Edebiyat ruhsal protezdir -1

Güncelleme Tarihi:

Edebiyat ruhsal protezdir -1
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 12, 2021 10:18

“Edebiyat, bizi sınırlı varlığımızın ve duyularımızın ötesine taşıyan bir ruhsal protez gibidir; ona tutunmamızı ve bu sayede sınırlarımızın ötesine erişmemizi sağlar.” Terry Eagleton

Haberin Devamı

İNSAN ve EDEBİYAT
İnsanlıkla beraber var olan eğitim ve öğretimde insanı yetiştirmek, tabiata ve içinde yaşadığı topluma uyumlu ve faydalı bir varlık haline getirmek gayesi güdülür. Bir toplumu ayakta tutan temel unsurun eğitim-öğretim yani eğitilmiş insan gerçekliği, geçmişte ve günümüzde toplumların en önemli meselesi oldu. İnsana yönelik bu gerçeklik ve olguda dil; diğer bütün bilgilerin, insan olma, insanca yaşama ve insan olarak görev yapmanın anahtarıdır. Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi dil ile nesilden nesile aktarılır. Bu sayede “kendi milletinin nerelerden geldiğini, neler okuduğunu, neler düşündüğünü bilen, yeni bugünü ve yarını daha iyi anlayacaktır” (Kaplan, 2013: 146). Dil, aynı zamanda kültürün de temelidir ve bir milletin dil ile ifade ettiği her şey (sözlü/yazılı) kültür kavramına girer. Bir toplum geçmişiyle bağ kurarak yaşar ve devamlılığını sağlarken aidiyet duygusu da dil ile oluştuğundan birey, ana dili vasıtasıyla geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kurar. Kültürün en önemli taşıyıcısı olan dil, aynı zamanda kimlik oluşturur ki, bu yaşam boyunca oluşup, gelişirken kültürel kimlikler ve eğitimsel değerlerin oluşmasında da önemli bir yer tutan unsurdur. Edebiyatsız dil, bir malzeme yığını olduğundan bu malzeme ancak bir sanatkâr tarafından edebî metin haline getirildiğinde anlam ve değer kazanır. İnsan, dilini edebiyatla öğrenir, dilinin zevkine, şuuruna edebiyatla varır; kendini, kimliğini, milli varlığını, benliğini, insan olmayı edebiyatla idrak eder. Milletler düşünce, duygu, sevgi, hayal, öfke ve nefretlerini kelimelere edebiyat yolu ile emanet ettikleri zaman ‘kelime’ bir milletin hafızası olma özelliğini kazanır.

Haberin Devamı

EDEBİYAT DUYGU EĞİTİMİ SAĞLAR
Edebiyat; tam olarak hiçbir bilimin, disiplinin konusu olamayan insan varoluşunun tanıklığını yapmak, böylece varoluşa ulaşmasını sağlamak amacına yönelir ve bu varoluş bilgisi temelini, yazarın dünyasında bulur. Nermi Uygur’a göre edebiyat, insan varoluşuna unutulan ya da önemli değilmiş gibi geçiştirilen bir katkı sağlar ki, bu katkının en fazla duygu alanında işe yaradığı durumunda edebiyat bu anlamda ‘duygu eğitim’i sağlar. Nitekim; “Tüm duygu yönünü açar, açıklar, belli eder, bildirir. Yazarlar olmasaydı birçok duyguyu deneylemeyecek, tatmayacak, bilmeyecektik (…) İnsanı kendisine öğretir bu bakımdan edebiyat. Ben neyim? Kimim? Nasıl bir şeyim? çeşitinden sormadan edemeyeceğimiz soruları en iyi aydınlatan, hiç olmazsa aydınlatabilecek ipuçları veren etkinlik alanıdır. İnsanı insana yaklaştırır, insanı insana tanıtır. Böylece en azından bir hoşgörü aşıladığı söylenebilir”. (Uygur, 158, 160, 162)

