibi cinsel sorunların ortaya çıkabiliyor.


KADINLARDA ERKEN BOŞALMAYLA BAŞ ETME YOLLARI…

Kadınlarda erken boşalma, hem cinsel uyum hem de bireysel zevkler açısından önemli bir problem... Bu nedenle, kadınlarda meydana gelen erken boşalma sorununun tedavi edilebilmesi için ilk olarak, erken boşalmanın tedavi edilmesi gereken bir problem olduğunun idrak edilmesi gerekiyor ve uzman bir cinsel terapistten doğru cinsel bilgilendirme alınması önem taşıyor. Çünkü tüm cinsel işlev bozukluklarında olduğu gibi erken boşalmada da cinsel bilgi eksikliğine rastlanıyor.

Dolayısıyla, olması gerektiği gibi bir cinsel hayata sahip olunabilmesi için; çiftin bedenlerini ve birbirlerini iyi tanımaları, cinsel birleşme esnasında iyi bir uyum göstermeleri, haz alacakları hassas bölgeleri keşfetmeleri, cinsel pozisyonları tanımaları, partneriyle yaşayacakları fiziksel ve duygusal temasları kendi lehlerine nasıl çevirebileceklerini öğrenmeleri, cinsel geçiş evrelerini ve cinsel ritmi kontrol altında tutabilmeyi ve cinselliğe nasıl dahil olmaları gerektiklerini algılayabilmeleri gerekiyor.


ERKEN BOŞALMAYI PSAS İLE KARIŞTIRMAMAK GEREKİYOR...

Dünyada ilk kez 2001'de Hollanda’lı bir Doktor Marcel Waldinger tarafından tanımlanmış olan PSAS sendromu kesinlikle bir boşalma ve orgazm hali değil... Ortamda cinsel bir uyarılma, cinsel bir yönelim veya seks yapma isteği yokken, kendiliğinden ve istenmeyen bir uyarılma sonucu başta vajina olmak üzere genital bölgelerde yaşanan, karıncalanma, hızlı hızlı atma veya yoğun heyecanlanma şeklinde tarif edilebilen boşalma hissine PSAS (Persistent Sexual Arousal Syndrome) yani Sürekli Cinsel Uyarılma Sendromu adı veriliyor.


Bilinenin aksine büyük bir ıstırap çeken PSAS mağdurları, herkesin imrendiği veya hayal ettiği bir boşalma veya orgazm yaşayamıyorlar. Gerçekleşmemiş boşalmanın veya orgazmın hissedilmesi gibi bir duygu veren bu hastalıkta klitoris veya vajinada hissedilen yalancı boşalma hali oluyor. Yanlışlıkla bu kadınlara nemfoman (doyumsuzluğa varan aşırı seks düşkünlüğü) tanısı konulabiliyor. PSAS sendromunun 6 ortak özelliği var.

Bunlar:

    Cinsel uyarılmadaki fizyolojik yanıtlar saatler ya da günlerce sürebiliyor ve kendiliğinden kaybolmuyorFizyolojik uyarılma klasik boşalmayla son bulmuyor ve saatlerce, günlerce çoklu yalancı boşalmalar yaşanabiliyor,Bunlar bir cinsel arzu ya da uyarılma duygusuyla yaşanmıyor,Sadece cinsel aktivitelerde değil, cinsel uyaran olmadığında ya da hiç uyaran olmadığında da ortaya çıkabiliyor,Bu hisler istenmedik, arzu edilmedik bir şekilde yaşanabiliyor,Arka planda işleyen suçluluk, cezalandırılma gibi bilinçdışı duygular yer alabiliyor

Çiftlerin en çok karşılaştıkları cinsel sorunların başında boşalma ve orgazm bozuklukları geliyor. Kadınlar geç boşalma veya orgazm olamamadan daha çok şikayetçi olurken, erken boşalmadan çok şikayetçi görünmüyor. Oysa geleneksel olarak erkeklerin sorunu olduğu bilinirken erken boşalma sadece erkeklerin sorunu değil, bu konuda kadınlar da azımsanmayacak bir şekilde mağdur olabiliyor.

