GeriSağlık BİR SORUDAN FAZLASI | Depresyon bulaşıcı mı? 'Her görüştüğümüzde dayak yemiş gibi hissediyorum'
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi

BİR SORUDAN FAZLASI | Depresyon bulaşıcı mı? 'Her görüştüğümüzde dayak yemiş gibi hissediyorum'

BİR SORUDAN FAZLASI | Depresyon bulaşıcı mı? 'Her görüştüğümüzde dayak yemiş gibi hissediyorum'

Depresyon, son yıllarda adını en sık duyduğumuz psikolojik sorunların başında geliyor. Hemen hepimizin çevresinde depresyonda olan ya da depresyon teşhisi konmasa da kendini depresif hisseden çok sayıda insan var. Üstelik çok yakınımızdaki insanların depresyonu bizi de etkiliyor. Hele kişi durumu kabul etmiyor, tedavi olmak istemiyorsa işler daha da zorlaşıyor. Yakın çevresinde depresyonla mücadele edenler sık sık aynı şikâyeti dile getiriyor: "Kötü etkileniyorum, ne yapacağım?" Bu sorudan yola çıktık; depresyonun gerçekten bulaşıcı olup olmadığını, etkilenmemenin yollarını ve daha fazlasını konunun uzmanı ile konuştuk.

'MESAFEMİ KORUDUĞUMDA KENDİMİ SUÇLU HİSSEDİYORUM'

İngiltere'de yayımlanan The Guardian gazetesinin ‘Philippa'ya Sor’ köşesine gönderilen bir okur mektubu, yakın çevremizdeki kişilerin yaşadığı depresyonun hayatımıza nasıl etki ettiğine ilişkin çok yerinde bir örnek:

“60 yaşındaki annem hayatı boyunca depresyondaydı ve bu durum ailemizi derinden etkiledi. Anne ve babası Covid'den öldüğünden beri en kötü dönemini yaşıyor. Yemek yemiyor, panik atak geçiriyor, sürekli ağlıyor, herkese karşı nefret dolu, herkesi birbirine düşürmeye çalışıyor ve sık sık öfke nöbetleri yaşıyor. Ama yardım almayı reddediyor. Ne ilaç alıyor ne de terapiye gidiyor. Ve ben çok yoruldum. Telefonumda onun numarasını görmekten korkuyorum. Babam ondan ayrılmayı düşünüyor ve eğer babam giderse anneme olacaklardan korkuyorum.

Büyükannem de depresyondaydı ve 65 yaşından itibaren 90 yaşında ölene kadar evden neredeyse hiç çıkmadı. Anneme bağımlı hale geldi ve bu anneme büyük zarar verdi. Annem 25 yıl boyunca onun bakıcısı oldu. Annem de şimdi aynı yoldan gidiyor ve benden aynı muameleyi bekliyor. Ama tarihin tekerrür etmesini istemiyorum.

34 yaşındayım ve nihayet iş, ev, arkadaşlıklar ve aşk anlamında hayatımı düzene sokabildim. Artık yaşamaya başladığımı hissediyorum. Çocukluğumdaki ev hayatım işlevsizdi. Annem ilgisiz ve mesafeliydi, kendimi çok yalnız hissediyordum. Bu noktaya gelmek için uzun süre terapi aldım, zihinsel sağlık sorunlarım üzerinde çalıştım, oldukça zordu. Şimdi sanki annemin sorunları bir kez daha tüm çabalarımı boşa çıkarıyormuş gibi geliyor. Mesafemi koruduğumda kendimi suçlu hissediyorum, sanırım o da bunu biliyor ve bunu kullanıyor. Ne yapacağım?”

Bu hikâye aslında birçok insan için hiç de yabancı değil. Türkiye’de de anne babasının, kardeşinin hatta yakın arkadaşının depresyonundan etkilenen, bunalan, ne yapacağını bilemeyen ve kendini sıkışmış hisseden insanlar var. Bakın onlar neler anlatıyor...

