Ahmet Yesevi ve ahlak temelli din anlayışı

Güncelleme Tarihi:

Ahmet Yesevi ve ahlak temelli din anlayışı
Oluşturulma Tarihi: Haziran 25, 2016 14:24

Ahlakla ilgili kök ilke adalet ve dürüstlüktür. Kur’an’ın ifadesiyle “dosdoğru olmak”tır. 

Haberin Devamı

Ahmet Yesevi, İslam’ın özgürlük ve ahlak temelli anlaşılma biçimini, meşhur “Hikmetler”iyle ölümsüz kılmıştır. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli gibi örneklerden hareketle “ahlak temelli din anlayışı”nın ne anlama geldiğini biraz anlayabilirsek, İslam’ın bir tür siyasal ideolojiye indirgendiği, içinden geçtiğimiz “tuhaf zamanlar”ı daha iyi değerlendirebiliriz. Aslında Türkler’in İslam’la ilgili genetik miraslarının kökleri Ahmet Yesevi’nin Hikmetler’inde yatmaktadır. Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi’nin yüksek ahlak ilkelerini Anadolu’da yeniden yeşertmeyi başarmıştır. Ahmet Yesevi’den bize intikal eden en önemli miras, onun Hikmetler’idir. Hikmet, veciz bir şekilde “dini-tasavvufi özlü söz” olarak tanımlanabilir. Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”i, İslam’ın yüksek ahlakının damıtılarak, güzel Türkçe ile insan idrakine sunulmuş halidir. Tarikat faaliyetlerinin kendisini İslam’la özdeşleştirdiği; aklın, bilginin, bilimin din adına itibarsızlaştırıldığı bir dönemde, tasavvuf’un, tarikatın ne olduğunu merak edenler için en iyi örneklerden birisi Ahmet Yesevi’dir. 

Haberin Devamı

BİR YERDE BİLGİ VE İLİM YOKSA...

Ahmet Yesevi, her şeyden önce İslam’ı bilir. Âlim bir insandır. İslam’ı ana kaynağından, Kur’an’dan almıştır.
Der ki: “Benim hikmetlerim ferman-ı Sübhan. / Okuyup anlasan manayı Kur’an. / Benim hikmetlerim âlemde sultan. / Kılar bir lahzada çölü gülistan.”
Âlim insan ilmiyle amil olur; Kur’an ahlakı ile ahlaklanmış olur: “İnci, cevher sözüm âleme saçsa. / Okuyup anlasa, Kur’an’ı açsa. / O âlime canım kurban kılarım. / Bütün ev barkımı ihsan kılarım. / Hani âlim, hani amil yaranlar?/ Hüda’dan söylese siz can veriniz.”
Demek ki, bir yerde bilgi yoksa ilim yoksa orada bırakın tasavvufu, İslam’dan bile söz edilemez. Bir yerde insanla Kur’an arasına engel konuluyorsa orada İslam olmaz.

BAŞKALARININ SIRTINDAN GEÇİNENLERİN DİNİ HASSASİYETLERİ TARTIŞILMALIDIR

Ahmet Yesevi meslek sahibi bir adamdır. Hayatını kendi emeği ve alın teri ile kazanır. Kimsenin parasında, pulunda gözü yoktur. Onun, kaşıkçılık yaptığı, onları satarak geçimini sağladığı bilinmektedir. Gözü başkalarının cebinde olan, başkalarının sırtından geçinen insanların dini hassasiyetleri her zaman tartışılmalıdır. Günümüz İslam dünyasının en ciddi sorunlarından birisi, din ticaretidir. İnsanların saf, temiz dini duyguları istismar edilmektedir.
İnsan, yaratılmış varlıklar içinde kendi varlığının farkında olan tek varlıktır. Yüce Yaratıcı, insanları uyarmak için vahiy göndermiştir. Din, insan hayatına anlam kazandırabilmek için, öncelikle insana kendini tanıtmayı, bir başka ifadeyle kendi varlığının farkına var imkanı sağlamayı hedef alır. Bunun tasavvuf dilindeki adı “Kendini bilmek”tir.
Ahmet Yesevi şöyle der: “Gerçek alim yastığını taştan kıldı. / Anladığı şeyi aleme dedi. / Kendini bildi ise Hak’kı bildi. / Hüda’dan korktu ve insafa geldi.”
Ahmet Yesevi’yi çok iyi anlayan, onun düşüncelerini Anadolu’ya taşıyan ve bu topraklarda yeniden yeşerten Hacı Bektaş Veli de bu konuda şöyle der: “..Kimesne kendüsün bilmeyince Çalap taalayı dahi bilmez” (Hacı Bektaş Veli, Makalat, 54).

