Sevinç Yıldız

Zoom

6 Mayıs 2020
Dünyada hızlıca yayılan, geldiğinde hayatımızın oldukça büyük dilimini yiyen marka isimlerinin düşüncelerimizi etkiliyor olma olasılığını çok düşünmüştüm.

Gün içinde çok telaffuz ettiğimizden olabilir; örneğin iPhone, baş harfinin “ben” anlamına gelmesinden dolayı “kendimize” duyduğumuz sevgiyi ya da bencilliği büyütmüş olabilir ki akabinden gelen “selfie” de onun aksiyona tercüme edilmiş hali sanki. YouTube, tam tersi, “sen/siz” anlamıyla sanki karşı tarafın yararına var olmuş.

Birkaç yıl evvel West Hollywood Pacific Design Center’da sadece dijital sanat satan bir galeriyi ziyaret etmiştim. Sergilenen işlerden biri, ortalama büyüklükte bir sinema perdesine yansıtılan fotoğraflardan oluşuyordu. Fotoğraflardan dilediğinizi seçip “zoom” yapabilmenize imkan verilmiş. “Zoom” yaptıkça ekran soyut görüntülere bürünüyor yani fotoğraf sonsuz şekilde detaya inebiliyor. Bitmek bilmez bir detaylarda kayboluş seyahati mi sanatın pratiği veya kalp, akıl, düşünce, ruh hassasiyeti geliştirmenin bir yolu mu?

“Sanat din gibidir, inanan için her şeydir, inanmayan için saçmalıktan ibarettir” diye bir yerde okumuştum. Sanat tutkusuyla derinlere indikçe hassasiyetim artmış, kalbim incelmiş ve detaylarda kaybolmuşum meğer. Biraz insanları ve hayatın kabalığını hatırlarsam en azından kalbimi güçlendiririm diye düşündüm ve fotoğraflara “zoom” suz bakmaya karar vererek kendimi YouTube sularına bıraktım.

Dijital yerli - Dijital göçmen

Yazının Devamını Oku

Yüksek Kültür Dünyasının Tutkulu Kadını

16 Nisan 2020
Yaşam var olduğundan beri sanatsal ifade hız kesmeden büyüyor. Özellikle zor dönemlerde insanlık sanata daha çok ihtiyaç duyuyor, çünkü yeni bir yol, yeni bir anlam arayışı açığa çıkıyor. Yaratıcılık, insan zihninin sınırlarını keşfetmemizi sağlamasının yanında insanlara bazen o aranan yolu gösteriyor veya aramaya devam etmek için bir istek yaratıyor.

Sanatsal üretimin devam etmesi için bir avuç insan büyük emek veriyor. Sanat tarihçi ve akademisyen kökenli Sevil Dolmacı Hanımefendi, dünya sanat piyasalarının yakın takipçisi, kendi danışmanlık şirketinin patronu, Milliyet Sanat Dergisinde genç sanatçıları tanıtan bir köşesi var. Sevil Hanım ile başarısının detayları hakkında konuştuğumuz, güncel bilgilerle bezenmiş bir söyleşi gerçekleştirdik:

SY: ​Dünya ters düz oluyor sanki. Covid 19 sanat sektörünü nasıl etkiliyor, sektörün geleceğine dair öngörüleriniz neler?

SD: ​​Sanat sektörü diğer alanlarda olduğu gibi değişim/dönüşüm geçirecek hiç kuşkusuz. Küçük işletmeler diğer sektörlerde olduğu gibi çok daha fazla zarar görecek. Kaldı ki geçen gün Kasmin ve Levy Gorvy gibi büyük galerilerin çalışanlarının ortada bırakılma haberleri şaşırttı. Çalışanlar Ağustos’a kadar işten çıkarıldıklarını ve bu süreçte akıbetlerinin ne olacağını bilemediklerinden hayıflanan röportajlarıyla sanat dünyasının endişesini arttırdı. Yöneticileri ise önlerini göremediklerinden dem vuruyorlardı. Peki ya küçük işletmeler ? “Küçük” işletmeyi nasıl tanımladığımı soracak olursanız, hemen izah edeyim. Özgün bir içeriği (sadık sanatçı listesi, vizyonu, misyonu, nitelik ve nicelik olarak yeterli bir iletişim ağı) ve istikrarı olmayan, teknolojik alt yapısına önem vermeyen, trendleri takip etmeyen, global ölçekte düşünüp hareket etmeyen yani lokal kalanlar, ticari açıdan yurtdışına bağlanamayan, sektöre yenilik/yaratıcılık getiremeyen, bir yönüyle piyasalarda ihtiyaç duyulmayan işletmeler bu beklenmedik kriz döneminde ciddi zarar görecektir. Eğer ekonomik manada V-shape duraklama yaşanırsa en azından bir kısmı toparlanabilir. Eğer U-shape duraklama olursa özellikle Türk piyasası kan kaybına uğrayacaktır.