Haberin Devamı

VAROLUŞUN FARKLI YÖNLERİNİ İFŞA EDER
Edebiyat ürünleri, tarihsel-toplumsal dünyada ortaya çıkan değişimi yansıttığı gibi bunun tanıklığını da yapar ve bu tanıklık yalnız toplumsal yaşamda olup bitenlerle sınırlı kalmayarak içsel yaşamı da içine alır. Edebiyat ürünü bir çağın, bir dönemin, bir yaşantının tanıklığını yapar. Edebiyat ve edebiyat tarihi konusunda yapılacak araştırmalar, aslında tarihsel, toplumsal hadiseleri ve insanın derin ruhsal yaşamını anlamaya yönelen çabalar olarak önem taşırlar. Bu sayede insanın kendi varoluşu ile yüzleşmesi, sanat ve edebiyatla yeniden olanaklı hale gelir. İnsanı anlama konusunda felsefeciler, eğitimciler, vaizler ve ahlâkçılar hep ideal insan tipini koyar, olanı değil, olması gerekeni anlatır. Ancak insan gerçekliği olması gerekende değil, olanda ortaya çıkar ve bu bağlamda sanatçılar ve edebiyatçılar olan ile olması gereken arasındaki farkı da gösterirler. Dolayısıyla sanat ve edebiyat insanı anlamada bilim, felsefe ve ahlâk kadar önemlidir. Edebiyat eserlerinde insan varoluşunun değişik yüzleri ve katmanlarıyla karşılaşırız. Varoluş hiçbir bilim alanında, sanatta ve edebiyatta olduğu kadar kendi olamaz ve kendini açamaz. Edebiyat ve sanat eserleri, varoluşun farklı yönlerinin ifşası biçiminde ortaya çıkar ve edebiyat eseri, varoluşu ustalıklı bir şekilde yorumladığı oranda ilgimizi çeker. Bize bizden, yine bizim anlayabileceğimiz bir dille söz etmesi, sunduğu dünyanın tanıdık gelmesi gereği ve önemi nedeniyle insan onda kendini bulur ve sözcüklerin aynasına içsel yaşamını aksettirir. Dolayısıyla edebiyat, dildeki güzelliği, duygulardaki ve düşüncelerdeki güzellikle birlikte arayan bir sanattır.

Haberin Devamı

EDEBİYAT MANEVİYATI GELİŞTİRİR
İnsanoğlu kendini bildi bileli hep söyleyecek güzel sözler aramış ve giderek anıtsal eserlere dönüştürmüş, hüzün ve sevinç, sevgi ve nefret sanat eserleri olarak somutlaşmıştır. Eğitimciler, çok eskilerden beri, sanat ve edebiyat eserlerini eğitici özelliklerinden dolayı eğitim etkinliklerinde kullanmışlardır. Atatürk’e göre de edebiyat; uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü nitelikleri, fedakarlık ve kahramanlık gibi özellikleri terbiye etmesi ile insanın manevi açıdan gelişmesinde büyük role sahiptir. Atatürk ve Edebiyat kitabının yazarı Sadi Borak’ın verdiği bilgilerden, ulu önderin: “Beşeriyette en müsbet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan hayatta ve kanla karşılaşmak kendileri için mukadder olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, içinde bulunduğu içtimai heyette kendini anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü ve nihayet fedakar ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur.” (Borak, 2004: 66) ifadeleri konunun bu yöndeki önemine işaret eder. Bütün bunları kendi hayatı ve faaliyetleri boyunca yakından hissetmiş, öğrenmiş ve şahsında sergileyebilmiş olan Atatürk, edebiyat öğretiminin bireylerin konuşur ve yazarken anlatımın güzelliği, açıklığı ve anlaşılırlığında önemli olduğunu vurgulayarak, edebiyatın insanı ve toplumu iyi yönde geliştirmek ve geleceğini koruyacak güce sahip olduğunu belirtmektedir. Edebiyatın toplumu yücelten bir sanat alanı olduğunu söyleyen Atatürk; “Türk çocuğu edebiyat yolundan ulusunun yüceliğini, sağlam karakterli olduğunu öğrenecek, devrimlere bu yoldan bağlanacak ve onu koruyacak; yine bu yoldan iyi hatip olarak yığınları olumlu yönlerde peşinden sürükleyecek.” (Borak, 2004: 68) diyerek, kültür ve aidiyet bilincinin edebiyatla inşa edileceğini ifade etmiştir. Edebiyat, her şeyden önce güzeli aramaktır. Güzel olan, yani aranan şey ise kişiden kişiye değiştiği için önce edebiyatı sevmeli, edebiyatın yoruma dayandığı ve yorumun gücünün de yine edebî eserler sayesinde oluşacağı bilinmelidir.
“Her ifade, ancak ait olduğu hayatla anlaşılabilir” Schleiermacher

