Serkan Soyuer

Sosyal medyanın yıkıcı gücüne dikkat edin

30 Mayıs 2020
Pandemi krizi öncesine göre sosyal medya kullanımında ve içerik paylaşımlarında büyük değişimler başladı. Bilgi kirliliğinin artması bir yana kriz öncesinde de sosyal medyanın vaad ettiği "olmak istediğin gibi görün" doktrini toplumdaki mutsuzluğun boyutunu mecralarda geçirilen vakit ve paylaşım sıklıklarıyla zaten gözler önüne seren bir nitelikteydi. Tabii ki, bu her sosyal medya kullanıcısı için geçerli bir durum değil. Fakat kullanıcıların çok büyük bir oranı ne yazık ki bu şekilde. Gelin konuyu biraz daha irdeleyelim ve kendimize objektif olarak bakabilmeye çalışalım.

Pandemi krizi sonrasında evinde izole bir hayat yaşamaya başlayan toplum sosyal medyanın kullanımına daha çok yönelmeye başladı. Maslow’un ihtiyaç piramidinin sosyal medya mecraları ile entegre edilmiş olan haritasına baktığımızda insanların kendini gerçekleştirme ve saygınlık kazanma arzularını kriz öncesinde de gerçek anlamda sosyalleşebilme imkanları varken sosyal medya üzerinden sağlamaya çalıştıklarını görüyoruz. Şimdi ise bu durum artık daha da yoğun bir hal almaya başladı. Kriz öncesi mecralar üzerinde paylaşım yaparak "olmak istediğin gibi görün" doktrini ile hareket etmeyi tercih eden kitle, artık hareket kabiliyetleri daha da kısıtlandığı için hayatlarını sahip oldukları her şeyleriyle sosyal medya üzerinde yaşamaya başladı. Kendi yaşam donatılarıyla dikkat çekebilme çabasına bürünen kitle aslında takipçilerinin ve kendilerinin bile fark etmediği şekilde anlam oluşturmayan içerikler üretmekte.

Yaptığınız her paylaşım bir anlam ya da bir öğreti içermek zorunda değil!

Yapılan her paylaşımın elbetteki bir amaca yönelik olmasını beklemek anlamsız olurdu. Fakat sosyal medyada daha çok vakit geçirmeye başladığımız bu günlerde niteliksiz içeriklere her zamankinden daha fazla maruz kalmaya başladık. Bu durum, toplumun kırılan üretkenlik ve nitelikli yaratıcılığını olumsuz yönde daha fazla etkilemeye devam etmekle birlikte yukarıda bahsettiğim doktrine daha çok uyum sağlanarak düşünebilme parametresininde gitgide kırılmasına sebep oluyor.

Özenen ve özendiren bir algoritim döngüsüyle, sahip olduklarıyla toplumda var olabilme ve dikkat çekebilme ihtiyaçlarına cevap arayan kitle, kendileriyle birlikte toplumun bireyselleşmesinde farkında olunmayan son derece ciddi travmatik etkiler bırakıyor. Gelişim çağında olan çocukların ve gençlerin bu gibi etkilere maruz kalması ise ilerleyen dönemlerde bu doktrini bir hayat standardı olarak benimsemeleri ise kaçınılmaz bir gerçek. Uzmanlık ve hobi kavramları arasındaki ayrımı sağlayan çizginin bu dönemde belirginliğini daha da kaybettiğini görüyoruz. Bu durum ise yanlış yönlendirmelere, çıkar çatışmalarına neden olmakla birlikte yukarıda da bahsetmiş olduğum kişinin kendini gerçekleştirme çabasına hizmet etmesinden dolayı gerçeğin abartı ve dikkat çeker nitelikte sunulmasına da neden oluyor. Ne yazıktır ki özendirme içgüdüsü ile hareket eden kitle buna kendisi de dahil olmak üzere toplumun kendi özüne yönelmesini engelleyerek bireyselleşme düzeyini etkiliyor ve hırslarla dolu ait olmayan hayatlar yaşanılmasına sebep oluyor.

Tabii bu durum acıdır ki, toplumun büyük bir kesimini içerisinde bulundukları dünyada hayatlarını etkiler niteliğe sahip iklim krizi gibi bir çok konudan soyutlanmasına da kapı aralıyor. Kısacası bilgilendiğimiz ve bilgilendirdiğimiz konuların niteliği üç beş konu arasında gidip geliyor ve düşünce derinliğimiz görsel hırslara yenik düşüyor.

Bu konuyu ele almış olmamın nedenini aslında uzun zamandır bahsettiğim sürdürülebilir kalkınma teması oluşturuyor. Toplumun kendini gelecek yıllara daha sağlam temelli ve nitelikli üretim altyapısıyla hazırlayabilmesi için biraz daha bu pembe oluşumdan çıkıp daha gerçekçi ve daha yaratıcı düşünebilmesi gerekiyor.

