Ceren Şehirlioğlu

Tecavüzcüler, katiller, dayakçılar ne izliyor?

26 Şubat 2015
Özgecan Aslan’ın ölümüyle bir kez daha ülkedeki erkekleri böyle canavarlaştıran şeyin ne olduğunu düşünüyoruz. En yakınımızda suçlamaya hazır televizyon var. Fakat sorun sadece tecavüz sahnesinde değil, tecavüzcüyü besleyen kara ahlakçılıkta.

Daha yılın ilk iki ayı bitmeden 40 kadın cinayeti işlendi. Erkekler geçen yıl 281 kadın öldürdü, 109’una (kimisi kız çocuğu) tecavüz etti. Bıçaklananlar, tekme tokat dövülenler, saçlarından tutulup sokakta sürüklenenler, yakılanlar, kolu, bacağı, burnu, çenesi, parmakları kırılanlar, bu sırada çocuğunu düşürenler, zaten tecavüz sonucu hamile kalıp doğuranlar, korkudan susanlar, kaçamayanlar binlerce.


Özgecan Aslan

Bu sırada RTÜK Başkanı Davut Dursun dizilerin cinsellik ve şiddet içerdiğini, bunun Türk aile yapısına, sosyal ahlâka aykırı olduğunu söylüyor. Bülent Arınç dizileri eleştirirken “uyarılma yaşı” gibi meseleleri dert ediyor; “(Bazı diziler) Türkiye’deki cinsel hayatı sınırsız ve sorumsuz hâle getiriyor. Yani uyarılma yaşı eskiden kızlarımızda 13-14, erkeklerde 15-16 iken şimdi 7-8’lere kadar gerilemiştir” diyor.


Paramparça

Yazının Devamını Oku

Televizyonun en tatlı çifti

13 Şubat 2015
Onca kaba hikâyenin arasında, Fox’un yeni dizisi ‘Aşk Yeniden’ stresimizi aldı. Buğra Gülsoy ve Özge Özpirinçci’nin içlerinde birer romantik komedi perisi uyuyormuş demek. Bir anda ekranda izlediğimiz en iyi ikiliyi yarattılar.

‘Aşk Yeniden’ ilk bölümüyle AB’de birinci oldu. Bol bol hak ederek. Salı günü karşısında ilk bölümüyle ‘Sevdam Alabora’ da vardı. ATV nasıl ucuz dramdan kuruyorsa, Fox ekranı da bir bardak soğuk limonata gibi ferahlattı. Zeynep (Özpirinçci) ve Fatih’in (Gülsoy) tanışması her türlü Jennifer Aniston, Kate Hudson filminde karşınıza çıkabilecek sevimli tesadüflerden biri. Uçakta bebekli yalnız bir kadın, business class’ta viskisini yudumlayan hoş adam, türbülans ve çarpışma. 1. Kavga 2. Barışma 3. Anlaşma.

Televizyonda romantik komedi türüyle tanışıklığımız çok eski değil. Romantizm ile komediyi harmanlama fikrine uzun yıllar yaklaşamadık. Oysa ‘Mavi Boncuk’, ‘Neşeli Günler’, ‘Kara Gözlüm’, ‘Fosforlu Cevriye’ ve daha yüzlercesinden şakalı, komikli sempatik karakterleri drama bağlayan bir Yeşilçam geleneğinden geliyoruz. Fakat televizyonda bu iş uzun süre oturmadı. Ya melodramın dibine vurduk ya sitcom peşinde koştuk. Son yıllarda Batılı anlamda romantik komedi kalıplarını doldurmaya çalışan işler izliyoruz. ‘Kaçak Gelinler’, ‘Gönül İşleri’ gibi…

Fakat ‘Aşk Yeniden’ şimdilik bu işi en iyi becerenlerden olacak gibi görünüyor. Birincisi, mesela ‘Kaçak Gelinler’de çok kör göze parmak giden selfie gençliğini yakalama çabası yok. Bu da rahatlatıcı. İki cümlede bir ‘zamane gençlerini aşırı gözlemledik’ diye kafamıza kakılmıyor. Romantizm dinamiklerini de derin uçurumlarla verme çabasında değiller. Oğlan zengin, kız orta halli. İkisi de New York’ta yaşamış. Kız mesela ‘Paramparça’nın ergenleri gibi para, pul peşinde değil. Üstelik evlenmeden yalnız başına çocuğunu kucağına alıp maceraya atılmış cesur bir kız. İşadamı bilmemkimin karizmasına kör kütük âşık olacak bir mağdur kuzu hiç değil.

