Tip 1 diyabetes mellitus doğuştan olan insülin hormonun olmamasıdır. Tip 2 diyabetes mellitus genetik altyapı ile birlikte daha çok çevresel faktörlere bağlı insülin hormonu yetersizliğidir. Gebelikte görülen gestasyonel diyabetes mellitus gibi başka spesifik tipler olsa da en sık Tip 2 DM görülmektedir.
Tip 2 DM’de temelde 3 ana metabolik bozukluk görülmektedir. Bunlar; kas, yağ ve karaciğerde insülin etkisine karşı direnç gelişimi, kan şekerine karşı insülin salgılanmasında yetersizlik olması ve karaciğerde artan glukoz (şeker) üretimi. Bu 3 ana faktör dışında vücut metabolizmasında kan şekerinin artmasına yönelik birçok mekanizma tetiklenmiştir. Tip 2 DM hastalarında insülin üretimi ve insülin ihtiyacı arasında uyumsuzluk vardır.
Tip 2 DM’e yatkın olan kişilerde ilk başta insülin direnci görülmektedir. İnsülin direnci organizmada üretilen veya dışarıdan alınan insüline karşı vücudun cevabının olmaması veya azalmasıdır. Yani hücreler açken insülinin sunduğu besinleri hücrenin almamasıdır. İnsülin direncinin gelişiminde genetik altyapının çok önemli olduğu gösterilse de çevresel faktörlerinde bu direncin gelişmesine katkı sağladığı gösterilmektedir. Yapılan çalışmalarda vücut yağ içeriği arttıkça insülin direnci ve diyabet gelişme riskinin arttığı gösterilmiştir. Karın bölgesindeki (santral/abdominal) yağlanmanın artması ile insülin direnci arasındaki ilişki vücudun diğer bölgelerindeki yağ dokusu ile insülin direnci arasındaki ilişkiden daha fazladır.
Kilo alımı neden diyabete yol açar?
Yağ hücrelerinin (adipositler) tek göre yağ depolamak değildir. Aynı zamandı hücreler arasında moleküler haberleşmeyi sağlayan sitokinlerinde salınmasında görev alırlar. Yağ hücrelerinden salınan sitokinler lok ve sistemik inflamatuar yanıtı tetikler. Oluşan inflamasyon insülin direncine, insülin hormon salınımının bozulmasına ve Tip 2 DM gelişmesine katkı sağlar. Vücuttaki yağ miktarı arttıkça oluşan yanıt ve sonuçlarının ciddiyeti artmaktadır.
Obezite bir tek Tip 2 DM sebep olmadığı, kolesterol yüksekliği ve sonucunda kalp damar hastalıkları için riski arttırdığı bilinmektedir. Yine obezitenin uyku apnesine sebep olması da uyku süresinde azalma, hormonal salınımlarda dengesizlik, insülin direncinin gelişmesi, iştahın uyarılması, inflamatuvar sitokin üretiminde artışla sonuçlandığı görülmüştür. Farklı hastalıklar gibi görünse de metabolik sendrom olarak adlandırılan bu bozuklukların tümü sürekli hasarlanmaya bağlı gelişen damar duvarında inflamasyon (vaskülit) ve bozulmuş bağışıklık sistemi yanıtına sebep olur. Vaskülitlerin sonucunda dokulara ve hücrelere yeterli oksijenin gitmemesi neticesinde normalden fazla serbest radikal üretilir. Diyabetin tedavisinde asıl amaç kan şekerini düzenlemekten çok oluşan bu sistemik bozulmanın düzeltilmesi hedeflenmektedir.
Ozonun tedavideki yeri nedir?
Yapılan araştırmalar ozonun kırmızı kan hücrelerindeki etkinliği ispatlanmıştır. Ozon tedavisi ile oksijenlenmiş hemoglobinlerin artması ile periferik oksijenizasyonun ve dolaşımın artması sağlanır. Ozon kaynaklı hücresel enerjinin artması hücre zarının dayanıklılığını arttırarak mekanik direnci güçlendirir. Yine ozon gazının diyabetin oluşumunda görülen inflamasyon süreçleri baskılayıcı habercileri serbest bıraktığı tespit edilmiştir.
Karaciğer yağlanması, adından da belli olduğu gibi karaciğer dokusunda yağ birikmesi sonucu görülen bir durumdur. Normalde kişilerin karaciğerinde fark edilmeyecek düzeyde yağ bulunması normaldir, fakat çeşitli sebeplerle depolanan fazla yağ miktarı karaciğer fonksiyonlarında bozulmaya neden olur.
Karaciğer vücudumuzdaki en büyük organdır. Başlıca görevi vücudumuzdaki zararlı maddeleri süzerek zararsız hale getirip vücuttan atılmasını sağlar. Zararlı madde miktarı ne kadar fazla ise karaciğer o kadar çalışır ancak bir noktada maruz kaldığı metabolik olaylar sebebiyle depoladığı yağ miktarında artma meydana gelir. Karaciğerde depolanan yağ miktarı arttıkça karaciğere zarar veren iltihaplanma görülür. İltihaplanma ilerledikçe karaciğer yetmezliğine yol açabilir.
Karaciğer yağlanmasının tipleri nelerdir?
Karaciğer yağlanması, sebebine göre temelde iki guruba ayrılır. Fazla alkol tüketime bağlı oluşan karaciğer yağlanması, alkole bağlı yağlı karaciğer hastalığı olarak adlandırılırken, alkol tüketimi dışındaki sebeplere bağlı oluşan karaciğer yağlanması ise alkole bağlı olmayan yağlı karaciğer hastalığı olarak adlandırılır.
