‘Muhtar bile olamaz’dı

3dk okuma

TAYYİP Erdoğan, daha önce defalarca değinmişti. Cumhurbaşkanı adaylığını açıklarken yine aynı konuya getirdi sözü. “Muhtar bile olamaz diye manşet attılar.

Haberin Devamı

Başbakan olamaz dediler, cumhurbaşkanı seçilemez dediler” diye eleştirdi Hürriyet’i. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi ve göreve başlamasından sonra kimi medya kuruluşları bu haberi gündemde tutmaya devam etti. Hatta son AKP kongresindeki anonslarda bile dile getirildi bu konu.
Madem siyasi arenada, medyada ve sosyal medyada bu kadar sık hatırlatılıyor, öyleyse Hürriyet okurları da bu haberin yanlış olup olmadığını, neden yazıldığını, o günkü koşulları öğrenmeli. Eğer o haberle siyasi alana müdahale edildiyse Hürriyet hatasıyla yüzleşmeli. Habercilik yanlışı yoksa da belleklere doğru nakşedilmeli.
Bu düşüncelerle açtım arşivi. “Muhtar bile olamaz” haberinin çıktığı günden, Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırıldığı güne kadar konuyla ilgili olarak Hürriyet’te çıkan haberlerin tümünü inceledim. İlk olarak şunu söylemeliyim, “Muhtar bile olamaz” haberi Erdoğan’ın söylediği gibi manşette çıkmamış. 22 Nisan 1998 tarihinde Hürriyet’in manşeti, “Siyasi hayatı bitebilir”. Bu manşette Erdoğan’ın 10 ay hapis cezası aldığı, cezanın Yargıtay’da onanması durumunda siyasi hayatının sona ereceği duyuruluyor. Yanında da bir kutu var; “Muhtar bile olamaz” o kutunun başlığı. Aynı şekilde Erdoğan’ın cezasının Yargıtay’da onaylanmasının ardından 24 Eylül 1998 tarihli Hürriyet’in sürmanşetinde “Siyasi hayatı bitti” başlığı kullanılmış. Haberin yanında da yine tek sütunluk “Muhtar bile seçilemez” başlıklı bir kutu yer alıyor.
Her iki haberde de nesnel bir dil kullanılmış, Erdoğan’ın mahkûmiyetine ve cezanın onaylanmasına tarafsız yaklaşılmış; ne karşı çıkılmış ne desteklenmiş. “Muhtar bile olamaz” kutusunda da Erdoğan’a getirilen siyaset yasağının ne anlama geldiği konusunda okurlara hukuki bilgi verilmiş. Yine soğukkanlı bir dil kullanılmış. Erdoğan’ın kastettiği gibi bir saldırı ya da alaysı ifade yok orada.
Peki o kutularda verilen hukuki bilgiler doğru mu? Evet, doğru. Erdoğan’ın 10 aylık hapis cezası Yargıtay’da onaylandığı sırada Siyasi Partiler Kanunu’nun 11. maddesi, TCK’nın 312/2 maddesinden mahkûm olanların partilere üye veya kurucu olmasını yasaklıyordu. Anayasa’nın 76. maddesi ve Milletvekili Seçimi Kanunu milletvekili seçilmesine engel getiriyor; Mahalli İdareler Seçimi Kanunu da muhtar olabilmesinin bile yolunu kapatıyordu. Kısacası, sonra ortaya çıkan siyasi gelişmeler, yasal düzenlemeler ve anayasa değişiklikleri olmasa Erdoğan, önce milletvekili, ardından başbakan ve son olarak da cumhurbaşkanı seçilemeyecekti.
“Muhtar bile olamaz” kutuları sadece o günkü hukuki durumu anlatıyordu. Bugünden geriye bakarak, o gün yazılan hukuki bilgileri, kendisine yönelik siyasi saldırının unsurları olarak göstermek en hafifinden haksızlık. Onun yerine Hürriyet’teki o başlıkları, Erdoğan’ın seçilme hakkının elinden alındığı bir noktada bile siyasi mücadelesinden vazgeçmeyip, nasıl direnç gösterdiğini kanıtlayan bir kilometre taşı olarak kabul etmek daha doğru olur. Öyle ya, bir siyasi yasaklı iken cumhurbaşkanlığına değin yükselebilmek her siyasetçinin harcı değildir.


Yasağı nasıl kalktı?

