Giotto’nun mavi dünyası

Padova gezisini bir güne sığdırmak olanaksız. Bir seçim yapmak zorundasınız. Bu bir seçim de değil aslında, düpedüz mecburiyet. Buraya dek gelip de Giotto Usta’nın marifetini, yani Arena Kilisesi’ndeki freskleri görmeden olmaz. Hele, benim gibi, bir Proust hayranıysanız.

Haberin Devamı

Giotto’nun dünyasına ilk adımı, onun sanatıyla yüzleşmeden, doğrudan tanışmadan, Albertine Kayıp’ı okuyarak Proust üzerinden atmıştım. Gerçi yazar bu romanında küçük kilisenin kubbesiyle duvarlarını boydan boya kaplayan fresk dizisinden çok ressamın ‘Erdemler ve Kusurlar’ı konu alan kabartmaları üzerinde durur ama sanatçının mavi dünyasına duyduğu hayranlığı belirtmekten de kendini alamaz. Proust’a göre Giotto’nun mavileri dışarıdaki güneşli günün, gökyüzünün içerdeki devamı gibidir.

BİR DUVARDA ÇIĞIR AÇMAK

Giotto’nun mavi dünyası


Sanat tarihçileri Giotto’nun kiliseye adım atar atmaz, çıplak duvarları görünce heyecanlandığını yazıyor. Doldurulması, çizip boyanması gereken bir alandı dünya, hayal gücünde kıpırdayan, gerçeklik kazanan figürleri duvara aktaracak, bu işi yaparken de geçmişte olup bitmiş, İncil’de anlatılan olaylar zincirini anlaşılır, asıl önemlisi de seyredilir kılacaktı.

Santim santim her kareyi, her boşluğu doldurmak, çizip boyamak yıllar alan bir uğraştı. Sikstin Şapeli’nin fresklerini yaparken bu uğurda sağlığını yitirmişti Michelangelo. Giotto ise, ondan önce, fresk sanatına getirdiği gerçekçi anlayışla birlikte figürleri donuk, cansız ve simgesel konumlarından çıkarıp onlara hayat vermişti. En önemli figür, başoyuncu İsa, tanrısal sıfatlarından arınmıştı artık. Acı çeken, kırılgan bir âdemoğluna dönüşmüştü. Tanrı’nın oğlu değil, aramızdan biri, en temiz yürekli, en talihsiz, belki de en fazla insan olanımızdı. Kuşkusuz bu nedenle çarmıha gerilmiş, mavilikte uçuşan meleklerin varlığından habersiz, alınyazısına razı olmuştu.


USTASINI GÖLGEDE BIRAKAN RESSAM

Haberin Devamı

Giotto’nun mavi dünyası


Giotto’nun kompozisyonu otuz sekiz bölümden oluşuyor. Her bölümde bir öykü, durum, konum söz konusu. Bölümler bir bütün olarak ele alındığında yalnızca İsa’nın serüveniyle karşılaşmıyor, yaratıcı dehanın da etkisi altında kalıyorsunuz. Dante, Giotto için boşuna, o güne dek kullanılagelen ‘zanaatkâr’ (artigiano) sözcüğünü yeterli bulmayıp ‘sanatçı’ (artista) sözcüğünü önermemiş. Ayrıca şu dizeleri yazmış çağdaşı, belki de arkadaşı olan ressam hakkında: “Resim sanatında Cimabue’nin hükmü geçiyordu, ama Giotto onu gölgede bıraktı”. Efsaneye bakılırsa Cimabue’nin atölyesinde yetişen Giotto’nun ustasını gölgede bırakacağı, daha çok küçük yaşta, koyunları güderken bir taşa yaptığı kuzu resminden belliydi. Bu resmi gören Cimabue çocuğu yanına alarak yetiştirmişti. Onun yeteneğine inancı tamdı. Çırağının atölyedeki bir insan figürünün burnuna eklediği karasineği gerçek zannedip kovmaya kalkışacak kadar da saftı. Bu rivayetlerin doğruluk payı ne kadar, ne kadarı uydurma bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var. Giotto’nun sanat tarihinde ilk kez gerçekliği temel alan bir anlayışla çalıştığı.


SEYREDENE SERİNLİK VEREN FRESKLER

Haberin Devamı

Giotto’nun mavi dünyası
Kilisenin içine girer girmez mavinin çeşitli tonlarına kapılıp gidiyorsunuz. Tavanda ve birbirine simetrik iki duvar boyunca kobalt mavisiyle çivit mavisi, derken turkuaz ve lacivert, bir renk cümbüşü içinde uçuşmaya başlıyor, seyredene serinlik veriyor. 


Arena Kilisesi ya da sahibinin adıyla anılan Scrovegni Şapeli gösterişsiz, tuğla duvarlı, albenisi olmayan bir yapı. Bahçe içinde. Roma devrinden kalma bir arenanın üzerine inşa edilmiş. İçeriye girer girmez mavinin çeşitli tonlarına kapılıp gidiyorsunuz. Tavanda ve birbirine simetrik iki duvar boyunca kobalt mavisiyle çivit mavisi, derken turkuvaz ve lacivert, bir renk cümbüşü içinde uçuşmaya başlıyor, seyredene serinlik veriyor. Fresklerin birbirini tamamlayan üç öyküyü, Meryem’in anne-babasıyla Kutsal Ruh’un soluğundan doğan oğlu İsa’nın iç içe gelişen ve Tevrat’la İncil’den kaynaklanan öykülerini bir çizgi-roman sıralamasıyla anlattıkları söylenebilir. Burada önemli olan öykünün bizzat kendisi değil, kurgulanma biçimi. Bir de, ressamın dehasından kaynaklanan renk uyumu. Ve elbette gerçekçi yöntemi... Örneğin ‘Mısır’a Kaçış’ konulu frenskte, Meryem ve kucağındaki çocuk İsa kadar eşeğin kendisi de önem taşıyor. Hayvan, üzerindekilerle birlikte tüm ayrıntılarıyla çizilmiş. İsa, annesinin memesini arıyor giysinin altında. Belki de sekiz çocuk babası olduğundan, Giotto, onu memeye düşkün bir çocuk olarak resmetmiş, müstakbel bir peygamber ya da Tanrı’nın oğlu olarak değil. Aynı eşeği ‘Kudüs’e Giriş’ freskinde de, bu kez yularını yetişkin İsa’nın çektiği bir konumda görüyoruz.


RÖNESANS’IN HABERCİSİ

Haberin Devamı

Giotto’nun mavi dünyası


Sanatçının gerçekçi tarzında Rönesans’ın ayak seslerini duymak mümkün. Bu tarz, kıyameti tasvir eden büyük freskte yerini fantastik bir anlayışa bırakıyor. Giotto’nun tam otuz sekiz freskten oluşan yapıtı İncil’in özeti bir bakıma, ama Katolik Kilise’nin tanımadığı, ‘düzmece’ olarak bilinen başka İncil’lere de atıfta bulunuyor. Bu yönüyle ayrıca üzerinde durmaya değer. Aslında anlatının, model aldığı kutsal metinlerden giderek uzaklaşarak kendi özerk alanını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bir bakıma ressam bizi, renk ve biçimlerden ibaret bir dramatik kurguyu okuyup anlamaya çağırıyor, “Sözcüklerin yetersiz kaldığı yerde yaratıcı dehamı devreye sokmam gerekti” dercesine.

 

Yazarın Tüm Yazıları