Nilüfer Kas

Konuşmanın zekáyla ilişkisi

13 Mart 2008
Normal koşullarda kız çocukların 1.5, erkek çocukların ise en geç 2 yaşında konuşması gerekiyor. Gecikmiş konuşmaya bazı psikiyatrik hastalıklar, çocukluk hastalıkları neden olabildiği gibi işitme kaybı da neden olabilir. Uzmanlar zihinsel kapasite ile konuşma arasında da bağlantı olduğunu belirtiyor.

Gazeteci arkadaşım Şükran Pakkan beş aylık hamile. Bu hafta sonu dört boyutlu ultrasona girecek. Bebeğinin iç organlarının gelişimini tamamladığını görecek olmanın heyecanıyla içi kıpır kıpır. Bu heyecanı atlattıktan sonra bebeğiyle ilgili başka heyecanlar duyacak (Tecrübe konuşuyor).

İlk uykusu, ilk gazı, ilk kakası, ilk dişi, ilk ateşlenmesi, ilk kelimeleri, ilk adımı... Bir anneyi heyecanlandıran ilklerin zamanında yaşanması çok önemli. Ancak bazen bu ilkler tam zamanında gerçekleşemeyebiliyor. İlk kez söylenecek "baba" veya "anne" kelimesi için üç-dört yaşı bekleyen, umutsuzluğa düşen aileler var. Haklılar da... Çünkü günümüz koşullarında bir çocuğun konuşmaya başlama yaşı 18 aya indi. Eskiden çocuk 3 yaşında konuştuğunda bu normal karşılanıyordu. Uyaranların, çevresel faktörlerin çok fazla olması erken konuşma üzerinde oldukça etkili. Kız çocukların 1.5, erkek çocukların ise en geç 2 yaşında konuşması gerekiyor.

Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi psikologlarından Leyla Aslan, söz konusu aylar civarında konuşmanın gerçekleşmemesi durumunda ailenin dikkatli olması gerektiğinin altını çiziyor. Aslan, çocuğun ses üretiminde, konuşmaya ilişkin motor olgunlaşmasında, kavram geliştirmesinde yaşıtlarına uymayan konuşmanın "gecikmiş konuşma" olduğunu söylüyor.

Psikolog Leyla Aslan’a göre çocuk 18 aylıkken ortalama 50 kelime kullanmıyorsa, 3.5 yaşında dilin gramer yapısına uygun konuşmuyorsa bu gecikmiş konuşma sayılmalı. Aslan "Gecikmiş konuşmaya bazı psikiyatrik hastalıklar, çocukluk hastalıkları neden olabildiği gibi işitme kaybı da neden olabilir. Bu nedenle duymanın sağlam olup olmadığına bakılmalı. En önemlisi etrafta uyarıcıların yeterli olup olmadığına bakmak lazım. Çünkü dinlenmediği zaman konuşma öğrenilemez" yorumunu yapıyor.

Gecikmiş konuşma tembellik değildir

Peki, zihinsel kapasite ile konuşma arasındaki bağlantı var mı? Leyla Aslan bu soruya "Zihin konuşmayı öğrenmede etkili. İnsan önce algılar, sonra hafızaları, zihinleri ve dilleri gelişir. Dilden sonra düşünce ve duygular, devamında ise kişilik gelişir. Böyle bakınca algıdaki bir bozukluk, sonrasında zihinsel bozukluğa veya konuşma bozukluğuna neden olabilir. Konuşma zihnin en üst düzeydeki işlevidir. Gecikmiş konuşmayı tembellikle açıklamak mümkün değil. Ama çocukta depresyon varsa bu konuşmayı etkiler" yanıtını veriyor.

Konuşmanın gecikmesi için en az orta düzeyde zihinsel yetersizliğin var olması gerektiğinin altını çizen Leyla Aslan "Örneğin 0-25 arasında zekáya sahip bir çocuk konuşamaz, cümle kuramaz. Zekásı 45-65 arası olanlar konuşur ama çok uzun cümleler kuramaz ve konuşmaya düşüncesini katamaz. Okumayı da konuşmayı da kusurla öğrenir. Down sendromlu olanlar kelimelerdeki ekleri kullanamaz. Ama bazıları çok iyi bir eğitimle üniversiteye gidebilir" diyor.

Oğlu 3 yaşına kadar konuşmadığı için yakın bir arkadaşımın neler çektiğini çok iyi biliyorum. Yaptırmadığı test, gitmediği uzman kalmadı. Bu mücadeleden 6 ay sonra çocuk kendiliğinden konuştu. Şimdi susturabilene aşk olsun. Psikolog Leyla Aslan, zeká ve konuşma ilişkisini gösteren bir tablo hazırladı. İlginizi çekeceğini düşündüğüm için yazımı kısa kesiyorum.

Zeká puanı ve konuşma ilişki tablosu

0-25 arası zeká: Çok ileri derece zihinsel yetersizlik durumudur ve konuşamazlar.

25-45 arası zeká: İleri derecede zihinsel yetersizlik durumudur ve kavram oluşturmada güçlükleri vardır. Sesleri düzgün çıkartabilir. Emir cümleleriyle konuşur. Kendi ihtiyacı kadar konuşur.

45-65 arası zeká: Orta derecede zekáya sahiptir. Okuma yardımıyla konuşur. Konuşma gelişebilir. Ancak, geç konuşur. Kavram oluşturmada güçlük çeker. Geç okur. Konuşmanın duyguları ifade etme bölümünde genelde çocuksu kalır.

65-75 arası zeká: Hafif derece zihinsel yetersizlik olarak tanımlanır. Konuşma kusuru çok fazla olmaz. Daha çok bazı sesleri çıkartma da sorun yaşar. "K, S, Z, R" gibi sesler bozuk çıkar. Artikülásyon bozukluğu görülebilir. Genel bir olgunluk eksikliği vardır. Yaş ilerledikçe bu durum daha çok ortaya çıkar. Geç okur, yaşıtlarını bir yıl geriden takip eder.

75-100 arası zeká: Donuk normal zihinsel durumdur. Konuşmayı çok fazla etkilemez.

100-115 arası zeká: Parlak normal zeká durumudur. Rahat konuşur ve kavram geliştirir.

115-125 arası zeká: Süper normal bir zeká düzeyidir. İyi konuşur, hızlı konuşur ve düşünür. Kesik kesik konuşmayıp, arka arkaya çabuk düşünüp konuşur. Zeki insanlar söylemek istediklerini çok net söyler. Bunlar da öyledir. Yalnız zeká düzeyi çok ileri olanlarda konuşma biraz bozulur. Mesela 125-130 arası bir zekáda konuşma çok hızlanır.

