Yonca Tabak

17 adımda çocuklarda gece öksürüğünü kesmenin yolları

12 Şubat 2020
.

1- Sıcak ve kuru oda havasında burun daha çok tıkanır, öksürükler artar. Çocuğun odasını serin tutun, gece kalorifer çalıştırmayın.

2- Oda sıcaklığı gece 18-20 derece, nem oranı %40-45 olsun. (Az nem öksürüğe sebep olur, Fazla nem ev tozu akar üremesini tetikler)

3- Ayak sıcaklığı ile burun sıcaklığı ve burun alerjisi arasında refleks bir ark vardır. Ayak soğuyunca, burun da soğur ve alerjik nezle belirtileri artar. Çocuğun ayağını sıcak tutun.

4- Gece üstünü açan çocuklara gövdeyi kapatacak bir tulum ya da benzer bir kıyafet, ayağı sıkmayan bir gevşek çorap giydirilebilir.

5- Yatmadan önceki 2-3 saat içinde ve gece çocuğa süt, meyve veya herhangi bir yemek yedirmeyin. Sadece su içebilir.

6- Astımlı çocuklarda %90 var olduğu görülen Reflüye karşı önlem olarak, çocuğun yatak başını yerden 20 cm yükseltin veya 20 cm’lik reflü yastığı kullandırın.

7- Gece çocuk öksürdüğünde, çocuğa öksürük kesici olarak bildiğiniz ancak çocuk midesini bozan ve reflüyü artırarak astım ve sinüziti tetikleyen Limonlu su, ballı su, zencefil-zerdeçal- limon- bal- soğan suyu- propolis karışımları vermeyin. Sadece su verin.

8- Astımda reaktif hava yolu keskin kokularla tetiklenir. Çocuğun baş ucuna soğan ya da keskin naneli kokular yerleştirmeyin.

Yazının Devamını Oku

Beyinden alerjiye: Kaygılı jenerasyon

21 Ekim 2019
Yakın zamanda İngiliz haber kanalı BBC’de çocuk sağlığı üzerine çok önemli bir haber gündeme geldi. “Kaygılı jenerasyon” başlığı altında yayınlanan haberde çocuklarda huzursuzluk, gerginlik, korku dolu düşünceler ile beraber kalp çarpıntısı, aşırı terleme

Yakın zamanda İngiliz haber kanalı BBC’de çocuk sağlığı üzerine çok önemli bir haber gündeme geldi. “Kaygılı jenerasyon” başlığı altında yayınlanan haberde çocuklarda huzursuzluk, gerginlik, korku dolu düşünceler ile beraber kalp çarpıntısı, aşırı terleme gibi belirtilerin gelişebileceği dile getiriliyor. İngiltere’de 5 -19 yaş arası çocuklarda yüzde 7.2 oranında tespit edilen teşhis konulmuş anksiyete ve kaygı halinin yaş ilerledikçe arttığı bildiriliyor. Tüm dünyada artış trendine giren bu durumda, teşhis konulmamış, dile getirilmemiş olanları da hesaba kattığımızda bu oranların çok daha artacağı kesindir.

• Yaşı gelmesine rağmen hala kendi yatağında yatamayan, anne baba ile uyuyabilen çocuklar
• Hastalık korkusu yaşayan, yaşam ile ilgili kaygısını devamlı “ben hasta mıyım” diye sorarak dile getiren çocuklar
• Okula gitmek istemeyen, istemediğini “karın ağrısı” ile ifade eden çocuklar
• “Yemek seçen” çocuklar.

