ÖRNEK I :
ERKEĞİN SÖYLEDİĞİ : “Çok fazla çalışıyorsun”
ASLINDA DEMEK İSTDİĞİ : “ Daha çok desteği hak ediyorsun”
KADININ ANLADIĞI: “ Bana yeterince zaman ayırmıyorsun”
KADININ DÜŞÜNDÜĞÜ: “ Yaptıklarımı yeterli de görmüyor, değerini de bilmiyor, hep daha fazlasını istiyor”
ÖRNEK II:
ERKEĞİN SÖYLEDİĞİ : “Bu konuda bu kadar kaygılanmamalısın “
Bir erkek danışanım 12 yıllık eşini artık tanıyamadığını akıllı telefon aldı alalı evde yemek bile yapmak istemediğini, sürekli mesajlaştığını ve başkalarının hayatlarını merak ederek, sürekli takip ettiğinden şikayetçiydi.
Tabi evde anne babalar böyle oldukça çocukları da aynı derecede hatta daha fazla sosyal medya ile vakit geçirmeye başlıyor. Hiç tanımadığı kişilerle tanışma tehlikesi olduğu gibi, sırf arkadaşı diye çok fazla güven duyarak pek çok iletişim kazası yaşanabiliyor.
Örneğin; 15 yaşındaki bir gencin sosyal medya hesabı çalınmış ve onun adına başkalarının olduğu cinsel içerikli videolar paylaşılıp açık adresi ve telefonu paylaşılmıştı. Genç kız bu yaşanılanlardan depresyona girmiş, aile ilişkileri bozulmuş, hatta intihar etmek istemiş ve bir süre çocuk ve ergen psikiyatri servisinde gözetim altına alınmıştı.
BENLİK ALGISI DÜŞÜK OLANLAR SOSYAL MEDYADA DAHA ÇOK ZAMAN GEÇİRİYOR
ANNE BABALAR NELERE DİKKAT ETMELİ?
Öyküyü derinleştirdiğimizde anne şöyle anlatıyor;
“Sekiz çocuklu bir ailenin beşinci çocuğuyum. Babam yurtdışında çalışıyordu, yılda iki ay gelirdi, onda da bize karşı hep çok sertti. Annemi sürekli iş yaparken hatırlıyorum. Ben biraz büyüdüğümde en büyük ağabeyim ve ablam evlenmişlerdi. Beni ve kardeşlerimi benden 5 yaş büyük olan ablam büyüttü. Annemin gözümün içine bakarak konuştuğunu, bir kez bile bana sarıldığını, okuldan gelince derslerimi sorduğunu hiç hatırlamam. Veli toplantılarıma bile ablam ara sıra gelirdi. Küçük kız kardeşlerimle hiç anlaşamazdım. Sürekli kavga ederdik.
Şimdi anlıyorum neden kavga ettiğimizi, annemi paylaşamazdık aslında. Kimin karnı ağrırsa annem onunla ilgilenirdi, karnına sıcak su torbası koyardı. O sıcaklık öyle iyi gelirdi ki bize, annem bize sarılmış sayardık.
Şimdi bakıyorum da , farkındalığını sağladığınız şeye; galiba ben de oğlumu ihmal etmişim. Ona hep ne yapmaması gerektiğini söylüyorum. Fazla kucağıma almıyorum, sarılmıyorum. Erkek oyunları oynamaktan hoşlanmıyorum. Beni kızdırdığında odasına göndererek cezalandırıyorum, akşam babasına şikayet ediyorum. Anladım ki mekanik bir anneyim, duygumu ve sevgimi tıpkı annem gibi yansıtamıyorum. “
Anneler duygusal olarak neden var olamazlar?
Her ne sebeple olursa olsun, bu durum çocuklar için dayanılmaz bir acıdır , ya istemekten vazgeçerek içe kapanırlar, ya da sevgi ve ilgiyi başkalarından alabilmek için çırpınırlar.
Sosyal medyanın iletişim alanında büyük avantajlar ve kolaylık sağlamasının yanında maalesef özellikle henüz ergen ve lise çağında olan gençler bu iletişim kanallarını amacının dışında kullanarak maksadını aşarak bunu iletişim ve haberleşme kanalı olarak değil, hakaret tehdit ve benzeri suçlara dönüşecek şekilde kullanmaktadırlar. Bu durum tabi sosyolojik ve hukuksal açıdan irdelenmelidir.
