Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren BudayıcıoğluYazarın Tüm Yazıları

Ruh ile beden arasındaki bağ

Sevgili okuyucularım...

Haberin Devamı

Hiç istemesek de hepimiz zaman zaman hasta oluyoruz. Son yapılan araştırmalar beden sağlığı ile ruh sağlığı arasında sanıldığından çok daha yoğun bir ilişki olduğunu, başımıza gelen olayların, üzüntülerin, sıkıntıların, kayıpların, bedensel hastalıklara davetiye çıkardığını gösteriyor. Rahmetli annem birileri hastalandığında “Üzüntüden böyle oldu” derdi. Yani aslına bakarsanız bu bağlantıyı eskiler çoktan keşfetmiş de, bilimsel olarak yeni yeni kanıtlanıyor. Sevdiğine kavuşamayan âşıkların da bu üzüntü yüzünden ince hastalığa yani vereme yakalandığı söylenir hatta pek çok aşk romanında ve filmlerde bu tema işlenirdi.

KAYGILARI ARTIRIYOR

Sadece sıkıntılar, üzüntüler, kayıplar değil, nasıl bir hayat yaşadığımız da yapılan istatistiklere göre hem sağlımızı hem de ömür süremizi etkiliyor. Özellikle uzun süre yalnız yaşayanların ömürlerinin biraz daha kısa olduğunu görüyoruz.

Haberin Devamı

Özellikle son yıllarda gazetelerde, televizyonlarda, kısaca tüm medyada hastalıklarla ilgili haberlerin sayısı giderek artıyor ve bu haberleri pek çok insan izliyor. Bu tür haberler, bir yandan izleyenleri hastalıklar konusunda bilgilendirirken bir yandan da insanların kendilerine farklı teşhisler koymalarına ve buna bağlı olarak kaygılarının artmasına yol açıyor. Hastanelere başvuru sayıları giderek artarken, farklı şikâyetlerle doktora gelen kişilerin ortalama yarısına tanı konamıyor. Demek ki aşağı yukarı yarısı hasta olma kaygılarıyla gidiyor doktora. Üstelik bu zaman zarfında gerçekten hasta olduklarını düşünüp var olmayan hastalığın semptomlarını gösterebiliyor, kendilerini gerçekten “hasta” hissedebiliyorlar. Bu da bağışıklık sistemini olumsuz etkiliyor.

Ben tıp fakültesinde öğrenciyken, yarım yamalak bilgilerimizle her derste biz de kendimize ayrı bir tanı koyar ve endişelenirdik. Halkımızda da aynen böyle oluyor.

Ruh ile beden arasındaki bağ

NEDEN HASTA OLUYORUZ

ELLİ bir üzüntü, sıkıntı ya da psikolojik baskı her zaman, her insanda aynı hastalığa yol açmaz. Ancak çok sevdiğimiz birinden aniden ayrılmanın, terk edilmenin ya da bir yakınımızı kaybetmenin hayatımızda özel bir önemi vardır. Bu tür durumlar bedenimizi hastalıklara karşı daha zayıf hale getirir, direncimiz düşer ve kolayca hasta olabiliriz.

Haberin Devamı

Bir hastalığa neden olan bakteri, aslında pek çoğumuzun bedeninde vardır ama bu bakteri bazılarını hasta ederken bazılarını edemez. Psikolojik nedenler yani sıkıntılar, üzüntüler, kayıplar bizlerin hasta olma riskini arttırır. Savaşlarda bile bu böyledir. Savaş, her iki orduyu da çok etkiler ancak savaşı kaybeden tarafın askerleri stres ve savaşı kaybetmenin moral bozukluğu içinde hastalıklardan başını alamaz ve daha çok kayıp verir.

EN NET ÖRNEK ÇOCUKLAR

Duygusal sorunlarımız, öfkelerimiz, kalp ağrılarımız, yaşadığımız korkular, kaygılar enfeksiyon riskini arttırırlar. Bunun en net örneğini çocuklarda görürüz. Anneleri tarafından herhangi bir nedenle terk edilen çocuklar kolay hastalanır. Anne hastalanmış, hastaneye yatmış hatta ölmüş olabilir. Bir anda annesiz kalan çocuğun birkaç gün içinde önce rengi solar, iştahı kesilir, ardından ishal, kusma ya da başka bir enfeksiyon hastalığının pençesine düşer. Diğer çocukların kolayca atlattığı en basit hastalıklar bile onlarda kolay düzelmez, uzar, hatta bu yüzden çocuk hayatını kaybedebilir. Hayatta kalanların ise annenin geri dönmesi uzadıkça büyümesi yavaşlar ya da durur. Bedensel ve ruhsal gelişmesi yaşıtlarından daha geride kalan bu çocuklar, eğer kısa zaman içinde onları tıpkı anneleri gibi sevecek, öpüp okşayacak, kıymet verecek bir sahip bulamazlarsa ömür boyu bu terk edilişi unutmaz ve terk edilme korkularıyla sıkça yanlış kararlar alırlar.

Haberin Devamı

Yalnızlık ise başlı başına bir hastalık nedenidir. Toplumdan uzak, eşsiz dostsuz, yapayalnız yaşamak, sürekli sigara içmek kadar sağlığımıza zararlıdır.

