Fransa da neler oluyor... Kod adı ‘sıcak yaz’

Demokrasinin beşiği dediğimiz Fransa, son günlerde yaşanan olaylara oldukça aşina. Öyle ki ülkenin politik hafızasına “banliyö sorunu” olarak yerleşmiş. 1981 yılında Lyon’da başlayan olaylara “été chaud (sıcak yaz)” ismi verilmişti. O sıcak yazlar Fransa için artık günlük rutine dönüşmüş durumda.

Haberin Devamı

1- FRANSA’da yaşanan olayları diğer birçok güvenlik analisti gibi yakından izlemeye çalışıyorum. Ancak bu kez takip ettiğim ana kaynaklar güvenlik uzmanları değil, toplum bilimciler. Bunun iki ana nedeni var. Öncelikle toplumun bir kesiminin sokakları yakıp yıkma noktasına geliş hikâyesinin ne olduğunu iyice anlamaya çalışıyorum. Bir diğer neden ise sizlerin de merak ettiği gibi, aynı sorunların Avrupa’daki farklı ülkeler ve de Türkiye’de de yaşanma olasılığı olup olmadığının cevabını bulabilmek. Fransa’da yaşamış bir kişi değilim. Fransız toplumunun analizini içeriden bir tanık olarak yapamam. Nitekim bu denli hassas konularda dışarıdan bir gözün görmekte zorlanacağı, kaçıracağı birçok özel bilgi, birikmiş travmalar ya da kıvılcım yaratacak çok özel veriler olabilir. Ve bir toplumu doğru analiz etmek için kimi zaman bu içeriden göze ve özel veriye ihtiyaç duyulabilir. Konuya geçmiş dönemlerde benzer sorunlar yaşanırken protestoya bizzat katılmış kişilerin görüşlerinden faydalanarak başladım. Diğer kısımları ise toparladığım uzman görüşleri ile tamamlamaya çalıştım.

Haberin Devamı

FRANSIZ DEVRİMİ’NDEN BUGÜNE

Aslında bugün yaşananlar Fransa’nın yakın tarihindeki ilk sokak hareketleri değil. Gelişmiş demokrasiye sahip Fransa’da ‘protesto etmek’ hayatın doğal akışına uygun bir eylem. Ancak dışarıdan bir gözün dahi fark edeceği şekilde bu eylemlerin sıklığı ve büyüklüğü bir süredir artıyor. Konu gündeme geldiğinden beri bu protestoların kökü 1981 yılına kadar dayanıyor denilse de ülke yüz yıllar önce Fransız devriminin yaşandığı yer. Kültüründe protesto ve sokak hareketleri ya da hak arayışları yer alıyor. Burada dikkat çekici olan şu: İsterseniz sarı yelekliler hareketi deyin, isterseniz emeklilik yasasına tepkiler ya da son yaşanan banliyö isyanlarına benzer sokak gösterileri yıkıcı etkileri ile Fransa içerisinde son yıllarda çok daha şiddetli ve sık şekilde gerçekleşmeye ve yayılmaya başladı. Birbiri içine geçmiş eylemler, toplumsal uyumsuzluğu gittikçe arttırdı. Yaklaşık bir haftadır yaşanan problemi sadece bir göçmen sorunu üzerine inşa etmeden önce olayı daha gerçekçi okumakta fayda var.

Haberin Devamı

TOPLUMUN ALARM SİNYALİ

Emeklilik yasası sonrası yaşanan protestolara istinaden siyasi analist Cristian Unteanu, Adevărul’un internet sitesinde olayları geniş bir bağlamda şu şekilde kaleme almıştı: “Bence şu anda Fransa’da yaşananlar, Avrupa’nın pek çok ülkesinde kriz zamanlarında yönetim ve siyaset sınıfının gerçek yanıtlar sunamamasıyla da ilgili olan halktaki genel hoşnutsuzluk konusunda hayli ciddi bir alarm sinyali… Halkın yoksullaşma süreciyle ve her şeyden önce de ortaya çıkan toplumsal uçurumlarla baş etmesi giderek zorlaşıyor. Her şey yoksul toplumların acımasızca süper zenginler sınıfı ve geri kalan ‘kitleler’ olarak ayrıldığı eski zamanlarda olduğu gibi.”

