İçimizdeki açlık

Duydunuz mu? Dünya Sağlık Örgütü’nün 53 ülkeyi kapsayan obezite raporunda Türkiye birinci sıradaymış! Bu habere şaşırmamak gerek aslında... Çünkü halimiz ortada; hepimiz birbirimize baktığımızda görüyoruz zaten. Hatta bunun için aynaya bakmak bile yetebiliyor.

Haberin Devamı

Pandemi sürecinde, gencinden yaşlısına pek çoğumuz üst bedenlere yükseldik. Tabii gerek dünya obezite sıralamasında, gerekse beden numarasında yükselmek, hiç de arzulanan bir yükseliş değil.

İçimizdeki açlık

CAN SIKINTISINDAN

Her 10 kişiden neredeyse 7’sini obez yapan fazla kiloların temel sebebi malum: Çok yiyoruz, az hareket ediyoruz. Tabii bir de hareketle, sporla ilgisi olmayan bir şişmanlama nedeni var: “Stres açlığı”. Kimileri bunu “duygusal açlık” olarak ifade ediyor. Aynı durumu, “strese bağlı yeme”, “duygusal nedenden yeme” olarak ifade etmek mümkün. Yani, can sıkıntısından kurtulmak için yiyoruz. Moralimiz bozulunca yiyoruz. Strese girince yine yiyoruz... Sıkıntıdan kurtulalım derken, zamanla obezite sınırına geliyoruz. Ki bu da bir dizi sağlık sorununu tetikliyor.

Haberin Devamı

MADDE İLE MANA

İçimizdeki sıkıntıyı bastırmak için midemizi doldurmanın çözüm olmadığı ortada. Görünen o ki aldığımız kilolar, dertlerimizi örtmeye yetmiyor. Tüm bunlar bize bir kez daha şunu söylüyor: İnsan denen varlıkta, madde ile mana kesintisiz bir ilişki içinde. Manen aç kaldığımızda, bunu maddeyle doldurmaya çalışıyoruz. Demek ki sadece cebimizi ve midemizi değil, ruhumuzu da doldurmaya ihtiyacımız var.

İçimizdeki açlık

BOŞ YERE ÜZÜLME

İnancın-dinin en temel gayelerinden birisi, insanları stresten, yani “dünya derdi”nden uzaklaştırmaktır. İbadetlerle, “dünya hayatına”, yani gündelik akışa ara verilir. Ayrıca “İnsanın yolculuğu ölünce sona ermez, farklı bir aşamaya geçer” inancı, “ölüm stresine” verilen bir cevaptır. Kuran bunu baştan sona net biçimde ifade eder: Bir gördüğümüz alem vardır, bir de görmediğimiz alemler. İçimizdeki ve ölümden sonraki alemler gibi... Gördüğümüz dünya, manevi yolculukta bir aşamadır sadece. Bu dünyada gösterdiğimiz manevi olgunluk, sonraki yolculuğun “kalitesini” belirler. Yani hiçbir şey boşuna değildir. Yaşananların bir manası vardır. İşte bu inanç, sıkıntılara göğüs gerebilmek yolunda bir manevi destektir.

Haberin Devamı

DAMAK TADI OLMADAN

Din, insanlık tarihi kadar eski olsa da... Çok zordur insanın, hayatın sadece görünenden ibaret olmadığına gönülden inanması. Yaradan’la ve mahlukatla aramızda “görünmeyen” manevi bir bağ olduğu fikrini pek çok kişi kabullenemez. Yüzeyde dindar olanlar bile “açıkça görmediğine (Bakara, 55)” inanmakta içten içe zorlanır. Oysa yediğimiz içtiğimiz, tattığımız, kokladığımız şeylerin gerçek olduğundan şüphe etmeyiz. İşte sadece görünene inandığımız için, iç sıkıntımızı da yine “ölçebildiğimiz, tartabildiğimiz” gıdalarla, yani fazla yemekle gidermeye çalışırız.

GÖRÜNMEYEN GIDALAR

Elbette “ruh”, elle tutulur, gözle görülür bir şey değil. Öte yandan “ruhumuz daralır” veya “canımızın sıkılır”. Yani ölçemesek de, tartamasak da ruhumuzun varlığını hissederiz. Üstelik bu “his”, sadece soyut bir his de değildir. Bu sebeple, “yüreğim sıkıştı” ifadesi, manevi bir bunalmaya işaret ettiği gibi kalp spazmı anlamına da gelir. “Psikosomatik” hastalıklar da nefsimizle ruhumuz arasındaki gerilimin bedenimizde yol açtığı arızalardır.

*

Haberin Devamı

Şurası çok net: Mana olmadan, madde yoluna sağlıklı devam edemiyor. “Her şeyin anlamsız olduğu” fikri, insanların en büyük felaketi. Hayatın anlamını sadece dünya beklentilerinden ibaret görmek de meseleyi çözmüyor. Çünkü nefis, bir türlü doymak bilmiyor. Onun için atalarımız “Gözünü toprak doyursun” demişler. Gelin, gözle görülmeyen ruhumuzun manevi açlığını görünen gıdalarla beslenmeye kalkmayalım. Gönlümüzü güzelliklerle doyurdukça stresimiz azalacak; bedenimizdeki “stres açlığı” eninde sonunda yatışacaktır.

İçimizdeki açlık

ÜÇTE BİRİNİ AYIRIN

ORUCUN özelliklerinden birisi, bedenin uzun süreli açlığa bile zorlanmadan dayanabileceğini göstermesidir. Elbette bu, ruhunun manevi taleplerine tabi olan iradenin eseridir. Kuran, insanların açgözlü bir şekilde “hayvanlar gibi yemelerini (Muhammed, 12)” kınar. Hz. Peygamber, midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefese ayırmayı tavsiye etmiştir. Sofradan tıka basa doymadan kalkmak, sadece edebin gereği değil, yüzyıllardan beri hekimlerin değişmeyen reçetesidir. Toprakta yürümeyi salık veren Resulullah’ın ayrıca “İki hedef arasında koşan kimsenin her adımı için bir iyilik mevcuttur” dediği bilinir.

 

Yazarın Tüm Yazıları