Belki de artık ironi sanatına biraz ara verip kübizmde olduğu gibi görünenin ötesindekini keşfetmemiz gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

COVID-19 dünyasında iklim değişikliği eğitiminin önemi

15 Mayıs 2020
Z kuşağı dediğimiz yeni neslin çocukları, iklim değişikliğinin etkilerine ve etkilerine karşı gelecekteki refahlarını sağlamak için giderek daha fazla harekete geçiyor. Yeni yapılan araştırmalar ise çocukların ebeveynlerini daha sürdürülebilir davranmaya teşvik etmede büyük rol oynadığını bizlere gösteriyor. Dolayısıyla çocuklar, iklim değişikliğiyle mücadele için gerekli davranış değişikliklerini teşvik edecek politikalar oluştururken göz önünde bulundurulması gereken kilit aktörler olarak karşımıza çıkıyor.

Latin Amerika gibi iklim değişikliği konusundaki eğitim içeriklerine önem veren ülkelerde yapılan araştırmalarda, çocukların çoğunun ebeveynlerine nasıl daha sorumlu tüketici olacaklarını ve çevreye nasıl bakmaları gerektiğini öğrettikleri ön plana çıkıyor. Örneğin, çocuklar bazı elektronik cihazların beklemedeyken gücü nasıl kullandıkları veya düşük ekolojik ayak izi nedeniyle yerel olarak üretilen ürünleri tüketmenin önemi hakkında ebeveynlerine bilgi aktardıklarını belirtiyor.

Yine yapılan araştırmalarda, çocukları iklim değişikliği konusunda eğitmek için en iyi yaşların 8,5 ila 11 yaşları arasında olduğu belirtiliyor; bu yaş aralığı, çocukların en proaktif oldukları ve bu konuyu gerçekten öğrenmek istedikleri zamanlar olarak görülüyor.

Peki, ulusal bir iklim değişikliği eğitim programı tüm vatandaşlar arasında çevre dostu davranışları nasıl teşvik edebilir?

Kısıtlı eğitim imkanları ve sosyoekonomik düzeyi düşük olan yerlerde konumlanan okullarda ve yerel halklarda, çevre kültürü oluşturmakta zorluk yaşanmasının ve gelirin ve eğitimin sürdürülebilir davranışların belirlenmesinde önemli bir rol oynayabileceği somut olarak görülüyor. Örneğin, ileri eğitim düzeyi ve daha yüksek geliri olan ailelerden gelen çocukların ve gençlerin, daha düşük eğitim düzeyi ve geliri olan ailelerden gelen çocuk ve gençlere kıyasla, iklim değişikliği konularında daha fazla çevre bilinci ve öğrenme isteği gösterdiğini görüyoruz.

Dünyanın günümüzdeki durumu göz önüne alındığında, iklim değişikliğini iyileştirmek adına ve ona uyum sağlamamıza yardımcı olacak daha iyi stratejiler bulmak için iklim değişikliği eğitiminin genişletilmesi gerektiğini hatırlamanın yerinde bir düşünce olduğu kanısındayım. İklim değişikliği eğitimi ile çocuk temsilcilerimizin güçlendirilmesi ailenin katılımını artıracaktır. Çocuklar, ebeveynlerinin davranışlarındaki değişiklikleri teşvik etmelerine yardımcı olmak için harekete geçeceklerdir.

Geçtiğimiz yıl son zamanların en sıcak yılını yaşadık. Fakat pandemi krizi için alınan geçici önlemler iklim değişikliği sorununa kalıcı bir yanıt olduğu izlenimini ne yazık ki vermiyor. Hatta buna karşılık olarak evde geçirilen zaman ile hane başı doğal kaynak tüketimlerinin daha da artmış olduğu yönünde. Peki neden? Çünkü son zamanlarda gözlemlediğimiz sera gazı emisyonları ve hava kirliliğindeki düşüş, lineer ekonomi modelimizi duraklatmanın hızlı bir tepkisi. Ekonomi faaliyetlerinin daha da hız kazanmaya başlayacağı dönemlerde ise sera gazı emisyonları nedeniyle gezegene verdiğimiz hasar devam edecek. Fakat yine de ekonomi faaliyetlerine ara verilen bugünlerde gezegenimiz için neler olduğuna şahitlik ettik. Peki, bireysel tüketimlerimizi de dengeleyerek neden yeryüzünde daha düşünceli davranmaya, alışkanlıklarımızı değiştirmeye ve doğal dünyayla bir arada yaşamayı öğrenmeyelim ki?