Haberin Devamı

Fransa da neler oluyor... Kod adı ‘sıcak yaz’

2- ‘HANİ EŞİTLİK VE KARDEŞLİK’

Peki yıllardır süren ‘sarı yelekliler’ hareketini nasıl okumalıyız? Hareketlerin en baştaki ve görünürdeki nedeni akaryakıt zammı idi. Oysa birbirinden bu kadar farklı insanı bir araya getirip protesto ettiren asıl sebep, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve sosyal dengesizlikten dolayı duydukları ortak öfkeydi. Zira hedef de bu sorunların sorumlusu olarak görülen ve daha çok zenginlerin veya elitlerin adamı sayılan Cumhurbaşkanı Macron’du. Dolayısıyla, ‘sarı yelekliler’ hareketi benzin zammını protesto etmenin ötesine geçerek daha geniş kapsamlı, ekonomik ve siyasal taleplerin de bildirildiği bir hareket olma niteliğine evrildi.  Nitekim, seçimlerde banliyölerden ciddi oy alan Macron için daha sonraki dönemde oluşan en büyük algı seçkin ve zengin olan şehir sakinleri lehine kararlar aldığı üzerine. Ekonomik refahın adil olarak dağıtılmaması, faturaların çoğunlukla en alt tabaka çalışanlara çıkartılması ve siyasetin sorunları daha üst seviyedeki kişiler lehine çözdüğü inancı ‘kitleleri’ kolektif eylemlere ve hareketlere yaklaştırdı.

Haberin Devamı

İKİNCİ SINIF HİSSETMEK

2020 yılında yine bir polis şiddeti üzerine başlayan banliyö eylemleri sonrası Euronews muhabiri Anelise Borges olayların patlak verdiği Villeneuve-la-Garenne semtinin sakinlerine mikrofon uzatmıştı. 2017 yılında güvenlik güçlerine tanınan daha geniş haklar sebebi ile polisin orantısız şiddet kullandığına yönelik bazı tereddütler olduğu bilinse de soruları cevaplayan sakinlerin söyledikleri daha dikkat çekiciydi. Onlar polisin kullandığı şiddetten ziyade, polisin kendilerine olan tavrından ve ayrımcılığından şikâyet etmekteydiler. Onlar için polisin tavrı, kendilerine yönelik yaklaşımın, nasıl algılandıklarının sadece bir tezahürüydü. Euronews mikrofonuna konuşan Mohsen Troudi adlı genç, Fransa’nın “eşitlik ve kardeşlik” ilkelerinin kendilerini kapsamadığını söylüyor ve ekliyordu: “Biz burada kendimizi ikinci sınıf vatandaş gibi hissediyoruz. Özellikle Müslüman, Arap ya da zenciysek.”

Haberin Devamı

‘BİZİ GÖRÜN’ DİYORLAR

Bu durum konunun içerisine ırkçılık ve göçmenlik kavramlarını da karıştırmamıza neden oluyordu. Oysa Fransa ve Fransızlar birlikte yaşam konusunda birçok ülkeden daha fazla entegrasyon sağlayabilmiş bir yapıya sahip. Konunun bu açıdan bir ırkçılığa evrilmesinden ziyade toplumsal, ekonomik ve yaşamsal ayrımcılık hatta banliyölerdeki yaşamla ilgilenmemek olarak özetlemek bir nebze daha doğru olabilir. En çok da uyuşturucu mafyalarının kasabası haline dönüşen bu banliyölerde yaşayıp ahlaklı ve düzgün birer Fransız vatandaşı gibi kalmaya ve davranmaya çalışıp vergisini ödeyen, kurallara uyan ancak bir fırsat bulup oradan çıkamayanların isyanda ortaya çıktığı gözlemleniyor. Çünkü kendilerini artık ifade etmek istiyorlar. Görülmek istiyorlar. Kısacası isyanlardaki ana sebeplerden biri de terk edilmişlik, ilgi görmemek, hor görülmek, fırsat tanınmaması ve hatta artık siyasette temsil dahi edilmemek.