Çocuk sağlığı beyinden vücuda bir bütün teşkil eder, etmelidir de. Gerek anne baba bazında gerekse çocuk doktorları bazında bu farkındalık önemlidir. Beyin vücuda etki eder. Çocuğun ateşi çıktı, öksürüyor diye sadece okuldaki mikrop kaynaklarına eğilmek, asıl problemi gözden kaçırmakla sonuçlanabilir. Çocuklarda ağız kokusu, gece diş gıcırdatma, ses kısıklığı, seste çatallanma, gece huzursuzluğu, oradan oraya devamlı dönerek hareketli uyku, kusmaya meyilli olma, ağlayarak kendini kusturabilme, iştahsızlık, “yemek seçme” fark edilmeli, normal kabul edilmemelidir. Örnek verecek olursak; pek çok anne babaya sorduğumda çocuğunuz iştahsız mı diye, hayır ama yemek seçiyor cevabını alıyorum. Yani çocuk sevdiği şeyleri yiyor. Bu da demektir ki aç olduğu için yemiyor, keyif almak için yiyor. Keyif almak için yemek gerçek iştah değildir. Hatta stres ifadesidir. Çocuk aç olduğunda önüne ne konursa yiyebilmelidir. İştah budur. Açlık ve gerçek iştah yemek seçmez. Eğer çocuk sevdiği şeyi önüne koymadığınızda yemek yemeyi reddediyorsa, gerçek anlamda acıkmıyor demektir ki bu bir tür iştahsızlıktır. İştahsızlık, yukarıda beraberinde saydığım ve çoğu zaman normal kabul edilen pek çok belirti ile birlikte fark edilmemiş çocuk reflüsünün en önemli işaretlerindendir.

Söylemek istediğim ufak tefek belirtilerin farkına varmak, çocuk bünyesinde ters giden ve onun sık hasta olması ile sonuçlanan süreci aydınlatma yolunda işe yarayabilir. Gözlem önemlidir. Anne babalar çocuklarını yakından gözlemeli ve gerçekte içlerinden yanlış olduğunu bildikleri şeyleri, dış çevre baskısı ile normal olarak kabul etmemelidirler.

Çocuklarda kötü beslenmeden sonra, alerjik hastalıkların kötüleşmesi ve sık hastalanma yönünde ele alınan en önemli ikinci neden stres, anksiyete ve kaygı halidir. Bu durumun nasıl sık hastalanma ile sonuçlanabileceği ise 3 ayrı mekanizma ile izah edilebilir.

Yazının Devamını Oku

Okullardaki sessiz tehlike

7 Ekim 2019
Okula giden çocukların daha az hasta olmasını sağlamak için, genel anlamda çocukların okul ortamında neden kolay hastalandıklarını anlamak ve bu nedenleri çözmek gerektiğini düşünüyorum.

Şu bir gerçek ki, alerjik olsun ya da olmasın okula başlayan çocuk hasta oluyor. Okula başlayacak çocuğun sık hasta olacağı o kadar kanıksanmış ki, kimse neden diye sormuyor. Genellikle bu durum, viral enfeksiyonların sınıfta çocuktan çocuğa bulaşmasına, çocuğun üşütmesine, çok koşmasına vs bağlanıyor. Peki eylülün ilk haftası havalar daha sıcakken, henüz viral enfeksiyon zinciri oluşacak kadar havalar soğumamışken, neredeyse yaz günü diyebileceğimiz bir havada çocuğun “üşütmesi” mümkün değilken, çocuk bir hafta önce evde gayet iyi iken okula gidince bir hafta içinde ne oluyor da hasta oluyor? Anında burun akıntısı, burun tıkanıklığı, öksürük başlıyor. Bugün gelin birlikte düşünelim. Düşünelim ve çözelim. Bütün okullarda. 

Okula başlayan çocuk okul yemeği yiyor. Okul eğer butik okul kapsamında değil, büyük bir okul ise yemek çoğunlukla hazır yemek şirketlerine yaptırılıyor. Bu yemekler genellikle salçalı ve bol soğanlı oluyor. Neden? Az et, az taze domates ile maksimum lezzet yakalanmak isteniyor. Yağ olarak tam içeriği bilinmeyen sıvı yağ veya margarin kullanıyor. Bol soslu hazır mantıdan tutun, hamburgere, sabah kakaolu fındık kremalı ekmekten, ikindi kahvaltısındaki margarinli poğaçaya kadar çocuğun normalde evde yemediği birçok gıda çocuğun midesine gitmeye başlıyor. Bazen haftada bir, bazen ayda bir, bir çocuğun doğum günü kutlanıyor ve dolayısıyla ayda bir hazır kremalı, çoğunlukla da çikolatalı pasta yeniyor.