Sadece Türkiye değil tüm dünya piyasalarını ürküten asıl şey, beklenmedik bu salgının uzun sürmesi sonucunda lokal pazar içinde kalmak. Nedir bunun açılımı diyecek olursanız: New York ve Paris’den satın aldığımız iki eseri yaklaşık bir aydır hatta Paris’dekini yaklaşık 2 aydır beklemekteyiz. Bu, sanat eserlerinin dünya dolanımının kısıtlanması demek oluyor. Ne nakliye şirketleri çalışıyor ne de gelecek eserlerin eskisi gibi uçak transferleri aynı bütçelerle karşılanabiliyor. Bu nedenden ötürü de satın alımlar askıya alınmış vaziyette. Bugüne kadarki alımların transferi daha gerçekleşmemişken yurtdışından istenilen esere ödenecek bütçeler beklemede kısacası. Lokal ölçekte dönen işler iki ay galerileri idare etse bile uzun vadede finansal açıdan sanat piyasalarını ciddi olarak sekteye uğratır. Hauser&Wirth’in kurucularından Wirth de Artnews’de yayınlanan makalede işin bu noktaya gelmesinden korktuklarını belirtmiş.

​Aslında Türkiye’de sanatsal manada sıkıntılar uzun zamandır var. Covid 19 ile birlikte daha görünür hale geldi diyebiliriz. Hep alıcılara anlatmaya çalışıyorum. Bugün fiyatlar oldukça düşük. 2009’un parıltılı havası yok. Bir Doğançay resmine verilen milyonlar ya da müzayede de (Canan Şenol ait) bir video işin satılması gibi muhteşem hikayeler ne yazık ki manşetleri süslemiyor. O yıllardaki gibi hırslı koleksiyoner kitlesi de yok işin açıkçası. Dolayısıyla bugünler alım günleri… Bugünlerde yaptığım satışlara bakıyorum ve genel alıcı profili şu şekilde: en az 20 yıllık alıcılar, bu işin nasıl işlediğini biliyorlar. Kriz zamanlarını yaşamışlar ve sonrasındaki yükselişleri görmüşler. Kısacası hikayenin bütününü görebiliyorlar. Birkaç yeni alıcım da alımlarına tüm hız devam ediyor, onlar ise yaklaşık 5 yıllık geçmişlerine rağmen piyasayı iki okuyabiliyorlar. ​

Sonu öngörülemeyen bu süreci umuyoruz ki, V shape bir duraklama ile yani kısa, sert bir çöküşten sonra çabuk iyileşme süreci ile atlatırız. Wirth’in ArtNews’e yaptığı açıklamada belirttiği üzere eğer salgın Haziran gibi biterse Eylül ayında sanata yoğun bir alım ilgisi olacak ve bu nedenle de iyileşme çabuk ve güçlü bir şekilde yaşanacak. U Shape durakma olursa ise bunun ciddi bir sorun olacağını söylemeden geçmiyor. İşin en sıkıntılı yanı öngörülemeyen bir süreç olması. ​

​SY:​ Peki dünya dengeleri ne oldu? ​

SD:​

Yazının Devamını Oku

Hak İçin İlla Şansa, Şans İçin İlla Kara mı İhtiyaç Var?

8 Nisan 2020
Zaman nasıl da form değiştirdi. Ne ayın üçü dördü, ne pazarı salısı, ne de sabahı akşamı… Hepsi aynı sanki. O zaman günün tepesi senin, dibi benim olsun.

Ne istersen onu görürsün

Yakın geçmişte canımı yakan bir hesap yüzünden, İstanbul’da köprü reklamlarının altından her geçişimde sadece talepkarlık görüyorum: Gör beni, sev beni, destekle beni… Kitlesel “mağduriyet” için başlatılan talepkar kampanyayı görür görmez o yakın geçmişteki mağduriyetimin etkisinin hala devam ettiğini farkettim.

