Neyin kıymetini biliyoruz ki?

“ZAFER”in kutlanması ve şehitlerin “anılması” etkinlikleri 18 Mart’a yakın günlerde çok şükür hâlâ elimizden uçurmadığımız bir bilinç yansıması olarak gündeme oturuyor.

Haberin Devamı

İşte bu “vefâ geceleri”nden biri de geçtiğimiz cuma akşamı yaşandı. İzmir Devlet Klâsik Türk Müziği Korosu, “İstiklâl Marşı’nın Kabulü, Çanakkale Şehitlerini ve Mehmet Âkif Ersoy’u Anma Konseri” ile dinleyicisinin karşısına çıktı. Bornova Yüksel Eraslan Kültür Merkezi’nde, Özel Ege Lisesi ve Eraslan Vakfı’nın katkılarıyla gerçekleşen konser, “Bu çok özel ve netâmeli günlerden geçerken, o salonda olmak lâzım” diye düşünen adetâ “bir avuç meraklısı”nın alkışlarına emanet edildi. Alkışlar aslında konser sonlarının sanatçıya “ayakta armağan edilen son ritüeli”dir. Öyle olmadı! Dinleyicilerin yana düşmüş kolları ve öne eğilmiş başları bu kez “ayakta armağan edilen saygıyı ve belli belirsiz bir mahcubiyet”i işaret ediyordu. Açılışta hep birlikte İstiklâl Marşı söylendi.
İlk bölümde 3 eser seslendirdi koro. Yavuz Akalın’ın bizi ney taksimi ile davet ettiği segâh bu bölümün tamamına hâkim bir rüzgâr olarak seçilmişti. Bütün güfteler, Şerif Muhiddin Targan’ın nitelemesi ile “bir hilkat sırrı” ya da Dücane Cündioğlu’nun kitabına da verdiği isimle anarsak “Bir Kur’an şairi” olan Mehmet Akif Ersoy’un kalemindeki iklim ve heyecanlardı. “Segâh Tekbîr”in kandilinden tütsülenmiş bir girişle ve “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker” diye başlayan Saadettin Kaynak’a ait “Mersiye”, “Seni ancak ebediyyetler eder istiâb” diyerek bitti. Pek çok kişinin Çanakkale yöresine ait zannettiği “Aynalı Çarşı” (Muzaffer Sarısözen tarafından derlendiğini bildiğimiz) bir “Kastamonu türküsü” notuyla seslendirildi. “..Vurdular beni” derken salonun neredeyse tamamı ezgiyi mırıldanıyordu… Ardından, Âkif’in Yunan birliklerinin 8 Temmuz 1920’de Bursa’ya girmesi üzerine gece sabaha kadar hem ağlayıp hem de yazdığı “Bülbül” şiirine geldi sıra... Çok nadir dinleyebildiğimiz bir eser seslendirildi. Koronun neredeyse 20 dakikalık kesintisiz performansla 1 sanat gösterisi halinde yorumladığı Ali Rifat Çağatay’ın (Düyek usûlünde başlayıp Devr-i Hindî, Sofyan, Yürük Semaî ve Curcuna ile zenginleşen) “Değişmeli-Mahûr” şâheseri 12-13 sayfalık bir nota ve iç içe geçmiş en az birkaç besteden oluşuyordu. Ve bildiğiniz gibi hüzün ve isyan son mısrada şair tarafından şöyle ifade ediliyordu: “Benim hakkım sus ey bülbül, senin hakkın değil matem...”
Hüseynî eserlerle başlayan ikinci bölümde parlak ve dolgun sesiyle solist Ümit Yazıcı vardı sahnede. Âkif’in güftesini Şerif İçli’nin bestesinde yudumladık. Güftenin zaten kendi müziği vardı ama son tahlilde görülen arûz vezninin aksak usûlüyle dudak dudağa öpüşmesiydi adetâ: “Ezelden âşinanım ben hem ezelden zebânımsın...” Levent Düzağar’ın buram buram Hüseynî kokan keman taksimi ile Cahit Öney’in bestesine ulaştık: “Sevk-i â’mâk-ı hayâlât etmede her ân beni...” Sırayla önce Hüseynî-Bûselik sonra da Uşşâk birer ilâhi dinledik.
Konserin son anonsunda son 2 şarkı şöyle takdim edildi: “Atamız, ‘Sanatçı alnında ışığı ilk hisseden insandır’ demiş. Bu demektir karanlığı da ilk hisseden odur. Kıştan bahara geçerken, 2 bahar şarkısı ile vedâ ediyoruz...” Ama bana sorarsanız şarkıların bahara geçişle hiç alâkası yoktu. Fehmi Tokay’ın “Geçti bahar hazan erdi bu yerde” diye başlayan Bûselik şarkısını İzzet Altınbaş’ın Acemkürdî’si izledi çünkü; “Bak yine geçti bahar...” Sanıyorum koronun iyi bir metin yazarına ihtiyacı var! Salondaki dinleyici sayısının azlığına hakkında, “Özel bir konseri özel sanatseverler izledi” diye söylenip geçiştirmek en doğrusu... Sanatçıların emeği ve motivasyonu yönünden baktığınızda ise seyirci azlığının salonda ister istemez bir enerji eksikliği yarattığını ve bunun sahneye de yansıdığını söylemek zorundayım. Yoksa sazların “mersiye ve ilâhiyi aynı tavır ile yorumlaması” nasıl açıklanabilir ki? Merdivenlerden inerken yanımdaki kâdim dosta, “İzmir’in en güzel salonlarından biri, iyi bir ses sistemi, ısıtılmış bir mekân, trafik ve otopark sorunu yok. Üstelik ücretsiz olarak sunulan bir konser... Neden bu kadar az dinleyici var biliyor musunuz? İnsanlar bedelini ödemedikleri şeyin kıymetini bilmiyorlar” dedim. Dostum sitemle karışık gülümsedi: “Bedelini ödediği Cumhuriyet’in kıymetini bilmiyor, ücretsiz davet edildiği konserin mi kıymetini bilecek?”

Yazarın Tüm Yazıları