3-4 yaşına kadar hiç şeker, kakao tüketmemiş pek çok çocuk gerek “sosyal kaygı” ile yandaki çocuk yerken benimki nasıl yemeden dursun yaklaşımı ile, anne baba izni ile gerekse çikolatanın ve şekerin çekiciliği ile bu margarinle yapılmış, bol yağlı, kremalı, kakaolu pastaları tüketmeye başlıyor.

Peki böyle beslenince ne oluyor? Öncelikle çocukların midesinin doğal olarak biraz gevşek olduğu gerçeği ile başlamak gerekiyor. Çocuk midesi gevşektir. Anne sütü emerken hatırlayın, çocuğun emdiği süt çok kolay ağzına geri gelir. Bu gevşeklik genellikle kitap bilgisi olarak 6 ayda düzelir dense de bunun bıçak kadar keskin bir şekilde 6.ayda yüzde yüz geçeceği düşünülemez. Çünkü çocuk bedeni tam olgunluğa ancak 18 yaşında erişir. Özetle her çocuğun midesi bir miktar da olsa reflüye yatkındır. 3-4 yaşına kadar evinde taze domates ile, halis zeytinyağı ile yapılmış yemekleri yiyen, şeker çikolatadan uzak tutulan çocuk birden adeta bu gıda zehirlenmesinin ortasına düşüyor.

Kakao en baş reflü tetikleyicisidir. Kakao içindeki kafein zaten bir miktar gevşek olan çocuk midesini daha da gevşetiyor ve mide asidini artırıyor. Hiç alerjisi olmayan bir çocukta dahi çok tüketildiğinde reflü başlatabiliyor. Kaldı ki alerjiden bağımsız olarak ülkemizde her 3 erişkinden birinin, en az haftada 1 ağzına mide asidi geldiğini ve çoğu hastalık gibi reflünün de genetik olduğunu düşünüldüğümüzde işin ciddiyeti daha da iyi ortaya çıkıyor. Reflüsü olan anne babalar bu konuda daha uyanık olmak zorundadır.

Yazının Devamını Oku

Yaza girerken, güneşi ve D vitaminini bilinçli kullanın

13 Haziran 2019
Güneş ışığının sağlık üzerine olumlu etkileri ilk kez 1970’lerde tüberküloz ile savaş sırasında güneşe çıkan hastalarda hastalığın daha kolay yenildiğinin görülmesi üzerine fark edilmiştir. O günlerde tüberküloz mikrobunun güneş ışınları ile direkt öldüğü düşünülürken; daha sonra bu durumun güneş ışığı sayesinde ciltte üretilen D vitaminin bağışıklık sitemi üzerine etkisi sayesinde gerçekleştiği saptanmıştır. Günümüzde birçok araştırmacı D vitaminini “Güneş Işığı Vitamini” olarak da adlandırmaktadır.

D-vitamini bebeklerin kemik sağlığını korumak için yaşamın ilk 2 yılında çocuk doktorları tarafından tüm bebeklere rutin önerilen bir vitamindir. İki yaşından sonra çoğu zaman doğal yollardan tamamlanması önerilen D vitamini bütün Dünya toplumları ile birlikte ülkemizde de son yıllarda eksikliği en sık görülen vitamin olmuştur. 

