Kişisel tarihiyle edebiyatın zirvesinde: Annie Ernaux

Güncelleme Tarihi:

Kişisel tarihiyle  edebiyatın  zirvesinde: Annie Ernaux
Oluşturulma Tarihi: Şubat 11, 2022 09:45

Fransız yazar Annie Ernaux çok kişisel gibi görülen romanlarında yaşadığı çağın olaylarını, sınıf çatışmalarını, düşünce biçimlerini ve bunların, özellikle kadınlarda yarattığı sancıları anlatıyor. Ernaux, art arda yayımlanan iki anlatı kitabında bir kez daha kişisel tarihi ile toplumsal tarihi birleştirmiş. ‘Babamın Yeri’nde yoksulluk, sınıf atlama, aile bağları, yaşlılık ve ölüm temaları öne çıkarken ‘Yalın Tutku’da kadın özgürlüğü, tutku ve cinsellik ön planda. Ernaux, söz konusu meseleler üzerinden 20’nci yüzyıl Fransa’sının siyasi, toplumsal ve kültürel değişimini -kendi duygu ve düşünceleri eşliğinde- sergiliyor.

Haberin Devamı

Annie Ernaux, 1 Eylül 1940’ta, Lillebonne’da, işçi sınıfına mensup, yoksul bir ailede, kendi deyişiyle ‘savaş çocuğu’ olarak dünyaya geldi. Çocukluğunu ailesinin bakkal dükkânı işlettiği Normandiya’nın küçük bir kasabası olan Yvetot’te geçirdi. Rouen ve Bordeaux üniversitelerinde edebiyat öğrenimi gördü ve uzun yıllar boyunca edebiyat öğretmenliği yaptı. Edebiyat kariyerine 1974 yılında otobiyografik romanı ‘Les Armoires Vides’ (Boş Dolaplar) ile başladı. İkinci romanı ‘Ce qu’ils disent ou rien’ (1977) ona Prix d’Honneur roman ödülünü getirdi. Ama asıl çıkışını 1983’te, babasıyla olan ilişkisine ve Fransa’daki küçük bir kasabada büyüdüğü deneyimlerine odaklanan otobiyografik anlatısı ‘Babamın Yeri’ ile sağlayacaktı. Ernaux, aldığı çok sayıda ödülün ve beyazperdeye aktarılan romanlarının sayesinde uluslararası bir saygınlık kazandı. 2021 Altın Aslan Ödülü sahibi ‘Kürtaj’ filmi de Ernaux’nun romanından uyarlanmıştı.

Haberin Devamı

‘BİZİ BU FARK YARALARI ÖLDÜRÜR’
Annie Ernaux ‘La Place’i 1983’te yazmış, kitap Türkçeye 2001 yılında ‘Babam’ ismiyle çevrilmişti. Yeni versiyonda isim ‘Babamın Yeri’ olarak değiştirilmiş ama çevirmen imzası aynı, Siren İdemen. ‘Kürtaj’ ve ‘Seneler’ romanlarının -başarılı- çevirilerinin de İdemen’in elinden çıktığını ekleyelim.
Her iki anlatıda da Annie Ernaux’nun kimi zaman kendisiyle, kimi zaman ailesiyle, kimi zaman çevresiyle ama her seferinde onları şekillendiren ekonomik, politik ve ideolojik saiklerle çatışmasını izleyeceğiz.
‘Babamın Yeri’ni babasının ölümü üzerine kaleme almış -niyeti babasıyla ve geçmişle ilişkisini izah etmek: “Yani babamı, hayatını ve onunla arama ergenlik çağında giren bu mesafeyi kaleme almayı kastediyordum. Bir sınıf mesafesi ama adı olmayan, kendine özgü bir mesafe.”
Bu amaçla yola çıkan Ernaux, anlatısını 20’nci yüzyıldan birkaç ay önce, Caux bölgesinde, denize 25 kilometre uzaktaki bir köyde başlatıyor. Babasının çocukluk yılları, kesif bir yoksulluk, zorlu hayat şartları. Öyle ki, “Proust ya da Mauriac’ı okurken, babamın da çocukluğunun geçtiği zamanlardan bahsettiklerine inanamıyorum. Babamınki ortaçağa aitti” diyecektir Ernaux. Babası işte bu şartlarda büyümüş, iki savaş arasında köylülükten kopup fabrika işçisi olmuş, sonunda küçük bir bakkal dükkânı açarak esnaflığa adım atmış mücadeleci bir adam. Anlatı boyunca uzun yıllara yayılan bu mücadeleyi izleyeceğiz. Ne var ki yeni sınıfının kültürüne adapte olmakta zorlanıyor ailesi. Annie ise küçük burjuva hayata doğan bir çocuk olarak ailesinin kültüründen çok daha kolay sıyrılıyor ve ailesinden uzaklaşmaya başlıyor.