SANKİ JULIA ROBERTS

Buğra Gülsoy’un çok sahici biçimlendirdiği Fatih, ‘Acımasız, zengin, aşka inanmayan Zıttırıvırthanoğlu veliahtı’ değil. Acayip iyi niyetli, biraz şaşkın, tüm erkekler gibi azıcık hastalanınca ölüm döşeğinde gibi mızmızlanan tatlı bir tip. Özge Özpirinçci’nin Zeynep’i ise, bugüne kadar oynadığı karakterler arasında ona en yakışanı olabilir. Sanki ‘Kaçak Gelin’in (Runaway Bride), ‘En İyi Arkadaşım Evleniyor’un (My Best Friend’s Wedding) Julia Roberts’ı, ‘Acemi Prenses’in (Princess Diaries) Anne Hathaway’i. Zengin masasında çorbayı hüpletmeden yiyemeyen dağınık saçlı sempatik kız stereotipi Türkiye televizyonlarında kimseye böyle yakışmadı.

Bir de ortada dünyalar tatlısı 10 aylık bir bebek var. Bu yumuşak kalpli annelerin hepsini şıp diye ekrana bağlayacak müthiş cin bir fikir. ‘Küçük Ağa’nın, ‘Poyraz Karayel’in reyting başarısından biliyoruz ki, minnoş çocukların mutluluğunu görmek için 50 bölüm ekrana yapışıp kalabiliriz.

Üstelik Selim o kadar mıncıklamalık bir bebek, annesi öyle gerçek sınırlarında şaşkın/hevesli/hisli ki, izlemeye doyulmaz. Sırf uçakta emzirme sahnesi için ve nihayet ekranda bebekli bir kadına bez çantası vermeyi akıl ettikleri için senaristleri tebrik etmek lazım.

Yazının Devamını Oku

'Bu söz için biri intihar edebilir!'

3 Şubat 2015
Başlıktaki laf Star TV'nin yeni programı 'Patron'un yarışmacısına ait. Kendi yarışmacısını bile hakaretlere isyan ettiren bu an, fesatlıktan para yapmaya çalışanları uyandırır mı?

Bu kez tarzına çok güvenen kızlar değil de, ‘tasarımlarıyla acayip iddialı’ stilistler yarışıyor. Bu Tarz Benim’den pek bir farkı yok. Yalnızca tasarımcılar feci tecrübesiz bebekler oldukları için daha korkunç kıyafetler (ya da bele bağlanan yırtık kumaşlar) izliyoruz. İlk bölümde stilistinin kırptığı şeyleri beğenmeyen 27 yaşındaki Deniz Demirci, ‘Kusurlarını örtmemiz lazım’ lafına çok alındı. Bir de üstüne Hakan Akkaya ‘Evet! Kusurlusun’! Basenlerin geniş! Bu bir kusur! Kalçanı saklaman lazım! Kabul et!’ diye coşunca kızcağızın tüm kompleksleri, kamera karşısında 10 kilo fazla görünmesinin biçimsiz stresi çığ gibi başına yıkıldı. Titreye titreye ‘Ama bana böyle diyemez. Kusurlu diyemez…’ diye sayıklarken kanı çekilmiş gibiydi. Bir anda ‘Ağzımızdan çıkan sözler yüzünden biri intihar edebilir’ diye patlayıverdi. Hakan Akkaya ‘Saçmalama artık daha neler aahahah’ dedi ama 90 dakika boyunca 21 yaşındaki bir kıza berbat/manasız/paçavra/korkunç/anneanne kafası/sen git bankacı ol/kendini ne sanıyorsun/küstah/zevksiz/sorunlu derseniz hayattan epey soğutabilirsiniz.

Kalçan geniş işte, geniş!

Ucundan ünlücük olma hevesiyle bu cadı kazanına kendini hevesle atan kızlar bile artık bu zorbalık oyunundan sıkılmış olmalı. BBG devrinden beri prodüksiyonun özenle planladığı kavgaları izliyoruz. Hala yapım şirketleri kızların yellozluğundan medet umuyor. Önce tüm yarışmacılara gıcık olup sonra jürinin tüm kibiriyle zavallıları bir güzel çitilemesinden ferahlamamız bekleniyor. Ve bu kötülüğümüzü besledikleri için ‘sosyal medyada çok konuşulan’ olmakla gurur duyuyorlar. Ayakta alkışlanacak bir durum gerçekten! ‘Senin tasarımlarını giyeceğime çöp poşeti giyerim!’ diyerek, siyah torbayla podyuma çıkan yarışmacı öyle dahice bir fikir ki, çirkeflik dozu fesat şovların şerbetlilerinin bile ağzını açık bıraktı. Bravo!