Anne sütü ile beslenen bebekler, iklime bağlı yeterince güneş ışığı alamayanlar, ileri derecede güneş kremleriyle koruma almak zorunda olanlar, din ve töre gereği vücudunun çoğu yeri kapalı olup yeterince güneşe çıkmayanlar, cilt rengi koyu olanlar, obezler ve yaşlılar D vitamini eksikliği açısından risk altındadırlar. İlk iki yıl kemik gelişimi için D vitamini takviyesi alan çoğu çocuk bu yaştan sonra bir daha ek D vitamini almamaktadır. Kış aylarını genellikle kapalı alanlarda; okul, kreş ve evlerde geçiren çocuklar kışın neredeyse hiç güneş ışığı görmemektedir. Güneşe çıkılsa bile şehirlerde yaşayan çocuklarda atmosferdeki ozon deride D vitamini sentezini azaltmaktadır.

“Güneş girmeyen eve doktor girer” özlü deyişini desteklercesine çocuklarda astımdan diyabete birçok kronik hastalığın görülme sıklığı gittikçe artmaktadır. D vitamini bağışıklık sistemimizin temel hücrelerine özel alıcılarla bağlanıp bu hücrelerin mikroplarla savaş sırasında aktif olmalarını sağlamaktadır. Özellikle solunum yolunda D vitaminini aktif hale getiren enzimler yüksek oranda bulunmaktadır. Aktif D vitamini enfeksiyonlar sırasında solunum yolundaki iltihabı azaltmaktadır. D vitamini eksikliği olan toplumlarda astım hastalığının ve astım ataklarının görülme sıklığı artmaktadır.

D vitamini gıdalarda son derece az bulunur. Vücudumuzun ana D vitamini kaynağı deride güneş ışınları yolun ile üretilen D vitamindir. O yüzden D vitamini için güneşe ihtiyacımız vardır. Öte yandan ozon tabakasının delindiği günümüzde güneşin zararlı etkilerinden korunmak da gerekmektedir. Ancak güneş koruyucu kremler güneşin ciltte D vitamini sentezlemesine engel olmaktadır. O zaman ne yapacağız? Öncelikle her konuda olduğu gibi bu konuda da dengeyi yakalamak ve güneşi çocuğun cildini yakmayacak şekilde bilinçli kullanmak zorundayız. Bu anlamda güneşin bol olduğu bu günlerde saat 10-11:00 öncesi ve 16-17:00 sonrası saatlerde güneş koruyucu kullanmadan kısa süreli güneş ışığı alması (süre çocuğun cilt tipine göre değişebilir) D vitamini eksikliğini önleyerek güçlü bir bağışıklık sistemi ile kışa hazırlanmalarına katkıda bulunacaktır.

Buna ek olarak 0-18 yaş arası tüm çocukların; özellikle astımlı çocukların; kışa girmeden önce D vitamini düzeylerine bakılması ve buna uygun olarak ek D vitamini takviyesi alması önerilir. Ancak bu konuda da her konuda olduğu gibi bilinçli olmalı ve dengeyi korumalıyız. “Ne kadar çok o kadar iyi, D vitamini iyidir” mantığı ile ampul ampul kırıp çocuklara D vitamini yüklemek doğru değildir. Fazla D vitamini bilinçsiz ve kontrolsüz kullanıldığında vücutta birikip, kanda kalsiyumu aşırı yükseltip, böbrek taşlarına ve buna bağlı idrar yolu enfeksiyonlarına neden olabilmektedir. Bu bağlamda D vitaminin mutlaka doktor önerisiyle, kan D vitamini ve kalsiyum düzeyleri kontrol edilerek alınması sağlanmalıdır. Önerilen rutin doz 0-1 yaş için 400 ünite, 1-18 yaş arası günlük 600 ünitedir. Eksiklik durumlarında doktor kontrolünde, D vitamini ve kan kalsiyum düzeyleri yakından takip edilerek doz yükseltilebilir veya kan kalsiyum yüksekliği tespit edilen çocuklarda düşürülebilir.

