Temuçin Tüzecan

İddia nasıl gerçek oldu

10 Şubat 2008
HÜRRİYET ’de 6 Şubat günü 4. sayfada yayımlanan bir haber çok sayıda kadından tepki aldı.

Yazının Devamını Oku

Sis İstanbul’a nasıl el koyar

9 Şubat 2008
Geçen hafta İstanbul’un üzerine çöken yoğun sis, ezberlediğimiz gazeteci deyimi ile ’deniz trafiğini’ engelledi. Ama neden? İstanbul civarındaki sularda seyreden gemilerin, şehir hattı vapurlarının, deniz otobüslerinin otomatik kimlik belirleyen yeni sistem radarları ya da eski tür radarları yok mu? Ve sis, küçük teknelerin karşı karşıya bulunduğu yepyeni bir sorunu da gözler önüne serdi.

Çocukluğum Kadıköy’de, Mühürdar Caddesi ile Yoğurtçu Park arasında kalan bölgede geçti. Vapurların ve fenerlerin sis düdükleri, yoğun sisli günlerde ya da karın tipiye dönüştüğü kış aylarında neredeyse evin içinde çalar gibi olurdu. Bugün Karadeniz’e 500 metre uzaktaki evimde otururken duyduğum, Boğaz girişinde bekleyen büyük gemilerin sis düdükleri beni Kadıköy’e götürür. Ama bu hafta öğrendim ki, Kadıköy’de birçok şey gibi sis düdükleri de artık /images/100/0x0/55eb65cbf018fbb8f8be85aakaybolmuş.

Yenilenen fenerlerdeki elektronik sistemlerin, sis düdüğünün gördüğü işlevi görerek gemileri uyarması kuşkusuz daha etkili. Düdüğün sesinin kesilmesi yalnızca nostaljik açıdan değil, küçük tekne emniyeti açısından da önem taşıyor.

Konuyu Yahoo üzerindeki Yelkenciler Lokali tartışma grubuna getiren Kaan Erdem, "Fenerbahçe sis bulutlarının içine gömülmüş. (Herhalde bu yoğunluğa 7/8 demek lazım.) Mendireğin üzerine çıkarak şöyle bir bakınayım istedim. Kalamış mendireği eh işte gözüküyor, F 13 iskelesinden arkadaki iskele F 12 yarım yamalak hayalet bir siluet. Havada bir sakinlik, bir sessizlik ve bir dinginlik. Birden dikkatimi çekiyor bu sakinlik, sanki gereğinden biraz fazla, bir eksik var, yolunda gitmeyen bir şey var. Buldum. Düdükler, kampanalar eksik. Kulağım ne Fenerbahçe Feneri’nin, ne de Ahırkapı’nın insana güven veren alışıldık bildik o malum sesini algılamıyor. Anlaşılan fenerler grevde ses vermeye niyetleri yok. Allah denizde olana kuvvet versin demekten öte kimseyi GPS’siz, radarsız da bırakmasın diyeceğiz anlaşılan."

Gerçekten de siste denizde kalan balıkçı teknesi, küçük yelkenli nasıl bilecek yerini. Giderek yaygınlaşan elektronik pozisyon sinyali veren ve alan radarlar birçok bütçe için hálá erişilmez. İstanbul gibi denizinden yararlanan insan sayısını artırmayı hedeflediğimiz bir büyük deniz kentini sis düdüklerinden mahrum bırakmanın en önemli yönü bu; sis düdüklerinin benim kulağımın pasını silmesi değil.

Kaan Erdem "Bu hususta dikkatimi çeken en önemli şey ise (kendimi de içine katarak), hiçbirimizin, uygulama başlangıcının çok da yeni olmadığını dün akşam öğrendiğim, fenerlerin bu durumunun farkında olmamamız oldu" derken biraz iğneyi kendine batırıyor. Ama bu tür köklü kararları alanların, karardan etkilenecekleri uyarıcı adımlar atması, çağdaş devlet yönetiminin gereğidir. ’Yönetmelik çıktı’ gibi açıklamalara sığınılmaz umarım.

Erdem, Kıyı Emniyeti web sitesindeki ’Bilgi Edinme Hakkı’ bölümünü kullanarak küçük tekneler için çözüm önerilerini sormuş, bekliyor; ben de bekliyorum.

Bir de şu soru aklıma geliyor; sis neden İstanbul’u kilitliyor? Boğaz geçişlere kapatılmıştı geçen hafta. Elektronik donanımı yeterli olmayan tekne ve gemilerin denize çıkmaması doğaldı da, Şehir Hatları’nın dükkanı kapatması nedendi acaba?

Fenerler elektronik olarak yerlerini bildirdiğine göre, vapur ve deniz otobüslerinde gereken cihazlar mı yoktu da, sis İstanbul’u kilitledi? Teknoloji o hale geldi ki, denizin altını da, üstünü de ayrıntılı olarak ekranlarda gösteren cihazları, özellikle ticari gemilerin takmasının maliyeti çok yüksek değil.

