Serhan Asker

Francesco Cengiz...

8 Ağustos 2017
Son günlerde bu ülkenin başına gelmiş en güzel şeysin..

Hani diyor ya şair ‘bir eriğin aceleci tadı’ gibi iyi geldin bize.. Henüz 19 yaşındasın.. Ve sen bu gezegende forması uzaya gönderilmiş ilk futbolcu olan Totti gibi sıradışı bir efsanenin takımına gittin.. Koca Roma bonservisin için bir ton para harcadı. Daha ilk günlerden görüyoruz ki seni yere göğe sığdıramıyor, senin için görkemli tanıtım toplantıları düzenliyorlar. Çocuk, ‘gururumuz oldun gururumuz!’..

Buraya kadar her şey güzel..  Ama asıl senin  bundan sonra yapacakların bizim gururumuzu zirveye taşımalı..

Ve biliyor musun Cengiz, bunun için yapacakların çok basit.. Roma takımının tesislerine, soyunma odasına, maçlarını oynadığı Roma Olimpiyat Stadına, hatta kentin her semtine ruhunu salan Totti’nin yolunu yol et kendine.. Bu kadar yani.. Neler mi yaptı o? Daha önce bu köşede de yazmıştım.. Dinle lütfen.. 

O, kimsenin Roma’dan koparamadığı adamdı..  Anneanne korkusu işte! Fanatik AS Romalı anneanne 1989’da Roma futbol takımının kapısından giren torununu karşısına oturtarak:

“Evlat dinle! Bundan böyle Roma’dan başka takımda oynamayacaksın. Tamam mı?” diyerek kestirip atmış. O sözün üzerinden tam çeyrek asır geçti. Demem o ki Totti, büyük sözü dinliyor.. Totti anneannesine verdiği sözü ve Roma’ya olan bağlılığını tam 28 yıl oldu asla sorgulatmadı. Elbetteki sen üstüne koydukça seni de Barcelona ya da Manchester United gibi devler isteyecektir. Gidersin ya da Roma’da kalırsın.. Biz her şartta mutlu oluruz. Sen yeter ki o seviyeyi yakala..

ARMANİ’DEN ALDI FAKİRLERİ GİYDİRDİ

ARMANI’nin en özel modeliydi. Sen de yakışıklı şimşek gibi bir ışık saçıyorsun. Model olursun, reklam filmi çekersin mutlaka.. Tip olarak Totti’ye de benziyorsun. Senin de peşine düşecek dev markalar. Bunun hiçbir önemi yok.. Bak Roma’nın efsanesi neler yapıyordu.. Her yıl mankenlik sözleşmesine imza atarken aldığı parayı ikiye bölüp yarısını yoksullar vakfına yolluyordu.

STATTA LOCASI VARDI

Yazının Devamını Oku

Gazap Üzümleri’nden NTV Spor’a...

11 Temmuz 2017
Yer Kaliforniya. 1930’lu yıllar. Binlerce aile büyük umutlarla yollara düşüyor. Kavurucu çöl sıcaklarına aldırmadan. Tek amaçları ayakta kalabilmek. İşte bu yörüngede Joad ailesinin sıra dışı mücadelesi anlatılır John Steinbeck’in Gazap Üzümleri’nde.

Gazap Üzümleri, bir dayanışma destanıdır. Ekonomik dar boğaza giren bir ailenin var olma ve örgütlenmesinin destanı. 

Hayatlarını tarımla geçiren yoksul halk, traktörün kullanılmaya başlanmasıyla işverenin gözünden düşer ve umuda yolculuğa çıkar. Külüstür bir kamyonla maceraya giren Joad ailesinin başına gelmeyen kalmaz. Anne Joad’ın yaşanan bütün felaketlere rağmen ailesine bir kartal gibi sahip çıkışı onu edebiyat tarihinin en büyük roman karakterleri arasına yerleştirir.

Kampta bütün ailesine cansiperane sahip çıkışı bir annelikten çok öte bir duruş.

Sonbahar gelince su taşkınları yaşanır ve kamptakiler perişan olur. Tom’un hamile kardeşi Rose bu olumsuzluklardan dolayı bebeğini ölü doğurur. Kamyonları kullanılamaz hale gelen Joadlar bu kampta da daha fazla kalmak istemez ve yaya olarak oradan da ayrılır. Yolda ambar gibi bir yerde barınan bir baba ile oğula rastlarlar. Adam açlıktan ölmek üzeredir. Bebeği öldüğü için emziremeyen Rose, memelerinden süt sağar ve ölmek üzere olan adama içirerek onu kurtarır. Ve bu olay Joad ailesinin ayağa kalkışıdır.