Kadınlar için “dert” değil “avantaj” olarak bilinen erken boşalma, zevk alma kalitesini ve orgazm olmayı olumsuz etkilemesine rağmen, çoğu zaman bir problem olarak algılanmıyor. Her cinsel etkinlikte ya da neredeyse her cinsel yakınlaşmada aşağıdaki belirtilerin varlığında kadınlarda erken boşalma tanısı konulabiliyor:

Kadınlarda erken boşalmaya, cinselliğe abartılı önem verilmesi, uygusuz ortamlarda ayıp, yasak ve günah duygularıyla seks yapılması, yakalanma ve duyulma korkusu, cinsellikle ilgili aileden öğrenilen olumsuz düşünceler ve katı ahlaki öğretiler, cinsel bilgisizlik ve tecrübesizlik neden oluyor.

Yazının Devamını Oku

Boşanmanın çocuklar üzerindeki etkisi

4 Ocak 2019
Her şeye rağmen her evlilik sürmek zorunda mıdır?

Duygusal olarak birbirlerinden kopan, sürekli çatışma içinde olan ama çocukları için birlikte yaşamaya devam eden anne babalar "yasal" olarak boşanmadıkları halde, aslında "duygusal" olarak boşanmışlardır. Bu çiftler sadece aynı fiziksel ortamı paylaşmalarının çocuklarının yararına olduğu yanılgısına düşerek hem kendilerini hem de çocuklarını mutsuz bir yaşama mahkûm ederler. Çocuklarını boşanmanın olumsuzluklarından korumaya çalışırken, ona daha sarsıcı sorunlarla dolu bir ortam hazırladıklarının farkına bile varmazlar. Diğer yandan bunun farkında olarak boşanmayı seçen ama boşanma sürecini doğru yönetemeyen anne babalar ise çocuklarını boşanmanın yıkıcı etkileriyle karşı karşıya bırakırlar.

Çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal olarak sağlıklı gelişimi için anne babasıyla kurduğu ilişki ile anne ve babasının birbirleriyle ilişkileri büyük bir öneme sahiptir. Bu ilişkilerin çocukta bıraktığı izler tüm yaşamı boyunca kalıcı olur. Çocuğun sağlıklı ve mutlu bir şekilde büyümesi sağlıklı ve mutlu bir yetişkin olabilmesinin ön koşuludur. Anne babası sürekli tartışan, kavga eden bir çocuğun mutlu olması beklenemez. Anne babanın birbirine küs ve kavgalı olduğu, yakın ve sıcak ilişkilerin olmadığı bir ailede yetişen çocuk bu davranış kalıbını mutlak doğru kabul eder, içinde evlenince kendini gerçekleştirecek bir kehanetin tohumlarını barındırır ve gelecekte kendisi de böyle bir ilişki kurmaya koşullanır. İçindeki kehanette yer alan rolleri farkında bile olmadan eşiyle tekrar eder, geçmiş yeniden canlanır. Ayrıca anne babanın çatışmalı ilişkisinde çocuk kendini taraf tutmak zorunda da hisseder. Karşı tavır aldığı ebeveynle arasındaki ilişki bozulur. Anne babanın sözlerini esirgemeden bağırıp, çağırıp birbirlerini aşağılamaları, tartışmaları ve kavgaları çocuk için çok sarsıcı olabilir ve onu derinden yaralayabilir. Kimi zaman çocuk bu kavgaların içine sokulur ve haksızlığa uğradığını düşünen taraf çocuktan yardım ve destek bekler. Çocuk, öfkeyi, kızgınlığı, sevgiyi ve hoşgörüyü anne babasını örnek alarak öğrendiği gibi bu duygular karşısında vereceği tepkileri de onlardan öğrenir. Sürekli tartışan, kavga eden bir anne babanın olduğu bir ortamda büyüyen çocuk kendini tedirgin ve çaresiz hisseder, içinde kızgınlık, düşmanlık duyguları büyür ve bu onda gelecek yaşamını olumsuz etkileyecek büyük bir güvensizlik duygusu yaratır.