Haberin Devamı

KENDİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR

Tasavvuf dilinde sık kullanılan bir deyim vardır: “Kendini bilen Rabbini bilir.”
Her ne kadar sık kullanıldığı için biraz içi boşaltılmış olsa da, bu söz, imanın, sorumluluğun ve kurtuluşun bireysel olduğunu çok güzel özetlemektedir. Kur’an’a göre dileyen inanır, dileyen inkar eder ve kimse kimsenin günahını çekmez. Allah’ın en güzel şekilde yarattığı akıl ve hür irade sahibi bir varlık olan insan, kendini bildiği zaman yaratma ile ilgili süreçleri de bilir ve Yüce Yaratıcı’yı daha iyi takdir edebilir. İnsanın “âlemin özü” olduğu şeklindeki anlayış, yaratma ile ilgisi bütün süreçlerin insanda özetlendiğini akla getirmektedir. Büyük mutasavvıflar, insanın kendini bilmesi meselesi üzerinde gerçekten özenle durmuşlardır.
İnsana, sırf insan olduğu için saygı göstermek, büyük mutasavvıfların hassasiyetlere üzerinde durdukları bir başka husustur. Tasavvuf dilinde “72 millete bir gözle bakmak” şeklinde ifade bulan bu anlayışın en güzel şekilde ifade edildiği yerlerden birisi Hikmetler’dir.
Şöyle der Ahmet Yesevi: “Sünnet imiş, kafir de olsa, incitme sen. / Hüda bizardır katı yürekli gönül incitenden. / Allah şahit, öyle kula hazırdır Siccin. / Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.” (Ahmet Yesevi, Hikmetler, 1991, 57)
İnsan sevgisinde zirveyi işaret eden bu yaklaşım Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’ına şöyle yansır: “Hakikatın ilk makamı toprak olmaktır; ikinci makamı yetmiş iki milleti ayıplamamaktır.” (Hacı Bektaş veli, Makalat, 54)
Ahmet Yesevi’nin şu ifadeleri de onun insan anlayışını anlamayı kolaylaştırmaktadır: “Nerede görsen gönlü kırık, merhem ol sen. / Öyle mazlum yolda kalsa hemdem ol sen. / Mahşer günü dergahına mahrem ol sen. / Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte. / Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu. / Hem o gece Mirac’a çıkıp didar gördü. / Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü. / Gariplerin izini izleyip indim işte.” (Ahmet Yesevi, Hikmetler, 1991, 49)

Haberin Devamı

AKIL VE BİLİM DÜŞMANLIĞI...

Ahmet Yesevi’yi biraz yakından tanımak, bize, Türkiye’de ve İslam dünyasında tasavvuf ve tarikat adına söylenenler, yapılıp edilenler ve yaşananlarla ilgili ciddi ölçütler kazandırmaktadır.
Biz de bir cümlede özetleyelim: İnsanın değersizleştirildiği, Kur’an’la insan arasına engel konulduğu, akıl ve bilim düşmanlığının yapıldığı, iman ve aklın alternatif olarak sunulduğu, geleneğin dinleştirildiği bir yerde gerçek anlamda tasavvuftan ve İslam’dan söz etmek pek mümkün olmaz...

YESİ’DEN BUHARA’YA

Ahmet Yesevi, tasavvuf düşüncesinin etkin olduğu bir çevrede Batı Türkistan’ın Sayram kasabasında doğmuştur. Yedi yaşlarında iken annesini, daha sonra da babasını kaybeder ve kız kardeşinin yanında kalır. Ablası ile birlikte gittiği Yesi’de ilk tahsiline başlar ve Arslan Baba ile tanışır. Onun vefatından sonra zamanın önemli ilim merkezlerinden biri olan Buhara’ya gider. Orada devrin ünlü alimlerinden Yusuf Hemedani’nin ders halkasına katılır. Kısa zamanda onun en gözde talebeleri arasına girmeyi başarır ve onun vefatını müteakip, irşat ve terbiye faaliyetlerine başlar. Bir süre sonra Yesi’ye döner ve 562/1166 tarihinde orada vefat eder.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!