Rengi bize reklamlarda gösterir oldun İstanbul

Ne zaman kamusal bir alanda sanat aksiyonu sapsam, insanların renge olan hasretine şahit oluyorum. Halk kalbe dokunan sanata o kadar aç ki aslında… İstanbul’un hatırı sayılır yerlerindeki reklam mecraları yeni yönetimle epey genişletilmiş. Yine bir talepkarlık, yine bir reklam üstelik bu kez daha büyük yani bağırıyor: Tüket beni! Huzurun resmini doğa yapıyor yine kar yağdırarak. Beyaz tüm kusurlardan güzellik yaratıyor.

Yazının Devamını Oku

Entelektüel Destek Paketi

2 Nisan 2020
Sanat üretmek, sanatçının kendisi ve yaşadığımız dünya ile bağ kurmasının bir yolu. Banu Küçüksubaşı, yıllarca buna şahitlik ederek sanatçı ve sanatı arasındaki güçlü gözlemlerini topluluklara aktarıyor.

Sanat tarihçisi, sanat yöneticisi, sanat rehberi gibi etiketlerin ötesine geçerek, aktörleri sürekli değişen (eser-koleksiyoner, sanatçı-galeri, müze-koleksiyon-kurumsal yapı gibi) yüksek kültür dünyasındaki yolculuğunun, yaşamının bu evresinde, kendi içsel dünyasıyla kurduğu özel bağla çok daha anlam kazandığını ifade eden Banu Hanımefendi ile görüntülü sohbetimizi kayda aldım:

S: Nasıl gidiyor karantina günleri, köklü değişiklikler var mı yaşam akışınızda?

B: Ben evde olmayı, okumayı, yoga ve meditasyonu çok sevdiğim için kendimle ilgili şikayet edeceğim birşey yok. Teknolojiyle alıştım diyebilirim. Önceden çevremden gelen görüntülü
konuşma tekliflerini reddederdim. Telefonumun her daim sessizdedir. Kaçtığım şeyler karantinayla birlikte hayatımda şuan. Mesela evim benim sığınağımdır, özelimdir. Artık görüntülü konuşmalar sayesinde​ herkesi evimde ağırlıyorum:)

S: Bilginizi aktardığınız ​kişi ve kurumların sizden beklentilerini, sanatın ​evrensel değerlerine ters düşmeden karşılayabiliyor musunuz?

B: Kişisel veya kurumsal olsun, hepsinin sanat yoluyla insanlara ulaşma amacı farklı. Müzeye giden bir ev hanımı grubuyla bir öğrenci grubunun amacı farklı olduğu gibi, akşam orada davet verecek bir kurumun amacı da farklı. Dolayısıyla tüm bu farklı ihtiyaçlara cevap vermeye çalışırken birçok kültürel farklılığa tanıklık ediyorum. Bunun uzantısı olarak, sanatı hayatlarında farklı konumlandırdıklarından dolayı Türkler ve yabancılara anlatımlarım da farklı oluyor. Örneğin Türkiye’de sanat​ ​olaylarında çoğu zaman görünürlük ve prestij sanatın önüne geçer; önemli olan davettir, sanat kısmı olayın süsüdür, prestij kaynağıdır. Doğrusu sanatın merkezde olmasıdır, davetin onun etrafına çevrilmesidir. Tüm bu farkların bilincinde olarak, sanat ve insanlar arasında -sunulan imkanlar dahilinde- sağlam bağlar kurmaya çalışıyorum.

​S:

Yazının Devamını Oku

Dijital Varlık Dünyasının Haylaz Meleği

25 Mart 2020
Son bir yıldır ilgi odağım Blockchain hakkında merakım doymak bilmiyor. Zihnimde onu sahnenin tam ortasına koydum, tüm spotları da üzerine çaktım. Geçmişte ne yaptıysam onun için yapmış olduğuma inanarak bloklardan zincirler inşa etmeye çalışıyorum o sahneye. Bunun adı aşk olsa gerek. Bugün Blockchain’in hakkını ödeyen sektör: Finans.

Bu yeni sistem, "haksızlık bu" denilebilecek -data gizliliği, medeni hakların ihlali yoluyla elde edilen kazanımlar, haksız kazanç gibi- kitleler üzerinde oldukça etkili düzenlere kökten çözümler sunduğu için, mevcut çıkarlarını korumaya çalışan dirençlerle el ele olmak istiyor. Bu dirençler dev güçler yani devletler ve devlet gibi dev şirketler.