COVID-19 bize bir salgının etkisini öğretti, fakat yine de üstesinden gelmek için başka bir büyük zorluk daha var: İklim değişikliği. Geçirdiğimiz bugünlerde davranışlarımızı değiştirmeye başlamalı, iklim değişikliği ve çevre konusunda kendimizi eğitmemiz gerekiyor. Sonrasında ise iklim değişikliğine uyum stratejileri için daha fazla kaynağa sahip olacağımız bir gerçek. Ülke çapında bir iklim değişikliği eğitim programının oluşturulması, tüm vatandaşlar arasında çevre dostu davranışları teşvik etmenin en önemli yolu olacaktır.

Yazının Devamını Oku

COVID-19 çocuklarımızı nasıl etkiliyor?

21 Nisan 2020
Çocuklarımız bu salgının başrol oyuncuları değil. Fakat bu durumun en çok etkilenenleri arasında olma riski taşıyorlar. Neyse ki bugüne kadar COVID-19’un doğrudan sağlık etkilerinden büyük ölçüde etkilenmemiş olsalar da bu krizin çocuk refahı üzerinde derin bir etkisi var.

Her yaştan ve tüm ülkelerdeki tüm çocuklar, özellikle sosyo-ekonomik etkilerden ve bazı durumlarda da yanlışlıkla yarardan daha fazla zarar verebilecek etki azaltma önlemlerinden etkilenmektedir. Bununla birlikte bu salgının etkileri eşit bir dağılım göstermemektedir. En fakir ülkelerdeki ve en yoksul mahallelerdeki çocuklar ve zaten dezavantajlı veya savunmasız durumdaki çocuklar için zararın en fazla olmaları beklenmektedir.

Çocukların bu krizden etkilendiği üç ana başlık karşımıza çıkmaktadır; virüsün kendisi ile enfeksiyon, virüsün bulaşmasını durdurmak ve salgını sona erdirmek için alınan önlemlerin acil sosyo-ekonomik etkileri ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları'nın gecikmeli uygulanmasının potansiyel uzun vadeli etkileri. Tüm bunlar çocukları çeşitli şekillerde etkilemektedir. Bunlar kısaca:

Bu etkilerin ışığında ise düşük gelirli ülkelerdeki ve topluluklardaki çocuklar üzerinde etkinin en aza indirilmesi için müdahelenin kombinasyonlarının yeniden ele alınması ve en korumasız çocuklara ulaşmak için sosyal koruma programlarının genişletilmesi gerekmektedir.

Özellikle eğitim, beslenme programları, bağışıklık kazandırma ve diğer anne ve yenidoğan bakımı ile toplum temelli çocuk koruma programları ile ilgili olmak üzere erişim eşitliğine özellikle odaklanarak çocuk merkezli hizmetlerin sürekliliğine öncelik verilmesi doğru olacak uygulamalar arasındadır.

Ebeveynlere ve bakıcılara çocuklarla salgın hakkında nasıl konuşulacağı, kendi zihinsel sağlıklarının ve çocuklarının zihinsel sağlıklarının nasıl yönetileceği ve çocuklarının öğrenmesini desteklemeye yardımcı olacak araçlar dahil olmak üzere pratik destekler sağlanması da oldukça önemlidir.

İçinde bulunduğumuz bu dönem çocuklar ve insanlık için uluslararası dayanışmayı artırmanın ve dünyamızın genç kuşağına, yetiştirme ve yatırım yapma şeklimizde daha derin bir dönüşümün temellerini atma zamanıdır. Bu kriz yaşanmadan önce çocuk hakları, refahı ve eğitim gibi konularla birlikte çocuklara yeterince bakamayan bir dünyada yaşadık. Her beş saniyede bir 15 yaşın altındaki bir çocuk hayatını kaybetmekte, her beş çocuktan biri yetersiz beslenmekte, yoksul ülkelerde ise 10 yaşındaki her beş çocuktan dördü olmakla birlikte düşük ve orta gelirli ülkelerde10 yaşındaki çocukların yarısından fazlası (% 53)  basit öyküleri okuyamamakta ve anlayamamakta ve 5 yaşın altındaki her dört çocuktan birinin doğum kaydı bulunmamaktadır. Mevcut kriz süresi ne kadar uzun olursa, ekonomi mücadelesi ve hükümet harcamaları kısıtılandığından dolayı bu oranların çocuklar üzerindeki etkileri de o boyutta artış göstererek daha dramatik hale gelebilir ve bu sayıların artışı ise olasıdır.

Peki riskleri ve etkileri en aza indirmek için ne yapılması gerekiyor?

Yazının Devamını Oku

Dünya’nın platonik aşkı: İnsan

14 Kasım 2019
Dünya bizlere karşılıksız olarak sunduğu imkanların sorumsuzca suistimal edilmesine karşı artık tepkisini göstermeye başladı.

4,5 milyar yıllık bir oluşum, 195 bin yıllık insan tarihini ağırlıyor. Hem de tüm imkanlarını sunarak; aşkla ve sevgiyle. Bu fedakar oluşum, insanlık tarihinin son 60 bin yılında ise şu anki türümüz olan Homo Sapiens, yani çağdaş tipteki insanlığa ev sahipliği yapıyor.