Kaptanların yalnızca gözlerine güvendikleri seyir dönemi yoksa bitmedi mi İstanbul’da...

Başına gelenler hayatındır

John Lennon söylemiş vaktiyle; "Hayat, sen başka planlar yaparken, başına gelenlerdir" diye.

Yıllar önce ağızdan çıkmış bu bilgece lafın bugün teorisi yapılıyor. Lübnan asıllı Amerikalı yazar Nicholas Nasim Taleb ’Fooled by Randomness’ - Rastlantının Aldatması - adlı kitabında çabanın çok önemli olduğunu, ama hayatları değiştirenin aslında rastlantılar olduğunu iddia ediyor.

Kitabı hafife almayın. 2004 yılından beri Amerika’da tüm kitaplar arasında en çok satan kitaplardan biri. Tek başarı ölçüsü bu değil tabii ki. Yazarın risk alan ve çok başarılı bir Wall Street bankacısı olmasına rağmen, bankacılarla, iktisatçılarla ve en önemlisi dünyayı küçücük yazıları ile açıklamaya çalışan gazetecilerle sürekli dalga geçmesi, kitabın hiçbir yazara nasib olmayacak sayıda eleştirel beyin tarafından incelenmesine yol açtı. Kitabın açığını da pek bulamadılar.

Taleb, bu başarının ardından yayınladığı ’Black Swan’ adlı kitabında da, dünyayı, hep rastladığımız ya da olmasını beklediğimiz olayların değil, hiç beklenmeyen gelişmelerin, yani kitaba adını veren nadir ’kara kuğuların’ değiştirdiğini anlatıyor.

Oysa nasıl biliriz hayatı?

Her başarının ardında bir büyük kahraman ve büyük bir başarı öyküsü vardır hep. Kimse doğru zamanda, doğru yerde bulunuyor olmaktan söz etmez. Yanlış yerde, yanlış zamanda bulunanlardan kendileri zaten bahsedemez; onlar, tarihin radar ekranında toplu iğne ucu kadar bir noktacık bile olamazlar.

*

Ne iş, diye sormaya başladığınızı düşünüyorum. Deniz köşesinde bu ne iş?

Denizle ilişki, Lennon’un ’hayat sen başka planlar yaparken, başına gelenlerdir’ lafının sağlamasını yapmaz mı hep?

Hava bozar; keyifli bir seyir, ıslak, kimilerini korkutan bitmek bilmez bir yolculuğa döner.

Rüzgar kalır; limana kaçmak yerine, yeniden yelken basılır, sırf gitmek için gidilir de gidilir.

Motor bozulur, demir tarar, sarhoş olunur, keyif alınır...

Yani hayat, özellikle denizdeyse, başka planlar yaparken başımıza gelenlerdir.

"Olmalı mı, olmamalı mı; yoksa satmalı mı" diye sormuştum ortaya karışık. Aile teknemiz Halki ile yeterince ilgilenemiyorsak, bizde kalmalı mıydı? Kişisel bir sorunumu sizlerin çözmesini istediğimden değil; çok rastlanan bir açmaz olduğundan tabii ki.

Halki, plan dahi yapmadan başıma gelen bir şey olduğundan, hayatıma dan diye girdiğinden, garip bir sorumluluk yüklüyor omuzlarıma. Satılabilir bir deniz aracı gibi değil o. Biri; biraz unutulmuş biri.

Zahit Şekercioğlu gönderdiği kısa mesajda, "Olmalı, olmalı. Belki ahşap yerine, bakımı daha kolay bir yoğurt kabı" diyor fiberglass teknelere taktığım adı hatırlatarak.

Ve devam ediyor: "Boy 30 feet civarında. Her erkeğin bir özeli de olmalı. Eşi ile birlikte, vakit bulamıyor olsa da. Fenerbahçe olmalı. Dost ahbap için. Zira deniz dostlarla birlikte güzel, bir yaştan sonra. Uzak geliyorsa, Rumeli Feneri olmalı. Ama olmalı. İnsan en dar zamanlarında veya en mutlu zamanlarında, deniz üzerinde, bir tahta parçası üzerinde, özelini denizle paylaşmak ihtiyacını hissedebiliyor bazen. İşte sadece o an için dahi, olmalı."

Yani anlayacağınız, derin düşünceler içindeyim. Bilmiyorum daha.

http://www.fooledbyrandomness.com/

İskoçya’dan küçücük bir uygarlık dersi

İskoçya’da Moray Koyu’nda jet ski yapan 22 yaşındaki Nicol Wood, bir yunus sürüsünü kasıtlı olarak ürküttüğü için 500 sterlin para cezasına çarptırıldı.