132-160 arası zeká: Süper zeká yani dahidirler. Düşünce sistemi anlaşılamayan bu dahi çocuklar çok hızlı düşünüp komut alır. Konuşma tarzı gerçekten farklıdır. Çok hızlı düşündükleri için konuşma sistemleri düşünce ağırlıklıdır. Düşünceleri önde olur. Düşünce hızında konuşur ve tonlama yapmaz.
Yazının Devamını Oku

İnatçı yüksek ateşle mücadele

6 Mart 2008
Yüksek ateş nedeniyle günlerdir perişanları oynadık. Üzerine paranoyalarım da eklenince son birkaç günümüz kabus gibi geçti. Geçen hafta sabaha karşı Nehir’in kor gibi yanan eliyle omzuma dokunmasıyla ateşle mücadele sürecimiz başladı. Ateşi 38.7’ydi. Ne burun akıntısı ne de öksürüğü vardı. Birdenbire çıkan ateş yüreğimi ağzıma getirdi. Hemen iki ölçeğe yakın ateş düşürücü verdim. Üç saatin sonunda ateşi normale indi. Ben onu okula göndermemeyi düşünürken yataktan fırladı. O gün buz pateni ve dans dersi varmış, kaçırmak istemiyormuş. Neredeyse okula gitmek için yalvardı ve sabahın 07.00’sinde daha fazla tartışmamak için okula gönderdim.

Ama içim içimi yedi. Nasıl olduğunu merak ettiğim için öğlen saatlerinde yanındaydım. Baktım bizimkisi burnunu çekiyor. Sınıf arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında Nehir’e sarılıp "Yaşasın burnun akıyor. Nehirciğim çok sevindim" dedim. Kızım "Anne nezle olmama neden bu kadar sevindin anlayamadım?" diye tepki gösterdi. Haklıydı ama ben de haklıydım. Nedensiz yükselen ateş insana bin türlü şey düşündürüyor.

İkinci gece yine 04.00 civarında Nehir’e dokunmamla yerimden fırlamam bir oldu. Ateşi 39.6 olmuştu. Ateş düşürücüyü verirken diğer taraftan da üzerindekileri çıkarıp banyoya sürükledim. O sırada annem uyandı. 10 dakikaya yakın duş aldırdım. Ama nafile. Ateş 48 saat boyunca Nehir’in yakasını bırakmadı. Gözümüze uyku girmedi. En düşük seviyesi bile 38 ve üzeriydi. Biz ateşin yükselmesine çok da alışkın değiliz. Çünkü Nehir mikroplarla karşılaştığında mücadele etmek yerine direkt teslim olmayı seçtiği için çoğunlukla ateşi çıkmaz. O yüzden çok yüksek ateş kızımın tüm dengelerini alt üst etti.

Ateşin sebebi mikroplarla savaş

Ateş, beynin hipotalamus bölgesinin kontrolü altında olan savunma sisteminin doğal bir tepkisi. Bu bölge hastalık nedeniyle vücutta salgılanan PGE2 maddesinden etkilenip, vücuda "Isı derecesini artır" emrini veriyor. Böylece ateş yükseliyor. Uzmanlar, 36,5-37 derece civarını normal, 38-39 dereceyi hafif, 39-40 dereceyi orta, 40-42 dereceyi yüksek ateş olarak tanımlıyor.

Çoğu aile, ateşsiz süren hastalığın tedavi sürecinin kısa olduğuna inanıyor. Aslında bu inanç çok da doğru değil. Çünkü vücut ısısının arttığı ortamda, bazı mikropların bölünerek sayıca artması engelleniyor. Buna karşılık bu dönemde savunma hücreleri bölünerek sayıca artıyor. Ateş, enfeksiyon ile savaşmada vücuda yardımcı oluyor ve hastalık sürecini kısaltıyor. Ama bu süreç her zaman için geçerli değil.

Mesela suçiçeği veya nezle gibi enfeksiyonlarda ateş düşürücü ilaçlar kullanıldığında hastalık süreci ortalama 3-5 gün kadar uzayabiliyor. Bu durumlarda mümkünse ailelerin ateşe müdahale etmemesi öneriliyor.

Ateşin çocuğu nasıl etkilediği, çocuktan çocuğa değişiyor. Nehir ateşi 38.5’in üzerine çıktığında mızmızlanıyor, keyfi azalıyor, hareket kabiliyeti düşüyor. Geçen gece ateşi 39.6 olduğunda ise bacaklarını açıp kapatmakta, gözlerini sağa-sola, aşağı-yukarı hareket ettirmekte zorlandı. Ama bazı çocuklar 40 derece ateşle takla atıp oynayabiliyor. Çocuk doktorları, ateş düşürücü kullanırken daha çok çocuğun o günlerdeki yaşam kalitesini göz önünde bulundurmak gerektiğinin altını çiziyor.

Havale ihtimali korkutuyor

Nehir, ateşe çok direnemedi. Ateş inatçı çıktı. Her ne kadar ateşten kaynaklanan havalenin, 6 aylık ila 6 yaş arasındaki çocuklarda görülme olasılığını bilsem de kızımın havale geçirmesinden korktum. Doktorlara göre ateş sebebiyle havale geçirme oranı oldukça düşük. Havale olması halinde de çoğu zaman çocuğun merkezi sinir sistemine uzun dönemde herhangi bir zarar verilmediği söyleniyor. Ama çocuk daha önce ateşten dolayı havale geçirdiyse, tekrar geçirme olasılığı artıyor. Geçmişinde havale hikayesi olanlarla, çocuğu daha önce havale geçiren ailelerin özellikle 0-6 yaş arasında ateş kontrolünü daha iyi yapmaları öneriliyor.