Belki de kendimizi bildiğimiz günden bu yana, bizlere kimseden göremeyeceğimiz kadar müthiş bir cömertlikle karşılıksız olarak tüm imkanlarını sunuyor. 1760 yılında gerçekleşen Sanayi Devrimi ile günümüze kadar geldiğimiz süreçte gelişen teknoloji ve endüstriyel üretim süreçleri ile birlikte toplumsal ihtiyaç kavramında çok hızlı gelişen bir evrim süreci yaşandı. Gelişen bu evrim süreci ile birlikte de kalite standartlarındaki gelişimlere rağmen ihtiyacın zamana bağlı oluşma periyodu gün geçtikçe kısalan bir hal almaya başladı. 1980’li yıllardan itibaren ise hızlı tüketim alışkanlığının artmaya başlaması ile birlikte 2000’li yıllarda bu tüketim alışkanlıklarına bağlı olarak talebe karşı arz oluşturma arasındaki denge gittikçe yok oldu ve yerini arz ile talep oluşturmaya bıraktı.

Bunun sonucu olarak doğal kaynak ya da hammadde tüketimlerindeki hızlı artışlar iklim değişikliği sorunsalının başlamasına neden olan karbon emisyonlarının hızlı bir artış göstermesine neden oldu. Bu artışlar ile dünyanın ekolojik dengesindeki değişimler felaketler ve mevsimsel kaymalar ile kendisini göstermeye başladı.

Gün geçtikçe de bu felaketlerin yaşanma sıklığı ile büyüklüğü artmaya devam etti ve ediyor. Kısacası Dünya bizlere karşılıksız olarak sunduğu imkanların sorumsuzca suistimal edilmesine karşı artık tepkisini göstermeye başladı. Bu durumun ise ekonomik anlamda yarattığı hasarlar oldukça büyük. 2005 yılında gerçekleşen Katrina kasırgasının oluşturduğu maddi zararın 135 milyar dolar olduğunu hatırlatmakta fayda var. İklim değişikliğinin ekonomik etkisini başka bir yazımda daha detaylı olarak ele alacağım.

Her şeyden önce bize bu kadar çok imkanı cömertlikle sunan dünyaya karşı saygı duymamız gerekiyor. Hayatımızda bunca zamandır edindiğimiz tüketim ya da kullanım alışkanlıklarımızı bir anda değiştirmenin kolay olmayacağını hepimiz biliyoruz. Fakat bazı küçük adımlar ile tüketim alışkanlarımızı değiştirebilirken aynı zamanda da bizlere sevgisini sunan Dünya’da büyük değişimlerin bir parçası olabiliriz. Bunun için hayatınızdaki ihtiyaçlarınızı ve günlük rutinlerinizi gözden geçirmeye başlayabilirsiniz. Tüketim alışkanlıklarınızı optimize etmek yani ihtiyacınız kadar tüketme alışkanlığını edinebilmek için kendinize buna ihtiyacım var mı? ya da ne kadar ihtiyacım var? sorularını sormayı bir rutin haline getirebilirsiniz.

Bu iki soruyu kendinizde rutinleştirmek emin olun ekonomik olarakta tasarruf yapmanıza çok büyük oranda katkı sağlayacaktır. Sosyal medya kullanımlarınızda ise önceki yazımda da söylediğim gibi toplumsal farkındalık odaklı daha sorumlu içeriklere yer vermeye çalışın. Bu, sizlerin yapmış olduğu iyi uygulamaların geniş kitlelere yayılmasını sağlayarak, çağdaş olmanın gerekliliği olan dünyaya karşı sorumluluğun trend olmasını sağlayacaktır. Çevrenizdeki kişileride bu yaklaşım ile bilinçlendirmeyi kendinize görev edinin ve bilinçsiz bir tüketime karşı farkındalık yaratmaktan çekinmeyin. Ve unutmayın; Dünya, onun bize gösterdiği karşılıksız sevgiye karşılık bizim ona göstereceğimiz saygı ile daha yaşanılabilir bir yer olacak. 

Yazının Devamını Oku

Çağ-daş olun, bilinçli tüketin

31 Ekim 2019
Çok kısa tanımıyla çağdaşlık, bağlı olunan zamanla uyum sağlamak adına kurulan bir ilişkidir. Günümüz dünyasının gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarına baktığımızda, yaşanılan çağın sunmuş olduğu zaman karşıtı fırsatlara ve sürekli değişen algı trendlerine hızlı ve koşulsuz adaptasyon sağladıklarını görüyoruz.