Mahkeme, bu cezayı, Wood’un yavaşlayıp, yunus sürüsünün ilgisini çekip, onları bir yere topladıktan sonra, etraflarında daireler çizmesi ve bazen da üstlerinde gitmesi yüzünden verdi.
Yazının Devamını Oku

Teknecilikte yepyeni çözümler

26 Ocak 2008
İnsanın ilk kez ne zaman denize açıldığını bilmiyoruz. 50 bin yıl önceye tarihleyenler var. Büyük ihtimalle ilk tekne, dalları budanmış büyükçe bir ağaç gövdesiydi; tek gövdeli teknelerin atası. Yani gemilerden yelkenli ve motorlu yatlara, birçok çağdaş teknenin geçmişi bir ağaç gövdesine kadar uzanıyor. Sonra Büyük Okyanus’ta yaşayan Polinezyalılar, ağaç gövdesine bir ince yan gövde eklediklerinde teknelerin daha güvenli olduğunu keşfetmişler. Ve tekne keşifleri hálá sürüyor.

Yeni geliştirilen malzemeler ve su dinamiği ile ilgili yeni buluşlar, önümüzdeki yıllarda tekne anlayışımızı kökünden değiştireceğe benziyor.

Binlerce tonluk bir yük gemisini çekebilen uçurtma yelkenlerin yapılmasını mümkün kılan malzemeler, çok basitten çok gelişmişe ama tümü de yepyeni bir anlayışla geliştirilmiş teknelerin önünü açıyor.

Uzun yıllardır Amerika’da hovercraft planları ve yapımı için hazır parçaları satan Universal Novercraft şirketinin geliştirdiği Hoverwing, suyun üzerinde 80 kilometre hızla giderken, sürücüsü isterse ve hızını 90 kilometreye çıkartırsa, birkaç metre havalanıp dalgaların üzerinde seyredebiliyor. Askeri gemileri andıran gri görünümü ile korkutan Hoverwing’in satış fiyatı 85 bin dolar. Su kontrplağı ve epoksi gövdesi, Subaru motoru ile ne tekne, ne uçak olan bu özgün su taşıtı geleceğe ışık tutuyor.

Daha iddialı bir tekne ise suyun üzerinde bir böcek gibi duran Proteus. 2006 yılında ilk kez indirildikten sonra tüm okyanuslarda ve Akdeniz’de 3000 deneme mili yapan Proteus, menteşeli ve şişme ayakları ile dalgalardan etkilenmeden yüksek süratle yol alıyor. 31 metrelik ilk modelin daha büyüklerinin de yapılabileceği söyleniyor. Kullanma amaçlarının başında ise arama kurtarma, askeri nakliyat ve sığ su çevre koruma görevleri geliyor. Marine Advanced Research şirketinden tasarımcı Mark Gundersen, "Su çekimi çok az ama okyanus aşabilen bir tekne bu" diye anlatıyor Proteus’u.

Su dinamiği konusundaki bilgi birikiminin bir sonucu olan bir diğer tekne ise San Diego’daki M Ship tarafından geliştirilmiş. Yüksek hızda suyun direncini azaltan yeni bir tasarım anlayışı 30 deniz mili hızla giden 12 metrelik bir spor balıkçı teknesinin yakıt tüketimini neredeyse yarı yarıya azaltıyor. Şirket Amerikan donanması için aynı yöntemi kullanarak radar görüntüsü çok az olan 25 metrelik bir prototip devriye gemisi de üretmiş.

Son örnek ise yarı denizaltı, yarı jet-ski, birazcık yunus görünümlü ama kesinlikle anti sosyal Seabreacher. Innespace şirketinin ürettiği ve su üstünde 35, su altında 17 deniz mili hız yapan bu tek kişilik eğlence tekneleri, kontrol edilebilir kanatları ile üç boyutta hareket edebiliyor; etrafında dönüyor, zıplıyor, aşağı ve yukarı gidiyor. Su altında en fazla 30 saniye kalınabiliyor ama alışkanlık yapacak derecede keyif verici olacağı kesin.

Çevresel kaygılar, bir yerden diğerine hızlı bir şekilde gitmeyi, ya da denizin (hayatın) keyfini, yavaş veya hızlı olarak çıkartmayı yoğunlaşan bir vicdan azabına dönüştürüyor. Jet uçağı ile yolculuk günah, otomobilde gaza basmak ayıp artık.

Bu kaygıları azaltma amaçlı teknolojik çözümler, bildiğimiz deniz aracı kalıplarını kıran yeni çözümler üretiyor. Belli ki bu eğilim sürecek.

Kışın da yelken yapılır

Evet, baharda veya yazım denizin keyfi daha iyi çıkıyor ama yelken öğrenmek isteyenler kış aylarında da eğitim almaya devam edebilirler. İstanbul Sailing Academy eğitim programlarını sürdürüyor. Amatörlere yönelik Mavi 1 Temel Yelkencilik Eğitimi’ne kış aylarında da katılmak mümkün.