Tüm bu bilgilere sahip olduğum halde Nehir’in ateşi yükselince tüm bildiklerimi unutuyor, kafamdaki kötü senaryolarla mücadele etmeye başlıyorum. Birkaç yıl öncesine kadar her ateş yükselmesinde kitapları açar bakardım. Bu anlamda ilerleme kaydettim. En azından şimdi bir elimle soğuk kompres yaparken diğer elimle kitap sayfası çevirmiyorum.
Yazının Devamını Oku

"Palyaço doktorlar"ın güldürdüğü çocuklar

28 Şubat 2008
Ellerindeki çekçek bavullarıyla hastanelere gidip, 34 metrekarelik hemşire soyunma odasında kendilerini dört saatliğine "palyaço doktor" yapacak kostümleri giyen sekiz kişi, ceplerinde rengarenk balonları, ellerinde sabundan balon çıkaran oyuncaklarıyla hasta çocukları hayata bağlıyorlar. Gülmenin en iyi ilaçlardan bile daha yararlı olduğuna inanan bir tıp öğrencisinin hikayesini anlatan "Patch Adams" filmi isim olarak birçok kişiye bir şey ifade etmese de, Robin Williams’ın kocaman kırmızı burnuyla hasta çocukları güldürmek için verdiği mücadeleyi çoğunuz hatırlarsınız. Robin Williams’dan daha şanslı olan, desteklenen, eğitilen, hatta 3 ayda bir terapi gören, gönüllü olarak hasta çocuklara yaşamın güzel taraflarını gösteren, onların hayattan kopmamaları için güldüren, "palyaço doktor" olarak tanınan "sevgi doktorları" var.

Sekiz hastaneye gidiyorlar

Çocukların gözlerindeki gülümsemeye tanık olunca, onların yaptıkları işin ne denli önemli olduğunu anladım. Tam sekiz kişi, işleri güçleri olmasına rağmen "palyaço doktor" olarak çocuk kliniklerinde tedavi gören hasta çocuklara moral oluyor, hayata gülümseyen gözlerle bakmalarını sağlıyorlar. Sloganları ise düşündürücü: "Çocukları önemsemeyen hayatı da önemsemez!"

Sekiz kişi, ellerindeki çekçek bavullarıyla hastanelere gidip, 34 metrekarelik hemşire soyunma odasında kendilerini dört saatliğine "palyaço doktor" yapacak kostümleri giyiyorlar. Kocaman kırmızı burunları takıp, makyajlarını tamamladıktan sonra ceplerinde rengarenk balonları, ellerinde sabundan balon çıkaran oyuncaklarıyla çocuk kliniğine dağılıyorlar.

10 yıllık yaşam serüveninin 5-6 yılını hastanede geçiren lösemi hastası çocuklar, sevgi doktorlarını dört gözle bekliyor.

Her salı İ.Ü Onkoloji Enstitüsü Çocuk Kliniği ile İ.Ü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Kliniği’ne, her çarşamba İ.Ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Kliniği, Bakırköy Kadın ve Çocuk Hastalıkları Araştırma ve Eğitim Hastanesi Çocuk Kliniği, Kartal Dr. Lütfi Kırdar Araştırma ve Eğitim Hastanesi Semiha Şakir Çocuk Kliniği ve SSK Okmeydanı Hastanesi Çocuk Kliniği ile her perşembe VKV Amerikan Hastanesi Çocuk Kliniği’ne giden sevgi doktorları, merkezi İsviçre’de bulunan Theodora Vakfı’nın Türkiye şubesinin üyeleri.

Vakfın kurulma hikayesi ilginç... Anneleri Theodara Poulie’nin 1992’de kanserden ölmesinin ardından oğulları Jan ve Andre Poulie, anneleri adına vakfı kuruyor. Ve 1993’te iki palyaço doktor ile çalışmaya başlıyorlar. Türkiye’deki Theodora Çocuk Hizmetleri Vakfı ise 1998’de kuruluyor. Sevgi doktorluğu yapmak isteyenler, İngiltere’de eğitim alıyor, sınavdan geçiyor ve k"palyaço doktor" olarak hasta çocuklara moral veriyorlar.

Hepsi profesyonel

Türkiye’nin ilk palyaço doktorlarından 36 yaşındaki Yasemin Osman, 8 yaşında bir kız çocuğu annesi. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu olan ve amatör olarak tiyatroyla ilgilenen Yasemin Osman, "Doktor Bebiş" olarak tanınıyor. Osman "Gülmenin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Görevliler, gülmenin verdiği mutlulukla, birçok hastanın kan seviyelerinin yükseldiğini söylüyor" diyor.

36 yaşındaki Metin Akşahin, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro öğretmenliği yapıyor. "Doktor Meto" olarak tanınan Akşahin, "Çocukların, hastane personelinin ve ailelerin kalplerinde yer edinerek ilerliyoruz" yorumunu yapıyor.

Akın Beğenmez, 10 yıldır her hafta Ankara’dan İstanbul’a gelip, "Doktor Maviş" olarak çalışıyor. Şule Gürbüz, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde İngilizce hocalığı yapıyor. Bir çocuğu olan Gürbüz’ün diğer adı "Doktor Pati" ve 11 yıldır sevgi doktorluğu yapıyor

"Palyaço doktorlar" için en acı olanı yıllar boyunca güldürdükleri çocukları kaybetmek. Bu acıyla ancak terapiye giderek başa çıkıyorlar.

Bu vakfa İsviçre’deki vakfın merkezi maddi kaynak yaratıyor, ama varlıklarını sürdürmeleri için kendi sponsorlarını bulmaları gerekiyor. Her şeye rağmen büyük bir enerjiyle çalışmalarını sürdürüyorlar. Çocukların gözlerindeki mutluluk onlara fazlasıyla yetiyor. Onlar kocaman kırmızı burunları, renkli giysileriyle içeri girdiklerinde, doktorundan hemşiresine, hastabakıcıdan hademeye kadar herkesin yüzünde pırıltıyı fark ediyorlar.

Gittikleri hastanelerde acılar var ama hayatın her yerinde acı var. Onlar bu acıyı azaltmanın peşindeler. İster "palyaço doktor" deyin, ister "sevgi doktorları", onlar hasta çocukları gülümsetebiliyor. Var mı bundan daha ötesi!

NOT: Vakfı desteklemek isteyenler daha fazla bilgiye www.theodora.org adresinden ya da (0212) 292 84 14 numaralı telefondan ulaşabilir.
Yazının Devamını Oku

Çocuklar oyunla büyür

21 Şubat 2008
Türk annelerin yüzde 65’i, çocuklarının sağlıklı gelişimi için dışarıda oynamasının gerekliliğini biliyor. Ancak, yüzde 83’ü güvenlik endişesi nedeniyle çocuklarının dışarıda oynamasına izin vermiyor. Çeşitli korkular yüzünden 10 anneden 8’i çocuklarını evde hapsediyor! Böylece çocuklar "çocukluk dönemini" yaşamaktan ve deneyimsel öğrenimden gittikçe uzaklaşıyor, hayata yabancılaşıyor.