Ve her şey o kadar hızlı değişim gösteriyor ki bir süre sonra toplum, kendisine sunulan bu değişimi olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirmeyi bırakarak sadece uyuma odaklanıyor. Fakat ne yazıktır ki uyum sağlanan odak alanları, zamana karşı hızlı değişimin bir parçası olabilmek adına bizi düşünselliğin yitirildiği bilinçsiz bir tüketim alışkanlığına sürüklerken, aynı zamanda bu alışkanlığın sonucu ortaya çıkan doğal kaynakların hızla yok olması gibi gelecekte bizlere günümüzü sorgulatacak sorunsallara karşı da çözüm sorumluluklarından uzaklaştırıyor.

Yani kısacası içinde bulunduğumuz çağın üretim aktörleri tüketim alışkanlıklarımızda köklü davranış değişimleri oluşturarak, bizlere zaman kazandıran fırsatlar sunarken diğer yandan da kaliteli ve nitelikli bir yaşam zamanını kısaltıyor. Peki çağın sunduğu bu fırsatlara sağlanan adaptasyon ile gerçekten çağın yanında duran bir çağdaş mıyız?

Endüstrilerin ve bireylerin, toplumsal duyarlılıkla sorumlu bir tüketim ve üretim bilincine uyum sağlaması oranı günümüzde oldukça düşük. Ve ne yazık ki iklim değişikliği gibi günümüze ve geleceğimize ciddi riskler oluşturan sorunsallara karşı enerji, su ve gıda tüketimi gibi önemli konularda tasarrufa yönelik, yaşadığı çağı sorunları ile benimseyerek çözümün bir parçası olabilmeyi henüz tam olarak benimseyememiş ve hatta bu sorunların henüz farkında dahi olmayan fakat sadece tüketim odaklılığıyla kendini çağdaş olarak tanımlayan bir tüketim toplumuyla karşı karşıyayız.

Sanal dünyanın yarattığı yapay bir hayata karşı gün geçtikçe daha çok bağımlı hale gelen bireyler, gerçek dünyadan uzaklaşarak distopik yaşam alanında yer edinebilmenin getirmiş olduğu hırs ile oksijenini kullandıkları dünyanın gerçek sorunlarından uzaklaşıyor ve sanal dünyanın hızlı değişimine ayak uydurma yolunda psikolojik savaşlar vererek yapay çözümler için çağın gerçekliğiyle olan ilişkilerini minimum seviyeye çekiyorlar. İşin özüne bakacak olursak, hızlı karakter değişimine sağlanan adaptiflik ve sanal dünyanın sorumsuz ritüeller sağlayan trendlerine sağlanan uyuma çağdaşlık deniyor.

Peki kendimize gerçekten çağdaş diyebilmek için ne yapmalıyız?

Bu sorunun cevabı aslında oldukça basit. Kazandırdığı alışkanlıkları ile uyum sağladığımız zamana yine bu alışkanlıkların sonucu bilinçsiz tüketim kaynaklı oluşan sorunsallarlada çözüm odaklı uyum sağlamamız gerekiyor. ‘’ İhtiyacım kadar’’ felsefesini benimseyerek, kullanılan enerjiyi de, suyu da, gıdayı da ve hatta para ve zamanı da ihtiyaca göre tasarruflu kullanmak gerekiyor.

Sanal hayata yönelik olarak ise, tasarrufa yönelik yapılan iyi uygulamaların ve davranışların özendirici olabilmesi için toplumda bir domino etkisi yaratabilmek adına sosyal medyayıda dünyaya karşı sorumluluk bilinciyle tasarrufa yönelik anlamlı uygulamaların paylaşılması için daha çok kullanmak gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

Cinsiyete değil, insan kavramına odaklanın

30 Ekim 2019
Kadınlar ve kız çocuklarına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması sadece temel insan hakkı değildir. Aynı zamanda sürdürülebilir bir kalkınma için kritik önem taşır.

Kadınlar ve kız çocuklarının güçlendirilmesinin çarpan etkisi ile toplumsal gelişimi ve ekonomik büyümeyi her alanda hızlandırdığı defalarca kanıtlanmıştır. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın da verilerine göre günümüzde, 15 yıl öncesine göre daha çok sayıda kız çocuğu okula gidiyor; bölgelerin çoğunda ilköğretimde cinsiyet eşitliği sağlanmış durumda.