Şubat sonuna kadar devam edecek olan Mavi 1 Temel Yelkencilik Eğitimi; 10 saat pratik, 1 saat teorik ve 1 saat seviye ölçümü olmak üzere toplam 12 saat sürüyor. Yelkencilik sporuna giriş niteliğindeki bu eğitim, katılımcılara tekneyi kullanma ve tüm seyirlerde istenilen rotada seyretme becerisi kazandırmayı amaçlıyor. Yelken basma/indirme, tekne donanımları, düz seyir, manevralar, kerteriz alma, marina kuralları, güvenlik, orsalama, düğümler ve karadan ayrılma gibi temel konuları içeriyor. İsteyenler kursa bireysel olarak ya da kendi ekiplerini kurarak katılabiliyor.

Kurs sonunda yelkenli bir tekne ile eğitmen gözetiminde olmaksızın, orta rüzgarda ve yakın sularda gündüz seyri yapabilme becerisine sahip oluyorsunuz.

İçki yasağı yelken kulüplerini nasıl etkiler

Çaktırmadan çıkıp gelen yeni bir uygulama var: Amatör spor kulüplerinin lokallerinde içki içmek yasaklanıyor. Görünen gerekçesi, genç sporcuları içkinin kötülüklerinden korumak. Asıl, söylenmeyen gerekçe ne; bunu, bu düzenlemeyi yapan bilir. Kimsenin asıl niyetinin ne olduğu konusunda yazı tura atmaya niyetim olmasa da, bu konuda benim de düşüncelerim var tabii.

Arada, bu köşede, yelken kulüplerine dönük eleştiriler yer aldı; bu kulüplerin zaman zaman asıl işlevlerini yitirdikleri, eğlence kulüpleri haline dönüştükleri söylenir. Ancak her kulüp, lokalinden sağladığı gelirle sporcusuna kaynak yaratabilir... Di.

Şimdi ise, Ankara’daki bazı bürokratlar, yelken kulüplerinin sporcu yetiştirebilmeleri için en önemli şey olan maddi kaynağı, içki satışını yasaklayarak keserken, su kenarlarını da içkisizleştirme hedeflerini gerçekleştirmeyi başaracaklar. Dedim ya, bu kararın ardındaki asıl nedenle ilgili bir fikir belirtmek istemiyorum.

*

Yalnızca yelken kulüplerini değil, tüm amatör spor kulüplerini etkileyecek bu gelişme ile ilgili olarak, yelkenin tartışıldığı web gruplarından birkaç değerlendirme aktarmak isterim:

"Neden bu yasak? Sporcu sağlığı için mi? Sağlam kafa sağlam vücutta bulunmaz mıydı, biz yelkenciler ya da diğer sporcular bize neyin yararlı olup olmadığını, ne zaman ve ne kadar içeceğimizi bilmiyor muyuz? Spor yaparken mi içiyoruz? Kaldı ki yelken kulüpleri sadece sporcuların gittiği lokaller midir? Birçok üyesi bulunup onlara da hizmet vermez mi? Çocuklara kötü örnek oluyor diye mi? Çocuklar aileleriyle başka yerlerde yemeğe gitmiyor mu, oralarda içilmiyor mu? Zaten 18 yaş altına içki yasağı uygulanmıyor mu? Kaldı ki günde bir kadeh kırmızı şarap kalp sağlığına iyi gelmiyor mu? Sigara yasağı kanunlaştı ancak 18 ay sonra uygulamaya geçilecek. Kulüplerde çocuklarımız duman altında kalmıyorlar mı, sigara sağlığa daha zararlı değil mi? Şimdi spor kulüpleri, sırada neresi var acaba?

"Biz yaptık oldu mantığıyla getirilen yasaklar bizim hayatımızı etkiliyor.

Konuşmak, tartışmak, birlik olmak ve bizlere uygulanan yaptırımlara karşı hareket etmek gerekir diye düşünüyorum. Bu konuda kulüplerimiz ne düşünüyor acaba? Hadi kulüpte yapılan düğünde, törende şerbet, şıra, meyve suyu dağıtıldı... Ben rakı + roka + balığımdan vazgeçmek istemiyorum. Üstelik bu kişisel hak ve özgürlüğümün kısıtlanması değil mi? Bireysel özgürlük sadece din özgürlüğü müdür?"

"Çoğunluğun oyu; demokrasi bu işte... Biz azınlığa çenesini kapatmak düşüyor sonunda. Keşke sigara yasağı olsaydı yerine, çünkü etrafa, içmeyene zararı daha fazladır... Alkol kişiye zarardır; sigara etrafa oysa..."

*

Danışmadan, sonuçlarını düşünmeden kararlar almak bizim devlet yönetim mantığının özüdür. Birileri bir karar alır ve o karar alındıktan sonra, sırf geri dönmüş görünmemek için hatadan dönülmez. Burada ise sorun, karardan etkileneceklerin, ’kararın’ özgürlükleri kısıtlamak için kasıtlı olarak alındığını düşünmeleri.

Yok mu kuyuya atılan taşı çıkartacak bir akıllı?

Ve son söz: Bu karar bazı spor dallarında sporcu yetiştirilmesini önleyecektir; yelken de bunlardan biridir.
Yazının Devamını Oku

Olmalı mı olmamalı mı yoksa satmalı mı?