FİLMLERE KONU OLDU

Bu yaşanan sorunları sinemaya taşıyarak ne olduğunu anlatmaya çalışanlar da olmuş. 1995 yapımı “La Haine /protesto” bunlardan biri. Bu film 1981 yılında patlak veren ilk banliyö isyanından sonra çekilmişti. O gün tespit edilen sorunlar Avrupa’da yaygınlaşan işsizlik, ayrımcılık, aşırı dinciliğin artışı, öfke, şiddet ve gelir dağılımındaki adaletsizlikti. Yani bugün yaşanan ve olayları tetikleyen konulardan çok da bir farkı yok hatta bu sorunlar pandemi sonrasında yaşanan ekonomik sorunlar, yükselen enflasyon, hayat pahalılığı ve resesyon ve stagflasyon tehlikeleri ile daha da artmış durumda. Dikkat ederseniz olayların büyük çoğunluğu banliyölerde başlıyor ve oradan da hızla şehir merkezlerine yayılıyor. Fransa’da göçmenler, işçiler ve altsınıf yaşam alanları banliyöler. Burada oturan göçmenler sanmayın ki yeni göç edenler. Aslında büyük çoğunluğu 60 yıla dayanan geçmişe sahip, birçoğu 3. veya 4. kuşak Fransız vatandaşları. Bilinenin aksine kaçak göçmen olarak Fransa’da bulunanlar bu tür eylemlere katılmıyorlar. Yakalandıkları zaman topluca sınır dışı edilme korkusu onların bu tür eylemlerden uzak durmalarına neden oluyor. Ayrıca geldikleri yerlerde daha zorlu şartlar gördükleri için burada yaşananları da zaten pek anlamıyorlar. Ne zaman ki Fransız vatandaşı oluyorlar ve bir de ikinci nesilleri Fransa’da doğuyor, ondan sonra kopuş ve eylemsellik başlıyor.

Sorunlar banliyö isyanlarında ortaya çıkıyormuş gibi görünse de aslında şehre çok hızlı yayılabiliyor. Üstelik çok fazla tekrar edilir hale geliyor.

Fransa da neler oluyor... Kod adı ‘sıcak yaz’

3- DEMOKRASİ Mİ GÜVENLİK SORUNU MU?

Yani aslında demokrasinin beşiği dediğimiz Fransa’da sorunlar, patlamalar ve protestolar güncel hayatın içinde büyük bir güvenlik sorunu oluşturmuş gibi görünüyor. Bu sorun yalnızca Fransa için geçerli değil, bazı Avrupa ülkelerinde de gettolaşma teşvik edildiği için sorunlar yaygın şekilde artarak devam ediyor.

Grupları bir merkezde toplamak ve sorunu kontrol altında tutmak için teşvik edilen yöntem ters tepmeye başlamış durumda. Artık bu bölgeler toplumdan kopan nesillerin yerleştiği ve yetiştiği merkezlere dönüşmüş durumda. Bu yerler güvenlik kuvvetlerinin içeri girmekte zorlandığı gri bölgelere dönüşmüş halde. Birçok Avrupa ülkesinde gettolar kendi mafyatik düzenini ortaya koymuş durumda. NewYork’un ilk göç almaya başladığı 1800’lü yıllarda yaşanan, ‘ulus milliyetçiliği’ üzerine yerleşim yerleri kurulması ve paylaşım savaşlarının yapılması gibi durumlar bugünün Avrupa’sı tarafından tam 200 yıl arkadan test ediliyor.

Yani sorun anlayacağınız anlık değil, kartopu gibi her gün yuvarlanarak kendini büyüten bir formda. Sorunlar o kadar büyümüş ki ülkenin politik hafızasına “banliyö sorunu” olarak yerleşmiş durumda.