Kadınlar artık, tarım dışında ücretli işgücünün %41’ini oluşturuyor ve bu oran 1990 yılında %35 idi. Fakat toplumumuzun bazı bölgelerinde işgücü piyasasında hala büyük eşitsizlikler var. Kadınlar hala işe eşit erişime sahip değiller. Cinsel şiddet ve istismar, ücretsiz bakım ve ev işlerinin eşitsiz bölüşümü ve kamu görevlerinde ayrımcılık hala büyük engel teşkil ediyor. Toplumsal yargıları cinsiyet eşitliğine karşı bir nebze kırmış olsak da, tabularını hala pembe ve mavi olarak yaşatan ve insanlığı cinsiyet statüsüyle kutuplaşmaya sürükleyen ciddi büyüklükte bir popülasyonla karşı karşıyayız. Empati dediğimiz kavramı ya unutuyoruz ya da varlığından dahi haberimiz yok. Sadece sahip olduğu cinsiyete bağlı olarak karşılaştıklarında büyük rahatsızlık duyacakları davranışları empatiden yoksun bir şekilde karşı tarafa yaşatarak travmatik egolarını tatmin edenler, ne yazık ki toplumun bir bütünlük içerisinde yaşamasına, kutuplaşmaların engellenmesine ve bundan kaynaklı sosyoekonomik gelişime yüksek oranda engel olan bir neden oluşturmaktadırlar.

Dünya üzerinde bir çok yerde kızlar için doğumdan itibaren eşitsizlikler ile karşılaşma başlayabiliyor ve hayatları boyuncada peşlerini bırakmıyor. Bazı ülkelerde ise ne yazık ki sağlık hizmetleri ve yeterli beslenmeden mahrum bırakıldıkları için kız çocukları arasındaki ölüm oranları daha yüksek oluyor.

Bu da günde 37 bin çocuğun gelin olduğu anlamına geliyor. Küçük yaşta zorla evlendirilmek kız çocuklarının eğitiminide etkiliyor ve gelişmekte olan ülkelerin üçte birinde ise eğitimde cinsiyet eşitliği sağlanabilmiş değil.

Dünya geneline bakıldığında kadınların yüzde 35’i eşlerinin veya sevgililerinin ya da çevrelerinde bulunan tanıdıklarının fiziksel ve psikolojik şiddetine maruz kalıyor.

Ortadoğu ve Afrika’da ise yaklaşık 133 milyon kız çocuğunun ise kadın sünnetine maruz kaldığı tahmin ediliyor. Ve bu uygulamaların sonucunda kalıcı sağlık sorunları, HIV/AIDS gibi hastalıklar ve kısır kalmak gibi sonuçlar oluşabiliyor.

Nerede yaşadığımızın, ne iş yaptığımızın ve kim olduğumuzun hiç bir önemi yok. Toplumsal cinsiyet eşitliği temel bir insan hakkıdır ve bu eşitliği geliştirmek, yoksulluğu azaltmak, sağlığı, eğitimi, korumayı ve refahı desteklemek dahil olmak üzere insan için sağlıklı bir toplum demektir. Ve unutmamalıyız ki hayatımızın her alanında kadın liderlerin teşvik edilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğini daha ileriye götürecek politikalar ve mevzuatın güçlendirilmesine katkı sağlayacaktır.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarınızın ne yapacaklarına değil nasıl yapacaklarına odaklanın

30 Eylül 2019
Hemen hemen her toplumun ana odak noktası olan ekonomik kaygılar hayatımızın birçok noktasında amacımızı tek bir parametreye odaklamamızı sağlıyor. Maddiyata… Maddiyat tabii ki önemli bir parametre. Fakat hep derler ya "Hayatta paradan daha önemli şeyler var’’ diye, ki daha önemli şeyler olmalı da zaten. Mesela İklim Değişikliği gibi…

2030 YILINA KADAR 80 MİLYON KİŞİ İŞİNİ KAYBEDECEK

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), iklim değişikliğini odak noktasına alarak bu yıl içerisinde bir rapor yayımladı.

Yayımlanan rapora göre, iklim değişikliğinin etkisi dünya ekonomisini olumsuz yönde etkileyerek 2030 yılına kadar 80 milyon kişinin işini kaybedeceği yönünde. Bu duruma karşı toplumsal bir bütünlük ile dur denilecek aksiyonlar alınmadığı takdirde her geçen yıl da küresel işsizlik sorunsalının ve dünyada yaşam kalitesi standartlarının gün geçtikçe daha da kötü bir hal alacağı kaçınılmaz bir son gibi görünüyor.

AİLELERE BÜYÜK SORUMLULUK DÜŞÜYOR

İşte tam bu noktada bir önceki yazımda da söylediğim gibi toplumun en küçük yapı taşlarını oluşturan biz ailelere büyük sorumluluklar düşüyor. Aileler olarak bakış açılarımızı, çocuklarımızın geleceklerinde iyi bir mesleki statüyle hayatlarına dair isteklerini eksiksiz olarak yerine getirebilecekleri kazançlar elde etmelerine yoğunlaştırıyoruz. Yetişkin hayatının maddi kaygılara dair getirmiş olduğu haklı nedenlerimizi ön planda tutarak, çocuklarımıza eğitim ve öğretim süreçlerinde ‘’iyi yerlere gelmek için çok çalışmalısın’’, ‘’gelecekte sıkıntı çekmemek için derslerine iyi çalış’’, ‘’şu mesleği yaparsan daha çok kazanırsın’’ gibi söylemlerde bulunarak onlara maddiyata dayalı bir gelecek kaygısı empoze ediyoruz. Meslek seçimlerinde yetenekli oldukları ya da olabilecekleri alanları o mesleğin yaşadığımız dünyaya karşı sahip olduğu sorumluluğu ile birlikte tanıtmak yerine maddi kazanç boyutuyla tanıtıyoruz. Kısacası çocuklarımızın geleceklerinde yüksek gelir düzeyi elde etmeleri için ‘’Daha iyi bir hayat’’ kavramını metaforlaştırıyoruz.