19 Ocak 2008
Geçen yaz çok sıcaktı... Kilyos’un orman havası, şehir içine kıyasla çok daha yaşanır kıldı boğucu geceleri ama... Yine de çok sıcaktı. İkinci bir deri gibi yapışan çarşaflardan kurtulma mücadelesi içinde, sağdan sola, soldan sağa dönmeli, uyunması olanaksız geceler... Gündüzler de farklı değildi.

Ve biz, geçen yaz bir tek kez bile denize çıkmadık, çıkamadık.

Tembellikten değil. Önceki aralık ayında bebeğin doğmasından sonra ’henüz küçük’ kaygılanmaları temel nedeniydi denizsizliğin. Bazı şeyleri ve özellikle denize çıkmayı ille birlikte yapma ısrarım, beni de Kilyos’a çakınca, Halki, Fenerbahçe’deki yerinde bağlı kaldı aylarca. Birkaç kez gidip baktım sadece.

Kış geldi, geçiyor. Bahçedeki küçük yüzme ya da çimme havuzu, geçen hafta neredeyse iki santim kalınlığında buzdan bir kabukla kaplıydı. Ama döngü belli; bahar, sonra yaz. Kilyos, Fenerbahçe, Halki, deniz, çocuklar ve bizlerden oluşan ve birkaç ay sonra çözmek zorunda kalacağımız denklem konusunda henüz ses kazanmamış iç tartışmalar yaşanıyor bizim evde anlayacağınız.

Nasıl olacak? Kilyos’tan Fenerbahçe’ye nasıl gidilecek, denize nasıl çıkılacak, nasıl dönülecek? Piraye deniz için hálá küçük değil mi? Filan.

Anlayacağınız başlıktaki üç soru, olmalı mı, olmamalı mı, satmalı mı, hep kafamızda. Birkaç kez sessiz sessiz konuştuk Ebru ile ama... Karara varamadık, ben sanki bir hastalıktan ya da çocuğumu evlatlık vermekten söz ediyormuşum gibi hissettim kendimi.

En zoru da işte böyle gebe kararsızlıklardır.

Ne yapacağını bilemezsin, karşındakinin ne söyleyeceğine dair fikrin de yoktur. Ortada bir sonuç vardır ama hoşuna gitmeyen o sonucu ortadan kaldıracak kararı alma iradesini duygusal nedenlerle gösteremezsin.

Biraz istemediğin biriyle sırf geri dönmüş olmamak için evlenmek gibi, ya da çok sevdiğin ama başına dert açacağı kesin sorunlu olduğu söylenen bir otomobili alman gibi durumum anlayacağınız.

Halki ile yaşamaya devam etmek istiyorum ama sanki şartlar, en azından şimdilik, bunun olanaksızlığını sürekli gözüme sokuyor ve ben gözümü şöyle bir ovuşturup yoluma devam ediyorum. Kararsızlık yolunda kararlı bir şekilde ilerliyorum.

*

Birkaç hafta içinde karar vermem gerek oysa. Yapılması gereken birkaç ufak tefek iş var: Halki’yi karaya çektirip kekamozlarını temizletmem, zehirli boya attırmam gerek. Su ve yakıt borularını da değiştirmek istiyorum. Belki salmasını söktürüp, salma bağlantılarına da baktırırım. Yelkenleri de gözden geçirmek gerek. Boyasında ince bir çatlak var; ona da rötuş yaptırmalı...

Derken, masraflar artıyor. Kullanacak mıyız Halki’yi bu yıl, kullanmayacak mıyız? Kullanmayacağımız bir tekneye bu masrafı yapmak anlamlı değil. Ama tekne insan gibidir, bakmazsan ölür; yani Halki’ye bakılacak. Ne olursa olsun... Ama tekneler, kullanılmadıklarında da ölür...

Bir karar versek ya... Çabuk tarafından.

Ne yapsam, nasıl yapsam, satsam mı, tutsam mı?

Bilmiyorum, bilemiyorum.

200 bin Ayşegül kitabı sizlere işte böyle ulaşacak

Hürriyet’in çocuklara yelkeni ve denizi sevdirme amacıyla dağıtacağı 200 bin kitabın dağıtım mekanizması sizlerden gelen önerilerin ışığında belirlendi. Kitapları çocuklara ulaştırmak için başlıca 3 kanal kullanacağız.

En çok okur tepkisini, Hürriyet’in 200 bin Ayşegül kitabı dağıtma kararı aldı.

Geçen hafta örnekleri sizlere aktarmıştım. Bu hafta da çok sayıda mesaj gönderdiniz. Ve tüm bunların ışığında Ayşegül Yelken Kullanıyor ve Ayşegül Denizde kitaplarının dağıtımı ile ilgili olarak 3 kanal kullanmaya karar verdik.

Birincisi şubat ayında yapılacak Avrasya Boat Show. Yacht Türkiye Dergisi’nin medya sponsorları arasında olduğu bu tekne fuarında, binlerce kitap, Yacht Türkiye’nin katkılarıyla okurlarına kavuşacak.