Suç tek başına oluşmaz , onu tetikleyen sosyo ekonomik ve farklı psikolojik etkenlerde vardır. Gençler maalesef sosyal medyayı denetimsiz, engelsiz ve hiç bir cezai müeyyedesi olmayan bir mecra olarak görmekte, lakin bu değerlendirmeleri de onların sosyal medya üzerinden ceza hukuku açısından suç işlemeye sevk etmeye sebebiyet vermektedir. Bu bağlamda ebeveynlere de büyük sorumluluklar düşmektedir.
Sosyal iletişim ve haberleşme ağı üstünden işlenen suçların Ceza Hukuku açısından değerlendirmesi için Avukat Hakan Eşelioğlu ile konuştum, bakın örneğin ‘ Hakaret Suçu ‘ hakkında ne söylüyor;
suçun basit veya nitelikli şekillerinden hangisinin işlendiğine göre farklılık arz eder. Suçun basit şeklinde, yani kamu görevlisi olmayan bir kişinin yüzüne karşı hakaret halinde, hakaret suçunun cezası 3 aydan 2 yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır.
Suçun basit şeklinde hakim ya hapis cezası ya da adli para cezası verecektir. Her iki cezanın aynı anda verilmesi mümkün değildir. Hakim gerekçeli kararında neden hapis cezası veya adli para cezası verdiğini de açıkça gerekçelendirmek zorundadır.
Nitelikli Hakaret Suçu Cezası (TCK 125/3)
Suçun nitelikli hallerinde hakaret suçunun cezası, 1 yıl ile 2 yıl arasındadır. Mağdurun kamu görevlisi olması (avukat, hakim, memur vs.) ve hakaretin görevinden dolayı yapılmış olması, kişinin mensup olduğu dinin kutsal değerlerine veya din özgürlüğünün kullanılmasına hakaret edilmesi hakaret suçunun cezası ağırlaştırılmış nitelikli şekli olarak kabul edilmektedir.
GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE BURADAN GENÇLERE BU İLETİŞİM KANALLARINI KULLANIRKEN DAHA DİKKATLİ VE DUYARLI SAĞDUYULU BİR ŞEKİLDE HAREKET ETMELERİNİ VE BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE KULLANMALARINI TAVSİYE EDERİM. LAKİN BUNA DİKKAT ETMEZLERSE KANUNUN ÖNGÖRDĞÜ CEZA VE YAPTIRIMLARA MARUZ KALIRLAR.
AŞK HERŞEYİ HALLEDER Mİ?
Gençler kısa sürede tanıdıkları kişiye “ AŞIK OLDUM galiba” diyerek alelacele evlilik kararı alıyor, ardından ne yazık ki pek çok hayal kırıklıkları ile karşılaşıyorlar. Çünkü aşkın yarattığı görme kusuru evlilikle beraber düzeliyor ve gerçekleri görmeye başlıyorlar.
Özellikle evliliklerinin ilk yıllarında birbirlerini yeterince tanımadıkları ya da kendi ihtiyaçları doğrultusunda görmek istedikleri gibi göremedikleri için “Şiddetli Geçimsizlik” başlığı altında yüzlerce boşanma davasına konu oluyorlar.
Elbette gerek eğitim, gerek iş, gerekse sosyal ortamda yüzlerce kişi ile tesadüf eseri tanışıyor, içlerinden sadece bir tanesine ilgi duyup, bir ömür boyu geçireceğiniz kişi ile evlilik kararı alıyorsunuz.
22 yıllık evliyiz, evlendiğimiz günden beri önce aile, sonra iş, sonra maddi sorunlar derken hep problem yaşıyorduk. Bazen küser haftalarca konuşmazdık. En son 12 yıl önce büyük bir kavga ettik ve ben yatak odasını terk ettim. Ne eşim ne de ben ilk adımı bir daha atmadık. Önce özür dilemesini bekledim, sonra beni ikna etmesini istedim. Ama ne o benden özür diledi, ne de ben onu affettim.