Yaz aylarında çocukların kış aylarına göre daha hızlı büyüdüklerine inanıyorum. Nehir, okullar kapanıp kendini sokağa attığında daha mutlu, hayattan daha fazla keyif alan bir çocuk oluyor. Boyu uzuyor, kilosu dengeleniyor, teni ışıldıyor. Ama güvenlik kaygılarım nedeniyle onun sokakta oynadığı her dakika bana stres olarak geri dönüyor. Çünkü sokağa güvenmiyorum. Yale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Jerome Singer ve Prof. Dr. Dorothy Singer’ın liderliğinde 10 ülkede bin 500 anne üzerinde yapılan araştırma sonuçları yalnız olmadığımı doğruluyor.

Araştırma sonuçlarına göre annelerin yüzde 83’ü çocuklarının dışarıda oynamasının onu olumlu etkilediğini bilmesine rağmen güvenlik kaygıları nedeniyle izin vermediğini itiraf etmiş.

Omo, "Kirlenmek güzeldir" sloganıyla dört yıldır annelerin önyargılarını yıkmaya çalışıyor. Bu kampanyaya annelerin ihtiyacı vardı. Nedense bizim annelerimiz çocuk odasında oyun oynayacaksa oda dağılmasın, sokağa çıkılacaksa çocuğun üzeri kirlenmesin ister. Oyuncakların dağıtılmadığı, giysilerin kirlenmediği bir oyunun tadı çıkar mı? Zaten çıkmıyor. Çocuklar apartman dairelerinde bilgisayar oyunlarına, televizyona ve tek başına oyun oynamaya mahkum ediliyor. Söyler misiniz, hangimizin, çocuklarımızın çocuk olma hakkını elinden almaya hakkımız var?

Hayata yabancılaşıyorlar

Özellikle büyükşehirlerde çocukların sabah sokağa çıkıp akşam içeri girme şansı yok. Ama deneyimsel öğrenmenin sosyal, duygusal ve fiziksel yararlarını hiçbirimiz inkar edemeyiz. Prof. Dr. Jerome Singer da zaten annelerin bu gerçeği kabul ettiklerini ancak bunun önemini "unuttuklarını" söylüyor. Çocuklar hayatı spor yaparken ve oyun oynarken tanıyor. Ancak, gelişen teknoloji, çevresel faktörler, güvenlik korkusu gibi nedenler yüzünden çocuklar, çocukluk çağlarını yaşamaktan mahrum kalıyor. Kişilik temellerinin atıldığı çocukluk döneminde hayatı keşfedemiyorlar.

Peki, bu kaygılar sadece Türk annelerinde mi var? İçiniz rahat olsun. Amerika başta olmak üzere Arjantin, Brezilya, Birleşik Krallık, Fransa, Hindistan, Tayland, Çin ve Güney Afrika’da anneleri kapsayan araştırmanın sonuçları, dünyanın her yerinde annelerin aşağı yukarı aynı nedenlerle çocuklarını dışarı göndermediklerini ortaya koyuyor.

Bu önemli araştırmanın sonuçlarını uzun uzun yazmayacağım. Ama bilmenizin yararını göreceğiniz birkaç noktayı paylaşacağım. Türkiye’deki annelerin yüzde 73’ü çocuklarının dışarıda oynarken daha mutlu olduğunu söylüyor. 10 anneden 9’u, izin verildiği sürece çocuklarının hep dışarıda oynamak istediğini ifade ediyor. Türk anneler oyun eksikliğinin çocuklarını duygusal olarak engelleyeceğine inanmak konusunda da diğer annelere yüksek oranda fark atıyor. Oyun zamanı yetersizliği nedeniyle çocuklarının daha mutsuz ve huysuz olduğu fikrine inananların oranı yüzde 86. Türk annelerin yüzde 65’i, yani global oranın üzerinde bir kısmı, çocuklarının sağlıklı gelişimi için dışarıda oynamasının gerekliliğini biliyor. Ancak, yüzde 83’ü güvenlik endişesi nedeniyle çocuklarının dışarıda oynamasına izin vermiyor. Çok daha basit bir anlatımla, çeşitli korkular yüzünden 10 anneden 8’i çocuklarını evde hapsediyor! Böylece çocuklar "çocukluk dönemini" yaşamaktan ve deneyimsel öğrenimden gittikçe uzaklaşıyor, hayata yabancılaşıyor.

Yaşayarak öğrensinler

Unilever’in yaptığı bu araştırma ülkemizdeki annelerin içinde olduğu ruh halini saptıyor. Prof. Dr. Yankı Yazgan’a göre, anneler bir yandan çocuklarına güvenli ve mutlu bir gelecek sağlamak isterken, öte yandan da çocuklarının bu geleceğe ulaşmak için bugün ihtiyacı olan yaşayarak öğrenme hakkını kullanmasına inanıp arzu etseler de, kaygıları sebebiyle istedikleri kadar yardımcı olamıyorlar.

Deneyimsel öğrenmenin önemi son 50 yıldır birçok teorisyen tarafından vurgulanıyor. Bu önemi annelere daha iyi anlatabilmek için Prof. Dr. Singer’ın liderliğinde yapılan araştırma sonuçlarından da yola çıkılarak Omo "Kirlenmek Güzeldir" kampanyasını ileri bir adıma taşıdı. Kampanyayla, anneler çeşitli nedenler sonucu çocuklarının "uygulayarak öğrenme" yöntemlerine yaptıkları olumsuz etkiler hakkında bilinçlendirilecek.

Annelerin kaygılarını azaltacak "yaşayarak öğrenme" ortamlarının sağlanması, bu kaygıların gerçekçi olmayan kısımlarının giderilmesi ve bilgilendirilmesi sağlanacak. Evin dışına çıkabilmek, sokakta, bahçede, parkta yaşayarak öğrenmek, çocuk olma hakkını kullanmak, oynamak, keşfetmek, hayal kurmak, arkadaşlık etmek, annelerimizin en çok arzu ettiği güvenli ve mutlu geleceğin oluşmasının en doğal yolu. Çocukların bütün bu temel ihtiyaçlarını karşılamaya hakları var.