EDEBÎ ESER, KÜLTÜR VE DEĞERLERT:
S. Eliot’un “Edebiyat, bir medeniyet dairesi içindeki bütün kültürlerin yarattığı, belli başlı sanat eserlerinin oluşturduğu ve edebî bir şimdiki zaman içinde varlığını sürdüren organik bir bütündür. (…) Sanat eseri diyebileceğimiz bir eser, ‘geçmiş’in ‘hâl’ ile birleştiği yeni bir sentezde yerini aldığı ve yeni bir geleceğe doğru aktığı anlarda yaratılmaktadır. İyi bir sanat eseri öz ve biçim bakımından kendine has yenilikler getirerek çağının gerçeğini yansıttığı halde, gelenek çizgisinden sapmayan eserdir.” (Eliot, 1983: 7) ifadesinde olduğu gibi kültür ve medeniyete ait unsurlar, edebî eserlerde derin anlam kazanırlar ve estetik yapıya bürünürler. Kültür deyince aynı zamanda akla ilk gelen unsur dildir. Malzemesi dile dayanan bütün sanat eserleri, kültür aktarımının en önemli vasıtasıdır ve bu vasıta sayesinde milletlerin ortak “kabuller dünyası” teşekkül eder. Edebî eser, aynı zamanda vücuda getirdiği medeniyetin bir aynasıdır. Bir devrin ruhunu anlamak için o devrin edebiyatını bilmek gerekir. Mehmet Kaplan’ın Nesillerin Ruhu adlı eseri, Türk aydınının değişim sürecinde yaşadığı duyuş ve düşünce farkını gözler önüne serer. Ona göre; “fertlerin nasıl birbirinden ayrı bir duyma, düşünme ve hareket etme tarzları varsa, nesillerin de kendilerine has, önceki ve sonraki nesillerine benzemeyen bir duyma, düşünme ve hareket etme tarzları vardır. Aynı içtimaî, siyasî ve iktisadî şartlar altında yaşayan, aynı çeşit terbiye müesseselerinde yetişen aynı endişe ve meselelerle meşgul olan ve aşağı yukarı aynı yaşta bulunan insan toplulukları arasında müşterek bir ruhun teşekkül etmesi gayet tabiî bir hadisedir.” (Kaplan, 1991: 13) Edebiyat bu yönüyle, sosyal bir şuur uyandırır, insana ideal aşılar; onun manevî ve ahlâkî ihtiyaçlarına da cevap verir. Ayrıca edebiyatın doğrudan doğruya gayesi güzel olmak, dolayısıyla faydalı olmaktır (Safa, 1971: 30-31). Edebiyatın işlevi varoluşa başka varoluşların nüfuz etmesini sağlamasıdır. Edebiyat eseri insana insandan haber verir, bir yaşantının tanıklığını yapar ve bir varoluşu ifşa etmeye çalışır.  Bir öyküde, bir romanda, bir biyografide, bir seyahat eserinde, bir anı yazısında varoluşun tanıklığını yapan bir bakışla karşılaşırız. Bu, edebiyat eserlerini aynı zamanda, tarihsel ve toplumsal belgeler haline getiren bir özelliktir. 