HER GÖRÜŞMEDE AYNI ŞEYLERİ KONUŞUYORUZ, DAYAK YEMİŞ GİBİ HİSSEDİYORUM
Çiğdem G. (36)

Kız kardeşim bundan birkaç yıl önce hayat dolu, enerjik biriydi. Ancak her zaman bir konuya canı sıkıldığında o konudan uzaklaşması çok uzun zaman alırdı. Son iki yıldır bu ‘takıntı’ hali çok daha olumsuz bir şeye dönüştü. Kardeşim konuları aşamayan, olur olmadık şeye canı sıkılan, bize göre basit olan meseleleri bile haftalarca düşünen biri haline geldi. Takıntıları o kadar arttı ki terapi almaya başladı. Ancak terapilerden sonra iyi hissetmediğini, kaygılarının daha da arttığını söylüyordu. Ardından psikiyatriye gitti ve ilaç kullanmaya başladı. İlaçları da birkaç ay içinde bıraktı.

Onunla ne zaman konuşsak, görüşsek hep aynı şeyleri konuşuyoruz. Hayatında odak noktası haline getirdiği birkaç konu var ve biz onların dışına çıkamıyoruz. Mesela onunla konuşurken asla kendimle ilgili bir şeyden bahsedemiyorum çünkü sıra bana gelmiyor. Hep mutsuz, olumsuz şeylerden bahsediyoruz. Halbuki hayatında iyi şeyler de oluyor fakat nedense onları dile getirmeye gerek duymuyor. Bu durum artık beni bunaltmaya başladı. Kardeşime açıkça “Biraz pozitif şeylerden konuşalım, senin ruh halin beni de etkiliyor” desem de bir gün düzeliyor sonra yine aynı oluyor. İş artık kardeşimin telefonlarını dahi açmak istememe noktasına kadar geldi.

Baktım onun kaygıları bana da sıçramaya başladı, onunla her görüştüğümde dayak yemiş gibi yorgun hissediyorum ben de uzak durma kararı aldım.

Roma Vakfı tarafından 6 kıtada 73 bin 76 yetişkin üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmada Türkiye depresyon, kaygı ve psikolojik stresin fiziksel hastalık olarak dışa vurumunu en fazla yaşayan ikinci ülke oldu. 33 ülkeden gastroenteroloji uzmanlarının dahil olduğu çalışmada fonksiyonel sindirim sistemi hastalıkları ile psikoloji ilişkisi incelendi. Buna göre, Mısır yüzde 60 ile birinci olurken, Türkiye’de ise araştırmaya katılanların yüzde 54’ünün psikolojik sorunlar yaşadığı ortaya çıktı. Prof. Dr. Serhat Bor, “Türkiye’de sokaktaki her 10 insandan 5,5’i somatizasyon, depresyon ve kaygı yaşıyor” dedi.

ANNEM İYİLEŞEMEDİ, ŞİMDİ BABAM DA ONA BENZEDİ
Enes T. (29)

Annem genç yaşlarından beri depresyon ve anksiyete ile mücadele ediyor. Yaşayanlar iyi bilirler ki bu psikolojik problemlerden bir tanesi bile yeterince zorken ikisiyle de yaşamaya çalışmak bir hayli sancılı. Annem karakter olarak da zaten çok kaygılı biriydi. Benim için hep endişe duyar, merak eder, üzülürdü. Bu kaygıları çok artınca bir uzmanla görüşmeye karar verdi ve anksiyete teşhisi kondu. Bir dönem terapi de aldı. Hatta terapi sürecinde kendini çok daha iyi hissetmeye başladı. Tabii o iyi hissedince babam ve ben de rahatlamıştık. Çünkü evde sürekli endişeli, kaygılı biri olunca ister istemez siz de bu durumdan nasibinizi alıyorsunuz.

Annem anksiyete ile yaşamayı öğrenmiş, kaygılarını kontrol edebilmeyi başarmışken dedemin vefatı her şeyi alt üst etti. Dedem kalp krizi sebebiyle hayatını kaybedince annem çöktü. Kelimenin tam anlamıyla depresyona girdi. Psikiyatristi de depresyon teşhisi koyarak durumu netleştirdi. Ancak annem ne ilaç kullanacak ne de terapiye gidecek haldeydi. Sadece anneannem ile vakit geçiriyor, ağlıyor, dedemden başka bir şey konuşmuyordu. Bu süreçte anksiyete atakları da arttı. Ardından durum “Ya ben de kalp krizi geçirip ölürsem, ya sana bir şey olursa” düşüncelerine kadar vardı.