Boşanma, evliliği sürdürmeye yönelik tüm çabaların sonuç vermediği durumlarda, eşlerin kendilerine, birbirlerine ve çocuklarına zarar vermeden yaşamaları gereken doğal bir süreçtir. Boşanma sürecinde anne babanın birbirlerine karşı tutumları ve boşandıktan sonraki ilişkileri boşanmanın çocuk üzerindeki etkilerinin belirleyicisidir. Boşanma, çocukların kolayca anlayıp kabul edebilecekleri bir durum değildir. Anne babanın çocuğu, kendi çekişmelerinin ortasında bırakmaları, boşanma sonrasında birbirlerine karşı kin, nefret, öfke duygularını çocuğun gözleri önünde yaşamaları, çocuğu taraf tutmaya zorlamaları, kendilerini haklı çıkarmak için diğerini kötülemeleri, değersizleştirmeleri ya da çocuğu birbirlerine göstermeyerek öç almak istemeleri çocukta travmatik etkiler yaratır. Anne baba boşanırken çocuklarından boşanmazlar; karı koca olmaktan vazgeçerler ama bunu gerçekten yapan ve boşandıktan sonra çocuğuyla da ilişkisini kesen anne ya da baba çocuğun yaşamında büyük bir kriz oluşturur. Boşanma süreci ve sonrasında anne babanın olumsuz tavır ve davranışları sonucunda, çocuğun aklı karışır ve büyük bir tedirginlik yaşar. Anne babasının onu sevmediğini ve terk ettiğini düşünerek kızgınlık duyar, boşanmalarından kendini sorumlu hisseder ve kendini suçlar, anne babayı bir araya getirme çabası içine girer ve tüm bunlarla birlikte çocuksu depresyon, davranış bozuklukları, okul başarısında düşüş yaşayabilir. Boşanmanın çocuk üzerindeki kalıcı etkileri düşük benlik saygısı, suça eğilim ve kişilik bozuklukları olabilir. Ayrıca anne ve babayı model aldığı için gelecekte sağlıklı partner ilişkileri kuramayabilir, evlenmek ve çocuk sahibi olmak istemeyebilir.

İnsanların herhangi bir eğitim ya da bilgi sahibi olmadan yapabileceği şeyler için eğitim almaları, o işi daha iyi ve gereği gibi yapmak istemelerinin bir sonucudur. Örneğin, fotoğrafçılığı düşünelim; mobil telefonlarımız sayesinde yediden yetmişe hepimiz birer fotoğrafçı olduk, istediğimiz her kareyi telefonumuzla fotoğrafını çekerek anında ölümsüzleştirebiliyoruz. Peki, bu şekilde gerçek anlamda fotoğrafçılık yapmış olur muyuz? Bu işin eğitimini alan, tekniği bilen kişilerle aynı kefeye konabilir miyiz? Bu işin eğitimini alarak açı, ışık ve kadrajın nasıl daha iyi ayarlanacağını öğrensek elde edeceğimiz sonuç daha farklı, daha iyi olmaz mı? Teşbihte hata olmaz; evlilik ve anne babalığı da fotoğrafçılığa benzetebiliriz, çünkü evlilik de anne babalık da birer yaşam sanatıdır. Herkes her ikisini de el yordamıyla yapabilir. Yordamı iyi tutturanlar şanslı olur, peki ya tutturamayanlar? Nice güzel duygular, ümitler ve gelecek planlarıyla başlayan bir evlilik ve daha da önemlisi bu evliliğin meyvesi olan bir çocuğun hayatı, sırf bu yordamı tutturamama şanssızlığıyla heba edilebilir mi? Oysa neyi nasıl yapacağını bilerek başlama olanakları olsa bu çiftler bu hayatları heba ederler mi? İşte bu noktada en büyük ihtiyaç ve aslında gereklilik, evlilik ve anne-babalık eğitimidir. Evlenmeden önce alınacak evlilik ve anne-babalık eğitimi sayesinde evlilikte yaşanacak sorunların en aza indirilmesi ve çocukların mutlu aile ortamında yetiştirmesi mümkün olabilecektir.

Peki, her şeye rağmen her evlilik sürmek zorunda mıdır? Elbette değil… Herkesin hayatında koşullar, beklentiler ve ihtiyaçlar değişebilir. Çift evliliği sürdürmek istemeyebilir ya da evliliğin sürdürülmesi imkânsız hale gelebilir. Bu noktada, boşanma kararının çocuklara nasıl ve ne zaman söyleneceği çok önemlidir. Çocuğun yaşına uygun olarak, kolay anlayabileceği şekilde, boşanmanın nedenleri, anne baba tarafından birbirlerini kötülemeden ve suçlamadan anlatılmalıdır. Boşanmadan sonra çocuğun hayatında yaşanacak değişikliklerle ilgili bilgi verilmelidir. Gerekirse çocuğun psikolojik destek alması sağlanmalıdır. Boşanan anne babalar birbirlerinden ayrıldıklarını, çocuklarından ayrılmadıklarını kesinlikle unutmamalıdır. Çocuğun anne babasından yeterli derecede ilgi ve sevgi görmeye her zaman ihtiyacı vardır. Ayrı olsalar bile anne baba çocuğundan bu ilgi ve sevgiyi kesinlikle esirgememelidir. Anne-baba çocuklarına sürekli sözler verip, tutmalıdır, böylece çocukta boşanma sürecinde ortaya çıkan güvensizlik yeniden güvene dönüşür. Anne babanın çocuğu boşanmanın etkilerinden koruyabilmeleri öncelikle bu süreci kendilerinin sağlıklı bir şekilde atlatabilmeleri ile mümkündür. Bu süreci kolay atlatamayanların boşanma eğitimine, yani boşanma terapisine ihtiyacı olur. Çünkü boşanma her koşulda zor ve sancılı bir süreçtir ve taraflar kızgınlık, umutsuzluk, üzüntü, pişmanlık ve kararsızlık içindeyken ne kadar doğru hareket edebileceklerini bilemezler. Bunun için bir yönlendiriciye, bir kılavuza ihtiyaçları vardır. İşte evlilik terapisti burada devreye girer. Olumsuz bir ruh hali içindeki çifti ve çocuklarını bu süreçten en az hasar görecekleri şekilde yönlendirir.
  

Yazının Devamını Oku

Çiftleri boşanmaya götüren 5 neden

29 Aralık 2018
Çift ilişkisi bir kere bozulmaya başladığında hemen gerekli önlemler alınmalı, yoksa...

Psikoterapi ve Psikoterapistler Derneği’nin yaptığı bir anket, boşanmada sanıldığı gibi ekonomik nedenlerin değil ilişkisel nedenlerin başı çektiğini ortaya koydu. Ankete göre, çiftler ilişkisel sorunların çözümünün ekonomik sıkıntılara nazaran daha zor olduğunu düşünüyorlar.

Klinik düzeyde, evlilik terapisine başvuran 300 çiftin katılımı ile gerçekleşen ankette, katılımcılara maddi ve manevi iki farklı kriz senaryosu sunuldu. Bu senaryolar üzerinden sorulan sorulara verilen yanıtlara göre, çiftlerin yüzde 35’i maddi sorunlar nedeniyle boşanmanın eşiğine gelebileceklerini ifade ederken, yüzde 65’i, partneriyle arasında doğabilecek iletişim sorunlarının daha önemli olduğunu gösterdi. Çiftler bunlar arasında “sürekli eleştirme”, “sürekli suçlama ve savunma döngüsüne girme”, “sürekli araya görünmez duvarlar örme”, “sürekli küçümseme ve hor görme”, başta olmak üzere, ilgisizliğin, davranış değişikliklerinin, eleştirel dilin ve agresifliğin veya olumsuz kişilik yapılanmalarının, yaşadıkları evliliği daha fazla tehdit edeceği öngörüsünde bulundular.