Bu evliliği kızım için yürüttüğümüze karar verdik, önce yatakları, sonra hesapları , sonra da sosyal ortamımızı ayırdık. Kızımızın yanında ona hissettirmemeye çalışıyorduk ama galiba başarılı olamadık. O üniversiteye gidince boşanırız dedik, ama bu sefer de kim evden ayrılacak konusunda anlaşamadık. Son 2 yıldır evde hiç konuşmuyoruz. Kızım tatile gelirse ortak bir konumuz oluyor, onun dışında ikimiz de ayrı ayrı hayatlar yaşıyoruz.
Bir arkadaşım siz niye evlilik terapistine gitmediniz dedi, bizi yönlendirdi. Sizce bunca olaydan sonra bir şeyleri toparlayabilir miyiz? Yoksa boşanmalı mıyız?
Bu örnekte olduğu gibi sorun yaşayan çiftlerde zorunlu olmadıkça hiçbir iletişime girmediklerini, ama yalnız yaşamaktan korktukları için de birbirlerini baston olarak görerek hayata tutunduklarını sıkça görüyoruz. Çiftler ‘ sanki aynı evde yaşayan iki otelci gibiyiz ‘ diye tanımlamaktalar kendilerini.
Peki neler oluyor da çiftler birbirlerinden bu kadar uzaklaşmayı başarabiliyorlar? İletişimlerini Neler Azaltıyor?
Bu saydığım sebepler çiftin yaşadığı sorunların bir süre sonra kronik bir hal almasına sebep olmakta, birbirlerinden uzaklaşmalarına , kavga etmektense hiç konuşmamalarına neden olmaktadır. Doğal olarak gözden ve gönülden uzak olan TEN ‘ den de uzaklaşacaktır.
14 yıllık evliyiz, 10 yaşında kızımız , 4 yaşında oğlumuz var. Çocuklar olana kadar eşim benimle ve evle daha ilgiliydi. Cinsel hiçbir sorunumuz yoktu. “Bir an önce şu iş bitse de eve gitsek “ diye düşünüyorduk. Hamile kaldığımı öğrendiğimiz gün heyecandan ölecektik neredeyse, ancak ne zaman ki oğlumuz doğdu, annesi ve babası bizim eve çok sık gelmeye başladılar, eşimin keyfi kaçtı. Bir süre sonra işlerim uzadı, toplantım var bahanesi ile eve gelmemeye , küçük şeylere çabuk sinirlenmeye, yerli yersiz benimle kavga etmeye başladı. Önceleri uykusuzluk, çocuk derken pek alttan alamıyordum ama sonraları alttan almaya hatta boş vermeye başladım. Ben çocuğa yoğunlaştıkça onun öfkesi daha da arttı.
Ara sıra dalgın ve mutsuz olduğunu fark ediyordum ama bu kadar kötüleşeceğini eşimin depresyona gireceğini, kendini bizden, işten , arkadaşlarından soyutlayacak kadar geri çekileceğini hiç düşünmemiştim. Bir türlü konuşmayı başaramıyoruz, çocuklar babalarını özlüyorlar, oyun oynamak , sinemaya , parka gitmek istiyorlar. Bense aşık olup evlendiğim adamı kaybetmenin şaşkınlığı ve derin bir yalnızlık içindeyim . Ne yapacağımı şaşırdım, bize neler oldu doktor hanım?
BUZ DAĞININ ALTI “ TERK DEPRESYONU “
Bu örnekte olduğu gibi evlilik hayatı aslında kendi doğumumuzla birlikte geldiğimiz aileye psikolojik geri dönüşün bir yansımasıdır. Eğer çiftlerden biri veya her ikisi büyüdükleri aile içinde duygusal ihmal edilmiş , anne ve babalarına güvenlerini yitirmiş, onlardan koşulsuz sevgiyi alamamış, hatta anne veya babası tarafından terk edilmiş ise, yıllar sonra bütün bu yaşanılanlar danışanların öfke duygularını ‘ İÇE YA DA DIŞA YANSITMASINA ‘ neden olur.