D vitamini ile yükselen kalsiyumun doğru yere kemiklere ve dişlere yerleşip, yerleşmemesi gereken böbrekler vb yumuşak dokuları oturmaması adına bir diğer vitamin daha önem kazanmaktadır, K vitamini. K vitamini eksikliği olduğu durumlarda fazla D vitamini kaynaklı oluşan kan kalsiyum yükselmesi, böbrek taşı veya böbrekte kalsiyum kristalleşmesine yol açabilmektedir. Bu anlamda vücudun K vitamini kaynaklarına sahip çıkmak zorundayız. K vitaminini vücudumuz iki yoldan elde eder. Birincisi ıspanak, vitamini, kara lahana, brokoli, maydanoz, yeşil salata, brüksel lahanası gibi yeşil yapraklı sebzeler, yumurta sarısı ve peynir gibi bazı hayvansal gıdalardan hazır olarak gelir.

Vücutta K vitamini için en önemli asıl kaynak ise bağırsak florası, yani sağlıklı mikrobiotada yapılan K vitaminidir. Bağırsaklarımızdaki güçlü bir bağışıklık için şart olan sağlıklı mikrop florasını bu anlamda da güçlü tutmak zorundayız ki, D vitamini doğru işlev görsün. Ekşi, fermente turşu, kefir gibi gıdalarda bol bulunan probiyotikler, ekşi mayalı gıdalar fazla tüketildiğinde reflüyü tetiklediği ve sık solunum yolu enfeksiyonuna neden olabildiği için reflüye yatkın alerjik astımlı çocuklarda fazla miktarda kullanılması önerilmez. Bu nedenle yine doktor önerisi ile genellikle hazır probiyotik preparatlarının devreye girmesi gerekir. Sağlıklı bağırsak florası yeterli K vitamini sentezlemesi sağlanır ve D vitamini bir anda yüksek doz ampul değil, ancak günlük dozlarda kontrollü uygulanırsa, D vitamininin olumsuz etkilerinden korunmuş aynı zamanda bağışıklık için gerekli düzeyleri yakalamış oluruz.

Yazının Devamını Oku

Bebek odalarında buhar makinesi kullanımı

13 Haziran 2019
Bebek odasının nemi sürekli kontrol edilmeli!

Kış aylarında kaloriferlerin yanmasından dolayı evdeki nem oranında bir düşüş yaşanır. Evdeki nem oranını artırmak için özellikle bebek odalarında kullanılan buhar makineleriyle ilgili merak edilenleri Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Çocuk Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Nuhoğlu anlattı.

Nemin azalması burun tıkanıklığı, ağız içinde kuruma ile başlayıp sık solunum yolu hastalıklarına kadar gidebilen sorunlara yol açan kuru ve sıcak hava, özellikle burun tıkanıklığı yaşamaya yatkın olan bebeklerde ciddi anlamda sorun yaratabilmektedir. Bu anlamda birçok aile ve anne baba evlerinde buhar makineleri kullanmaktadır. Ancak bilinçsizce kullanılan buhar makineleri sağlımıza yarar yerine zarar getirebilmektedir.

Hangi durumlarda buhar makinesine gereksinim vardır?

Her evin havası nemsiz ve kuru değildir. Bu nedenle ev havasındaki nem oranını bir nemölçer edinerek ölçmek gerekir. Ev içinde olması gereken optimal nem % 40-50 arasıdır. % 40’ın altında nem oranında bebeklerde kuru havaya bağlı burun tıkanıklığı ve solunum yolu problemleri yaşanabilir. Bu durumda oda havasını nemlendirmek için aralıklı olarak buhar makinesi çalıştırılabilir. Nem % 50’nin üzerine çıktığında makine kapatılmalıdır. Yüksek nem oranı duvarlarda küflenmeye neden olup ciddi anlamda ev içi hava kirliliği yaratır ki, bu durum bebek sağlığı için kuru havadan çok daha tehlikelidir.

Yazının Devamını Oku

Alerji ve astımı önlemek için hamile ve süt veren annelere öneriler

5 Mart 2019
Alerji ve astım günümüzde gittikçe daha sık rastladığımız, hastaların hayat kalitesini bozan ve yaşamı birçok yönden kısıtlayan kronik bir hastalık haline gelmiştir. Astımdaki bu hızlı artışın doğrudan beslenme ile bir ilişkisi vardır. Toplum olarak geleneksel beslenme alışkanlıklarını bırakıp, modern beslenme diye tanımlanan fastfood yemek yeme alışkanlıklarının ve gıdalarda azalan vitamin ve mineral miktarının bu artışta rolü görülmektedir.