Çiftlerin bu tespitine ben de katılıyorum. Maddi problemlerin günümüzde toplumun her kesiminden insanların hayatında dalgalı bir seyir içindedir. Alınacak bazı tedbirlerle bireylerin veya çiftlerin bir şekilde bu durumun üstesinden gelebileceğini söylemek mümkündür. Ancak partnerler arasında zamanla meydana gelebilecek iletişim sorunlarının çözümü, maddi sorunlara göre daha zor belki de imkansız bir hal alabilir.

Artık günümüzde çiftlerden birinin işsiz kalmasından kaynaklı maddi kriz, evliliklerin karşısına bir sorun olarak çıkabilir. Ancak evlilik kurumunun getirdiği sorumluluklardan hareketle, çiftler birbirine anlayış gösterip destek olarak maddi sorunlara genellikle çözüm getirebilir, göğüs gerebilirler. Bu tabloyu bir de evde sürekli partneriyle tartışan, onu küçümseyen, eskisi kadar sevgi ve ilgi göstermeyen, agresif, sorumluluklarını yerine getirmeyen bir kişinin getireceği mutsuzlukla karşılaştırmak farklı bir sonucu doğurur. Genelde çiftler bu tip bir kriz karşısında bocalarlar ve çıkış yolunu bulmakta zorlanırlar. Çünkü maddi bir durumda çift birbirine kenetlenip sorunu karşılarına alabilirler ama sorun partner olunca, taraflar karşılıklı bir çatışma içine girebilir ve sorunu aralarına alırlar. Çözümden ziyade birbirlerini daha fazla yıpratacak bir mücadele içine girerler.

Birbirlerine eskisi gibi sevgi ve şehvet duymayan, evliliklerinin ilk yıllarında yaşadıkları heyecanı kaybetmiş, sözleriyle ve davranışlarıyla birbirlerini suçlayan, artık tamamen çatışma içine girmiş bir çift için kazanılmış yüksek standartlı bir hayatın anlamı da kalmayabilir. Çünkü bu çift için artık hayatın tadı kaçmıştır.

Çiftleri boşanma kararı almaya kadar götürecek nedenler nelerdir? Hangi davranış kalıpları çifti karşı karşıya getirir? Uzun yıllar boyunca edindiğim tecrübeler ışığında evliliği istenmeyen sona götürecek 5 tutum saptadım. Bunları “küçümsemek, acımasızca eleştirmek, agresif ve savunmacı tavır takınma, sürekli sorunları görmezden gelmek ve sorumlulukları paylaşmamak” olarak nitelendirmek mümkündür. Çözüme kavuşmaması halinde bu davranış şekilleri evlilik için adeta boşanmaya götüren kıyamet alametleridir. Bunlara tek tek göz atacak olursak:

KÜÇÜMSEMEK:

Partnerlerden biri özel ya da sosyal ortam ayrımı gözetmeksiniz eşiyle dalga geçer, onur kırıcı bir şekilde onunla eğlenir, başarılarını önemsemez, başkalarıyla kıyaslar, başkalarının yanında hakarete varan takma adlar kullanır. Kısacası eşini takdir etmediğini ve kendisi için bir önemi olmadığını gösterircesine tavır takınır. Ayrıca partneri konuşurken dinlememek, sözünü dinlememek, partner için değerli olan aile, iş, kariyer gibi konuları küçümsemek de karşılaşılan bu olumsuz tutumlar içinde yer alabilir.

Yazının Devamını Oku

Şiddet, öğrenilmiş bir davranıştır

6 Kasım 2018
Cinsiyet ayrımcılığını reddeden bir anlayış geliştirilmedikçe, kadınlara yönelik şiddet bitmeyecektir.

Kadının enerjisini tüketen, fiziksel sağlığını tehlikeye atan ve özsaygısını ortadan kaldıran şiddet olayları sadece bir sonuçtur. Bu sonuca yol açan nedenlerin üzerinde durulmadığı sürece kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır. Saldırgan kişiliklerin oluşmasında travmatik unsurlar, huzursuzluklar, parçalanmış aileler, aile bunalımları, kişilik bölünmesi ve paranoya önemli bir rol oynar.

Şiddetin temelini anne, baba, çocuk, aile ilişkisi ve sosyal, kültürel ve ekonomik faktörler birlikte oluşturur. Saldırganlık ve şiddet, duygusal yükü fazla birtakım örnekler yolu ile öğrenilir. Evde ve okulda disiplini sağlamak üzere şiddet kullanımına tanık olan çocuk, yetişkinliğinde bunu sorun çözmede doğal bir seçenek olarak görmektedir. Ayrıca her erkek çocuk geçmişinde “güçlü” algıladığı annesine öfke hissettiği ve ona zarar vermeye çalıştığı kötü anılar yaşar. Bastırılan ve sanki yokmuş gibi kabul edilen bu anılar, yetişkinlikte kurulan yakın ilişkilerde kendini gösterir. Bu nedenle erkekler güçlü olarak algıladıkları kadınlara şiddet uygulamaya cesaret edebilirler.

Saldırgan erkeklerin bir “görünen sevgi dolu parça”, bir de “gölgede kalmış saldırgan parça” olmak üzere iki parçaları vardır. Belli koşullarda saldırgan parça ön plana çıkar ve kadına şiddete erkeği motive edebilir. Saldırgan parçanın tekrar ön plana çıkıp görünür olmasında toplumun şiddeti bir sorun çözme yöntemi olarak benimsemesinin önemli rolü vardır. Çünkü şiddet geçmiş yaşantıların kötü mirasından ve çoğunlukla da cinsiyete dayalı sosyal normlardan kaynaklanmaktadır. Erkekler, kadınlar üzerindeki haklarının tehdit altında olduğunu düşündüklerinde ya da kadınların evdeki sorumluluklarını yerine getirmemeleri durumunda şiddete başvurmaktadırlar. Bir erkek eşinin rolüne uygun olarak davranmadığını, sınırlarının ötesine geçtiğini, haklarını savunduğunu anlarsa buna şiddetle karşılık verebilmektedir. Kocaya itaat etmemek, koca kendisine kızdığında cevap vermek, yemeği zamanında hazırlamamak, çocukla ya da evle yeterince ilgilenmemiş olmak, kocaya para ya da kız arkadaşlar konusunda sorular sormak, kocadan izin almadan bir yere gitmek, cinsel ilişkiyi reddetmek ya da sadakatinden şüphe etmek gibi davranışlar cinsiyet normlarını çiğnemek anlamına gelmekte ve erkeklerde şiddeti körüklemektedir. 

Şiddet, vurma, tokatlama, tekme atma ve zorla cinsel ilişki gibi fiziksel saldırı; devamlı küçümseme, gözünü korkutma ve hakaret etme gibi psikolojik istismar şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Kadını arkadaşlarından ve ailesinden ayırma, hareketlerini takip etme ve kaynaklara erişimini kısıtlama gibi kontrol etmeye yönelik davranışlar da söz konusu olabilmektedir. Kadınların istismar karşısındaki tepkileri çoğunlukla mevcut seçeneklerle sınırlı olmakta ve genellikle ilişkilerini devam ettirmektedirler. Eşinin ceza yemesi korkusu, başka geçim kaynağının olmayışı, çocuklar için endişelenme, duygusal bağımlılık, aile ve arkadaşların desteğinin bulunmayışı, durumun ileride değişeceğini ümit etmek, boşanırsa bunun kabul gören bir şey olmadığını bilmek, reddedilme ve toplumun lekelemesi korkusu kadının yardım talep etmesini önlemektedir. Fiziksel veya cinsel bir istismarın mevcut olduğu bir ilişkiye son vermek ise bir süreci gerektirmektedir. Bu çoğunlukla önce inkâr, kendini suçlama ve tahammül dönemlerini içermektedir. Daha sonra partnerle ilgiyi kesme ve kendine gelme dönemi gelmektedir. Son aşamada ise kesin karar verilmekte ancak ülkemizde yaşayan kadınlar için bu karar ne yazık ki can güvenliğini dahi tehdit edebilmektedir. Kadının ayrıldıktan hemen sonra cinayete kurban gitme riski bilinen bir gerçektir.