Haberin Devamı

EDEBİYAT VE EĞİTİM BAĞI
Edebiyat ve eğitim arasında sıkı bir bağ vardır. Edebiyat sözcüğünün kökünü oluşturan ve “terbiye ve eğitim” anlamına gelen “edeb” kelimesi de bunu açıkça gösterir. Edebiyat eserleri insana özgü bazı değer ve niteliklerin yerleşip kökleşmesi, toplumsal yaşamın ve çağın gerektirdiği değerlerin benimsenmesi yolunda önemli roller oynar. Kısacası edebi eserler hem bireysel, hem de sosyal hayatla ilgili olarak, iyiye, güzele ve doğruya yönelmede, yeni değerler kazandırma yolunda telkinlerde bulunur, insanları bunlar doğrultusunda eğitir. (Kavcar, 1999: 6) Edebiyattaki varoluş; bir insanlık değeri, bir yaşantı, bir sevgi iletişimi ve yaşantıya katkı olarak yansıdığında bir erdeme dönüşür ve bu yönüyle önemli bir kazanım sağlar. Bu anlamda edebiyat eğitiminin işlevsel yönü, sadece estetik haz ve güzellik duygusunun geliştirilmesi ile sınırlı değildir. Varoluşa giren edebiyat, yalnızca hoşça vakit geçirme aracı olarak değil, bir yaşam öğretisi, bir varoluş duygusu ya da bir sorumluk bilinci olarak hayata yansır. J.P. Sartre, “Yazarın Sorumluluğu” başlıklı yazısında, yazma eylemini insanlığa karşı sorumluluk taşıyan bir eylem olarak ortaya koyar. Bu noktada Dostoyevski’nin “insan herkes karşısında her şeyden sorumludur” cümlesi; “yazar, bütün olanlardan, tüm insanlığa karşı sorumludur” halini alır.