Ya Garbriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlığı’ndaki Anne Ursula’sına ne demeli?

Buendia ailesinin dağılmaması için gösterdiği özveri kitabı okuyanların hafızasından asla çıkmaz. O da çocukları, kocası ve tüm ailesi için bir kartal pençesi.

Yaşamının son aylarında, geceliğinin içinde kaybolan bir kiraz çekirdeğine döndüğünde bile tek derdi ailesinin ödenmeyen borçlarıydı. Kimsenin bilmediği altınların yerini gösterir ve rahatlar. 

PIRIL PIRIL BİR KADRO

Yazının Devamını Oku

Boşver Ranieri.. Sonu yoktur güzel şarkıların

1 Mart 2017
Britanya, ne buhar makinası bulunduğunda bu kadar sallandı ne de sanayi devrimi gerçekleştiğinde.. Ranieri ve talebeleri geçen yıl Kraliçe Elizabeth'den de Nobel edebiyat ödüllü efsanevi İngiliz başkan Churchill'dan da popülerdi.. 

Nasıl olmasınlar ki? Onlar dünyanın en çok izlenen liginde deve dişi gibi rakiplerini geride bırakıp şampiyon olmuştu.. Hem de 2. olan takıma 10 puan fark atarak.. 
Ranieri'nin geçen yıl Ada'da yazdığı zafer şarkısı beni Hemigway'in Yaşlı Adam ve Deniz'ine götürmüştü..

RANİERİ HEMİNGWAY'İN SANTİAGO'SUDUR..
Hemingway'in kitabında Santiago, yaşlı ve yalnız bir adamdır. Hayatını devam ettirmek için geçimini sağlamak zorundadır.. Bildiği tek iş ise balıkçılık. Ancak talihsiz bir avcı.. 84 gün boyunca denizden eli boş dönüyor.. Büyük balığı yakalamak artık onun için bir hesaplaşmaya dönüşür.. İnadı inat.. 85. günde Santiago, sonunda büyük bir kılıçbalığı yakalar. Balık direnir.. Balıkla giriştiği savaşı kazanan yaşlı adam, zıpkını ile balığı teknesine bağlar ve çekmeye başlar. Ancak balığın yarasından akan kanlar denize karıştığı için açık denizde yüzmekte olan köpekbalıkları kanın kokusunu alır ve kılıçbalığına saldırarak balığı yer. Sonuçta Santiago’nun elinde, kılıçbalığının sadece iskeleti kalır. Ama o iskelet bile olsa hedefine ulaşmıştır.. Bu onun açık sulardaki zaferidir.. 

BERNARD SHAW SENİ YAZARDI
Hemingway, 85 yaşındaki Santiago'nun hayatıyla insanı insan yapan olgunun, azim ve umut olduğu gerçeğini destanlaştırıyor.. 
Tıpkı 65 yaşındaki Ranieri'nin futbolun beşiği İngiltere'yi sallayan geçen yılki destanı gibi.. 

Yazının Devamını Oku

Başkentin Osmanlı’sına bak

14 Aralık 2016
En başa tabi ki Anıtkabir yazılır...

Sonra, 

“Böyle sessiz ayrılıklarda
Her şey önceden belli olur
En güzel zamanında, aşkın ve hayatın
İnsan deli olur…” diyen Turgut Uyar..
Ardından “Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın” dizelerinin sahibi Ahmet Erhan..
Sadece ‘Fikrimin İnce Gülü’ ile değil birçok eseriyle bizleri büyüleyen Adalet Ağaoğlu.. Son romanı, ‘Kuşlar Yasına Gider’le suskunluğunu bozan Hasan Ali Topbaş..

İDİL BİRET’İN, EFE AYDAN’IN ANKARA’SI

Yazının Devamını Oku

Son model bir “Zorba”.. Obradoviç

11 Aralık 2016
IVO Andriç.. Görkemli bir Boşnak.. Nobel Edebiyat ödülü var.. Balkanların yazım dünyasındaki güçlü kalemi.. *Ömer Paşa adlı romanı gerçek hayattan alınmış sarsıcı bir eser.. Ömer Lütfü Paşa kimdir biliyor musunuz? Nazım Hikmet’in büyük dedesi..

Roman, Osmanlı döneminde geçer. Sırp kökenli, 22 yaşında Avusturya ordusundaki genç bir teğmenin, Mihaylo Latas’ın sonunda Ömer Lütfü Paşa olup Türk ordusunun başkomutanlığına yükselmesini anlatır..