Desteksiz geçen iki yıl, sadece annemi değil babamla beni de ruhsal olarak dibe çekti. İki yılın sonunda annem ilaç kullanmayı kabul etti ama terapiyi reddetti. Şimdi dedemin vefatının üzerinden tam altı yıl geçti ama geride bıraktığı şeyler değişmedi. Annem hâlâ terapi istemiyor, ilaçlar kaygılarını ve depresyonunu bir yere kadar hafifletiyor.

İşin kötüsü artık babam da iyi değil. Annemin kaygılarının çoğunu o da yaşamaya başladı. Hayatlarının en güzel yıllarını beraber çok eğlenerek, gezerek geçireceklerine evde oturup sürekli hastalıklardan, ölümden korkarak birbirlerini daha kötü bir yere sürüklüyorlar. Ben ise çareyi geçtiğimiz yıl ayrı eve çıkmakta buldum. Aksi halde kendimi onlarla evde oturmuş sürekli kötü şeyler hakkında konuşurken bulabilirdim.

Sık sık yanlarına gidiyorum, gittiğimde de pozitif şeylerden bahsediyorum. Beni görünce biraz neşeleniyorlar ama bir süre sonra konu yine olumsuzluklara geliyor. Onları psikoloğa yönlendirmeye çalışıyorum ama henüz başarılı olamadım. Umarım tedaviyi kabul ederler ve hayatlarını yaşamaya başlayabilirler.

Depresyon, ICD ve DSM gibi tanı ve teşhis kitaplarında duygudurum bozuklukları arasında yer alan klinik düzeyde bir rahatsızlıktır. Toplum içinde kullandığımız “depresyona girme” kavramında kastettiğimiz durum akut şekilde gelişen ve bir takım nedensellik ilişkileri barındıran majör depresyon durumudur. Bazen hayatımızda başa çıkmakta zorlandığımız bir kayıp veya yas süreci, bazen mevsimsel değişiklikler, bazen aile ve iş hayatımızda karşımıza çıkan sorunlar bazen de ilişkilerde yaşadığımız iniş çıkışlar depresyona sebep olabilir. Depresyon, varoluşsal kriz ve çatışmalar, stres, tükenmişlik hisleri veya anksiyete ile seyredebilir. (Uzman Klinik Psikolog Berkay Ateş)

* * * * *

Yukarıdaki hikayelerden de anlayabileceğimiz üzere yakın çevresinde depresyon yaşayan kişiler bulunan insanlar bu durumdan etkileniyor, hatta kendileri de depresif bir ruh haline bürünebiliyor. Tam da bu noktada akla pek çok soru geliyor:

-- Depresyonda olan birine nasıl yaklaşılmalı?
-- Eğer yakınımızın depresyonu bizi de etkilemeye başlıyorsa ne yapacağız?
-- En önemlisi depresyon gerçekten bulaşıcı olabilir mi?

Tüm bu soruları ve daha fazlasını Uzman Klinik Psikolog Berkay Ateş’e sorduk.

HAYATTAN KEYİF ALAMAMA, ÇARESİZLİK, SÜREKLİ OLUMSUZ DÜŞÜNME…

1 -Son zamanlarda depresif hisseden hatta depresyonda olduğunu söyleyen insanların sayısı çok arttı. Depresyonda olduğumuzu nasıl anlarız?

Depresyonda tükenmişlik hisleri, geçmişe dair pişmanlıklar, geleceğe dair umutsuzluk ve karamsarlık, işlevde bozulma, yaşam kalitesinde düşüş, sosyal ortamlardan uzaklaşma, içe kapanma gibi durumlar gözlemlenebilir. Kişiler geçmişte yapmış oldukları aktivitelerden eskisi gibi keyif almaz, cinsel istekte azalma, uykuya dalma güçlükleri gibi problemler görülebilir. İştahsızlık veya çok iştahlı olmak gibi kişiden kişiye değişebilen belirtiler de ortaya çıkabilir.