Ne dersiniz, çocuklarımıza "oyun oynama ve çocuk olma haklarını" geri verelim mi?
Yazının Devamını Oku

Kafa karıştıran soruların yanıtları

14 Şubat 2008
Gelecekte çocuğunuzun sağlıklı bir yaşam sürmesini istiyorsanız, temellerini bugünden atmanız gerekiyor. Annelerin bilgi bombardımanına tutulduğu bir dönemde neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda kafanız karışıksa, bu yazı tam size göre...

er anne için bebeğini doğru beslemek çok önemli. Artık, zihinsel, fiziksel hatta ruhsal gelişim için beslenmenin en önemli yapı taşı olduğunu, yetişkinlik dönemini etkilediğini biliyoruz. Bu arada yoğun bilgi akışı karşısında annelerin kafası zaman zaman karışıyor. Özellikle beslenme ve beyin gelişimi konusunda hangi gıdalardan yararlanılması gerektiği konusunu merak eden annelere rehber olabilecek yanıtları bu yazıda bulabileceksiniz.

Soruları Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Egeria Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dalı Merkezi Direktörü Prof. Dr. Mete Akısü yanıtladı.

Prof. Dr. Akısü, çocuklarda bedensel gelişimin yanı sıra zeka gelişim sürecinin çok önemli olduğunu, bedenin kuvvetlenmesine katkıda bulunulduğu gibi beyine de katkıda bulunulması gerektiğini vurguladı. Zeka gelişiminin; algı, kavrama, yargı, sentez, konsantrasyon ve hafıza gibi pek çok bilişsel süreçleri içinde barındırdığına dikkat çeken Profesör Akısü, bebeğin daha anne karnında iken annenin kötü beslenme koşullarından olumsuz etkileneceğini belirterek şu uyarılarda bulundu:

"Hamilelik döneminde anne adaylarının dikkat etmeleri gereken konu tükettikleri cıva maddesidir. Bazı balıklarda, kalamar ve midyede bulunan cıva, beyin gelişimi için zararlıdır.

Cıvaya karşı gebeler cıva içermediğine inanılan organik ve temiz besinlere yönelmelidir. Zeka gelişimi ile beslenme arasındaki ilişkide en önemli besin anne sütüdür. Anne sütü ile beslenen çocuklarda konuşma problemlerinin daha az izlendiği ve zeka puanlarının (IQ) daha yüksek olduğu araştırmalarda ortaya konmuştur. 2 yaşından sonra çocukların IQ puanları mama ile beslenenlerden 8 puan daha yüksek bulunmuştur. Ancak yapılan araştırmalarda, zeka seviyesinin yüksek olmasında anne sütünün tek başına etken olmadığı, aile, sosyal çevre gibi çevresel etkenler ile genetik faktörlerin de rol oynadığı tespit edilmiştir."

Ceviz, badem yemeli

Prof. Akısü, çocuklarının beyin gelişimi için neler yapmaları gerektiğini merak eden anne adayları ve annelere şunları söylüyor:

"Beynin büyüme ve gelişmesini artıran, zeka gelişimi üzerine olumlu etkisi olan besin öğeleri arasında Omega-3 yağ asitleri, kolin, demir, çinko, iyot, folik asit ve antioksidan maddeler yer alır. Omega-3, beyin ve gözün retina gelişiminde çok önemli görev alır. Balık yağı olarak da bilinen bu yağ asidi ne yazık ki ülkemiz balıklarında yok denecek kadar azdır. Özellikle soğuk deniz balıkları somon, ton, Norveç uskumrusu ve morina Omega-3’den çok zengindir. Düzenli olarak Omega-3 açısından zengin besinler tüketenlerde beyin yaşlanması yavaşlar. Özellikle hamileliğin son 3 ayında ve emzirme döneminde balık yağı alınması IQ puanını etkiler. Bu nedenle hamilelerin ve emziren annelerin balık yağı tüketmesi ve ayrıca bebeğe 6 aylıktan itibaren balık yağı içirmesi zeka gelişimi açısından tavsiye edilmektedir. Balık yağı dışında ceviz, badem, kenevir ve yağı, soya yağı Omega-3 açısından zengindir."

Prof. Akısü’den demir, kolin, çinko, iyot gibi antioksidan maddelerin ne işe yaradığını da öğrendim. Bir çeşit B vitamini olan kolin çocukların beyin gelişimi açısından oldukça önemli bir besin öğesi. Kolin, beyindeki hafıza hücrelerinde bulunuyor ve hücreler ne kadar çok kolin içerirse hafıza o denli iyi oluyor. Kolinden çok zengin olan yumurta sarısı bebeklere 6-7’nci aydan itibaren her gün bir adet verilmeli.

Beyine yoğun oksijen taşıyan hemoglobinin temel öğesi olan ağır demir eksikliğinde zeka puanında azalma, davranış bozuklukları, büyüme geriliği, uyku bozuklukları, katılma nöbetleri görülebiliyor. Hamilelik sırasında alınan demirin mutlaka emzirme süresince de alınması şart. Sadece anne sütü alan bebekte, anne sütündeki demirin çok özellikli olması nedeniyle demir eksikliği anemisi ortaya çıkmıyor. Anne sütü dışındaki en önemli demir kaynağı kırmızı et (kıyma), yumurta sarısı ve üzüm pekmezi. Sanılanın aksine ıspanaktaki demirinin hiçbir yararı yok.

Antioksidanlar önemli

Çinko, proteinlerin enerjiye dönüştürülmesi için ve özellikle zihinsel gelişimde önemli yere sahip. Deniz ürünleri, et, karaciğer, fındık, ay çekirdeği, süt ve yumurtada bulunuyor. Yaşamın 6’ncı ayından itibaren bebeklere verilmeli. İyot ise vücut tarafından çok az ihtiyaç duyulan ama yetersizliğinde büyüme ve gelişmeyi, beynin normal çalışmasını negatif etkileyen bir mineral. Tiroid hormonlarının temel elementi olan iyot eksiklği, çocuklarda zeka geriliğinin nedenlerinden biri olarak görülüyor. Bu nedenle bebeklere 7. aydan itibaren haftada en az 1 kez deniz (tuzlu su) balığı verilmesi, 1 yaşından itibaren iyotlu tuza başlanması öneriliyor. Tuz, yemek piştikten sonra ilave edilmeli yoksa pişen yemeğin buharı ile kayboluyor. Beyin, özellikle kan akımının ve demir miktarının fazla olması nedeniyle oksidatif zedelenmeye yatkın. Riskin daha fazla olduğu bebeklerde bu zedelenmeyi önlemek için antioksidan besinler çok önemli. Anne sütünde doğal olarak antioksidanlar bulunduğu için bebeklerin anne sütüyle beslenmeleri beyni zararlı öğelere karşı koruyor. Antioksidan maddelerin en önemlileri, A, C, E vitaminleri ile Selenyum sayılabilir.