 

Dillere destan bir Kırım Savaşı komutanlığı vardır..

 

Friedrich Engels: “Sayıca ve silahça Rus ordusu Türk ordusundan kat kat üstün... Türklerin ise başlıca üstünlüğü komutanları Ömer Paşa’dır. Muharebenin sonucunu Ömer Paşa’nın bireysel yetenekleri, sabır, dayanıklılık ve uzgörüsü belirleyecektir.”

 

O, ÜNİFORMASIZ ÖMER LÜTFÜ PAŞA

 

Yazının Devamını Oku

Katalunya'da iki yiğit: Arda ve Robert Jordan

10 Kasım 2016
KATALUNYA’DA İKİ YİĞİT: ARDA VE ROBERT JORDAN

 

BİRİSİ sarışın; diğeri esmer; birisi mağarada bile olsa her gün tıraş olmayı ihmal etmiyor, öbürü ise kapkara sakallarıyla Robinson Crusoe andırıyor.. İkisi de İspanya’da birer yabancı.. Birisi İngiliz asıllı Amerikalı.. Diğeri Türk, Bayrampaşalı.. Diğeri Amerikalı dinamit ustası; İspanya iç savaşında faşistlere karşı savaşıyor; görevi köprü uçurmak..

Türk ise futbol topuyla bir usta, yurdunu yabancılara tanıtıyor yeteneğiyle, köprü yıkmıyor, ülkesiyle dünya arasında bir köprü kuruyor.. Cephede olanını Ernest Hemingway’in sayesinde dünya okudu; yeşil sahadakini televizyon başındaki milyonlar izliyor.. Asker kökenli olan Segovia dağlarında savaşıyor, futbolcu olan Barcelona’nın Camp Nou’sunda döktürüyor.. Dağdakinin takım arkadaşları Anselmo, Pablo, Sordo, Pilar; Nou Camp’takinin ise Iniesta, Messi, Neymar, Pique.. Birisi dağda mağaranın kıyısında uyku tulumunun içinde sevgilisi Maria ile gece yıldızların altında aşk yaşıyor, diğeri ise sevgilisi Aslıhan (Doğan) ile Barcelona-İstanbul hattında sevdadan dem vuruyor..

 

Birisi Robert Jordan.. Öbürü Arda Turan..

 

Yazının Devamını Oku

Cavcav'ın değirmeni

10 Kasım 2016
..Ya o seslere ne dersin adaşım.. Tahta oluktan inen sular, kavak ağaçlarında esen kış rüzgarı gibi uğuldar, taşların kah yükselen, kah alçalan ağlamaklı sesleri kayışların tokat gibi şaklayışına karışır.. Ve mütemadiyen dönen tahtadan çarklar gıcırdar, gıcırdar.. 




Yazının Devamını Oku

Cavcav’ın değirmeni

10 Kasım 2016
..Ya o seslere ne dersin adaşım.. Tahta oluktan inen sular, kavak ağaçlarında esen kış rüzgarı gibi uğuldar, taşların kah yükselen, kah alçalan ağlamaklı sesleri kayışların tokat gibi şaklayışına karışır.. Ve mütemadiyen dönen tahtadan çarklar gıcırdar, gıcırdar.. Böyle başlar Sabahattin Ali’nin ‘Değirmen’ öyküsü.. Büyük bir sevda vardır bu hikayede..

Atmaca adında muazzam klarnet çalan bir çingene, gittiği her köyde kızları kendine hayran bırakır. Ama o kimseyle ilgilenmez. Ta ki son gittiği köyde rastladığı değirmencinin kızına kadar. Kız çok güzel ama küçükken sağ kolunu değirmenin çarklarından birine kaptırmış. 

Çingene deli gibi aşık olur bu sakat kıza. Kız da ona aşıktır ama, kendisini bu yakışıklı çingeneye layık bulmuyor.
Atmaca ne etse kızı bu fikrinden caydıramıyor..
Yakışıklı çingene bir akşam bütün köyü değirmene toplar. Klarnet çalacağını söyleyerek.
Herkes gelir.. Atmaca klarneti bir köşeye fırlatır, değirmenin çarklarına gider. Bile isteye sağ kolunu değirmene kaptırır. Böylece sevdiği kızla eşitlenmiş olur.
Öyküyü şöyle bitirir Sabahattin Ali:
“Sevgili, bir vücutta bulunmayan bir şeyi, kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.”

DEDEMİN DEĞİRMEN ANILARI

Yazının Devamını Oku