Belirtiler; duygusal, bilişsel, fizyolojik ve davranışsal olarak sınıflandırılabilir. Hayatta hiçbir şeyden eskisi gibi keyif alamama, umutsuzluk ve çaresizlik gibi belirtiler duygusal belirtiler olarak değerlendirilirken; bunların altında yatan bilişsel belirtilerde de sürekli olumsuz düşünme hali, konsantrasyon kaybı, dikkat eksikliği, unutkanlık ve kişinin kendi benliğine ve yaşama yönelik olumsuz düşünceler bulunabilir.

Fiziksel belirtilerin içinde ise, uyku dalgalanmaları, cinsel istek kaybı, iştah dalgalanmaları ve enerji kaybına da bağlı olarak içe kapanma ve evden dışarı çıkmak istememe gibi durumlar sayılabilir. Kişi, diğer insanların içinde kendisini fazla uyarılmış hissedebilir ve diğerlerinin de ‘modunu’ düşürmek istemeyip diyalog kurmaktan kaçınarak kendisini eve ve odasına kapatabilir.

2- Depresyon ile depresif ruh hali arasındaki farktan bahseder misiniz? Her ‘kötü’ hissedenin “Depresyondayım” demesi doğru mu?

Depresyonun altında biyolojik, hormonal ve genetik faktörler yatabilir. Hormonal ve nörokimyasal dengesizlikler, travma ve strese karşı kişinin sisteminin verdiği doğal bir tepki olarak da değerlendirilebilir. Farklı ve daha kötü hissetmek, kişide hiç geçmeyecek hissine neden olabilir. Kimse tarafından anlaşılamadığı düşüncesi ağır bastığından dolayı insanlardan yardım almakta zorlanılabilir. Bir de kronik depresyon olarak da geçen ‘distimi’ vardır. Distimide kişi, gelip geçici akut bir sürece tepki olarak değil daha biyolojik sebeplerden ötürü çok uzun süre depresyon belirtileri gösterebilir. Depresyon adeta kişinin karakterinin bir parçası haline gelebilir.

Depresif ruh hali ise daha çok dönemsel ve anlık durumlara karşı geliştirilen refleksif bir tepkidir. Aradaki fark kaygı bozukluğu ve kaygı arasındaki farka benzetilebilir. Kaygı veya korku, anlık bir tetikleyiciye karşı geliştirdiğimiz refleks duygudur. Yani daha anlık, geçici ve işlevsel olarak değerlendirilebilir. Bu sayede kaçabilir veya önlem alabiliriz. Fakat kaygı bozukluğu, doğal, anlık ve refleks bir duygu değil, klinik bir tablodur. Kişinin kaygısı gerçeğe uygun olmayan bir tetikleyici tarafından bilişsel, davranışsal ve nörokimyasal bir bozulma yaratabilir. Kişinin davranışları bu belirtilerin sürmesine sebep olabilir.

Yani, depresif hissetmek tıpkı kaygı gibi anlık ve işlevsel bir duyguyken depresyon veya kaygı bozukluğu uzun süre devam eden ve işlevsiz inanç ve davranışlarla beslenen klinik tablolardır. Kendimizi doğamız gereği bazen kötü hissedebiliriz. Mod değişikliklerini veya anlık duygusal iniş çıkışları klinik düzeyde depresyon tanısıyla karıştırmamak gerekir.

YARGILAMAYIN, KÜÇÜMSEMEYİN, BİR UZMANA YÖNLENDİRMEYE ÇALIŞIN

3- Depresyonda olan ya da ruhsal anlamda kendini iyi hissetmeyen yakınlarımıza nasıl yaklaşmalıyız?