Bebeklerinizi büyütürken "Gelecek için beslenmek" sloganını aklınızdan çıkarmazsanız hem kendi sağlığınızı hem de çocuğunuzun sağlığını korumuş olursunuz.
Yazının Devamını Oku

Ömer Hoca gibi baba olmak

7 Şubat 2008
Kaç baba 21 ay boyunca ev ve iş arasında mekik dokumasına rağmen en küçük bir şikayet duygusu yaşamaz? Kaç baba çocuğunun masal kahramanı olmak için böylesine mücadele verir? Ekranda Ömer Hoca’nın gözlerinin içi güldükçe ben ağladım. "Baba gibi baba" olmak işte böyle bir şey galiba... Oğluna ve öğrencisi olan lösemili çocuklara moral vermek için kaç baba saçını kazıtır? Kaç baba her sabah 06.30’da kalkıp oğlunun idrar torbasını boşaltmasına yardımcı olur? Kaç baba 21 ay boyunca ev ve iş arasında mekik dokumasına rağmen en küçük bir şikayet duygusu yaşamaz? Kaç baba hayatını değiştirecek bir karar alıp, duygusal olarak etkileneceği bir ortamda öğretmenlik yapmaya gönüllü olur? Kaç baba çocuğunun masal kahramanı olmak için böylesine mücadele verir?

Tüm Türkiye gibi onları özenerek seyrettim, o parayı kendim kazanmış gibi sevindim ama nedense içimin cız etmesine engel olamadım. "Var mısın Yok musun" yarışmasının Ömer Hoca olarak tanıttığı Ömer Boran, büyük ihtimalle babalığını adam gibi yapamayanlara kendini kötü hissettirdi.

Düşünsenize, bu adam oğlu için hayatının yönünü değiştirmiş ve bunu keyifle, büyük bir enerjiyle yapıyor. 11 yaşındaki oğlu Yağız Fırat "Allah hiç kimsenin başına vermesin" diyebileceğimiz türden bir hastalıkla mücadele ediyor. Ama onun babası en büyük şansı... Çocuğunun hasta mı, sağlıklı mı olup olmadığını bile merak etmeyen babaların olduğu bir toplumda Ömer Hoca gibi bir babaya sahip olmak, büyük ikramiye kazanmakla eşdeğer sayılabilir.

Gönüllü öğretmen

Lösemi tedavisi sürerken bir yıldır belden aşağısını hareket ettiremeyen Yağız Fırat Boran, rüyalarını gerçekleştirmek için babasının bir şövalye gibi mücadele ettiğinin farkında. O yüzden hem lösemiye, hem de ayakları tutmamasına rağmen hayata karşı dimdik ayakta. Yağız "Lösemiyi de yeneceğim. Yürümeye de varım!" diyebilecek kadar yürekli bir çocuk. Çünkü babasının da kocaman bir yüreği var.

Birkaç yıl önce İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü’ne bir haber için gitmiştim. Bölüm başkanı, çocukların derslerinden geri kalmaması için eğitimlerini hastanede oluşturulan sınıfta sürdürdüklerini söylemiş, ancak yaz tatili nedeniyle daha sonra röportaj yapabileceğimi belirtmişti. Araya başka şeyler girdi ve ben o röportajı gerçekleştiremedim. Röportaj gerçekleşseydi, bugün Türkiye’nin ayakta alkışladığı Ömer Hoca ile yıllar önce tanışmış olacaktım.

Ömer Hoca, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü’nde tedavi gören lösemili çocuklara gönüllü öğretmenlik yapıyor. Oğlunu yurtdışında tedavi ettirebilmek için gerekli parayı kazanmak amacıyla "Var mısın Yok musun" adlı yarışmaya başvuran Ömer Hoca, 3 ay boyunca her gün yarışmacı olmayı bekledi. "Bekleyen derviş muradına ermiş" misali Ömer Boran’a şans geçen hafta güldü ve evine 125 bin YTL’lik para ödülüyle döndü.

Rüyalarında yürüdüğünü görüyor

Allah iyilerin yanındadır. Ömer Hoca, yaptıklarının karşılığını almaya yeni yeni başladı. Konuşmasıyla, hayata bağlılığıyla milyonları ağlatan 11 yaşındaki Yağız için kapılar artık bir bir açılıyor. Ömrü boyunca eğitim masrafları karşılanacak, yurtdışında tedavisi yine hayırsever bir işadamı tarafından yaptırılacak.

Belden aşağısı tutmayan Yağız, rüyasında kendisini yürürken gördüğünü söylüyor. Yağız ve Yağız’ın durumunda olan çocukların hepsi için duacıyız. Zaten Ömer Hoca gibi bir babası varken bu rüyanın yakında gerçeğe dönüşeceğine inanıyoruz.

Bir önerim var; Ya Ömer Hoca’dan alınacak "babalık geni" bu konuda eksikliği olanlara nakledilsin ya da Ömer Hoca, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü’nde yaptığı öğretmenliği hafta sonları açılacak "babalık kursunda" devam ettirsin. Herkesin ondan öğreneceği çok şey var.

’Çizmeli Kedi’ oyunu tatilde ücretsiz

Aroma, sömestr tatili süresince "Çizmeli Kedi Müzikli Danslı Çocuk Oyunu"na sponsor oldu. Bu kapsamda, tatil boyunca oyunu görmek isteyen tüm çocuklara, oyunun biletleri ücretsiz olarak dağıtılacak. Oyun, konusu, oyuncu kadrosu, müzik ve danslarıyla dikkat çekiyor, çocukların hayal dünyasını genişletiyor, onlara yaratıcı, eğlenceli bir yolculuğun kapılarını aralıyor.

10 Şubat tarihine kadar her gün 12.30’da Cevahir Megaplex Tiyatrosu’nda sergilenecek oyunu izlemek isteyen çocuklar, gişeden biletlerini ücret ödemeden alarak ebeveynleri ile birlikte oyunu görebilecek.Tatil süresince yaklaşık 4500 çocuğu tiyatroyla buluşturmayı hedefleyen Aroma, tüm çocukları bu tiyatro şölenine davet ediyor.

Gişe Tel: (0212) 380 15 15

Çocuklarına hafızalardan silinmeyecek bir karne hediyesi seçeneği sunmak isteyen anne-babalar, Medair ve Plan Tours işbirliğinde düzenlenen "Boğaz Turu"na katılabilir. Çocuklarınız, İstanbul’u farklı bir gözle görebilir, helikopter turu ile unutamayacakları bir sömestr tatili geçirebilirler.