Ya da Hakan Akkaya’nın kızların basenleri, bacakları mevzusuna seri katil soğukluğunda girişebilmesi tam bir ‘iyi TV’ anı sayılıyor herhalde. ‘Sen kendini nasıl görüyorsun acaba? Kalçan vücuduna göre geniş işte! Geniş!’

27 yaşında bir kızın ulusal kanalda dünyanın bir çöp poşeti içinde sağlı sollu aşağılanması sonra da ‘Ağlayacak mısın? Yine mi ağlayacaksın? Hadi ağla o zaman’ diye darlanması artık kimseyi rahatsız etmiyor.

Yazının Devamını Oku

Salya sümük âdâbı

25 Ocak 2015
ATV’nin yeni yarışması ‘En Sevdiğim 3 Şarkı’ ağlatmak için öyle zorlama bir çaba içinde ki, dünyanın en büyük dramını alıp koysalar taş kesileceğiz.

Bu tür yarışmalarda en kötüsü başkasının adına utanma hissi. Dişlerinizi sıkarak Nihat Doğan’ın cümleyi toparlayamayışını izlemek mesela. Behzat Uygur’un formatı anlamadığı için bize de anlatamayışına üzülmek. ‘Bu Tarz Benim’ kızlarının tuhaf bir şekilde kuliste reenkarne oluşunda anlam aramak. Özlem Özden’e doğuştan yetenekli olduğu yalanını zerk edenlere, ondaki bu özgüvenin sınırsızlığına şaşırmak. Çok kötü sesli insanların, çok uzun süre anneleriyle ilgili türkü söylemeleri bile bu listede sonlara düşüyor.
Epey karışık ama formatı şöyle özetleyeyim: 12 yarışmacı kura ile eşleşiyor. Altı çift şarkı kapışması izliyoruz. Ardından jüri üyeleri yarışmacıları ‘İner misin Çıkar mısın’ usulü platformlara yerleştirip gitsin/kalsın yapıyor. Ama asla sesine, müzik kabiliyetine göre değil. Hayat hikâyesine göre. Çünkü işin sonunda 50 bin lira var. Sorumuz da şu: “Bu 50 bin lirayı ne yapacaksın?”

Peki o zaman niye şarkı söylüyorlar da pandomim yapmıyorlar diye sormayın. Production House format konusunda Türkiye’nin en cin şirketi olduğuna göre kesin bir bildikleri olmalı (bkz: Bu Tarz Benim).
Neyse, böyle böyle 12 oluyor 6, 6 oluyor 3. Saat oluyor 00.30. Üç buçuk saat, birtakım genç insanlar hangi özellikleriyle orada bulunduğu anlaşılmayan jüriye 50 bin liraya ihtiyacı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Zaten insan şunu yazarken bile utanıyor. Bir nevi dilencilik çünkü. “Bu bir ses yarışması değildir” diye ortaya çıkan, yarışmacılarından hiçbir yetenek beklemeyen bir programın ‘ödüllendirme’ kıstası ne olabilir? Madem acıklı hikâyeye para verilecek, beceren becermeyen herkese şarkı söyletmek onları para uğruna şarlatanlık yapmaya zorlamak değil midir?

Ayrıca bir de üstüne babası hasta olan, çocuğunu göremeyen, okulunun parasını ödeyemeyen, evlenemeyen insanlar “inandırıcı gelmiyor”! “Ayy ne bileyim bana pek inandırıcı gelmedi anjiyo manjiyo” diyor Hande Ataizi, Umutcan’a. Umutcan ne yapmalıydı pek emin değilim. Babasını kaybeden Ata’nın ‘HERKESİ GÖZYAŞLARINA BOĞMASI’ daha etkileyiciydi herhalde.

TV’de izlediğimiz en tuhaf şey

Eğer ihtiyacı olanlara yardım edecek bir format oluşturulacaksa bunun da bir âdâbı var. Bir sürü kadın programı hatta Sinan Çetin bile yaptı zamanında. Konuklar (yarışmacılar değil) stüdyoya gelir, derdini anlatır, hayırsever izleyenler hastane masrafını karşılar, kanal kayıp çocuğunu bulmaya yardımcı olur vs... Bu insanlar para ya da yardım için yarışmaz. Eğer şöhret peşindekilere kapı açılacaksa bunun için de şöhret olmaya yetecek becerisini sergilemesi istenir. Karar veren de elbette bu işten anlayan biri olur. Mesela Hande Ataizi kimin hikâyesinin daha içli olduğuna karar verecek kişi değildir.