Depresyonda olan birey yargılanmamak ve anlaşılmak ister. Biz, çevremizdeki sevdiklerimizden birisi depresyon tablosu sergilediğinde olaya hemen müdahale etmek, kişinin duygularını küçümsemek, acele edip onu hemen iyileştirmek isteriz. Kendi duygularımıza yaklaştığımız gibi duyguları bastıran, önemsemeyen ve küçümseyen bir biçimde yaklaşabiliriz. Depresyonda olan bireyin diğerlerinden en büyük beklentisi, duygularının büyüklüğü ve kendine özgülüğünün dışarıdaki insanlar tarafından anlaşılmasıdır. Onlara yapabileceğimiz en doğru iki yaklaşım; yargılamadan ve duygularını küçümsemeden yaklaşıp onları dinleyip karşılıksız destek sağlamak ve bir uzmana yönlendirmek olacaktır. Söyleyeceğiniz çoğu 'mantıklı' argümanlara karşı direnç geliştirmeleri halinde öfkelenmemeli, sabrımızı sürdürmeli ve onun perspektifi çok ince bile olsa o 'ince' noktadan onları görmeye çalışmalıyız. Tabii bunu hepimiz yapamayacağımız için uygun bir uzmanla bir araya getirebilmek önemlidir.

4- Bu kişiler ne yaparsak yapalım yardım almayı reddediyor ya da yardım alsa bile iyi olmuyorsa ve onlarla vakit geçirmek artık bizi de kötü etkiliyorsa ne yapacağız?

Bir insana en doğru yaklaşımı sergileyebilmek önce bizim akıl sağlığımızı koruyabilmemizden, kendi psikolojik sağlamlığımızdan geçer. Depresyonda olan insan belki bir başka depresyonda olan insan tarafından daha iyi anlaşılabilir ama bu tehlikeli bir birliktelik de oluşturabilir. Bu nedenle en azından iletişim kurarken kendi akıl sağlığımızı ön plana almamız daha doğru olacaktır. Onlarla vakit geçirmek bizim tükenmemize sebep olabilir. Onların düşünce, duygu ve dünya görüşleri bizi de etkileyebilir. Duygular, yakın ilişkide bulunan insanlar tarafından birbirlerine aktarılabilir. 

Her şeyden önce kendimizi korumakla yükümlüyüz. Sınır çizebilmek çok zor. Sevdiğimiz insanın acısı, kederi ve üzüntüsü bizi elbette üzecektir. Bundan kaçamayız ama depresyona girmek farklı bir şey. Hüzünlü olmak ayrı, depresif hissetmek ayrı ama depresyon az önce bahsettiğimiz üzere ayrı bir kavram. Onlar gibi hissedebilsek de onlar gibi davranmayıp sevdiklerimize örnek olabiliriz. Teşvik edici olmak önemli ama zorlayıcı olmak zarar verebilir. Hiçbir şey yapmadan beklemek çözüm değil ama her şeyi kontrol altına alıp kişinin üzerine de gitmemeliyiz. Denge çok önemli. Her şeyde olduğu gibi. Bunu doğru dengeleyebilmek de herkesin elbette yapabileceği bir şey olmayabilir. Ama herkes kişiyi eleştirmek yerine en azından daha iyi anlamaya çalışabilir. En azından bu mücadelemizi görmek bile kişi için kıymetli olabilir. Ama dozunu ayarlamak lazım.

'DUYGULAR BULAŞICI OLABİLİR AMA KLİNİK BİR TABLO OLAN DEPRESYON BULAŞICIDIR DEMEK İDDİALI OLUR'

6- Depresyon bulaşıcı mıdır?

Depresyondaki bir insanla çok fazla birlikte kalmak, onun dünya görüşleri, olumsuz inanç kalıpları ve duygularına fazla maruz kalmak, psikolojik sağlamlığımız ve baş etme kaynaklarımız da yeterli değilse onun gibi düşünmeye ve hissetmeye neden olabilir. Çünkü karşımızdaki kişinin sorduğu soruların birçoğunun cevaplarını bulabilmek zor olacaktır. Bulsanız da doğru ifade edemedikçe veya karşı taraf tarafından mantıklı düşünceler değil duygusal cevaplarla karşılaştıkça diyalog daha da zor hale gelebilir.

Çünkü bunlar rasyonel ve somut değil, irrasyonel, duygusal ve soyut tanımlamalar olabilir. Göreceli ve öznel olabilir. Duyguların birçoğu işlevsel ve bulaşıcıdır ama klinik bir tablo olan ve içinde birçok parametre barındıran klinik depresyon bulaşıcıdır demek çok iddialı olacaktır.

False