1981 yılında Lyon şehrinde başlayan yağmalama ve yakma olaylarına “été chaud” “sıcak yaz,” ismi verilmişti. O sıcak yazlar Fransa için artık günlük rutine dönüşmüş halde.

4- BANLİYÖLERİN İSYANI: GAYRİMEŞRU ÇOCUK GİBİYİZ

Banliyöde yaşayan sakinlerden kendi durumlarını tarif etmeleri istendiğinde, “Sanki Fransa babammış da ben tanımayı istemediği gayrimeşru çocuğuymuşum gibi. Dolayısıyla insanlar artık bıkmış durumda. Aileler herkes gibi vergisini ödüyor. Bize ihtiyaçları olmadıklarını söylüyorlar. Belirli durumlarda ihtiyaçları varmış. Örneğin II. Dünya Savaşı sonrasında Fransa’yı yeniden kurmak için gerekli olmuşuz, günümüzde ise artık bir işe yaramıyormuşuz, gidin, sizi artık istemiyoruz diyorlar” şeklinde anlatıyorlar. “Kendinizi nereli görüyorsunuz?” diye sorulduğunda ise “Banliyölü” olarak cevaplıyorlar.

ORTAK MİRASTAN PAY İSTİYORLAR

Özellikle koloni kökenli göçmenler çoğunluğu itibarıyla anavatanları ile bağlarını gevşetmiş, nesiller boyu Fransa’da yaşayan ve tarihi acıları hâlâ muhafaza eden bir topluluk olarak görünmekte. Fransa dışında bir gelecek planlaması yapamayan bu insanlar, Fransa’da ezildiği, dışlandığı ve ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü düşüncesindeler. Dedelerinin Fransa’nın imarında, sanayisinde çalıştırıldığını; fakat bu nimetlerden yararlandırılmadıklarını düşünmekteler. Fransız toplumunun dışlayıcı tavırlarıyla birlikte ekonomik sıkıntıları da yaşayan, ayrıca farklı bir kültürel ortamlarda yaşayan bu topluluklar, Fransa’nın önünde ciddi bir problem olarak durmakta. Yani banliyö isyanlarının başlangıcından bugüne kadar anlatılanlara baktığımızda ortada sınıfsal bir başkaldırı var. Bunu körükleyen etnik, sınıfsal ve dinsel ayrımcılıkta işin cabası. Olayı Fransızlardan farklı ve renkli ırktan olanların çıkardığını düşünmek açıkçası bizim de aynı tuzağa düşmemize yol açacaktır. Sorun yıllardır banliyö yaşamının içine itilerek problemleri ile yalnız başına yaşamak zorunda bırakılanların başkaldırısı.

Fransa da neler oluyor... Kod adı ‘sıcak yaz’

5- BİZDE DE GÖÇMEN İSYANI YAŞANIR MI?

Gelelim bizim bu yaşananlardan çıkaracağımız derslere. İlk akla gelen bizim de de Afrika ve Asya’dan ciddi bir düzensiz göçe maruz kaldığımız, bu göçmenlerin de ileride aynı protestoları yapma, yağmaya kadar varacak sokak hareketlerini gerçekleştirme potansiyeline sahip olup olmadıklarına. Bu sorunun cevabını aslında Fransa örneği üzerinden vermek çok da mantıklı olmaz. İncelenen örnek olaylar düzensiz bir göçten ve Afrika kökenlilerin çıkardığı eylemlerden daha çok uyum sorunu yaşayan Fransız vatandaşlarını ve sosyal bir huzursuzluğu işaret ediyor.