Yazının Devamını Oku

Parasız zenginlerin zaferi

18 Ocak 2015
‘Bu Tarz Benim’ TV8’de başladı. Kızlar bu sezon da galaya, sergiye, Bebek’te balığa doymuyor. Zenginmiş gibi yapanların hayal dünyası son zamanlarda televizyonda izlediğimiz en absürt şey.



Rich Kids of Instagram (Instagram’ın Zengin Çocukları) fenomeninden sonra, bizimkilerin de Rich Kids of Turkey (RKOT) işine girdiğini duymuşsunuzdur. Fotoğraflar epey zevksiz haliyle. Çoğunlukla yata binerken “anlayamazsınız”lar, baba parasının aktığı Ferrari’ler, Vegas’ta popo ellemeler, Miami’de kumlara serilmelerden oluşuyor. Bazı gençlerin fotoğraflarla da belgelemeye ihtiyaç duyduğu gibi balya balya dolarları var ama asıl ilginç olan, nispeten ortalama harçlığıyla Dan Bilzerian’lığa soyunanlar. Olmuyor da değil. Olduruluyor bir şekilde. Puronun dandiği bulunuyor, elbet bir deniz manzarası uyduruluyor, elalemin lüks arabasına sinsi gibi yaklaşılıp selfie patlatılıyor, arkadaşı zengin olanın Lucca’daki masasına çöken pek sırıtmıyor. Yancılık geçer akçe RKOT ortamlarında. Üstelik başkasının rüzgarıyla yetinenlerin hayatı gerçek zenginlerden daha ilginç.

‘Bu Tarz Benim’ de parasız zenginlerin hayallerinin gerçek olduğu o büyülü diyar işte. Yarışmacı Özden’in Norah Jones konserine değil de ‘after party’sine gitmesi bu yüzden. Partilere gitmek yerine mütemadiyen ‘davet edilmeleri’ de ancak burada mümkün. Sanat galerisi, 1908 model otomobil olan müze, klasik müzik resitali, bale ve Kuruçeşme’de balıkla son bulan bir peri masalı. İçi şöhret ve yağmur gibi yağan paracıkların şehvetiyle yanan genç genç kadınlar.

Yancı milyonlar nihayet başrolde

Bana kalırsa caps’lene caps’lene suyu çıkan Nurella’nın da öyle fazla bir etkisi yok programın başarısında. Yüzyıllar boyu yancı olan milyonların sonunda başrole çıkmalarıyla ilgili ferahlama asıl ilgimizi çeken. O hayalgücüne şaşıp kaldığımız kızlar, stüdyoya gelmeden önce parasız zengini oynuyorlardı. Topuklu ayakkabının kırmızı tabanlısını alıp Louboutin’mış gibi yaparak, Ortaköy’deki gece kulüplerinde geceyi suyla geçiştirerek, çakma çanta konusunda uzmanlaşarak... Kötü burun estetikleriyle “bibibi” diye konuştuklarının farkına varmadan şöhret peşinde koştular. Paralı hırboları önemsemek zorunda kaldılar. Bir ünlüyü uzaktan tanıyor diye o çekilmez kızla ‘tatlişkoluk’ münasebetine girdiler.

Yazının Devamını Oku

Beyaz Türkler ne izlesin?

11 Ocak 2015
Ucuz hikâyelerin nefis prim yaptığı devirde ‘Poyraz Karayel’ eski ekolü temsil ediyor. ‘Yeni Türkler’le ‘Beyaz Türkler’ reyting tablosunda hep ilkinin kazandığı bir tuhaf yarış içinde.



Yeni Türkiye dizileri eski Cihangirliler’in ocağına incir ağacı dikti. Bir kafe köşesine yanaşsanız, “Birkaç seneye kalmaz dükkanı kapatırız” muhabbetine denk gelirsiniz. Kanallar da, izleyici de, yapımcı da kabul etti. Bu reyting ölçüm sistemiyle, böyle acayip kriterlerle ‘eski AB’ avcunu yalar.