Çocuklar, Miniatürk’ten başlayacak olan gezi boyunca Tarihi Yarımada’yı, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Boğaziçi’yi, birçok eşsiz tarihi eseri havadan görme şansına sahip olacaklar. Aileler, ayrıntılı bilgiyi (0212) 335 85 70 telefondan veya www.medair.com adresinden alabilirler.
Yazının Devamını Oku

Ezberi bozulan çocuklar

31 Ocak 2008
Eğitime kafa yoranlar, 6 yaşından itibaren doğruluğu çok değişken kavramların öğrencilere öğretilmesinden, kavramlar üzerinden çocukların düşüncelerinin yok edilmesinden şikayetçi... Sizce öğretilenlerin dışına çıkamayan çocuklarla bir yere varılabilir mi?

ayatı boyunca sürünün bir parçası olmamak için mücadele eden bir anne için en kötü durum, sürünün parçası olmayı kabul eden bir çocuğa sahip olmaktır herhalde. İnşallah bu durum benim başıma gelmez diye dua ediyorum. Her ne kadar günümüzde çıkıntı olmak grup dışına itilmek anlamına gelse de grup dışında tek başına mutlu olunabileceğinin fazlasıyla farkındayım. Bu nedenle Nehir’e her zaman etrafında birilerinin olmayacağını, bazen tek başına inandığı şeyleri savunması gerektiğini hatırlatıyorum. İşe yarıyor mu derseniz, yaramasını umut ediyorum.

Geçen sabah uyandığında Nehir’in kaşının üzerinde küçük bir sivilce çıkmıştı. Dokununca canı acımış. Annemle mutfakta kahvaltı hazırlarken yanımıza geldi "Anne çok acıyor, ne yapayım?" diye sordu. "Gel patlatalım" dedim. Annem "Sakın yapma kızım, iz kalır" diye itiraz etti.

"Ben hep patlatırdım, hiç de iz kalmadı" diye kızımı ayartmaya çalıştım. Tek gözünü kısarak biraz düşündü. Yüzüme baktı, cildimde bir iz olup olmadığını inceledi. "Ben senin annenim, doğruyu söylüyorum, bak bir şey olmayacak" dedim, ama "Yok, en iyisi kendiliğinden geçmesini bekleyeyim" yanıtını verdi.

Nehir’in bu tavrı çok hoşuma gitti. Yanına gittim "Ben senin annenim, ama sen benim sözlerimi koşulsuz kabul etmek yerine kendi akıl süzgecinden geçirdin ve kendin için en iyi olana karar verdin. Sen aklını kullanan bir çocuksun. Aferin" deyip, sarıldım. İtiraz etmesi onu takdir etmeme neden olmuştu. Eminim, bu örnekten yola çıkarak başka bir yerde, başkalarına karşı da itiraz hakkını cesurca kullanacaktır.

Geleceğimizi bu çocuklar kurtaracak

Anne-babasının, arkadaşlarının, amirinin, müdürünün söylediği her şeyi koşulsuz kabul eden insanlardan hayatım boyunca hazzetmediğim için kızımın itiraz hakkını önce evinde, sonra okulda, arkadaşlarına karşı kullanmasını istiyorum. Sürünün bir parçası olmasın da ne olursa olsun...

Hafta sonu Bahçeşehir Üniversitesinde Tüm Özel Eğitim Kurumları Derneği (TÖDER) tarafından düzenlenen, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in de katıldığı "Küreselleşme ve Eğitim" konulu panele katıldım. Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Eser Karakaş’ın Türkiye ile ilgili yaptığı bir tespite bayıldım. Eser Hoca, Türkiye’de, bir şeylerin birilerine 40-50 kez tekrar ettirilerek öğretildiğini belirtti ve "6 yaşından itibaren doğruluğu çok değişken kavramları öğrencilere öğretiyoruz. Kavram üzerinden çocukların düşünceleri yok ediliyor. Tersini öğrenen çocuk yok. Çocuklar öğretilenlerin dışına çıkamıyor. Buna incarceration deniliyor. Türkçe’de tam karşılığı yok" dedi. "Incarceration"ın sözlük anlamına baktım. Kapatmak, hapsetmek anlamına geliyor. Doğru bir tespit, biz çocuklarımızın özgür düşünmelerinin önüne set çekiyoruz.

Felsefede bir örnek vardır: Bir çocuk aç olduğu zaman, bunun için suçlayacak birilerini arar. Çoğunlukla neden aç kaldığı üzerinde düşünmez. Empati yapabilen ebeveyn, çocuğun karnını doyurur ve sonra da neden aç kaldığını betimlemeye çalışır. Çünkü gelecekte de aç kalacak ve o zaman geldiğinde sadece suçlu aramayacak, saldıracaktır da... Bu ebeveynin çabası ile açlığı sorgulayan çocuk, aç kalmadan açlığını gidermenin yolları üzerinde düşünecek ve başkalarının da aç kalabileceğini öngörebileceği için, kendisi için istemediğini başkasına da dilemeyecektir.

Günümüzde çevrelerindeki her şeyi sorgulamayı, mantık süzgecinden geçirmeyi doğdukları andan itibaren prensip edinen çocuklar yok mu? Var. Yeni neslin çoğunluğu bana göre bu özelliklere sahip. Geleceğimizi bu çocuklar kurtaracak. Bizim kuşak ezberledi, ezberin sonuçlarını gördü. Şimdi bir gayretle çocuklarımızın ezberini bozmaya çalışıyoruz. Hadi hayırlısı!
Yazının Devamını Oku

Conta hareketi

24 Ocak 2008
Anneler, gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak için doğal kaynakların kullanımı konusunda erkeklere oranla daha duyarlı... Gelecek nesillerin su fakirliği çekmemesi için bugünden harekete geçmek isteyen anneler, evdeki contalarınızı yenileyin!

ir İstanbullu olarak geçen yazı barajlardaki su miktarını takip ederek geçirdim. Bu yazın nasıl geçeceğini de endişe içinde bekliyorum. Çünkü su ve elektrik, hayatımızda olmazsa olmazlarımız arasında en önemlisi (Buna interneti, telefonu da eklemezsek haksızlık olur). Susuz kalma korkusu alışkanlıklarımızda değişiklik yapmamıza neden oldu. Bir yıldır Nehir’in tüm ısrarlarına rağmen küveti doldurmuyorum. Diş fırçalarken, el sabunlarken musluk açık kalmıyor. Bu kurallara azami ölçüde uymaya çalışıyoruz. Çünkü pabuç pahalı geldi.