Haberin Devamı

İşte bu ‘fark yaraları’nın hikâyesidir okuduğumuz. Annie Ernaux, içine girdiği burjuva ve kültürlü dünyanın eşiğinde bırakmak zorunda kaldığı mirası gün ışığına çıkarmaya çalışıyor. Ne var ki unutulmuş olayları gün ışığına çıkarmak, sıfırdan uydurmak kadar kolay değil. Zira ister bireysel olsun isterse toplumsal, hafıza bastırılanların gün ışığına çıkarılmasına her zaman direnecektir...
1991 tarihinde yayımlanan ‘Yalın Tutku’ da geçmişe, hafıza oyunlarına ve fark yaralarına dair otobiyografik nitelikli bir anlatı. Bu kez kadın-erkek ilişkisindeki tutku farkının açtığı yaraları sergileyecek Ernaux.
Tutkunun şiddetini özetleyen bir cümle ile başlayabilirim: “Geçen yılın eylül ayından bu yana bir erkeği, bana telefon etmesini, evime gelmesini beklemekten başka bir şey yapmadım.” Bu tarihte, 40’lı yaşların sonlarına yaklaşmış, üniversite çağında iki çocuğu olan, bekâr bir kadın. Tutku nesnesi A. ise Doğu Bloku ülkelerinin birinden gelen, Alain Delon’a benzetilmekten ve içki içmekten hoşlanan bir adam. Ve ne yazık ki evli. İşi ve evliliğini bahane göstererek ilişkiyi istediği gibi yönlendirmesi, ulaşılmazlığı kadının tutkusunu daha da yoğunlaştırıyor. Öyle ki iradesi, istekleri, zekâsı, bütün insani faaliyetleri artık bu adamla ilişkili. Annie Ernaux, bu ilişkide düştüğü durumları -kimi zaman coşkuyu, kimi zaman hayal kırıklığını, kimi zaman utancı, kıskançlığı, kimi zaman kaybetme korkusunu- özgür bir kadın kimliği ile ortaya dökerken hiç pişmanlık yoktur içinde: “Çocukken benim için lüks, kürk mantolar, uzun elbiseler ve deniz kıyısındaki villalardı. Daha sonra, bunun entelektüel bir yaşam sürmek olduğuna inandım. Şimdi bana öyle geliyor ki lüks aynı zamanda, bir erkeğe ya da bir kadına olan tutkuyu yaşayabilmektir.”

Haberin Devamı

OTO-SOSYOBİYOGRAFİ
Annie Ernaux’nun bütün roman ve anlatılarında benzer bir kadın kahramanın kimlik arayışı ve toplumla çatışması öne çıkıyor. Kendi hayatının farklı sayfalarını farklı romanlara/anlatılara dağıttığını söyleyebiliriz. Küçük bir kasabada, küçük bir esnafın kızı olarak büyümek, yükseköğrenim görmek, farklı bir hayata açılmak, 60’lı yıllarda genç bir kadın olmanın zorluklarıyla karşılaşmak, kadın kimliğine, bedenine, cinselliğine ve özgürlüğüne sahip çıkmak... Bütün bunları anlatır kitaplarında. Bir yandan çok kişisel gibi görülen anlatı ve romanlar, diğer yandan yaşadığı çağın olaylarını, sınıf çatışmalarını, düşünce biçimlerini ve bunların -özellikle kadınlarda- yarattığı sancıları barındırırlar. Böylelikle tarihsel/toplumsal olanla bireysel olan iç içe geçer.
Kariyerinin başlangıcında seçtiği nevi şahsına özgü bu yazma tarzını ‘oto-sosyobiyografi’ olarak adlandırıyor Ernaux. Kurgudan bilerek uzaklaşıyor, kendisinin ya da yakınlarının hayat deneyimlerine odaklanıyor. Ancak otobiyografiden, ‘hayatım roman’ klişesinden de bilhassa uzak duruyor. “En mahrem anılarına, hayatındaki önemli dönemeçlere kendi kuşağının hikâyesini de dahil edip tarihin kaydını tutarken arka planda daima toplumsal hayata ve onu oluşturan kültürel, siyasi, tarihi olaylara yer vererek, ‘toplumsal bellek’ edebiyatı olarak nitelenebilecek” bir tür yaratmış. Böylece roman ve anlatılarında Annie Ernaux gibi görünen karakter anonimleşiyor, bir kuşağın tipiğine dönüşüyor. Erken dönem romanlarından olmasına rağmen ‘Babamın Yeri’ bu türün çok iyi bir örneği. Babasının köylülükten işçiliğe, işçilikten küçük esnaflığa geçiş sürecindeki kültürel ve sosyolojik değişimi, içinden gelinen sınıfsal aidiyete duyulan utancı anlattığı cümleler buna iyi birer örnek...

Haberin Devamı

Okuduğum dört romanında da bireysel hayatları etkileyen toplumsal tarih öne çıkmıştı. Ancak bu katı bir nesnellik anlamına gelmiyor. Ernaux’nun kitapları toplumun ürünü olan bir kadının öznel deneyimlerini barındırıyor. Üstelik deneyimler yaşanmışlıklarından çok sonra kâğıda dökülen, ‘hatırlanan’ deneyimler. ‘Seneler’de epigraf olarak Jose Ortega Y Gasset’in “Sahip olduğumuz tek şey tarihimiz, o da bize ait değil” cümlesini kullanan Ernaux, belli ki edebiyat yoluyla ‘tarihin uçucu imgesini’ yakalamaya ve sahiplenmeye çalışıyor.

Kişisel tarihiyle  edebiyatın  zirvesinde: Annie Ernaux
Babamın Yeri
Annie Ernaux
Çeviren: Siren İdemen
Can Yayınları, 2022
72 sayfa, 23 TL.

Haberin Devamı

Kişisel tarihiyle  edebiyatın  zirvesinde: Annie Ernaux
Yalın Tutku
Annie Ernaux
Çeviren: Yaşar Avunç
Can Yayınları, 2022
56 sayfa, 23 TL.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!