ASIL SORUN 2. KUŞAK

Peki bu tespit düzensiz göçün Türkiye’de sorun yaşatmayacağı anlamına mı geliyor? Tabii ki bu doğru bir yaklaşım değil. Geçmişte yaşanan örneklere baktığımızda geçici sığınmacı olarak farklı ülkelere gelenlerin burada sorun çıkartmak istemediklerini görüyoruz. Asıl sorun bu geçicilik süresinin uzaması nedeniyle ikinci neslin kendi ülkesi dışında doğması ile başlıyor. Ne kendi anavatanını biliyor ne de bulunduğu ülkenin tam anlamı ile bir parçası olabiliyor. Bu da yeni nesilleri Fransa örneğinde olduğu gibi kendi yaşam alanları içinde yaşamaya itiyor. Yani entegre olmadan nefret etmeye başlıyorlar. Bu geçici sığınmacılarla ilgili ufak bir tespitti. Sorunun büyüğü ise kayıt altına alınamamış kaçak göçmenler. Kim ve nereden geldiğini bilmediğiniz her kişi, herkes için potansiyel bir tehlikedir. Bunu sayılar üzerinden tartışmak ise doğru bir yaklaşım değildir. Bir kişiyi bile engellemek ve geri göndermek için tedbir alın sonra sayıları konuşmaya başlarsınız.

Fransa da neler oluyor... Kod adı ‘sıcak yaz’

GETTOLAŞMA BAŞLADI

Maalesef Türkiye’de de süre uzamaları bazı bölgelerde gettolaşma sürecini başlatmış durumda. Bugün bazı şehirlerde gözlem sonuçları, kendi mafyalarını yeşertmeye başladılar bile. Örnekleri Fransa ile karşılaştırılamayacak kadar küçük olsa dahi konuya dair çeşitli tedbirler şimdiden güçlü şekilde alınmalı. Afrika’dan ve Asya’dan gelen düzensiz göçmenlerin büyük bir çoğunluğu tek başlarına ülkemize kaçak olarak girmekte ve ülkemizi Avrupa’ya sıçrama taşı olarak kullanmakta. Avrupa sınırlarında tedbirler arttıkça bu göçmenler de ülkemizde giderek kalıcı olmaktalar. Avrupa’da yaygınlaşan işsizlik ve sosyal imkânlarda yaşanan daralmalar, göçmenleri kıyıdaş ülkelerde daha fazla kalmaya zorlamakta. Tabii birçoğu sosyal yaşamını bu tür gettolarda devam ettirmeyi kolay bulmakta ve gettolar de giderek kalabalıklaşmakta. Aslında geçmişte kaçak göçle ilgili yapılan analizleri tekrar gözden geçirmekte fayda var. Nitekim her ekonomik, sosyal ve güvenlik değişkeni kaçak göçmenlerin de yaşam, beklenti ve davranış şekillerini belirlemekte. Bir çok rapor sanki güncelliğini kaybetmiş gibi duruyor.

KRİZİ BEKLEMEDEN ÇÖZMELİ

Ülkemizde hazırlanan onlarca güvenlik raporunu okuma fırsatını buldum. Bu raporların büyük bir çoğunluğu bugünkü durumu tespit etmekte ve diğer ülkeler ile karşılaştırma yaparak analiz çıkartmakta. Şunu açıkça söylemekte yarar var; ülkemizin acilen bir göç bakanlığı ve de terörle mücadele başlığında olduğu gibi geriye dönüşlerle ilgili uzun soluklu bir acil eylem planına ihtiyacı var. Bunu yaparken de kriz anını beklemeden harekete geçmek lazım. Riskler ortada. Konu ile ilgili toplumla birlikte çalışmaya başlanmalı. Bunu da daha sakin zamanda yapmalıyız. Malumunuz, ortalık yangın yerine döndüğünde sorunların çözümü yerine, ilk kurtarılacaklar listesine göre hareket etme refleksi gösteriliyor. Oysa riski yönetme ve planlama dönemi herkesin kurtulmasına fırsat sunuyor.

Maalesef ülkemizde göçmen konusu tartışmaya açıldığında orta bir noktada tartışmak yerine uçlarda kalarak çözümsüzlüğü tercih ediyoruz. Bu konuda farklı düşünenleri suçlamadan dinlemeyi ve ortak bir payda da buluşmayı başarmalıyız. Bize yakışan insanca, hukuk içinde ve saygılı bir çözüm bulabilmektir. Tarihimizde bunu başardık, şimdi de başarabiliriz.

Yazarın Tüm Yazıları