Günümüze kadar geçen zaman içerisinde devletlerin ve şirketlerin yüksek ekonomik güce ulaşabilme hırsları geleceği öngörememelerine neden olarak çok ciddi bir büyüklükte sorumsuz tüketim toplumunu yarattı ve günümüzün en önemli küresel sorunlarından biri olan İklim Değişikliği sorunsalının ortaya çıkmasında büyük bir rol oynadı. Peki, sorumlu bir üretim ve tüketim bilinci geçmişte daha fazla dikkate alınmış olsaydı bugün çocuklarımızın geleceklerinde yaşayacakları dünyaya dair belirsizlikler olur muydu?

DAHA İYİ KAZANÇ DEĞİL DAHA İYİ BİR HAYAT

İşte tam olarak bu nedenden dolayı biz ailelerin çocuklarımızın geleceklerinde daha yüksek gelir elde etmeleri için ne yapacaklarına değil, ‘’daha iyi bir hayat’’ için mesleklerini dünyaya ve topluma karşı sorumluluk bilinciyle nasıl yapacaklarına odaklanmamız gerekiyor. Söylemlerimizi, geleceklerinde sadece daha fazla maddi gelir sağlamaları için daha çok ders çalışmaları yönünde değil, her ne meslek grubunu seçerlerse seçsinler yaşadıkları dünyaya ve topluma karşı sorumlu birer birey olmaları yönünde söylemlerde bulunmamız gerekiyor.

Çünkü bugünün ve geleceğin, sorumlu bir üretim ve tüketim bilincini daha henüz aile içi eğitiminden almış, iklim değişikliği gibi küresel sorunlara karşı çözümün bir parçası olabilmeyi benimseyen ve işini severek yapacak profesyonellere ihtiyacı var.  

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), iklim değişikliğini odak noktasına alarak bu yıl içerisinde bir rapor yayımladı.

Yayımlanan rapora göre, iklim değişikliğinin etkisi dünya ekonomisini olumsuz yönde etkileyerek 2030 yılına kadar 80 milyon kişinin işini kaybedeceği yönünde. Bu duruma karşı toplumsal bir bütünlük ile dur denilecek aksiyonlar alınmadığı takdirde her geçen yıl da küresel işsizlik sorunsalının ve dünyada yaşam kalitesi standartlarının gün geçtikçe daha da kötü bir hal alacağı kaçınılmaz bir son gibi görünüyor.

İşte tam bu noktada bir önceki yazımda da söylediğim gibi toplumun en küçük yapı taşlarını oluşturan biz ailelere büyük sorumluluklar düşüyor. Aileler olarak bakış açılarımızı, çocuklarımızın geleceklerinde iyi bir mesleki statüyle hayatlarına dair isteklerini eksiksiz olarak yerine getirebilecekleri kazançlar elde etmelerine yoğunlaştırıyoruz. Yetişkin hayatının maddi kaygılara dair getirmiş olduğu haklı nedenlerimizi ön planda tutarak, çocuklarımıza eğitim ve öğretim süreçlerinde ‘’iyi yerlere gelmek için çok çalışmalısın’’, ‘’gelecekte sıkıntı çekmemek için derslerine iyi çalış’’, ‘’şu mesleği yaparsan daha çok kazanırsın’’ gibi söylemlerde bulunarak onlara maddiyata dayalı bir gelecek kaygısı empoze ediyoruz. Meslek seçimlerinde yetenekli oldukları ya da olabilecekleri alanları o mesleğin yaşadığımız dünyaya karşı sahip olduğu sorumluluğu ile birlikte tanıtmak yerine maddi kazanç boyutuyla tanıtıyoruz. Kısacası çocuklarımızın geleceklerinde yüksek gelir düzeyi elde etmeleri için ‘’Daha iyi bir hayat’’ kavramını metaforlaştırıyoruz.


Günümüze kadar geçen zaman içerisinde devletlerin ve şirketlerin yüksek ekonomik güce ulaşabilme hırsları geleceği öngörememelerine neden olarak çok ciddi bir büyüklükte sorumsuz tüketim toplumunu yarattı ve günümüzün en önemli küresel sorunlarından biri olan İklim Değişikliği sorunsalının ortaya çıkmasında büyük bir rol oynadı. Peki, sorumlu bir üretim ve tüketim bilinci geçmişte daha fazla dikkate alınmış olsaydı bugün çocuklarımızın geleceklerinde yaşayacakları dünyaya dair belirsizlikler olur muydu?