İkinci kanal, Joker / Maxitoys oyuncak mağazaları olacak. Zaten daha önce çocuk ve deniz temalı etkinlikler düzenleyen şirketin mağazaları aracılığı ile binlerce kitabı doğru gruba dağıtabileceğiz.

Üçüncü kanal ise kulüpler ve okullar olacak. Özellikle bahar aylarının gelmesi ile hareketlenecek kulüplerde, yaz okulları sırasında bu kitapları çocuklarla buluşturmak yöntemlerden biri olacak. Bir diğeri ısrarla dağıtabileceklerini söyleyen kulüp gönüllülerinden yararlanmak olacak.

Ve son olarak da, Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde kitapların ilköğretim okullarına dağıtımı olanaklarını araştıracağız.

Gelen okur önerilerinden bizim süzdüğümüz yöntemler bunlar. Benim açımdan önemli olan, bu yazıları okuyanların, sürece aktif katılımlarıydı. Bunu fazlasıyla gerçekleştirmiş olmak çok sevindirici. Yani sizler, kulüp yöneticileri, yelken ve denizseverler, yelkeni spor olarak yapan gençler, hatta şirket yöneticileri konuya kafa yorup, öneriler getiriyorsunuz da, işi yelkeni ileri taşımak olan ’seçilmişlerin’ katkısı sıfır seviyesinde kalıyor.

Temel sorunumuz da bu galiba.

Ayşegül kitaplarının dağıtımı ile ilgili gelişmeleri düzenli olarak size iletmeyi sürdüreceğim.
Yazının Devamını Oku

İnternetçilerin cevapları

13 Ocak 2008
GEÇEN hafta www.hurriyet.com.tr konusunda gelen okur tepkilerini aktarmıştım. Bu hafta söz haber sitesinin yöneticilerinde...

Yazının Devamını Oku

Söz bu hafta sizlerin...

11 Ocak 2008
Hürriyet’in, 200 bin civarında ’Ayşegül Denizde’ ve ’Ayşegül Yelken Kullanıyor’ kitabını, çocuklara deniz ve yelken sevgisi aşılamak için dağıtacağına ilişkin geçen haftaki yazı ardından, sizlerden yüzlerce mesaj geldi.

Yazının Devamını Oku

Çocuklara yelkeni sevdirmek için 200 bin kitap

5 Ocak 2008
Hürriyet Gazetesi, Türkiye’de çocukların ve gençlerin denize, yelkene ilgisini artırmak için 200 bin çocuk kitabı dağıtıyor. Sevilen ’Küçük Ayşegül’ serisinin iki kitabı, Yelkenli Kullanıyor ve Denizde, çocukları denize ve yelkene çağırıyor. Dağıtım yöntemi ile ilgili önerilerinizi bekliyoruz.

Yelkene 20’li yaşlarda başlamamın tek nedeni, çocukken adam gibi yelken eğitimi verecek bir yer olmaması değildi kuşkusuz. Ailemin yelkeni bilmemesi, sevmemesi ve o yüzden de önemsememesi önemli bir gerekçeydi. Ne de olsa ailelerimiz, o yıllarda, çocukları ille de bir yere yönlendirme arayışları içinde değildi. O yüzden futbolu sokaklarda, beton okul bahçelerinde oynardık. Dizlerimiz kanadığında evlerde olay olmazdı, doktorlara filan gidilmezdi.

Lisanslı bir yüzücü olmamın bir nedeni deniz kenarında sayılacak Bahariye ve Şifa’da oturmak ise diğeri de, anne ve babamın deniz çocukları olmasıydı. Fenerbahçe Burnu’nda, bir zamanlar Piramit Alışveriş Merkezi’nin bulunduğu noktadaki plajda yüzme öğrendim ben; bileklerine kadar gelen sığ suda mayomsu bir donla debelenen 2 yaşındaki bir çocuk.

Aile denizle ilgiliydi derken... Babam gençken Çırağan Sarayı’nın oradan denize atlar, Beşiktaş’a kadar yüzer gelirmiş örneğin. Dayım, Pavli Adası’nın pavuryalarını, ya da Kadıköy mendireğindeki midyeleri anlata anlata bitiremezdi. Sanırım o kumsalda arkadaşları ile sac üzerinde pişirdikleri pavurya ve midyeler, onun sonradan sıkı bir rakıcı olmasının nedenlerinden biriydi. Pavuryalı Pavli Adası bugün yanılmıyorsam, kumcuların iskelesi oldu. Metruk Çırağan’ın kayalıklarında ise bugün pahalı davetler veriliyor.

*

İstanbul’un denizden uzaklaşarak büyümesi ve büyürken Marmara Denizi’ni ve Haliç’i kirletmesi şehri denizden koparttı. İstanbul’da yaşayıp da hálá deniz görmemiş olan hemşehriler var. Bir yanda da sürekli denize ulaşma çabası içindeki eski ya da yeni İstanbullular. Yani, denizle şehir arasındaki yaşam kordonu yeniden oluşuyor şu sıralarda. Aslında tüm Türkiye’de deniz keşfediliyor, keyfediliyor.