Alkole bağlı yağlı karaciğer hastalığı, fazla alkol kullanımı sonucu karaciğer metabolizmasındaki enzimlerin işlevlerinin bozulması sonucu olur. Alkolün metabolizmasında oluşan ürünler karaciğerde yağ üretimini arttıran uyaranlar oluşturur ve yağ transportunu engeller. Çevre dokularda yağ yıkımının artmasından dolayı karaciğerde serbest yağ asitleri birikir ve biriken bu yağ asitlerinin oksidasyonu yani sindirilmesi azalır. Yaşanan bu olayların hepsinin sonucunda karaciğere gelen ve karaciğerde oluşturulan yağ ürünleri sindirilemeyip, gönderilemediği için karaciğerde birikmeye neden olur. Alkol alımı devam ettikçe sistem kısır bir döngüye girer ve karaciğerde biriken yağ miktarı aratarak karaciğerinin boyutunun büyümesine neden olur. Yağ birikmesi ve karaciğerde oluşabilecek hasarlar en başta geri döndürülebilir olduğundan alkol alımı kesildiğinde karaciğer kendini onarmaya ve tedavi etmeye başlar. Alkol alımı devam ettiği sürece karaciğer hasarı artar ve karaciğer iltihaplanması ve sonucunda karaciğer yetmezliği görülebilir. Hastalarda genelde non-spesifik bulgular olan iştahsızlık, kilo kaybı, halsizlik, üst karın bölgesinde rahatsızlık görülebilir.
Alkole bağlı olmayan yağlı karaciğer hastalığı, ağır alkol kullanmayan kişilerde görülür ve obezite, Tip 2 diyabet, insülin direnci ve dislipidemi (kan kolesterollerinin yüksekliği) ile yakın ilişkilidir. Karaciğer hücrelerinde özellikle trigliseritlerden oluşan büyüklü küçüklü yağ birikimleri görülür. Sindirilen gıdalardan alınan yağ asitleri normal olarak karaciğere taşınır. Karaciğere alınan bu yağ asitleri birçok metabolik basamaktan geçerek kolesterol oluşturur. Oluşan bu kolesteroller kana verilerek çevre dokularda yağ birikimine neden olur. Karaciğerde gerçekleşen metabolizma basamaklarının her hangi birinde oluşan bir sorun sonrası karaciğerde biriken yağ miktarında artmaya sebep olur.
Alkole veya beslenme ile alınan yağ miktarının fazla olması sonucu karaciğerde yağlanma görülse de, ilaç kullanan kişilerde de karaciğerde yağ birikmesi görülebilir. Karaciğeri vücudumuzun detoks merkezi gibi düşünürsek, vücudumuza aldığımız her şey bağırsaklardan emildikten sonra karaciğere gönderilir ve orada zararsız hale getirilerek vücuttan atılır veya depolanır. Bu yüzden sürekli kullanılan ilaçlar karaciğer yağlanmasına ve karaciğer hasarına sebep olabilir.
Karaciğer yağlanması olanlar ne yapmalıdır?
Hastalıklardan korunmak için kullandığımız vitamin ve mineraller tedavide de kullanıldı. Özellikle C vitamini, D vitamini ve çinko doğru kullanıldığında enfeksiyonlara karşı bağışıklık sistemimizi destekleyen koronavirüs enfeksiyon tedavisinde ciddi katkıda bulunan yardımcılardan... Pandemi döneminde vitamin ve minerallerin yanında bağışıklık sistemini destekleyen antioksidan uygulamaları da çok dikkat çekti. Yapılan bütün uygulamalarda tek bir
amaç var: Bağışıklık sistemini güçlü tutmak.
Ozon tedavisi nedir?
Bağışıklık dendiğinde aslında en önemli destekleyicimiz: Ozon tedavisi. Ozon bilindiği gibi stratosferde bulunan en önemli gazlardan biridir. 1900’lü yıllarda dezenfeksiyon amacıyla klima sistemleri, su arıtma tesisleri, şişeleme tesisleri ve tekstil ürünlerinde leke temizleme gibi birçok alanda kullanılan ozon gazının bu özelliği kısa bir süre sonra tıp alanında da yaraların temizlenmesinde, bakteri ve virüslerin öldürülmesinde kullanılmaya başlanmıştır. Uzun yıllardır ozonun bakteri, mantar ve virüsleri öldürdüğü bilinse de son yıllarda daha çok dikkat çekmiş ve araştırmalara konu olmuştur.
Ozon tedavisin faydaları nelerdir ve hangi hastalıklar için kullanılır?
Dezenfeksiyon özelliğinin yanı sıra ozon gazı insan vücudunda gerçekleşen birçok mekanizmayı kontrol ederek amaca yönelik tedavi imkânı sağlar. Kırmızı kan hücrelerinin metabolizmasını aktive ederek dolaşım sistemindeki bozuklukları giderir. Düşük dozlarda uygulandığında vücudun kendi direncini aktive ederek bağışıklık sistemini harekete geçirir. Harekete geçen küçük bağışıklık hücreleri özel uyarıcılar aracılığıyla bağışıklık sisteminin
tamamını uyararak hastalıklara karşı korunmayı sağlar. Ayrıca ozon gazı vücudun kendi antioksidan sistemini harekete geçirerek inflamasyonu baskılar. Bu sebeple kronik hastalığı olan kişilere çok faydalıdır. Ağrı kesici özelliği olması sebebiyle kas ve eklem ağrılarını giderir. Vücuttaki oksijen kapasitesini arttırarak dokuların iyileşmesini hızlandırır.
Ozon tedavisi nasıl uygulanır?