Çift terapisinin ilk aşamalarında bireysel öykü almaya başladığımda; Ahmet beyin 4 çocuklu bir ailenin tek erkek çocuğu olduğunu, kendisi 2 yaşındayken ticari yaşamında alacak verecek davasından babasının bir kavgaya karıştığını ve daha sonra yaklaşık 7 yıl hapis yattığını, bu süreç içinde annesinin tek başına çocuklara bakmakta zorlandığı için Ahmet ‘i başka bir şehirde yaşayan halasına bıraktığını, zaten maddi durumları kötü olan halasının yanında kendini bir yük, işe yaramaz bir sığıntı gibi hissettiğini, babası hapisten çıktıktan sonra da 9 yaşında tekrar ailesinin yanına döndüğünü öğreniyorum.
2-9 yaş arasındaki bu süreçte her ne kadar halası ona ikinci annelik yapsa da aklı erdikçe; “ Neden kardeşlerimi değil de beni bıraktı annem” sorusunu kendine sıkça sorduğunu ve hem annesi hem de babası tarafından terk edilmişliğin acısı içinde gün geçtikçe büyüttüğünü öğreniyorum.
Babası döndükten sonra aile bir arada yaşamaya başlamış, maddi durumları düzelmiş, daha iyi bir evde oturuyor, daha iyi arabalara biniyorlardı. Hatta ortaokul ve liseyi özel bir kolejde okumuştu, ama aksi, sinirli , sürekli bağıran babasına nerdeyse hiç karşılık vermeyen alttan alan annesine bir yandan acıyor, bir yandan da onu terk edip gittiği için içten içe öfke duyuyordu.
Ahmet bey yıllar sonra çok başarılı bir okul hayatı geçirmiş, Mimar olmuştu. Hiç kimseye muhtaç olmamak için çok çalıştığını ve “ Olur da benim başıma bir şey gelirse çocuklarım rahat etsin” diyerek bankada yüklü miktarda para biriktirdiğini söylüyordu.
Yine portakal çiçeği kokuyor şehrim, hep mi bu kadar güzel kokardı yoksa son beş yıldır daha mı bir güzel kokuyor?
Hani bir anne bebeğinin ya da bir aşık sevgilisinin kokusuyla mest olur ya işte bu şehir de her Nisan kokusuyla insanları mest ediyor, baş döndürüyor. İnsanın birkaç günlüğüne de olsa dertten kederden uzaklaşıp, korktuğu her ne varsa kaçıp portakal çiçeği kokan şehrin kollarına saklanası geliyor.
Bir gün yaşadığımız şehrin kokusuna sahip çıkacağımız hiç aklıma gelmezdi. “ Ne Adana mı? Karnaval mı? Hadi canım kim gelir ? Adanalıyı bozar ! Kesin bir arıza çıkar ! “ gibi onlarca olumsuz cümleye aldırmadan canla başla çalışılacağı ve tüm Adana sevdalılarının Karnavalına sahip çıkacağı aklıma gelmezdi.
İşte Oldu! Karnaval hazırlıklarımız tamamlandı. Mangallar yakıldı, yöresel tüm yiyecekler hazır. Portakal rengi tütüler, rengarenk kıyafetler, taçlar, takılar …. Sokaklarda müzik var, dans var, coşku var!
Bu rüyanın gerçekleşmesinde başta Ali Haydar Bozkurt ve Ayşe Arman olmak üzere emeği geçen herkese gönül dolusu teşekkürlerimizi sunuyoruz. Dünyanın dört bir yanından gelen konuklarımıza “ Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” diyoruz.
Uzun süredir yaşadığımız karabulutların ardından artık gönlümüzce gülmek , eğlenmek istiyoruz. “ Başkaları ne der ?” demeden en süslü şapkamızı, tacımızı takmak , en yaratıcı kostümlerimizle sanki bir podyumda yürür gibi yürümek istiyoruz.
Sokaklarda saatlerce elimizi kolumuzu sallayarak gezinmek, çoluk çocuk şarkı söylemek, KORKMADAN tanıdık tanımadık herkesle selamlaşmak, gözlerimizin içi gülerek “ MERHABA” demek istiyoruz..
Adana’dan tüm dünyaya BARIŞ ve SEVGİ mesajı vermek , kardeşçe ve dostça bir arada yaşamak nasıl olurmuş görsünler istiyoruz.