Tasarruflu olmayı küçük yaştan itibaren öğrenmek, öğretmek gerekiyor. Yarı yaşını almış birine istediğin kadar anlat, bir kulağından girip ötekinden çıkıyor. Yeni öğretim programının içeriğinde yer alan performans ödevlerine okullar büyük önem veriyor. Çünkü emir büyük yerden! Milli Eğitim Bakanlığı, performans ödevleriyle öğrenciyi derse daha fazla ortak etmeyi hedefliyor. Nehir, hayat bilgisi performans ödevinde kaynakları tasarruflu kullanma konusunda çalışma yaptı. Çoğu anne-baba performans ödevini kendi yapıyor. Bir bakıyorsunuz ikinci sınıf öğrencisinin elinde bir mimarın ya da mühendisin elinden çıkma projeler var. Bizim çocukların günahı ne? Sadece çöp adam çizme yeteneğinde bir anneye sahip olan benim kızımın suçu ne?

Sanıyorum bu adaletsizlik ve performans ödevleri gerçek hedefine ulaşsın diye çocuklar araştırma kısmını evde, uygulama kısmını okulda yapıyor. Böylece adaletin terazisi biraz daha hakkaniyetle hareket etmiş oluyor.

Kızım, su ve elektrik tasarrufuyla ilgili çok güzel bir metin yazdı, ödevini renklendirmek için de elini sabunlarken, diş fırçalarken fotoğraf çektirdi. "Tasarruflu olmazsanız mum ışığına talim edersiniz" mesajı için de dersini mum ışığında çalışırken poz verdi. 9 yaşında bir çocuktan benim bile alacağım çok ders var. Ama anne olarak sizin vereceğiniz mesaj çok önemli...

Genç annelere çağrı

Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı, 16 büyük şehirde yaşıyor. Bu 16 büyük şehrin şebekelerdeki su kayıpları ortalama yüzde 43,8’i buluyor. Diğer bir ifadeyle, ülkemizdeki 16 büyük şehirde, her 100 metreküp suyun 43 metreküpü yolda kayboluyor. Şebeke kayıplarının önüne geçerek milyonlarca metreküp su tasarrufu sağlanabilir.

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), büyük şehirlerdeki su şebekelerinde meydana gelen ortalama yüzde 50 oranındaki kayıp konusunda farkındalık yaratmak ve kayıpların önlenmesini sağlamak amacıyla "Conta hareketi" kampanyasını başlattı. WWF-Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Akın Öngör; "Conta hareketi" kampanyasıyla öncelikle genç anneleri harekete geçirmeyi amaçladıklarını söylüyor.

Öngör "Anneler gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak için doğal kaynakların kullanımı konusunda erkeklere oranla daha duyarlı. Kampanyamız yalnızca genç annelerle sınırlı değil. Gelecek nesillerin su fakirliği çekmemesi için bugünden harekete geçmek isteyen vatandaşlarımız bu konuda duyarlılıklarını gösterebilirler" çağrısı yapıyor.

Türkiye’de suyun yüzde 72’si tarımda, yüzde 18’i evsel amaçlı, yüzde 10’u ise sanayide kullanılıyor. Suyun büyük bir bölümü tarımda kullanılmasına rağmen, şehirlerdeki şebeke suyundaki ortalama yüzde 50 oranındaki kayıp çok ciddi. Bu nedenle dikkatle ele alınmalı.

WWF-Türkiye, "Conta hareketi" adlı duyarlılık kampanyasıyla, 16 büyük şehir belediyesinin şehir şebekelerinin onarılmasına yönelik çalışmaları başlatmasını amaçlıyor. WWF-Türkiye; öncelikle bu şehirlerin belediye başkanlarından, sızıntı yapan şebeke borularını yenilemelerini ve tüm Türkiye’ye örnek olmalarını istiyor.

Belediye başkanları şebeke borularını, ebeveynler de evdeki contaları yenilediğinde, çocuklarımıza içirecek suyumuz kalacaktır. İnternette www.contahareketi.org adresine girerek kampanyayı imzalarınızla destekleyebilirsiniz.

Bebeklere ilkyardım

Medline Johanniter Acil Yardım Akademisi ve Türkiye’nin en büyük bebek, sağlık ve alışveriş portalı E-bebek.com işbirliği ile elektronik ortamda hazırlanan, enteraktif yöntemle kolaylıkla öğrenilebilen "Bebekte Güvenlik ve İlkyardım" eğitim programı satışa sunuldu. www.e-bebek.com sitesi üzerinden ücretsiz üye olunarak satın alınabilen ve 3 ay boyunca kullanılabilen programı edinen herkes, "Bebekte Güvenlik ve İlkyardım" eğitiminin nasıl yapıldığını öğrenebilecek. Ayrıca içeriği Alman Johanniter kuruluşu tarafından hazırlanıp, Medline’ın 10 yılı aşkın tecrübesiyle ülkemiz koşullarına uyarlanarak basılmış olan "Çocukta Güvenlik ve İlkyardım" kitabına da ücretsiz sahip olacaklar.

Anne karnında ilk ses

Yapılan araştırmalara göre anne karnındaki bebeğe müzik dinletmek, görsel, zihinsel ve motor becerilerinin olumlu yönde gelişmesini sağlıyor. Anne adayları ve aileler için bebeklerinin ilk seslerini dinleyebilecek, onunla konuşabilecek ve müzik dinletebilecek bir ürün çıktı. E-bebek.com’da satışa sunulan BebeSounds ile daha doğmadan annesinin ve ailesinin sesini duyabilmesi, klasik müzik dinleyebilmesi, bebeğin psikolojik gelişimine katkıda bulunacak.

BebeSounds’un iki kulaklığı ve mikrofonu sayesinde, anne adayları ve aileleri, bebeklerinin 140-170 arasında atan küçük kalbinin atışlarını, hıçkırıklarını ve tekmelerini duyabilecek. Bu keyfi, kaydetme aparatı sayesinde sevdikleriyle de paylaşabilecek. BebeSounds ile bebekle konuşmak için anne adayının mikrofonu karnına yerleştirmesi yeterli olacak. Böylece bebek, annesinin ninnileri, babasının masalları ve kardeşinin şarkılarıyla anne karnındaki psikolojik gelişimini olumlu şekilde tamamlayabilecek.
Yazının Devamını Oku