Yaşadığımız şartların farkında olup, batılı yaşamın getirdiği bu eksikliklerin giderilmesini sağlamak alerji ve astımın seyrine olumlu etki etmektedir. Bunun yanı sıra içinde bulunduğumuz bilgi çağında doğru bilgiye ulaşmak ve bunu tek yönlü sabit kararlar ile değil, duruma göre değişebilen akılcı yaklaşımlarla çocuğun maksimum iyiliğine kullanabilmek çok önemlidir. Bunun içine anne sütünün ne kadar süre ile verilmesi kararı da dahildir. Hedefimiz elimizden geldiğince anne karnından itibaren çocukta alerjik genetiğe rağmen astımı, alerjiyi önlemek olmalıdır. En iyi tedavi hastalığı başından olmadan önleyen tedavidir.

İşte bu kapsamda gebelerin ve süt veren annelerin gerek alerjiyi baştan durdurabilmek gerekse alerji ortaya çıkmışsa bile en azından bunun astıma dönüşünü durdurabilmek adına yapabileceği şeylerden birkaçı.

D vitamini bağışıklık sistemi gelişiminde büyük rol oynamaktadır. D vitaminini kanda yüksek oranda bulunduran hamilelerin çocuklarında hırıltılı hastalık görülme oranı anlamlı olarak azaldığı bildirilmektedir. D vitamini güneş ışınları yardımıyla deride sentezlenir, gıdalar içinde kısıtlı miktarda bulunmaktadır. Güneş görülmediğinde D vitamini de vücutta azalır. Bu nedenle kış aylarında da olsa hamilelerin mümkün olduğunca güneşe çıkmaları D vitamini eksikliğini önlemek yolunda en doğal ve etkili yöntemdir. Bu yönde hamilelerin doktor kontrolünde dengeli bir şekilde ve kan düzey kontrolü yapılarak ek D vitamini takviyesi almasında fayda vardır.

Balık ve balık yağı içindeki Omega 3 yağ asitlerinin alerjiyi önleyici, omega 6 yağ asitlerinin ise alerjiyi arttırıcı etkileri olduğu bilinmektedir. Zeytinyağı içeriğindeki omega-9 yağ asidi ile diyetteki omega-3 yağ asitlerinin emilimini artırdığı için alerjiyi önlemede önerilen yağ türüdür. Ayçiçeği yağı, mısır özü yağı ve margarinler ağırlıklı olarak omega 6 içeren bitkisel yağlardır, fazla kullanımı önerilmez. Omega 3‘den zengin taze yağlı balık tüketmenin ve zeytinyağının bol kullanıldığı Akdeniz stili beslenmenin çocukta alerji ve astım görülme sıklığını azalttığı gözlenmiştir.

Hamilelikte bol meyve sebze tüketilmesinin çocukta alerji astım gelişim riskini belirgin azalttığı görülmüştür. Bol meyve, yeşil sebze, tam tahıl, et, yumurta, balık, zeytinyağı gibi etkinliği kanıtlanmış bütün besin öğelerini içeren dengeli bir beslenme bebekler için alerjiye karşı en etkin korumadır.

Yazının Devamını Oku

20 maddede çocuklarda sinüzit/alerji gerçeği

8 Ocak 2019
Çocuklarda kış boyu geçmeyen öksürük, burun akıntısı, burun tıkanıklığı konulu en son instagram paylaşımından sonra gelen yorumlardan, bu konunun ne kadar büyük bir kanayan yara olduğunu fark ettim ve bu konuda sizleri aydınlatacak, aklınızdaki soru işretlerini yok edecek ayrıntılı bir yazı yazmaya karar verdim.

