Sarı yazda Leros

Hedef, El Greco restoran. Önünde küçük bir iskele, ona bağlı hep küçük bir balıkçı teknesi oluyor. Arkadan az Yunan müziği. Masadan iki adım sonra suyun içindesiniz.

Haberin Devamı

Sarı yazda Leros

Daha önce Kos üzerinden aktarmalı gidiliyordu. Bodrum, Turgutreis’ten kısa süreliğine direkt feribot seferi konduğunu öğrenince kendimizi sırt çantalarımızla güvertede bulduk. Doğru yer, doğru zaman; Güney Ege’de sarı yaz...

Sarı yazda Leros

Bu mevsimde burada öyle bir mikroklima oluşuyor ki nereden nereye gittiğinizin önemi yok. Suda olmanız yeterli. Öğle güneşi kavurmuyor. Gündüz şort, akşam uzun kollu. Turistler çekilmiş; koylar motor yağından, beach’ler güneş yağından arınmış.

Haberin Devamı

Sarı yazda Leros

Denizi kum değil, mıcır

Leros’a adım atınca yaklaşık 200 kişinin giriş işlemleri iki saate yayılan bir eziyete dönüşüyor. Tek damga var. Bir memur bir pasaporta vuruyor, sonra öbürüne veriyor,
o vuruyor. Biz yine iyi, günübirlik gelenler 50 euro yol parası veriyor, akşam 17.30’da da geri hareket var. Polis engelini aşınca herkes adanın dört bir yanına dağılıyor. Liman bölgesi Aya Marina. Kafe-barlar, fırınlar, şirin binalar... Turistik bölgesi Alinda. Küçük bir balıkçı koyu olan Panteli. Bizim yerimiz burası. Denizi kum değil, mıcır. Ama çok berrak. Bizdeki beach club’ların işlevini gören sıra sıra tavernalar var. Sahilde hâkim dil Türkçe. Arada İngilizce, çat pat Yunanca... Hedef, El Greco restoran. Önünde küçük bir iskele, ona bağlı küçük bir balıkçı teknesi... Arkadan az Yunan müziği... Masadan iki adım sonra suyun içindesiniz. Şefi Mario. En son beş sene önce görüşmüştük. Ama El Greco’yu da, onu da yerinde bulacağımdan emindim.
Burada bir işletme ilk sene ayakta kalabiliyorsa bir daha kolay kolay kapanmıyor. Sebebi belli: Adalılar dededen kalma evin girişini restoran yapıyor, karı-koca işletiyorlar. Önü zaten Allah vergisi deniz... Her zamanki köy balıkçısından ürün tedarik ediyorlar. Bu yüzden de ekonomik kriz, salgın gibi şeylere karşı daha dayanıklılar.

Haberin Devamı

Seramik anneanne tabakları

El Greco’da denize girip yorgunluğumuzu atana kadar Mario çoktan küçük bir sahil sofrası hazırlamış bile: Kalamar, cacık, salata ve kabak kızartma. Biz onları tadarken, otel bulma sitesinin yanlışlıkla sattığı dolu oda yerine komşu otelden boş oda buldu bize.
Yapacak tabii, ne de olsa hemşerim. Babası Giritli ama onun da anne tarafı Karadeniz’den. Türk servis biçiminin inceliklerini, rakı çeşitlerinin isimlerini, demleme personel çayı bulundurmayı ve Ege’nin en iyi birkaç kalamar tavasından birini servis etmeyi iyi biliyor! Bunun karşılığında da iki kişilik mütevazı bir masadan ortalama 50 euro alıyor. Bizim paramızla kişi başı yaklaşık 500 lira.
Hiç özel bir teknikleri yok. Kalamarları doğruyor, galeta unu koymadan, baharata boğmadan kızartıyorlar. Seramik anneanne tabağında önünüze koyuyorlar. Tek özelliği günlük Ege kalamarı olması ve usulünce pişirilmesi. Bizden ucuz değil. Tabağı 200 liranın üstünde. Aynı parayı veriyorsunuz ama bizdeki kayış gibi olabiliyor.
Vedat Milor’un balık restoranlarımızı eleştirirken yaptığı şahane tespit gibi: “Bizde balığı balık sevmeyen, kendisi balık tüketmeyen ustalar hazırlıyor.”
Mario’nun el çabukluğuyla önünüze koyduğu bambaşka bir birikim. Bu adamlar kalamarın hangisini seçeceğini de, nasıl keseceğini de, nasıl pişireceğini de babadan, dededen görüyor. Köyün balıkçısından ona göre sipariş ediyor. Bizimkilerse mecbur, sırf patron kafeteryanın menüsüne koydu diye donmuş kalamarı yağa atıp servis ediyor. İşte bu da ikinci handikapımız: Rakiplerimizin ‘doğal el lezzeti’ bize karşı avantaj sağlıyor.

Haberin Devamı

Sarı yazda Leros

Yazarın Tüm Yazıları