Neredeyse ölümle burun buruna geldiğimiz şu günlerin sonunu görecek kadar aklen ve bedenen güçlüysek eğer, her alanda kökten değişimlere tanıklık etme şansına erişeceğiz. Bu değişimin hakkını ödeyecek sektör yine finans olacak gibi.

Dengeleri değiştirmeye çoktan başlamış yeni finans dünyasına yön verebilmek ayakta alkışı hak eden bir meziyet. Dünyada bir avuç insan bu mertebeye ulaşmış. Dijital varlık dünyasında, sektöre sunduğu kişisel katkılarıyla "açık sözlü avukat" sıfatıyla nam salmış Türk İş Kadını Meltem Demirörs Hanımefendi, Dünya Ekonomik Forumu Blockchain Konseyi'nin (World Economic Forum Blockchain Council) kurucu üyesi. Dijital Para Birimi Grubunun (Digital Currency Group) kurucularından, MIT ve Oxford'da ders veriyor ve CoinShares adlı yatırım
şirketinin strateji sorumlusu olarak dijital varlık ekosisteminde dolaşan yatırımcılara ve girişimcilere ortaklık yapmakta. Kendisiyle en merak ettiğim soruları paylaştım:

S: Mevcut finansal sistem dünyadaki yaşam kalitesini düşürüyor gibi görünüyor. İçtenlikle inanıyorum ki; özellikle içinden geçtiğimiz sancılı süreçte yaşadığımız değişken finansal tablolar bizi geleceği temsil eden finansal duruma daha da yakınlaştıracak. Bu bağlamda -geleneksel yöntem- parayı basmak veya kripto etmek hakkında fikirlerinizi verir misiniz?

Yazının Devamını Oku

Sanal Ortamdan Haberler

17 Mart 2020
Madem evlere çekiliyoruz alternatif gerçekliklerden sanal gerçeklik (VR) dünyasında bir söyleşi yapayım dedim.

Her bir insan en az bir alanda bizden iyiymiş ondan bu ortamda sohbet edeceğim kişiye en azından burada ne aradığını sorabilirim. Şu anda İnstagram’da da olabilirdi. Kadında çekilmeyen, erkekte hiç çekilmeyen çağın en büyük salgını özentilik; “ben, ben, ben, bu da bu duvar önünde nasıl durduğum, bu da bu masa başında nasıl oturduğum, bu da elbisem, çantam, ayakkabım, saçım, makyajım ve işte bu da az sonra yiyeceğim sushi” de diyebilirdi. Bir gerçeklik karmaşasıdır gidiyor malum içinden geçtiğimiz ve kısa süreceğini tahmin ettiğim dönemin adı: gerçek ötesi (Post Truth).

Sohbeti gerçekleştireceğim ortamın adı VR Chat ve bu bir “app” ancak mobil cihazda değil, oyun platformu olarak bilinen “Steam” de çalışıyor diğer sanal gerçeklik uygulamaları gibi. Bilgisayarlar evlere girmeden meraklıların internet kafelere gitmesini andırıyor bugünkü VR kafeler.

Bu sistem için çok güçlü bir bilgisayara ve profesyonel VR gözlüğüne ihtiyacınız var. Ek olarak fiber altyapılı internete. ADSL’de görüntü titriyor, düşük bağlantıda hiç çalışmıyor. Dil İngilizce. Güzel teraslı, ormana bakan bir evde iki ayrı duvar projeksiyon ekran var, birinde oyunlar diğerinde ise çeşitli uygulamalar olan. “Viveport” adında yeni bir app çıktı, çok havalı bir şehir merkezi inşa etmişler, paslanmaz çelikten yumurta görünümlü evler havada uçuyor. Orada da dev bir ekran ve apayrı platformlar dizayn edilmiş.
Acute Art adlı platform çağdaş sanat sergileri yapıyor. Christo ve Jeanne-Claude çiftinin “Mastaba” eseri Hyde Park’da havadan izlenebiliyor.


Yazının Devamını Oku

Bülbüller

10 Mart 2020
Her zaman yanı başımda olan, ben nereye o oraya, güzel arkadaşım ses… Yoğun bir hassasiyetim var “ses” olgusuna, müziksiz bir gün susuz kalmak gibi, sesi güzel insanla sohbet bir başka tatlı, su kadar ihtiyaç hissi güzel sesler.