Yazın gayet iyi iken kışın gelmesi ve ilk nezle grip mikrobundan sonra bir türlü normale dönemeyen çocuklar. Yazın hiç şikayet yokken kışın hep bir burun tıkanıklığı, hep bir burun doluluğu, geniz akıntısı, balgam hali. Normalde bir hastalığın tam geçtiğini söyleyebilmek için çocuğun iki hastalık arası sıfır burun akıntısı, sıfır burun tıkanıklığı, sıfır öksürük ile en az 1 hafta geçirmesi gerekirken, bu aranın bazı çocuklarda hiç tam olarak sıfır şikayet boyutuna inmemesi, çocuğun hiç yazınki normal, en iyi haline, en az 1 hafta süresince geri dönmemesi. İşte bugünkü konumuz bu.

Çocuklarda tedavinin doğru ve maksimum etkinlikle yapılabilmesi için ben anne-babaların da teşhis ve tedavi sürecinde yer alması gerektiğine inanıyorum. Anne babalar eğer hastalığın mekanizmasını anlarlarsa, doktor yanlarında olmadığında da hastalığa müdahale edebilmeleri mümkün olur. Bilmek tedavinin yarısıdır. 

Şimdi aşağıda madde madde en çok merak edilen konulara açıklık getireceğim ki sizler ne yapmanız, nereye ve ne zaman başvurmanız gerektiğini bilin.

1- Çocuk yazın gayet iyi iken, kışın gelmesi ile başlayan ve kış boyu süren burun tıkanıklığı, burun akıntısı, geniz akıntısı, balgamlı öksürük sadece “alerji” değil, “alerjik zeminde gelişmiş sinüzit” nedeniyledir.

2- Sinüzit 5-6 yaştan itibaren olmaz bilgisi yanlıştır. Yeni doğan bebeklerde bile burun iki yanındaki sinüs boşlukları gelişmiştir ve yeni doğan bebek de bile sinüzit olabilir.

3- Sinüzit teşhisi film çekilerek ya da doktor muayenesi ile konmaz. Çocuğun her muayenede genzi akmıyor olabilir, doktor göremeyebilir. Sinüs filmleri her sinüs boşluğunu göstermez, filmde sinüzit görünmemesi sinüzit olmadığı anlamına gelmez. Sinüzit teşhisi hastalığın öyküsü ile konur.

4- Çocuklarda kural olarak, kitap bilgisi ile, bir üst solunum yolu enfeksiyonu sonrası gelen burun akıntısı, burun tıkanıklığı, geniz akıntısı, balgamlı öksürük 10 günün sonunda sıfır balgam, sıfır burun tıkanıklığı, sıfır burun akıntısı, sıfır öksürük boyutuna en az 1 hafta süresince geri dönmüyorsa, bu durumun adı “SİNÜZİT” dir.

5- Akut Sinüzit bakteriyel bir durumdur ve doktor kontrolünde antibiyotik tedavisi gerektirir.

Yazının Devamını Oku

Yuva ve anaokullarında öğle uykusu iyi mi kötü mü?

22 Kasım 2018
5 yaş altı çocuklar kimi yuva ve anaokullarında hala öğlen uykusuna yatırılmaktadır ve bu çoğu zaman yemekten sonra olmaktadır. Oysa bu durum alerjik veya reflüye yatkın bir çocuk için sık hastalanma demek olabilir.

Özellikle alerjik olsun ya da olmasın astım teşhisi dile gelmiş veya gelmemiş ancak yine de tekrarlayan şekilde gece öksürük nöbeti veya hırıltı yaşayan, nefes açıcı buhar tedavisi almak zorunda kalan çocukların yüzde 80-90’ında mide başı gevşek, yukarı yemek kaçırmaya yatkın olur. 