Haberin Devamı

EDEBİ ESERLERDE GERÇEKLİK
Varoluşundaki birinci amacı “güzellik” olan edebiyat eserinden, estetik haz vermesinin dışında birçok “fayda” da temin edilebilir. Burada edebiyatın bir sanat, edebî metnin de bir sanat eseri olduğunun asla unutulmaması ve ona yaklaşmada estetik bakış açısının esas olmasını gözden uzak tutmamalıdır. Edebiyat eserinin ana konusu, hayatı ve çevresi, içi ve dışı, duygu ve düşünceleri, dünü-bugünü ve yarınıyla “insan”dır. Edebiyat, insan gerçeğinin estetik ifadesi peşindedir derken, edebî metindeki gerçeğin hiçbir zaman yaşanmış veya yaşanmakta olan gerçeğin bire bir kopyası olmadığını dikkate almak gerekir. Edebî eserde dile getirilen gerçeklik, sanatçının öncelikle kendi mizacı, dünya görüşü ve ruh hâli süzgecinden geçirilmiş, yoruma dayalı, ferdî ve subjektif bir gerçekliktir. Türkçe Sözlük’te “üstün ve yararlı nitelik” olarak tanımlanan ‘değer’; bir insanın toplumsal olaylara ve olgulara yüklediği anlam olarak düşünülebilir. Değerler; genelde inanılan, arzu edilen ve davranışlar için bir ölçek olarak kullanılan olgulardır ve “…ilk defa Znaniecki tarafından sosyal bilimlere kazandırılan değer kavramı, Latince ‘kıymetli olmak’ veya ‘güçlü olmak’ anlamlarına gelen ‘valere’ kökünden türetilmiştir.” (Bilgin: 1995, 83)Toplumsal olgulara yöneltilen kıymet ölçüsü olan değer, insanlar arasında üstünlük anlamında da kullanılmıştır. Sosyal bir anlama sahip olduğu kadar bireysel anlamları da olan değer kavramı, kişinin kendisini toplum içerisinde bazı konumlara ve statülere koyması açısından da büyük önem taşır. Medeni bir toplum, tarihini ve kültürünü değerler üzerine inşa eder. Değerler, toplumların kabullerini veya redlerini ifade ederken, “bir sosyal yapının varlık, birlik, işleyiş ve devamının sebebi olarak görünen, tasvip ve teşvik ile korunmaya çalışılan kabullenişlere, inanışlara denir ve bu miras ve duyuş, millî dil ile aktarılır “bu yönüyle edebiyat dili biçimlendirir, kimlik ve topluluk yaratır. (Eco, 2016: 16) Etkileşimin kuvvetli olduğu yerlerde değerler kendisini önemli bir kavram olarak gösterir. Değerler, birbirini etkileyen ve aynı zamanda birbirinden etkilenen özelliğe sahiptir. Nitekim; sevgi, saygı, hoşgörü, yardımseverlik gibi değerleri birbirinden ayrı düşünmek doğru değildir… Bunlarla birlikte değerler silsilesini; Adil Olma, Aile Birliğine Önem Verme, Bağımsızlık, Barış, Bilimsellik, Çalışkanlık, Duyarlılık, Dürüstlük, Estetik, Özgürlük, Sağlıklı Olmaya Önem Verme, Sorumluluk, Temizlik, Vatanseverlik… şeklinde sıralarken, sonuçlar bağlamında eğitim öğretim ile kazandırılması hedeflenen değerleri dört başlıkta toplayan Cahit Kavcar hocanın sistematiği şöyledir:
I) Bireylerde Gerçekleşmesi İstenen Davranışlara)
a) Yaşam sevgisi
b) İyi bir insan olmanın şartları
1. Doğruluk ve dürüstlük
2. Çalışkanlık
3. Dayanıklılık (azim, sabır, cesaret)
4. Yardımseverlik (sevgi, acıma)
5. Fedakârlık
6. Namus ve şeref
7. Aşırı isteklerden uzak durma
8. Aşırı kıskançlıktan kaçınma
II) Sosyal Hayatla İlgili Telkinler
a) Hürriyet ve adalet sevgisi
b) İnsan sevgisi
c) Aile sevgisi
d) Medeniyet sevgisi
e) Saplantı ve boş inançlarla mücadele
f) Yanlış batılılaşma ile savaş
g) Ahlak ve ideal
ğ) Evlilik hayatı
- Görücü ile evlenme
- Evlilikte yaş farkı
- Çok eşlilik
- Yabancı kadınla evlenme
h) Kadının medeni hakları
III) Yurt ve Millet Sevgisi
IV) Din ve Tanrı Duygusu (Kavcar, 1999: 22)

Cahit Kavcar’ın “Edebiyat eseri, insanı ve çevresini tanıtır. İnsanın kendisiyle, başkalarıyla, doğal ve toplumsal çevresiyle çatışmalarını yansıtır. Edebiyat eserleri hem bireysel hem de toplumsal hayatla ilgili olarak iyiye, güzele, doğruya yönelmeve yeni değerler kazandırma yolunda telkinlerde bulunur, insanları bunlar doğrultusunda eğitir.” (Kavcar 1999, 6) vurgusunda olduğu gibi, edebî eserlerin estetik düşünce kazandırmanın yanında toplumsal bilinç kazandırma işlevi de vardır. Birey yaşadığı çevreyle olan ilişkilerinde doğru olana yönelirken, edinmiş olduğu edebî davranışların kendisine kazandırdığı sosyal değerleri de dikkate almaktadır.

 

PROF. DR. NESRİN KARACA KİMDİR?
1959 yılında Sivas’ta doğdu. 1980 Yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi T.D.E Bölümünden mezun olduğu yıl Hacettepe Üniversitesi MESEF’te (Mezuniyet sonrası Eğitim Fakültesi) yüksek lisans eğitimine başladı.

1982’de Abdülhak Şinasi Hisar’ın Eserlerinde Geçmiş Zaman ve İstanbul konulu çalışmasıyla bilim uzmanlığı, 1988’de H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Celal Sahir Erozan Hayatı-Dönemi-Eserleri konulu çalışmasıyla doktora çalışmalarını tamamladı.