Haberin Devamı


“Muhtar bile olamaz” başlığından bu kadar siyasi retorik üretildiği için Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılma sürecini ve bu zorlu süreçte Hürriyet’in haberlerini hatırlamakta yarar var.
İlk aşama: Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılması yolundaki ilk gelişme, 4454 sayılı Basın ve Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun ile getirilen ceza erteleme olanağını, Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmesiydi. Yüksek Mahkeme’nin bu kararı doğrultusunda 22 Kasım 2000’de yeniden düzenlenen yasa, mitinglerde yapılan konuşmalar nedeniyle verilen cezaları da erteleme kapsamına aldı. Ancak Erdoğan’ın bu değişiklikten yararlanması tartışmalıydı. Anayasa Mahkemesi, 19 Temmuz 2001’de Hasan Celal Güzel ile ilgili davada “Cezası erteleme kapsamı içinde olan birinin, cezasının sonuçlarının da ertelenmesi gerekir” yorumunu yaparak Erdoğan’ın parti kurucusu olabilmesinin yolunu açtı.
Hürriyet bu haberi, 20 Temmuz 2001 tarihinde “Tayyip’in önü açıldı/Erbakan’a kötü haber” manşetiyle vermişti. Spotlarda da Erdoğan’ın “Artık lider olabileceği ve siyaset yapmasının önünde engel kalmadığı” yazılmıştı. Gelişmeyi aktaran bu haberde de bilgilendirmekle yetinilmiş, taraf olunmamıştı.
İkinci aşama: Erdoğan, 14 Ağustos 2001’de AKP’ye kurucu oldu, ardından genel başkan seçildi. Fakat YSK, Erdoğan’ın 2002 seçiminde milletvekili adayı olmasını Anayasa’nın 76, TCK’nın 312. maddelerini gerekçe göstererek reddetti.
AKP’nin birinci parti olduğu seçimden iki gün sonra Erdoğan ile kendisini ziyaret eden dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal arasında “Vazo mutabakatı” doğdu. AKP, “affa uğramış olsa bile” ifadesini çıkararak Erdoğan’ın yasağını kaldıran bir anayasa değişikliği paketi hazırladı. Değişiklik AKP ve CHP’nin oylarıyla 13 Aralık 2002’de Meclis’ten geçti, ancak dönemin Cumhurbaşkanı Sezer veto etti. CHP yine destek verince Sezer, ikinci kez kabul edilen değişikliği onaylamak zorunda kaldı. Böylece Anayasa’nın 76, Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11. maddesi değiştirilerek, Erdoğan’ın milletvekili adayı olabilmesinin önündeki hukuki engel kaldırılmış oldu. O sayede Erdoğan, Siirt’teki ara seçimde milletvekili seçilip, ardından da başbakan olabildi.
Hürriyet, Baykal’ın seçimden sonra Erdoğan’a yaptığı ziyareti olumlu bir gelişme olarak, 6 Kasım 2002 tarihinde “Vazo mutabakatı” manşetiyle duyurmuş okurlarına. Ardından Baykal’ın Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılmasına ilişkin demeci ile yasa ve anayasa değişikliklerini de yorumsuz bir dille haberleştirmiş.
Kısacası, Hürriyet bu süreçte iddia edildiği gibi karşı tavır takınmamış; gelişmeleri mesafeli bir üslupla haberleştirmiş. Okuruna, haberin yanı sıra hukuki bilgi de vermiş. Siyasetçi bakışını bilemem, ama gazetecilik açısından bu yazılanlarda yanlış bir tutum veya bilgi görmedim doğrusu.


‘Son Mohikan’a söz

Haberin Devamı

ARDA Uskan’ın dört yıl önce bana çağrıda bulunduğu yazısına zamanında yanıt veremediğim için özür dilerken hasta olduğunu bilmiyordum. “Özür dilerim” başlıklı yazımın yayımlandığı gün, telefonla arayıp özrümü sözlü olarak da iletmek istedim.
İlk şoku, Uskan’ın telefon numarasını sorduğum Güneş gazetesi Ankara Temsilcisi Talat Atilla’nın sözleriyle yaşadım. “Bilmiyorsunuz galiba. Arda Uskan kanser ve son evrede. Konuşabileceğini sanmıyorum” dedi. Yine de eşi Selda Uskan’ın telefon numarasını verdi.
İnanamadım doğrusu. Yanlış bilgi olması umuduyla aradım hemen. Maalesef doğruydu, Arda Uskan konuşamayacak durumdaymış, hastalığı ilerlemiş. Zaten son yazılarını da o söylüyor oğlu ve karısı kaleme alıyormuş. O günkü yazımı da eşi okumuş kendisine. Ve söz verdi: “Şimdi biraz bitkin, ama ben telefon ettiğinizi mutlaka kulağına fısıldayacağım!”
Aradan dört gün geçmişti ki “Son Mohikan”ın yaşamını yitirdiği haberi düştü sosyal medyaya. Ertesi gün de Takvim’de, ölüm haberiyle birlikte son yazısı vardı üstadın. Benim yazımdan da bahsediyordu.
Tesadüfün bu kadarı kahrediciydi. “Son Mohikan”, o sentetik uyuşturucunun adının medyada kullanılmaması gerektiğini yazıyor; ben de aradan dört yıl geçtikten sonra o yazısını hatırlayıp önerisine destek veriyorum; fakat o sırada Uskan yavaş yavaş sona yaklaşmış, zaten dört gün sonra da yaşamını yitiriyor!
Ne yazık ki, geciken sadece ben de değilim; bütün medya. Arda Uskan, o sentetik uyuşturucunun adını yazmanın sakıncasını dört yıl önce keşfetmişti; medya hâlâ algılayamadı. “Son Mohikan”, sana sözüm olsun, önerinin takipçisi olacağım. O uyuşturucunun adı anılmaz olana değin...

Haberle ilgili daha fazlası: