İlber Ortaylı

Roma İmparatorluğu ve Türkiye

19 Kasım 2023
Kocaman Roma İmparatorluğu’nun içinde İtalya kadar bir zengin bölge bugünkü Türkiye’dir. Son olarak Denizli’deki Laodikeia’nın ünlü anıtsal çeşmesi ‘nymphaeum’, Prof. Dr. Celal Şimşek başkanlığındaki heyet tarafından restore edildi. Muhteşem havuzu, arşitrav-frizleri; alınlıkları ile sekiz sütunlu anıtsal bir çeşmedir. İmparator Traianus Laodikeia’daki Nymphaeumu’nda Türk arkeologlarını şükranla selamlıyor.

MİLATTAN önce 2. asırdan başlayarak milattan sonra 3. asra kadar beş asırlık bir dönemin görünümü; Britanya adalarından bugünkü Fransa, Galya, Güney Almanya (Germenia) ve Ren bölgesi (Kolonya), Viyana ve Pannonia (bugünkü Macaristan) Romanya (Dacia), Herson (Kırım Yarımadası’nın kuzey sınırları), Akdeniz’de; İberya (İspanya), Güney Fransa, İtalya, bütün Adriyatik bölgesi ve İlirya, Yunanistan, Trakya ve Asya Minör içinde Bitinya (klasik Bursa); Paflagonya  (klasik Kastamonu); Pontus bütün Karadeniz çevresi, Galatya (Ankyra’nın başkenti olduğu Orta Anadolu) ve Caesarea (bugünkü Kayseri), İonya; Karya, Likya, Pamfilya, Klikya (yani Antalya ve Çukurova’yı içeren Akdeniz), zengin Antiochia, bugünkü Suriye’nin, Filistin ve Lübnan’ın, Mısır’ın, bugünkü Libya’nın ve Mağrib ülkelerini içeren, bütün dünyayı kapsayan Roma üniversaldı.

ÜLKEMİZ, İTALYA KADAR ZENGİN BİR BÖLGE

Yaşanan dünya ve Roma’nın bu hâkimiyeti sırasında eski kalelerin bazıları yıpranmış, tamirine ihtiyaç duyulmamış, bazıları hiç yapılmamıştı. Yeniden kale yapmak ancak Bizans denen devre aittir. Bütün bu havalide Roma hukuku işlerdi. Eyaletlerin ve halkların bazı hâlde anlaşmalarla kendilerine has hukukları vardı. Yahudilerde olduğu gibi.

Bu kocaman imparatorluğun içinde İtalya kadar bir zengin bölge bugünkü Türkiye; yani Küçük Asya eyaletleridir ve Antakya’dır. Efes, Asya’nın payitahtı mesabesindeydi; Efessos (Metropolis tes Asias). İmparator Augustus’un dönemindeki Ankara bir hayli imar gördü. Ünlü Augustus Mabedi eski çağ tarihi için çok önemli bir eserdir ve duvar yani cella yazıtları “Monumentum Ancyranum” diye bilinen Augustus’un bir nevi nutku ve biyografisidir. İmparator Caracalla zamanında yaptırılan Roma hamamları Yozgat’ın Sarıkaya’sındakiyle İngiltere’deki ünlü Bath şehrindeki hamamların çok daha üstündedir. Üstelik Sarıkaya’daki hamam kullanılır hâldedir. Ancak hiçbiri ne İngiltere’deki kadar tanıtılır ne de ciddi bir restorasyon geçirmiştir.

İmparator Traianus ve ondan sonra yerine geçen Hadrianus zamanında Küçük Asya yeni bir mimari değişim geçirdi. Hadrianus gezgin bir imparatordu. Mısır dahil bütün Afrika eyaletlerini, Suriye’yi gezdi. Gezdiği her yerde eserler bıraktı. Anadolu’da Efossos ve asıl önemlisi Edirne’yi (Hadrianapolis) yeniden inşa ettirmek onun işidir.

Laodikeia bugün “Ladik” diye telaffuz ediliyor. Aynı ismi taşıyan iki şehirden birisi de Amasya-Samsun arasındadır. Denizli’deki kazı Prof. Dr. Celal Şimşek başkanlığında yürütülüyor. Son olarak Laodikeia’nın ünlü anıtsal çeşmesi ‘nymphaeum’ bu heyet tarafından restore edildi. Muhteşem havuzu, arşitrav-frizleri; alınlıkları ile sekiz sütunlu anıtsal bir çeşmedir. Buna yakın bir anıtsal çeşme Side, Sagalassos ve Efossos’ta vardır.

ANADOLU’DAKİ KADAR GÜZEL NYMPHAEUM YOK

Roma İmparatorluğu’nun her tarafında Anadolu’daki kadar güzel ve çok sayıda nymphaeum bulunmaz.

Yazının Devamını Oku

40’ıncı yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

12 Kasım 2023
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin devlet yapısı Avrupa devletlerinin demokrasilerine uygundur. Laiklik gerçekten önemli bir kurumdur. Birinci maddede belirtilir, ikinci maddede dilin Türkçe olduğu belirtilir. Yargının bağımsızlığı tam olarak uygulanmıştır. Şu anda 40. yılını kutladığımız bu cumhuriyet yavaş yavaş dünyada tanınmaktadır. Türkiye ile ilişkilerinin belirgin bir ölçüde dikkatli taranması, yerleşmelere devam edilmesi politikanın esaslarından olmalıdır.

1974 yılı temmuz ayında Kıbrıs Adası’ndaki iki cemaat olan Türk ve Rum arasındaki gerilimin zorba bir darbe ile kilitlenmesi üzerine Türkiye, Kıbrıs’a askerî müdahalede bulundu. Bu tasvire layık bir olaydır. Türkiye’nin adadaki Türk cemaati korumak ve gerektiğinde müdahale yapmak konusundaki ültimatomlarına adadaki Rum cemaati aldırış etmiyordu.

Adadaki Rumların lideri Makarios’a darbe yapıldığı vakit Nikos Sampson EOKA’cıların (Ethniki Organosis Kiprion Agoniston) kuklası olarak cumhurbaşkanlığına getirildi. EOKA’nın Kıbrıs’ta hâkimiyeti sağlanmıştı. Bu arzu edilir bir manzara değildi çünkü Kıbrıs Rumlarının önemli bir kesimi sol eğilimlidir. Bu sol eğilim AKEL Partisi’nde (Emekçi Halkın İlerici Partisi), yani mahalli komünist partide yoğunlaşmıştır.

Makarios’un Üçüncü Dünya’daki şöhreti, Üçüncü Dünya tipi bir sosyalizmin sözcülüğünü yapmasından ileri geliyordu. Adanın nüfusu ile orantılı olmayacak bir şekilde Hind liderlerin, Cemal Abdünnasır’ın, Yugoslav lider Josip Broz Tito gibi önderlerin yanında yer almakta Üçüncü Dünya Bloku’nda sözü dinlenmektedir. Üçüncü Dünya aktif bir blok değildir. Herhangi bir meseleyi etkin çözecek bir tarafsızlar konferansından bahsedilemez. İdare daha çok Mısır’ın elindedir. Lakin ülkelerin nüfus olarak kalabalığı, örgütlenme beceriksizliği, iktisadi durumlarının yetersizliği dolayısıyla AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) gibi, NATO gibi, hatta Varşova Paktı gibi bir ağırlığı söz konusu değildi. Ancak farklı bir sesti.

TÜRKİYE’DEN BÜYÜK SÜRPRİZ

EOKA çevrelerinde Türkiye’nin müdahalesinin gerçekleşemeyeceği kanaati uyanmıştı. Rauf Denktaş’ın ifadesi ile karşı taraftan, “Bekledim de gelmedin şarkısı sabah akşam çalınıyordu”; beklenenin gelmesi büyük sürpriz oldu. Üstelik stratejik olarak çıkarma harekâtının Magosa tarafından; yani güneyden yapılacağı düşünülüyordu. Fakat zor olan taraf Girne tercih edildi. Girne’deki savunmanın daha aksak ve zayıf olduğunu ileri sürdüler, oysa tabii ve çetin bir savunma hattıydı. Her hâlükârda Girne hattı bir günde aşıldı ve aşıldıktan sonra Türk ordusu ilk etapta Lefkoşa’nın bugünkü sınırlarına, Magosa’ya ulaştı.

Varoş, Osmanlıca bir kelimedir. XVI. asırda Macaristan’dan alınmadır ve banliyö anlamında kullanılır. “Varosa” olarak telaffuz edilen bölgenin adını da Maraş’a çevirdiler. Ateşkes kararına burada uyulduğu için Maraş bölgesi hâlâ iskâna açılmamış görülüyor. Açılması gerekir çünkü adanın ekolojisi, ekonomisi ve her iki tarafta oturan insanlar açısından verimsizliğe mahkûmdur. Hâlbuki verimli bir bölgedir.

Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

Yazının Devamını Oku

Ortadoğu coğrafyası

5 Kasım 2023
İlk olarak 2013 yılında çizilen ve şimdi tekrar gündem olan, tartışılan şu harita ABD’deki karar sürecini sürükleyen grubun her şeyden evvel aile, okul ve dünya vatandaşlığı terbiyesinden çok uzakta olduğunu gösterir. Amerika, Ortadoğu’da kendine göre kuvvetli noktalar yaratmaya çalışıyor. Bunlarda muvaffak olması mümkün değil.

ORTADOĞU coğrafyası fizikî bakımından hâlâ incelenmektedir. Sanılanın aksine kolonyalist dönemin coğrafyacıları ve hassaten kolonyalist idare burada fiilen hazır bulunmayan güçler kadar bu coğrafyayı filolojik, hatta biyolojik ve jeolojik bakımdan incelememiştir. En kaba bilgisizlik maalesef Osmanlı İmparatorluğu’nundur. Ama 30 yılı aşan manda döneminde bile İngiltere’nin en önemli incelemeleri yaptığı söylenemez. Fransızların geçen asırdan beri bölgenin etnik ve kültürel tarih araştırmaları daha önde gitmektedir.

Bugün ise bilgisizlik, o mevcut bilginin yerini kaparak siyasi karar mahfillerine sızmıştır. State Department’ın tarihçileri ve coğrafya uzmanlarının tahminleri bir satranç tahtasına veya bir matrikstin periyodik anlayışına göre ortaya çıkmaktadır. En grotesk hatalarından biri İkinci Dünya Savaşı’nda savaşa katılmayanların Yahudi mirasını ve mülteci Yahudi parasına el koyduklarına dair inançtı. İsviçre ve İsveç’te gözledikleri hakikatleri herkese teşmil etmeye çalıştılar. Realite ile alakası yoktu.

Ortadoğu coğrafyasında İngiltere tarihte ne siyasi ne de fizikî coğrafya bakımından birbiriyle ilişkisi olmayan parçaları bir araya getirdi. Madam Gertrude Bell’in Irak haritası grotesk bir örnektir. Kendisinin arkeoloji ve etnik yapı üzerindeki sözde bilgisi muasır ve bazen işbirliği yaptığı Lawrence tarafından adamakıllı tefe konmuştu.

Sonuç ortada; cehaletin yarattığı Ortadoğu haritası Sykes-Picot ikilisinin şarlatan görüşleriyle ortaya çıkan Şark-î Arabistan’ın bölünme planları maalesef hikmet arayan Ortadoğulular tarafından cehaletin değil de şeytanca bir planın ürünü gibi değerlendiriliyor. Günümüzde de bu yaşanıyor. İlk olarak 2013 yılında çizilen ve şimdi tekrar gündem olan, tartışılan şu harita ABD’deki karar sürecini sürükleyen grubun her şeyden evvel aile, okul ve dünya vatandaşlığı terbiyesinden çok uzakta olduğunu gösterir. Medeni milletlerin bu gibi cürümleri ancak kapalı kapılar arkasında gizli kasalarda mühürlenir. En azından Birinci Dünya Savaşı’na kadar bu böyleydi.

Zamanımızın ABD’si sanki demokrasinin sınırlarını kendine göre dolaştırıyor. Hürriyet, yani sevgili libertas (elefteria) ahlak, etik, moral ve Latinlerin deyimiyle ananeyle (norm) birlikte var olur. Herhangi bir toplumun belirgin, kaynaklarına ve araçlarına dayanarak başka toplumlar hakkında bu gibi haritalar çizmeye hele bunları cehaletle doldurmaya hiç hakkı olmaması gerekir.


Eylül 2013’te New York Times’da Robin Wright imzasıyla yayımlanan makalede, 5 ülkeden 14 yeni ülke ortaya çıkabileceği savunulmuştu.

WASHINGTON BÖLÜCÜLERİ GERÇEKLERDEN HABERSİZ

Yazının Devamını Oku

Atatürk’ün hayali 100 yaşında

29 Ekim 2023
Cumhuriyet Atatürk için her şeyden evvel anayasa ve kanun demektir, meclis demektir. Bugünün Türkiyesi’nden yeni bir müteşebbis sınıfın, dünyaya açılan bir ticaretin, dünya ordularını talim ettiren bir ordunun bulunması onun hayalidir. Bugün etrafımızdaki coğrafyalar kaynıyor. Bunlar içinde Türkiye en iyi durumdaysa ve barışını kısmen de olsa sağlayabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. Cumhuriyet’in hayali budur.

ATATÜRK’ün Cumhuriyet fikriyle ne zaman tanıştığı muamma bir tartışma konusudur. Aslında iki tarihin üzerinde yoğunlaşalım. Birisi kendisinin İttihat Terakki’nin merkez heyetiyle ciddi tartışmaya girdiği ve İttihat Terakki’nin Sultan II. Abdülhamid devri diktatoryası aratacak bir yola girmesini hissetmesidir. Bu konularda önyargısı çok derindir. Yakın arkadaşlarının huyunu suyunu iyi bildiği gibi sadece temasta olduğu askerî mülki erkânını da tanıyabilmektir. Bu nedenle Hareket Ordusu’nu kurmay başkanı olduğu sıralarda bu kargaşayı gördüğü 1911-12’den itibaren parti diktatoryasını tasvip etmediği açıktır.



İkincisi doğrudan doğruya Osmanlı saltanatının fiilen sona erdiğini, bu imparatorluğun mazisindeki parlak günlere yakışmayacak bir mecraya ister istemez gidildiğini gördüğü Mütareke dönemidir. Mütareke sırasında bazı planları vardı. Birincisi, padişah ile olan yakın ilgisi bu sayede Harbiye Nezareti’ne tayin edilmesi ve oradan darbe yaparak duruma el koyması ama yürürlüğe giremeyecek bu planın arkasından bütün yapamadıkları ve Amasya Tamimi’nden itibaren cumhuriyet kavgasına girdiği artık açıktır. Tabii ki resmi programı sadece dost arasında diye sır kâtibi durumundaki Mazhar Müfit (Kansu) Bey’e açıklaması Ankara vilayetine girdiklerindeki dinlenme mahallindedir.

150 YILLIK TARTIŞMANIN ÇÖZÜME GÖTÜRÜLÜŞÜ

Cumhuriyet onun için her şeyden evvel anayasa ve kanun demektir, meclis demektir.

Yazının Devamını Oku

Filistin

22 Ekim 2023
Masum insan ve çocukların katledildiği, yüz binlerce insanın aç-susuz bırakıldığı bir zamanda dünyaya yön veren devletlerin daha makul, daha tarafsız davranması beklenirdi. ABD’nin tavrı küstahça, Avrupa Birliği’nin tutumu ise çiğ. Evet bir zamanlar topraklarından ittiğiniz Yahudiler oradadır ama yüzyıllardır Filistinliler de o topraklarda yaşıyor. Asıl mesele, bu iki topluluğun nasıl bir arada barış içinde yaşayabileceğini belirlemek ve doğru yaklaşımları desteklemektir.

Fİlİstİn milattan önce 14 binlerden beri yerleşik kavimlerin bulunduğu bir yer. Bazı kaynaklar milattan önceki 11. yüzyılda Amâlika denen Sami kavmin burada yaşadığını ileri sürüyor. Bu kavmin bu coğrafyada ne kadar yayıldığı tartışılabilir.

EN KARANLIK DÖNEM

Milattan önce 12. yüzyıl, bütün Doğu Akdeniz tarihinin en karanlık devridir. Kimlerin nereden geldiği hâlâ tartışılıyor. Daha evvelki kavim “Paleziler” denen, daha sonra “Filistler” diye çevrilen Filistinlilerdi. Bu kavmin dilinin Sami dil olmadığı İndo-Avrupa’ya ait olduğu da ileri sürülüyor. Görüldüğü üzere filolojinin sabit bilgiler edinemediği bir devir.

Ama asıl Samileşme demek ki milattan önce 11. yüzyılda başlıyor ve bu devre kadar geliyor. İbraniler, yani İsrailoğullarının geliş noktası da Tevrat bilgilerinin dışında pozitif arkeoloji ve tarih açısından tartışmalıdır. Ancak realite ortadadır. Milattan önce 10. yüzyıl, yani 972 ve 932 arası Hz. Davud -Yahudilerin peygamberi ve hükümdarı Müslümanların da halife olarak kabul ettiği isim- ve sonra onun oğlu Hz. Süleyman’ın burada hâkim olduğu bir gerçek.

Asıl önemlisi miladın 1. yüzyılında Yahudilerin Roma’ya karşı çıkardıkları Bar Kohba İsyanı ardından Romalıların bazı Yahudi prenslerle işbirliği yaparak bölgeyi tamamen kendi ellerine aldıkları ve özerkliğini kaldırdıkları bir gerçektir. Ünlü laik Yahudi tarihçisi Titus Flavius Josephus bu isyanı Romalıların yanında hareketi bastırmak için katıldı. Sebebini de kavminin tamamen ortadan kaldırılmasını önlemek diye açıklamıştır. Ama dönem için onun bilgisine sahibiz.

Filistin’in bugünü Roma, Bizans döneminden sonra Müslüman Arap fetihleri bilhassa Komutan Amr bin Âs’ın burayı da Mısır ile birlikte fethetmesiyle başlar. Hz. İsa döneminde İbrancanın dil ve edebiyatta, Aramcanın günlük lisanda kullanıldığı malum. Artık Araplaşma dönemi başlamıştır. Bizim medeniyet tarihinde gözden kaçırdığımız bir nokta var: Filistin’de Yunan veya Latin dilinin kültürel hâkimiyet kurması Arap fethinden öncedir ve Batı’daki Hristiyan Helen Yahudi uygarlığının başat bir terim olarak kullanılmasının kabul edilemeyeceğini gösterir. Zira Yunancada, Hristiyanlıkta Doğu Akdeniz, Küçük Asya ve Mısır’da bugünkü Avrupa’dan çok daha evvel yerleşmiştir.

Roma devrinin ardından kalan manzara şu: Filistin’deki Yahudi toplumunun büyük bir çoğunluğu imparatorluğun dört tarafına dağılmıştır. Daha evvelden İskenderiye ve Ege Bölgesi’nde, Fırat havzasında yaşayanların üstüne Yunanistan’a, İtalya’ya ve giderayak İspanya’ya doğru bir akım vardır. Diasporadaki Yahudilerin bir müddet sonra Pireneleri aşarak bugünkü Fransa’ya geçtikleri, dolayısıyla Seferad İspanya tipi bir dönemin üstüne Selfati (Fransalı) ve Eşkinazi (Almanyalı) bir dönemin geldiği görülür. Esas olarak bu devir, bu ünlü göç Endülüs İspanyası sonrasıdır. Endülüs’te Müslümanlar ve Yahudiler İspanya’da çok önemli bir işbirliğiyle bir Rönesans devri başlatmışlardı.

Yazının Devamını Oku

Yunanistan’da seçimler

15 Ekim 2023
Yunanistan’da geçen hafta yerel seçimler yapıldı. Başbakan Kiriakos Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi 13 çevre valiliğinden yedi tanesini almış. Bu haftaki seçimlerde de Yeni Demokrasi Partisi’nin önde gitmesi bekleniyor. Yunanistan’daki bütün sıkıntılara rağmen Miçotakis, bir oy bile kaybetmemiş. Yunanlıların da bizimkine benzer bir mazereti var; muhalefette iktidar olacak kimse yok.ATİNA’dan dostumuz Venos Saharyadis (Şekeroğlu) bildiriyor. Geçen hafta pazar günü (8 Ekim) Yunanistan seçimleri (5 senede bir tekrarlanır); 56 vilayette ve 13 çevre valiliği (yani genel valilikte) ve 262 adet büyükşehirlerdeki belediye seçimlerini içeriyordu.KAZA, YANGIN, SU BASKINLARISon zamanlarda Yunanistan’da sorun çok. Tren kazasında 52 kişi öldü. Eğriboz adasında müthiş bir yangın vardı ve söndürülemedi. Volos ise su baskınlarından büyük hasar gördü. Teselya (Thessalía) Ovası; sel sularından göle döndü. Bütün bu sıkıntılara rağmen Kiriakos Miçotakis bir oy bile kaybetmemiş. Yunanlıların da bizimkine benzer bir mazereti var; muhalefette iktidar olacak kimse yok.Kiriakos Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi 13 çevre valiliğinden yedi tanesini almış. Beş tanesi bu haftaki seçimlerde belli olacak. Sadece Pasok’tan bir aday kazandı. Katılım oranları düşük. Buna rağmen Girit’te kazanan aday partisinin (PASOK) oy oranı partinin genel oranın çok üstünde (Yüzde 12’nin üstünde) ama Girit yüzde 78’le seçildi. Stavros Arnaoutakis ilginç bir Giritli. Girit’teki dört vilayetin başında genel vali. Bütçesi ve yetkisi geniş bir makam. Bu güveni kazanan adam Rethimnon yani Resmo şehrinin Arhanes köyünde muhtardı. Avrupa Birliği’ne bir proje sundu. “Köy idaresi olarak iktisadi işletme kurmalıyız” diyerek yola çıktı. Avrupa bütçesine bağlı ilk lokantayı burada kurdu ve Arhanes’te ilk Avrupa bakkal dükkânı da açıldı. Köye para yağdı. Bu zenginlikle köy kalkınınca muhtar da belediye başkanı, arkasından bulunduğu vilayetin valisi ve milletvekili seçildi. Şu anda da genel vali.Yunan seçimlerinde bugüne kadar görülmeyen tiplerin sayısı hayli kalabalık. Anadolu kökenli, özellikle Karadeniz’den ge-lenlerin çocukları ve torunları soyadlarını muhafaza ederek belediye başkanı oldu; seçilenler de oldu. Mesela Dangalakas, Cep-kenci, Dangalikis, Nizamis, Muradoğlu, Mayhoşoğlu, Kafatasakis, Pısvisis gibi. Trabzonlu Andrias Pahaturidis, Lazca pahari, ova demek oluyor. 245 bin nüfuslu Pelisteri şehrinin başında. 21 sene başkanlıktan sonra beş sene için yüzde 77.8 oy oranıyla bir kez daha seçildi. Bu haftaki seçimlerde de Yeni Demokrasi Partisi’nin önde gitmesi bekleniyor.TUZU KURU BİR ÜLKE AMA...Komşumuzun demokratik yapısı bize göre işliyor; görünen o. Seçimlere katılım düşük. Ama belediyelerdeki iktisadi girişim hareketi büyü-yor. Arnaoutakis tam bir belediyecilik kahramanı. Yunanistan’da da Karadenizliler bizdeki havuza dayanan bir seçim ve parti mekanizması geliştirmişe benziyorlar. Yunanistan tuzu kuru bir ülke. Seçimlere gitmeyenler gidenlere bakmaya bile üşeniyor. Ama kamuoyunun bizdeki kadar ilgilenmediğini söyleyemeyiz. Partiler ve partililer kontrol altında. Galiba demokrasinin en önemli vasfına sahip olan bir ülke.

Atİna’dan dostumuz Venos Saharyadis (Şekeroğlu) bildiriyor. Geçen hafta pazar günü (8 Ekim) Yunanistan seçimleri (5 senede bir tekrarlanır); 56 vilayette ve 13 çevre valiliği (yani genel valilikte) ve 262 adet büyükşehirlerdeki belediye seçimlerini içeriyordu.

KAZA, YANGIN, SU BASKINLARI

Son zamanlarda Yunanistan’da sorun çok. Tren kazasında 52 kişi öldü. Eğriboz adasında müthiş bir yangın vardı ve söndürülemedi. Volos ise su baskınlarından büyük hasar gördü. Teselya (Thessalía) Ovası; sel sularından göle döndü. Bütün bu sıkıntılara rağmen Kiriakos Miçotakis bir oy bile kaybetmemiş. Yunanlıların da bizimkine benzer bir mazereti var; muhalefette iktidar olacak kimse yok.

Kiriakos Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi 13 çevre valiliğinden yedi tanesini almış. Beş tanesi bu haftaki seçimlerde belli olacak. Sadece Pasok’tan bir aday kazandı. Katılım oranları düşük. Buna rağmen Girit’te kazanan aday partisinin (PASOK) oy oranı partinin genel oranın çok üstünde (Yüzde 12’nin üstünde) ama Girit yüzde 78’le seçildi. Stavros Arnaoutakis ilginç bir Giritli. Girit’teki dört vilayetin başında genel vali. Bütçesi ve yetkisi geniş bir makam. Bu güveni kazanan adam Rethimnon yani Resmo şehrinin Arhanes köyünde muhtardı. Avrupa Birliği’ne bir proje sundu. “Köy idaresi olarak iktisadi işletme kurmalıyız” diyerek yola çıktı. Avrupa bütçesine bağlı ilk lokantayı burada kurdu ve Arhanes’te ilk Avrupa bakkal dükkânı da açıldı. Köye para yağdı. Bu zenginlikle köy kalkınınca muhtar da belediye başkanı, arkasından bulunduğu vilayetin valisi ve milletvekili seçildi. Şu anda da genel vali.

Yunan seçimlerinde bugüne kadar görülmeyen tiplerin sayısı hayli kalabalık. Anadolu kökenli, özellikle Karadeniz’den gelenlerin çocukları ve torunları soyadlarını muhafaza ederek belediye başkanı oldu; seçilenler de oldu. Mesela Dangalakas, Cepkenci, Dangalikis, Nizamis, Muradoğlu, Mayhoşoğlu, Kafatasakis, Pısvisis gibi. Trabzonlu Andrias Pahaturidis, Lazca pahari, ova demek oluyor. 245 bin nüfuslu Pelisteri şehrinin başında. 21 sene başkanlıktan sonra beş sene için yüzde 77.8 oy oranıyla bir kez daha seçildi. Bu haftaki seçimlerde de Yeni Demokrasi Partisi’nin önde gitmesi bekleniyor.

TUZU KURU BİR ÜLKE AMA...

Komşumuzun demokratik yapısı bize göre işliyor; görünen o. Seçimlere katılım düşük. Ama belediyelerdeki iktisadi girişim hareketi büyüyor. Arnaoutakis tam bir belediyecilik kahramanı. Yunanistan’da da Karadenizliler bizdeki havuza dayanan bir seçim ve parti mekanizması geliştirmişe benziyorlar. Yunanistan tuzu kuru bir ülke. Seçimlere gitmeyenler gidenlere bakmaya bile üşeniyor. Ama kamuoyunun bizdeki kadar ilgilenmediğini söyleyemeyiz. Partiler ve partililer kontrol altında. Galiba demokrasinin en önemli vasfına sahip olan bir ülke.

Yazının Devamını Oku

Antik Anadolu ve zamanın Türkiye’si

8 Ekim 2023
Bugün eski eser kaçakçılığı, Hollywood’daki malikanelere, Avrupa’daki yeni zenginlere hizmet ediyor. Kaçakçıları takip eden birtakım küçük burjuvalar da geçtikleri yerde rastladıkları taşları, camları yağmalayıp götürmekte geri kalmıyor. Akdeniz havzasının en zengin eski eser ülkesi biziz. Bu konuda bilincimiz var fakat yetersiz. Türk halkı, eski eserlerine ve vatanın zenginliğine kendisi sahip çıkmalı. Ona yabancı gözle bakmamalı. Bazılarımız eski Yunanı, Bizans’ı dışlayabilir, bazıları da Osmanlı devrini dışlar. Böylece Küçük Asya’nın muhteşem mirası yağmacıların eline düşer.

Aydın’ın Çine ilçesinde Alabanda Antik Kenti olarak bilinen antik kalıntı, eski eser tabelalarıyla gösterilen, yönlendirilen bir kazı alanıdır. Maalesef Türkiye’de tespit edilen hatta haklı olarak ziyarete yönlendirilen birtakım merkezlerde gereken ilmi kazıların yapılmadığı bir gerçektir. Bu arkeoloji eğitiminde son 20 yılda yetiştiremeyeceğimiz ve tatbikatla besleyemeyeceğimiz sayıda öğrencinin alınması, hatta her yerde arkeoloji ve sanat tarihi adı altında güya her ikisinin de bir arada yapıldığı garip bölümlerin kurulmasıyla ilgilidir. Arkeologya dediğimiz zaman milattan önce 1200’lerden başlayan -bazı yerlerde 2000 bazı yerlerde daha da eski- ve geç antik devir dediğimiz 6. - 7. yüzyıla kadar uzanan bir dönemin belirli yerleşkelerdeki kazıları ve incelemeleri akla gelmelidir. Hiç şüphesiz ki klasikteki bu devir eserlerinin incelenmesi büyük ölçüde filolojik malumatı da gerektirir. Sıradan amatör kazılar Schliemann’dan beri yapılmaktadır. Schliemann dil bilmekteydi. Ama bunun epigrafiye kadar yayıldığını söylemek mümkün değildir. Kazı teknikleri ve arkeolojinin hassas kazıları üzerinde bilgi sahibi olmadığı bilinmektedir.

Zaman içerisinde Türkiye başta olmak üzere, Akdeniz havzasının en zengin eski eser ülkesi biziz ve bu bizim için büyük bir derttir (ama altından kalkmamız lazım), Yunanistan, İtalya, tabii Suriye kıyıları, İsrail, Lübnan, Mısır ve Kuzey Afrika bu gibi kaçak kazıların ve kaçakçıların ilgilerini yönelttikleri yerlerdir. Hatta bazı halde bu kaçak kazı veya eser kaçırma işine arkeologların da bir yerden bulaştığı bir sır değildir. Kaçak kazılara karşı yapılacak şey milli devletlerin eserleri koruma alanında örgütlenmesi ve aynı zamanda da bilimsel grupların bizzat kazıları yürütmesidir.


Alabanda Antik Kenti

ESKİ ESER BİLİNCİ VAR FAKAT YETERSİZ

Akdeniz’in eski eser alanlarını ve eski eserlerini koruma şampiyonu İsrail’dir. Her İsrailli on bin yıllık bir tarih kesitini vatanlarının ve milletlerinin mevcudiyetini ispatlayacak bir tapu olarak öğrenir. Bunda çok haksız da değildir. Eski Yehuda Krallığına kadar Roma devri ve çok daha yoğun olarak Osmanlı devri Yahudi mimarî ve kültürel tarihinin bir bölümsel zenginliğini meydana getirir. Şunu söylemekte fayda var, orada herhangi bir kaçakçının veya kaçak işleminin takipçisi sadece devlet değildir. Son Belçikalının yakalanması gibi örneklere İsrail’de pek rastlanmaz çünkü reaksiyon çok serttir. Zaten giriş çıkışlarda da havaalanlarında asayiş ve emniyet antiterör kontrol dolayısıyla eski eserler hatta rekonstrüksiyon ve taklit eserler bile incelenir, sorgulanır. Ülke içindeki arkeoloji eğitimi görmüş çeşitli grupların bu gibi faaliyetleri yakalaması, izlemesi çok sık rastlanan örneklerdir. Yani yanıbaşındaki ecdat mirası cami haziresine ilgisiz gözlerle bakan İstanbullular örneğine orada rastlayamazsınız. Fakat derece derece İstanbulluların, Antalyalıların, Yozgatlıların örneği bütün Akdeniz’de yaygındır. Mısır öteden beri yağmalanır. Arap Ortadoğusu bu konuda son derece ilgisizdir. Hatta İtalya gibi bir devlet bile zaman zaman çok acizdir. Türkiye’de eski eser bilinci var fakat yetersiz. Gerek devletin gerekse gönüllü grupların savunması çok düşük düzeyde kalıyor.


Yazının Devamını Oku

Tarihimizin en kara mütarekesi: Mondros

1 Ekim 2023
Mondros Mütarekesi, Türk İmparatorluğu’nun Avrupa topraklarından tamamıyla itilmesi, Akdeniz ve Karadeniz üzerindeki bağlantının beynelmilel kuvvetlere geçmesi ve en güçlü bahri kuvvet olarak İngiltere tarafından yönetilmesi, Türklerin imparatorluğunun Küçük Asya’da da sınırlı bir parçaya nakledilmesidir. İstiklal Savaşı’nın başarıyla tamamlanması ve Lozan’a gidilmesi bu projeleri durdurdu.

30 Ekim 1918 tarihi, kaderin cilvesi diyebiliriz. Birinci Dünya Savaşı’nın seyri olduğunu söylememiz daha rasyoneldir; bu tarihten tam 4 yıl evvel Rusya ile resmen savaş ilan ederek harp eden devletler arasına girmemizden sonra bu sefer teslim bayrağı çektik ve mütarekeye başvurmak zorunda kaldık. Avusturya-Macaristan, Bulgaristan gibi ağır müttefikler bizden evvel çekilmişlerdi. Almanya ise bir müddet sonra çekilecektir. Mütareke Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda olacaktır.

Türk heyetinin başında Bahriye Nazırlığı’na gelen Rauf Bey, İngiliz heyetinin başında Sir Somerset Arthur Gouch Calthorpe vardır. Şartlar malum devletlere İtilaf Devletleri tarafından empoze edildiği gibi ağırdır.DEVLET-İ ÂLİYYE’YE DAYATILAN AĞIR ŞARTLAR

1. Bütün tersaneler teslim edilecek, donanmalar da bu tersanelerle birlikte bağlantı altına alınacaktır.

2.  Mevcut askerî kuvvetler terhis edilecek, sadece asayişi sağlayacak kuvvetler kalacaktır. Osmanlı Genelkurmayı’nın doğrudan doğruya işgal kuvvetleri ile işbirliği hâlinde çalışması söz konusudur. Bu husus, ikinci işgal sırasında doğrudan doğruya Genelkurmay’a gelen yazışmaların kontrol ve sansür altında tutulmasına dönüşecektir.

3. Asayiş için Devlet-i Âliyye’nin bölgeleri İtilaf Devletleri’nin işgaline bırakılacak, devlet gereken yerlerde asayişi sağlayamazsa müdahale imkânı olacaktır. Bu madde de çok fazlasıyla ve abartılarak uygulanmıştır.

4. Doğrudan doğruya Birinci Dünya Savaşı’nın öncesindeki şartlara dönülecektir. Dolayısıyla İtilaf Devletleri’nin Türkiye’deki kapitülasyonlar konusunda ne kadar titiz oldukları, bu konunun üzerinde dikkat ve ciddiyetle durdukları, dostane ve hakkaniyetli bir yaklaşım beklemeyecekleri açıktır. Şahsen Rauf Bey mütareke sırasında Calthorpe’a yeniden bir gözden geçirmenin yapılabileceğini söylemiştir. Tabii İngiltere bu durumu Lozan Barışı’na kadar götürecek ve hatta Lozan görüşmelerinin çığırından çıkmasına sebep olacaktır.

İtilaf Devletleri savaşın daha sonrasında muhtelif safhalarda birbirleriyle ihtilafa düştükleri hâlde, mütarekede dahi, Lozan görüşmeleri sırasında hep bir arada kapitülasyonlar için hassasiyetlerini korumuşlardır. Bundan başka idarenin ve ordunun her safhada kontrolü vardır. İdarede bu sansürün ve kontrolün çok ileri gittiği; haberleşmeye el konulduğu, bundan daha fazlası Hariciye Nezareti’nin tüm mütareke dönemi boyunca çok açık bir şekilde İtilaf Devletleri ve İngiltere ile işbirliği yapması Ankara Hükümeti’ni çileden çıkaracaktır. Zaferden sonra Osmanlı Hariciye Nezareti’nde büyük ölçüde tensikata (işten çıkarmalara) gidilmesi tesadüf değildir.

Rauf Bey, Osmanlı milletinin fazla iyi niyetli davrandığını, İngiltere’den ve sözcüleri Amiral Calthorpe’dan daha soğukkanlı ve daha mutedil bir muamele gördüklerine inandıklarını belirtmiştir.

Yazının Devamını Oku