1980-1985 döneminde Hacettepe ve Cumhuriyet üniversitelerinde çalıştıktan sonra 1985-2001 yılları arasında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu-İzleme Değerlendirme Dairesinde uzman olarak görev yaptı. Akademik eğitim ve çalışmalarını dışardan sürdürdü: 1990-1991 döneminde Ankara Üniversitesi ATAUM’da (Avrupa Topluluğu Araştırma ve Uygulama Merkezi) Temel ve Uzmanlık eğitimini tezli çalışmalarla tamamladı. 1998- 2001 yıllarında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yarı zamanlı dersler verdi. TRT’de ve bazı özel kanallarda program danışmanlığı ve metin yazarlığı yaptı. RTÜK ve TDK ortak projesi olarak gerçekleştirilen Medyada Türkçenin Kullanımı çalışmasında RTÜK’nu temsil etti.

2017 yılından beri Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi T.D.E Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Edebiyat, dil, kültür ve medya konuları ile ilgili çalışmaları bir çok dergide yayınlanan yazar Nesrin Tağızade Karaca, evli ve iki çocuk annesidir.

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
Adler, Alfred (1994), İnsan Tabiatını Tanıma, Çev. A. Yörükan, Ankara: T. İş Bankası Kültür Yayınları. Aktaş, Şerif (2011) Edebiyat ve Edebî Metinler Üzerine Yazılar, Ankara: Kurgan Edebiyat. Atay, Oğuz (2003) Bir Bilim Adamının Romanı, İletişim Yayınları, İstanbul Atay, Oğuz (1990) Günlük, İletişim Yayınları, İstanbul Bilgin, Nuri (1995) Sosyal psikolojide Yöntem ve Pratik Çalışmalar, Sistem Yayıncılık, İstanbul Borak, Sadi, (2004) Atatürk ve Edebiyat, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul Cevizci, Ahmet (2003) Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları. Eco, Umberto (2010) Edebiyata Dair, İstanbul: Can Yayınları. Eliot, T. Stern (1983) Edebiyat Üzerine Düşünceler, Ankara: Kültür ve T. Bak. Yay. İnce, Halide Gamze, “Edebi Eserler Yoluyla İrade Eğitimi”, http://www.ege-edebiyat.orgKaplan, Mehmet (1982) Kültür ve Dil, İstanbul: Dergâh Yayınları.(1991) Nesillerin Ruhu, İstanbul: Dergâh Yayınları. Karaca, T. Nesrin (2012) “Bilim Kültür ve Sanatın Bir Karakter Odağında Kesiştiği Eser: Bir Bilim Adamının Romanı”, Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi-Sosyal Bilimler Dergisi (Batman University Journal Of Life Sciences-Social Sciences, Özel Sayı: ISSN 2147-4877, Ocak-Haziran, C: 1, S: 1, s. 997-1013(2015) “İrade Eğitimi, Değer Aktarma ve Rol Model Olmada Edebiyatın Yeri ve Önemi”, Turkish Studies, Volume 10 Issue 16Karatay, Halit (2011), “Karakter Eğitiminde Edebi Eserlerin Kullanımı”, Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/1 Winter 2011, p. 1398-1412, Kavcar, Cahit (1999) Edebiyat ve Eğitim, (Genişletilmiş 3. Basım) Engin Yayınevi Meriç, Cemil (2013) Kültürden İrfana (Haz.: Mahmut Ali Meriç). İstanbul: İletişim Yayınları Safa, Peyami (1971) Sanat Edebiyat Tenkit, İstanbul: Ötüken Neşriyat. Sartre, J.-P. (1994), Denemeler (Çev. S. Eyuboğlu-V. Günyol). İstanbul, Say Yayınları. Uygur, Mermi (1985), İnsan Açısından Edebiyat, İstanbul, Remzi Kitabevi. Varış, Fatma (1987), Eğitim Bilimine Giriş, Eskişehir: Anadolu Üniv. Yayınları.

BAKMADAN GEÇME!