Bu anlamda gece veya gündüz yemek yedikten sonraki 2 saat yatar pozisyona girmemek astım tedavisinin en temel parçasını oluşturur. Öte yandan hiç alerjik olmayan ancak reflüye yatkın bir çocukta yiyip yatma sonucu astım atakları başlayabilir. Diğer bir deyişle Reflü astımı, Astım reflüyü getirir. Günümüzde her 5 çocuktan 1’inin alerjik, her 10 çocuktan 1’inin astım, her 3 erişkinden 1’inin reflü olduğu düşünüldüğünde bu bağlantı üzerinde çalışmak genel çocuk toplum sağlığı üzerine büyük önem taşıyacaktır.

2017 yılında uluslararası bir dergi olan Journal of Gastroenterology de yayınlanmış, Türkiye’den yapılmış bir araştırmada (World J Gastroenterol 2017; 23(3):525-532) ülkemizde en az haftada bir mide yanması veya ağzına asit gelmesi yakınması şikayetleri ile reflü tanısı almış erişkinlerin sıklığı Türkiye genelinde %22.8 olarak bildirilmiştir. İstanbul ve Marmara bölgesinde bu oran %27.3 ile en yüksek değere sahip (yaklaşık her 3 kişiden 1’inde reflü yakınmaları) görülmüş olup, Amerika Birleşik Devletlerinde görülen %30 reflü sıklığı ile eşit konumdadır.

6-17 yaş arası Reflü teşhisi almış çocukların yaklaşık yarısında ya bebekliğinde reflü hikayesi ya da anne babada reflü varlığı bildirilmiştir. Diğer bir deyişle bebekken fışkırır tarzda kusmaları olan ancak 1 yaş sonrası artık kusmadığı gözlenip, reflüsünün geçtiği düşünülen çocukların ileride, 6-17 yaş aralığında tekrar reflü şikayetleri yaşadığı görülmektedir. Bu yönde yapılmış bir araştırmada bebeklik reflüsünün belirti vermese de çocukta hücresel düzeyde zarar vermeye devam ettiği, 1 yaşında reflü şikayetlerinin kaybolduğu gözlenen her 10 çocuktan 8’inde ileriki yaşlarda tekrar mide yanması veya ağza asit gelmesi yakınmalarının baş gösterdiği bildirilmektedir. 

6-17 yaş arası reflü teşhisi almış çocukların yaklaşık yarısında anne baba ya da aile büyüklerinde reflü hikayesi bildirilmektedir. Dolayısıyla, genetik geçişin (irsiyet) önem kazandığı bu durumda özellikle anne, baba ya da aile büyüklerinde reflü hikayesi olan çocuklar için bu yönde çok dikkatli olmak gerekir. Durumun dünya genelinde ve Türkiye’de özellikle İstanbul çevresindeki sıklığı (%30) ve ilerleyici vasfı göze alındığında çocuk sağlığı açısından önemi de anlaşılacaktır.

Reflü çocuklarda, büyüklerde olduğu gibi, illa ki mide yakınmaları ile belirti vermeyebilir. Tekrarlayan öksürük, hırıltı, astım atakları, Krup, ses kısıklığı ya da havlar tarzda öksürük gibi solunum sistemi tutulumuna bağlı yakınmalar çocuklarda reflünün en sık ortaya çıkış şekillerindendir. 3 yaşına kadar hiç yakınması olmayıp yuvaya başladıktan sonra sık hastalanan, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, balgam ve öksürük şikayetleri yakasını bırakmayan bir çocukta bu durum mutlaka altta yatan ana neden olarak akla gelmelidir.

Her çocuk için hatta her insan için geçerli olan (yuvada) yiyip hemen (öğlen) uykuya yatmamak gereği bu çocuklar için ayrıca önem taşır.

Aynı durum yemekten sonra fiziksel aktivite için de geçerlidir. Midesi gevşek, yukarı kaçırmaya eğilimli bir çocuğa dolu mide ile egzersiz, yerden eğilip top alma, takla atma gibi normal insanda bile mideyi ağza getirecek aktiviteler yaptırılırsa yemekle beraber asitli mide sıvısının burun boğaz hatta akciğerlere kaçması ve hastalık yapması kaçınılmaz olur.

Yazının Devamını Oku