SALGINDA YALNIZLAŞTIK

Son birkaç yıldır mücadele ettiğimiz COVID-19 salgınında tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hepimiz toplumdan uzak kaldık. Yaşam alışkanlıklarımız değişti. Özellikle emekli olmuş, her gün belli saatlerde arkadaşlarıyla bir araya gelen ya da kalabalıklar arasında gezip tozarak vakit geçiren insanlarda, çoğunlukla da erkekler arasında COVID-19 ya da başka bir hastalık nedeniyle pek çok ölüm oldu. Sapasağlam insanlar üç dört günde ölüverdi çünkü onları hayata bağlayan alışkanlıkları ve insanlarla az ya da çok kurdukları sosyal ilişkiler bitti.

Haberin Devamı

Televizyonlarda bunun örneklerini hepimiz gördük. Yasak olmasına, ciddi bir hastalık kapma riskine rağmen pek çok insan sokağa çıktı. Hatta bazıları “Ama ben evde sıkılıyorum, ben alışkınım gezmeye, dolaşmaya, bir iki arkadaşımla muhabbet etmeye” dedi. Yine televizyonda, haberlerde küçücük bir sokağın zemin katında oturan yaşlı bir hanım göstermişlerdi. O soğukta penceresini açmış, üzerine kalın hırkalar giymiş, camın önünde oturuyordu. Muhabir “Sen ne yapıyorsun bu soğukta teyze, üşümüyor musun?” diye sormuş, o da “Gelen geçene bakıyorum oğlum. Arada bir de onlarla bir çift laf ediyorum” demişti. Demek insanlarla bir çift laf edebilmek uğruna o hanım üşümeye ya da hasta olmaya razıydı. İşte bu gibi örneklerle yaşam alışkanlıklarımızdan, sosyal ilişkilerimizden, “merhaba” diyen bir sesten, hâl hatır soran bir dosttan vazgeçmenin hiç de kolay olmadığını pandemi boyunca bir kez daha hep birlikte görmüş olduk.

Haberin Devamı

SOSYAL İZOLASYON CEZASI

Suç işleyen insanları hapsederek cezalandırmanın da altında bu yatıyor. Özellikle hücre cezaları, yani tam bir sosyal izolasyon insana verilebilecek en büyük cezalardan biridir. İnsan tüm ilişkilerden uzak kaldığı bu ortamda bir boşluğun içine düşer ve ona var olduğunu hissettirecek bir tanık bulamamanın derin acısını hisseder.

Ben sosyal izolasyonu açlığa benzetiyorum. Birinde karnımız acıkıyor, birinde ruhumuz. İkisi de bize “Beni bir an önce doyur” diye adeta bağırıyor. Arkadaşlarımızın, eşimizin dostumuzun kıymetini bilelim ve koşullar elverdiğince yalnız kalmamaya özen gösterelim.

PSİKOLOJİMİZİN ETKİLEDİĞİ ORGANLAR

Midemiz de psikolojik durumumuzdan fazlasıyla etkilenen organlarımız arasındadır. Gastrit ya da ülserinin nedeninin Helikobakter adını verdiğimiz bir bakteri olduğunu keşfeden araştırmacı Marshall, bu buluşuyla 2005 yılında Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Ancak bu bakteri dünya nüfusunun hemen hemen yarısında olmasına rağmen çoğu hasta değildir. Demek ki moralimiz yerindeyse, hayatımız iyi gidiyorsa bakteri bedenimize girse bile bizi hasta edemiyor.

* Belki çok şaşırtıcı gelecek ama ruh halimiz dişlerimizi de etkiler. Eskiden diş hekimlerinin hastalarını bir psikiyatriste yönlendirmeleri alışıldık bir durum değildi. Sonra yapılan araştırmalarda psikolojik faktörlerin tükürükte ve diş etinde değişikliklere yol açabileceği, sıkıntılı durumlarda ağızdaki bakterilerin etkinliğinin arttığı saptandı. Ben tıp fakültesinde okurken, hele sınavlar da yaklaşmışsa, pek çok arkadaşımın dişi ağrır, dişleriyle ilgili sorunları olurdu. Sonradan öğrendim ki, tıp fakültesi eğitimi öğrencileri çok zorladığı için, özellikle bu öğrencilerde psikolojik faktörlere bağlı bedensel sorunlar, en çok da diş ve diş eti hastalıkları gerçekten de çok sık görülüyormuş.

* Göz hastalıklarında da durum böyledir. Göz içi basıncı da sorunlardan çabuk etkilenir ve hemen yükselir. Yine halkımız arasında iltihaplı romatizma olarak da bilinen Romatoid artrit de sıkıntılar, üzüntüler, ilişkilerde ortaya çıkan sorunlardan çok etkilenen hastalıklardan biridir. Bu hastaların hayatı sakin devam ederken genelde pek fazla sorunları olmaz ama bir sıkıntı varsa hastalık da hemen alevlenir.

SEVGİYLE KALIN

drgbudayicioglu@madalyonklinik.com adresinden bana ulaşabilirsiniz. Haftaya yeniden görüşmek üzere hoşça kalın.

Yazarın Tüm Yazıları