Tekne satışlarının, yelken kurslarının hızlı artışı, marinalarda tekne bağlama kuyrukları, birbiri ardına yayımlanan deniz ile ilgili kitaplar, yayımlanan ve tutan denizcilik ve tekne dergileri, yeni keşfimiz denizin bize armağanları.

Bu sayfa ve Orsa yazıları denizin Türkiye tarafından keşfedilmesinin bir sonucu tabii ki. Ama bir yandan da denize ve özellikle yelkene ilginin artmasında da etkili. 2005 yılı Mayıs ayından beri zorunlu haller dışında düzenli olarak yayımlanan bu sayfadaki yazılarda, bazen yelkenin sportif heyecanı, bazen bir yaşam tarzı olarak yelken, ama hep deniz vardı.

Zor olacağını sanmıştım; her hafta deniz ve yelken ile ilgili bir konu bulmakta zorlanacağımı düşünmüştüm. İtiraf ediyorum: Zorlandım ama sandığım kadar değil.

*

Denizi, çocukları korkutan, içinden öcülerin çıkıp onları kaçıracağı, boğulacakları bir su yığını olmaktan çıkartmanın yolu, denizi anlatmak ve sevdirmek tabii ki. Her yaz çocuklar için açılan ancak olanaksızlıklar yüzünden yeterli verimi sağlayamayan yelken kursları artan talebi karşılayamıyor. Malzeme eksikliği çeken yelken kulüpleri, bazen, çocuklara yelken eğitimi vermek yerine, hoş vakit geçirmelerini sağlayan kulüplere dönüşüyor. Bu işler birdenbire olmuyor; düzeliyor, düzelecek.

Hürriyet Gazetesi, Türkiye’de denizle ve yelkenle ilgilenenlere destek amacıyla deniz ve yelken konusunda 200 bin çocuk kitabı dağıtmaya karar verdi.

’Küçük Ayşegül’ serisinden ’Küçük Ayşegül Denizde’ ve ’Küçük Ayşegül Yelkenli Kullanıyor’ kitapları, çocukların denize ilk adımı atmalarını sağlayacak. Bu kitapları okuyan çocuklar tabii ki, yelken yapmayı öğrenmeyecekler ama deniz ve yelkenle ilgili bir merak böceği kafalarına girecek.

Dağıtım yöntemini henüz belirlemedik; ancak bunun ilgilenen kulüpler, Denizciler Sivil Toplum İnisiyatifi ve Türkiye Yelken Federasyonu üzerinden yapılması mümkün.

Doğruyu tartışarak bulabiliriz; görüşlerinizi bekliyorum.

Bu arada, bu fikri veren dostum Erol Kepenek’e teşekkürler...

Temel yelkenli bilgileri

Ayşegül Yelkenli Kullanıyor, dili, teknik tutarlılığı ve resimleri ile çocuklar için yelkene giriş kitabı olarak nitelenebilir. Basit bir dille yazılan kitaptan birkaç alıntı:

Rüzgardan ve yelkenden yararlanmak o kadar da basit değildir. Yelkenli kullanmayı, bisiklet gibi bir günde öğrenemezsiniz.

Gökyüzü, deniz, tekneler kaprisli arkadaşlardır. Hava bozarsa çıkabilecek sürprizlere karşı hazırlıklı olmalı! Tedbirli olun.

Optimist yalnızca bir yelkeni ve dümeni olan tek kişilik yelkenli. Yelken seyrini öğrenmek için uygundur.

Baş bodoslamanın altında sular fokurduyordu. Rüzgar yelkenleri şiririyor, halatlar ıslık çalıyordu. Nereden isterse oradan, ne zaman isterse o zaman esiyordu rüzgar. Denizciler yelkenleri idare etmeye çalışıyorlardı. Ama bu büyük beceri istiyordu.
Yazının Devamını Oku

Bana göre 2007

29 Aralık 2007
2007 geride kaldı. Geride kalan yıla bakmak ádettendir. İşte tamamen kişisel bir 2007 değerlendirmesi. Bu sayfada yer almayan 2007 olaylarını ya unutmuşumdur, ya da farkına bile varmamışımdır. Unuttuysam affola, ama farkına varmadıysam? Dedim ya, tamamen öznel bir değerlendirme bu.

Yılın ülkesi: Türkiye

Türkiye’nin, yat üretiminde dünyanın önde gelen birkaç ülkesinden biri haline geldiği, 2007 yılında iyiden iyiye kabul edildi. Maltese Falcon tarafından sağlanan reklam, dünyanın önemli yat markalarını Türkiye’ye yöneltti. Rahmi Koç’un Oyster, İnan Kıraç’ın Azimut şirketleri ile imzaladıkları anlaşmalar, büyük ve katma değeri yüksek tekne üretiminde Türkiye’nin avantajlarını gösterdi. Bodrum’da klasik Ege teknelerinde ölçüler büyürken, Antalya serbest bölgesinde de yatırımlar ve kapasite arttı.