Çoğu insan sanattan anlamadığını dile getirir, çünkü hiçbirimiz anlayamayız, sadece hissedebiliriz, varlığından keyif alırız müzik gibi. Dışarıda yürürken kulaklığımın şarjı biter veya kaybolursa, telefonu kulağıma dayayıp dinlemeye devam ediyorum sanki telde konuşuyor gibi, o derece bir bağımlılık benimki. .

Dün, Dünya Kadınlar Gününe özel bir çalma listesi yaptım. O kadar duygu dolu parçalar seçtim ki dinlerken kalbime bir şeyler oluyor. Sadece Türkiye’ye değil, dünyaya ait seslerden oluşturduğum seçkideki parçalar, engellere rağmen var olabilmiş, bazen hak ettikleri müzikal kaliteyle işlenmeseler de, gürültüye rağmen farkedilmiş ve fark edilmeye devam eden kadınlara ait. Onların kendilerine has yaşamlarından akan duygularıyla giydirdikleri sesler gayet şık ve etkileyici.

Her dinlediğimde ‘bu ses bir insandan nasıl çıkar’ dediğim ses Selda Bağcan ile liste başlıyor. Bir akşam Los Angeles’ın en havalı yerlerinden birinde çalan müziğin tınısının yavaş yavaş form değiştirmesiyle kendimi İstanbul’da hissettim. Yanımdaki arkadaşlarımdan Türk olana ‘sanki birazdan Türkçe bir şarkı çalacak gibi değil mi?’ diye sormamla Acid Pauli yorumuyla Selda Bağcan’ın “Katip Arzuhalim” çalmaya başladı. Sonra hem DJ kabinindeki kalabalık hem de pistteki insanlar öyle kendilerinden geçtiler ki… Şarkı bittiğinde kulüpteki rutin tekrar normale döndü, sigara içenler sigaralarını yaktılar, ihtiyaçlarını fark edip yürümeye başladılar falan, sanki dev bir dalga geldi herkesi metrelerce yükseltti, tarifsiz duygular yaşattı ve gitti. Gecenin birkaç dev dalgasından biriydi “Katip Arzuhalim”. Bu yüzden listenin başına bu yapıtı koyuyorum. Aynı sanatçıdan “Gesi Bağları”, “Çemberimde Gül Oya”, “Öyle Bir Yerdeyim Ki” yapıtlarıyla devam ediyor listem. Bu parçalar ve dahası, bugün birçok müzik yapımcısı tarafından yeniden yorumlandı.

Sen gül ol da, uğruna ötmeyen bülbül utansın. -Mevlana

Yazının Devamını Oku

Bir Öykünme Meselesi Hanımefendilik Müessesesi...

3 Mart 2020
Performans sanatında ise nesne vücuttur. Performansçının fiziksel varlığına kapılmakla henüz yaşamamış olduğumuz duyguları hissederiz. Marina Abramovic’in sahneye çıkmadan evvelki zihinsel hazırlık süreci çok enteresan.

Toplumsal cinsiyetin ayrıcalıklar, dezavantajlar ve istisnalarının olduğu bir dünyada, feminist medya çalışmalarındaki son elli yıllık araştırmalar, cinsiyetin medya ile ilişkisini araştırmak için bir girişim oldu.

Bu girişimler, medyanın feminist analizleri, kültürel yapıların eşitsizlik, tahakküm ve baskı kalıplarına nasıl bağlandığını anlama arzusuyla canlandırıldı. Bazen cinsiyet üzerinden medyanın sunduğu ‘zevk’ ön plana çıkarıldı, bazen de bunun ideolojik etkileri vurgulandı. Sonuçta bu araştırmalar canlı, heyecan verici ve daha adil bir dünya yaratmaya yönelik etik ve politik taahhütler bağlamında titiz analizler üreten bir alan yarattı.

1960'lar ve 1970'lerde, Batı dünyasını süpüren feminist yaratıcılık, düşünce ve aktivizm dalgasına karışanlar, daha önceki kadın hareketlerinin bilmesi gereken bir sorunla karşı karşıya kaldı: medyanın egemen olduğu bir dünya.

Kadınların medyada temsil edilmesine ilişkin feminist çalışmaların temelini oluşturan yapılanmaların etkisi yadsınamaz. Aynen batıdaki gibi, burada da üniversitelerde çalışan veya okuyan kadınlar, erkeklerin tüm insan nüfusunun önünde durduklarını ve medyada kadınların tasviriyle ilgili sorunların farkına vardı. Ancak bizim toplumumuzun en üst yapılarında bile kadın tercihleri, kadın çıkarları göz ardı edilmekte.

Yazının Devamını Oku