Toplumumuz kadınları bir yandan ana olarak kutsarken diğer yandan rahatça dövülmelerine hatta öldürülmelerine duyarsız kalmaktadır. Gelecek nesiller üzerinde etkin rolü olan kadına yüklenen bu olumsuzluk kadının özsaygısını, değerlilik duygusunu yitirmesine, güven duygusunun olmamasına, kendini değersiz görmesine, toplumun öngördüğü role yönelik kızgınlık geliştirmesine neden olabilmektedir. Böylece kadınlar kendilerini yalnız, anlaşılmaz, mutsuz hissedeceklerdir. Mutsuz ve yalnız olan kadının ise bir çocuğu sağlıklı süreçlerle büyütebilmesi mümkün olmayacak, erkekleri düşman, uzak durulması gerekilen kişiler olarak görecektir. Uygarlığımızın gelişebilmesi için kadına yönelik şiddetin tüm boyutları ile ele alınıp çözüm yollarına gidilmesi gerekmektedir. Bu nedenle “Kadınlara yönelik şiddet, erkek egemen toplumun bir yenilgisidir.”

Cinsiyet ayrımcılığını reddeden bir anlayış geliştirilmedikçe, kadınlara yönelik şiddet bitmeyecektir. Kadınlara karşı şiddeti sadece kadının yasal haklarını teminat altına alarak ve istismarcıları cezalandırarak ortadan kaldırmak mümkün değildir. Yasal düzenlemeler önemli ve gereklidir ancak yasalarla sınırlı kalmak bataklığı kurutmadan sivrisinekleri öldürmeye çalışmak gibidir. Bataklığı kurutabilmek emek isteyen, çaba isteyen, toplumun bütün katmanlarını içine alan uzun vadeli stratejilerin oluşturulmasını gerektirmektedir. Kadına yönelik şiddeti doğuran temel unsurun cinsiyet ayrımcılığı olduğu gerçeği göz önünde tutulmalıdır. Eğitim ve öğretimin ilk evrelerinden itibaren her düzeyde toplumsal cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmaya yönelik programlar düzenlenmeli, medyanın bu konudaki farkındalığı ve etkinliği arttırılmalı, toplumsal bilinç düzeyi geliştirilmelidir. Anasınıflarından başlayarak toplumsal cinsiyet ve kadın sorunlarına duyarlı eğitim programları desteklenmeli, her iki cinsin de benimseyeceği ve içselleştireceği uygulamalar ortaya konmalıdır. İstismarcı davranışlara dayanak oluşturan inanç ve tutumlar üzerinde durulmalıdır. Kişiler, insanlar arası ilişkiler konusunda eğitilmeli, toplum kadın erkek eşitliği konusunda bilinçlendirilmeli, kadına saygı kavramı işlenmelidir. Ayrıca şiddet gören kadınlara sığınacak yerler ve kriz anlarında yardım sağlanmalı, danışmanlık hizmetleri verilmeli, saldırgan erkekler tedavi almaya teşvik edilmelidir. Kadına karşı şiddetin tepki duyulması gereken bir boyut kazanması, kadınlar ancak toplumun eşit statüdeki üyeleri olarak yerlerini kazandıklarında mümkün olacaktır. Sonuç olarak, cinsiyet ayrımcılığını reddeden bir anlayış geliştirilmedikçe, kadınlara yönelik şiddet bitmeyecektir.

Yazının Devamını Oku