Yılın teknesi: Maltese Falcon

Maltese Falcon, 2006 yılında İstanbul’dan yelken basıp yedi denizleri gezdi; orası doğru. Ama etkisini 2007 yılında yaşadık. Katıldığı tüm maksi yat buluşmalarında dikkatleri üzerine çeken Maltese Falcon, başlangıçta biraz şüphe uyandıran teknolojisinin numara olmadığını, performansı ile 2007 boyunca hep sergiledi. Antigua’dan St. Tropez’e, zenginlerin büyük tekneleri ile dolaştığı her yerde, Maltese Falcon çok daha zengin düşlerin kurulmasına yol açtı. Gelişmekte olan ’büyük tekne’ eğilimini güçlendirdi, tekneleri büyüttü. Bu arada Türkiye’den ve Türkiye’deki yat üretiminin kalitesinden söz etme imkanı da yarattı.

Yılın denizcisi: Robin Knox Johnston

Ekim 2006’da solo dünya yarışı Velux 5 Oceans Race’e katılan İngiliz Robin Knox Johnston, Açık 60 diye bilinen hızlı tekneleri kullanmayı pek bilmiyordu. Yarışın başlamasından 36 saat sonra Biscay Körfezi’nin gördüğü en şiddetli fırtınalardan birine yakalanan Robin Knox Johnston, 1969 yılında teknesi Suhaili ile dünyayı hiç durmadan 310 günde turlamış gencecik bir rekortmendi. Ama bu kez, 68 yaşında bir dede. Ve buna rağmen Sir Robin, yarıştı, yarışı da bitirdi. Denizi sevenlere örnek olduğu için yılın denizcisi...

Yılın tartışması: Çevre ve deniz

Dünyada yaşamın en temel unsuru olan denizlerle ilgili tartışmaların en yoğun yaşandığı bir yıldı. Gelecekten bakıldığında, 2007 yılının, çevre sorunlarının büyük kitlelere mal olduğu ilk yıl olarak değerlendirileceğine eminim. Azalan balık stoklarını, deniz suyu sıcaklığındaki artışlar nedeniyle değişen ve değişecek iklimi, yükselmesi beklenen deniz seviyelerinin bazı ülkeleri tehdit etmesini konuştuk uzun uzun. Artık denizlerin, insanların olumsuz etkileri nedeniyle eskisi gibi olmadığında karar kıldık diyebiliriz.

Yılın teknolojisi: Üçboyutlu deniz haritaları

Gerçi Türkiye için henüz piyasaya çıkmadı ama deniz haritası üreten şirketler, denizin dibini, deniz yüzeyini ve bakılan yöndeki yer şekillerini fotoğraflarla gösteren deniz haritalarını geliştirmek için büyük bir rekabet içine girdi. GPS kullanımının güvenli olmadığı inancı iyice zayıflarken, teknolojide rekabet uydu yardımı ile denizlerde dolaşmayı kolaylaştırdı. Artık yanıp sönen trafik lambalarını deniz feneri sanıp, kayalara çıkan acemi ya da şanssız denizcilere daha az rastlayacağız. Google Earth de önümüzdeki dönemde hayatımıza çok daha fazla girecek.

Yılın ’benim bile alabileceğim’ teknesi: Oceanis 37

Beneteau, yenilediği Oceanis serisi ile kaybettiği bazı kaleleleri geri almayı hedefledi. Büyükten küçüğe doğru piyasaya çıkan yeni Oceanis serisinin orta boyu Oeanis 37, kalitesi, mekan kullanımı, yelken performansı ve bazı ayrıntılara zekice çözümü ile bu yılın en önemli teknelerinden biri oldu. Bunun temel nedeni, kalite çıtasını yükseltirken, fiyatı artırmaması... Bu tabii ki dünyadaki kıyasıya rekabetin, dünyanın en büyük tekne üreticisine getirdiği bir yük. Ama Beneteau bu yükü zarafetle taşımayı biliyor doğrusu.

Yılın örgütü: TC Maliye Bakanlığı

Türkiye’de deniz ve tekneye ilginin katlanarak arttığı bir yılda, Maliye Bakanlığı, yabancı bayrak kullanımını engelleyecek adımları yine atmadı. Yüksek oranlar nedeniyle vergi toplayamadığı bilinmesine rağmen, akılcı bir yeni vergilendirme sistemi getirmeyen Maliye Bakanlığı, Türkiye’nin denizlerinde Türk Bayrağı dalgalanmamasının en önemli nedeni. Sözler verildi, adımlar atılacağı söylendi ama umutlar yine başka bahara kaldı. ’Yatlara vergileri düşürüyorlar’ denmesin diye ürkek olan bakanlık bürokrasisinin atacağı reform adımları heyecanla bekleniyor.
Yazının Devamını Oku