İşte tam olarak bu nedenden dolayı biz ailelerin çocuklarımızın geleceklerinde daha yüksek gelir elde etmeleri için ne yapacaklarına değil, ‘’daha iyi bir hayat’’ için mesleklerini dünyaya ve topluma karşı sorumluluk bilinciyle nasıl yapacaklarına odaklanmamız gerekiyor. Söylemlerimizi, geleceklerinde sadece daha fazla maddi gelir sağlamaları için daha çok ders çalışmaları yönünde değil, her ne meslek grubunu seçerlerse seçsinler yaşadıkları dünyaya ve topluma karşı sorumlu birer birey olmaları yönünde söylemlerde bulunmamız gerekiyor.

Çünkü bugünün ve geleceğin, sorumlu bir üretim ve tüketim bilincini daha henüz aile içi eğitiminden almış, iklim değişikliği gibi küresel sorunlara karşı çözümün bir parçası olabilmeyi benimseyen ve işini severek yapacak profesyonellere ihtiyacı var.  

Yazının Devamını Oku

Çocuklarınızı kahraman gibi yetiştirin

17 Eylül 2019
Aileler olarak çocuklarımızı hayatları boyunca iyi ve güçlü karakterlere sahip, topluma karşı duyarlı bireyler olmaları için onlara elimizden gelen en iyi eğitimi vermeye çalışıyoruz. Doğru olanda bu tabii ki. Peki, buna artı bir değer daha ekleyerek, çocuklarımızın topluma karşı duyarlı bireyler olmasını sağlarken aynı zamanda neden yaşadıkları dünyalarında kendilerini birer kahraman gibi hissetmelerini sağlamıyoruz?

Hepimizin bildiği gibi dünyanın çevresel ekolojik dengesi gün geçtikçe olumsuz yönde değişime uğruyor. Sorumsuz tüketim çılgınlığı küreselde büyük yankı uyandıran "İklim Değişikliği" sorunsalının etkilerini bizlere her gün hatırlatıyor. Bu sorunsala karşı devletler ve hizmet ve üretim endüstrisi çeşitli aksiyonlar alıyor. Fakat bu sorunsala karşı toplumların kitlesel olarak ortak bir "Çevre Bilinciyle" hareket etmemesi ne yazık ki devletlerin ve endüstrilerin almış olduğu aksiyonları istenilen seviyede çözüm yeterliliğine ulaştırmıyor. İşte tam olarak bu noktada daha yaşanılabilir bir dünya için ve çocuklarımızın geleceğini garanti altına almak adına toplumun en küçük yapı taşlarını oluşturan ailelere büyük iş düşüyor.

Bugüne kadar ben dahil birçok çevre uzmanınında dediği gibi çevre bilinci de diğer toplumsal bilinçler gibi ailede başlıyor. Çocuklarımızı, daha temiz bir dünyada kendi geleceklerini farkındalıklarıyla inşa etmeleri için dünyaya karşı sorumlulukları olduğu bilinciyle birer birey olarak yetiştirmek gerekiyor. Fakat unutmamamız gereken önemli noktalardan bir tanesi de çocuklarımızın henüz oyun çağında oldukları ve uçsuz bucaksız bir hayal güçlerinin olduğu. Aslında bu durum onlarda bu bilinci oluşturmamız için bizlere kolaylık sağlıyor. 

Şöyle düşünün mesela; evinizde çocuğunuza çok küçük sorumluluklar veriyorsunuz. Bu sorumluluklar, kimsenin olmadığı bir odada yanan ışığı söndürmek, boşa akan bir musluğun kapatılmasını sağlamak, tabaklarında kalan fazla yemeklerini hayvan dostlarımız ile paylaşma isteklerinde bulunmalarını sağlamak ya da resim yaptıktan sonra kullanmadıkları kağıtları tekrar kullanabilecekleri türden sorumluluklar olsun. Her bir sorumluluğu yerine getirdiklerinde ise onlara bu sayede dünyada birden fazla insanı ve hayvanı susuzluktan kurtardıklarını, bir ağacın yok olmasını engellediklerini ve onlara bu sayede birer kahraman olduklarını söyleyin. Hangi çocuk kahraman olmak istemez ki … Emin olun bu kahramanlıklarını okuldaki arkadaşlarıylada paylaşacaklar ve biz aileler yeni kahramanların oluşmasını da sağlamış olacağız. Ve bu sayede gelecekte çocuklarımızın yöneteceği bu dünya siz kahraman yetiştiren aileler sayesinde daha temiz bir dünya olacak. 

Yazının Devamını Oku