Bütün setler o ucu bucağı belirsiz ‘çoğunluğa’, ‘gerçek Türkiye’ye, ‘Anadolu insanı’na çalışıyor. Muhafazakâr dayağından pısmamış iki iş yapmaya çalışsanız, birinin kafası mutlaka uçuyor.
‘Poyraz Karayel’, abidik gubidik güldürülerin, hâlâ Özcan Deniz’in ve ağa köteğinin iş yaptığı ekrana düştü. İçinde hayat belirtisiyle, güzelce başladı hem de. Duvardaki #şiirsokakta yazısı, Oğuz Atay göndermeleri, tatlı tatlı ‘Ben Yalnızım’ ezgileri filan… Hatta bir değil iki kere rakı muhabbeti geçti, inanılır gibi değil! Artık “Seni bir rakı balığa götüreyim” lafının bir dizide geçmesi bile şaşkınlık sebebi biliyorsunuz. Antenler yanıyor çünkü, ALKOL KÖTÜLÜKLERİN ANASI olduğu için.

Yazının Devamını Oku

Ezra bizi kandırıyor

28 Aralık 2014
Show TV’nin iddialı dizisinin yönetmeni Tayfun Güneyer genellikle yaptığı işlerin ‘ticari’ kaygılarını savunuyor. Sanat derdi olmadığını söylüyor. Belki bu fiyaskodan sonra bir nebze kaygılanmaya başlasa iyi olur.



Biz dolandırıcıları akıllı bulan bir milletiz. Hatta hayran oluyoruz nasıl kandırdıklarına. Gazeteler “Akıl almaz tezgah” filan diye başlık atıyor. Zavallı insanların parasını iğrenç birkaç dalavereyle hüpleten adamlar hep çok zeki. Dolandırılanlar hep saflıktan, durgun zekadan zokayı yutmuş. Küstahlık da IQ seviyesini yükseltiyor tabii. Mesela, “Dolandırdım ne var” diye efelenen pişkinler, pişman olanlardan daha makbul. Diyelim çakma çantayı, ayakkabıyı hevesli hanımefendilere kakalayarak zengin olan çetenin fikir babası, “Onların marka takıntısı sayesinde çakma değil, gerçek Ferrari’ye biniyorum ahahahah” dedi. Bu, inanılmaz kıvrak zekasının temsilidir çoğuna göre...



Televizyon da böyle işte. Onun bunun çakmasını, göz göre göre fikir hırsızlığını habire alkışladığımız bir ortam. Vaktimizi, paramızı alıp karşılığında çöpe kanaat etmeye ikna eden ‘çok zeki’ bir mekanizma.

Yazının Devamını Oku

Korkusuz yapımcılara öneriler

22 Aralık 2014
‘Shameless’ın ‘Utanmazlar’ adıyla Türkiye ekranlarına uyarlanacak olması son zamanların en çılgın haberi herhalde. Hatta ‘Sopranos’u İstanbul’a taşıma fikrini bile gölgede bırakır. Madem 2015 böyle kaçıklıkların yılı olacak, Med Yapım gibi cesur şirketlere önerilerim var.

Shameless yalnızca Amerikan uyarlamasıyla ABD’nin değil, orijinaliyle Büyük Britanya’nın da gördüğü en ‘utanmaz’ dizi. Sadece içki, uyuşturucu, seks değil; çarpık aile, tepetaklak ev, kaotik sosyal düzen ve çiğnenip suratınıza tükürülmüş bir sistem eleştirisi. Med Yapım Türkiye’de bunu tutturabileceğine inanıyorsa ayakta alkışlıyorum. Televizyon tarihimizde bir devrim, sansürün hükmüne karşı afili bir ayaklanma planlıyorlar herhalde. Öyleyse Med Yapım’ın açtığı bu fantastik kapıdan daha fazla manyaklık neden girmesin? Bence Shameless’ı uyarlayan, efeler gibi bunları da alır getirir, ulusal kanala, prime time’a koyar:


Shameless

Sons of Anarchy
Motosiklet çetesi hikâyesi hiç olmayacak bir şey değil. Sonuçta Emrah yaptı bunu zamanında. Elde zincirlerle sokak kavgası sahneleri televizyon sineması tarihimizin unutulmaz anlarındandır. Çetenin elebaşı Jax Teller rolüne de, en azından saç rengiyle cuk oturacak Kıvanç Tatlıtuğ’umuz var. Kadınlara eziyet olsun, hırtlık, itlik olsun, mafya, racon, kabadayılık olsun hepsi zaten çekmekte usta olduğumuz enstantaneler. Şiddetten de kaçmıyoruz asla. Bir tek seks meselesi sıkıntı olabilir ama Shameless’ın edepsizliğinden korkmayan motosiklet çetesinin aşırılıklarından hiç ürkmemeli. ‘Anarşinin Oğulları’ da vurucu bir isim olur üstelik. Arkaya çArşı duvar yazılarıyla İstanbul koy. Dramayı aç, sigarayı kıs. Gayet yerel, gayet nizami.

Yazının Devamını Oku