Serenad Altan

Güzel atlar ülkesi ‘Kapadokya’

17 Nisan 2023
Değerli okurlar... Bu haftaki yazımda, İç Anadolu’nun vahası değerinde gördüğüm Kapadokya bölgesinin ilginç oluşum hikâyesinden ve bu toprakların tarih boyunca ağırladığı uygarlıkların hüküm sürdükleri dönemlerde bölgenin içinden geçtiği belli başlı süreçlerden ama en önemlisi bölgenin mistik büyüsünden bahsedeceğim.

Neden Kapadokya’yı yazıyorum? Bölge, sadece dünyada eşi benzeri olmayan peri bacaları oluşumlarıyla değil, tarih boyu ticaret kolonilerinin en önemli kesişim noktası olması ve birbirinden farklı birçok medeniyete yaptığı ev sahipliği sırasında bağrında birbirinden farklı birçok inanç ve kültürü barındırmış olmasıyla da ayrıcalıklı ve olağanüstü mistik bana göre.
İşte bu yüzden Kapadokya’yı yazıyorum. Herkes bilsin, tanısın... Bilenler ise daha çok şey öğrensin. Gelin hep beraber, farklı coğrafi özelliklere, bir o kadar da zengin tarihi bir geçmişe sahip bu mistik bölgemizi birlikte incelemeye başlayalım.

PERİ BACALARI

Yapılan jeolojik çalışmalar, Kapadokya’nın peri bacaları oluşumunun bundan yaklaşık 60 milyon yıl önce bölgeyi çevreleyen üç volkanik dağın aktif olması ve bu yanardağlar patladığında dışarıya akan lavların sönmesiyle oluşan tüf tabakasının, yine çok uzun yıllar boyu yağan yağmurlar ve rüzgârlarla aşınması sonucu başladığını göstermektedir. Volkan külü, lav ve bazalt birikintileri, günümüz manzarasının temellerini atmıştır. Depremler ve devam eden erozyonların etkileri, günümüzde var olan vadilerin ve “peri bacalarının” oluşmasına katkıda bulunmuştur. Kapadokya’da özellikle Paşabağları’nda, Göreme’de, Uçhisar’da, Ürgüp’te bulunan birçok peri bacası türü dünyada tektir.


Yazının Devamını Oku

Öz değerini bilmenin dayanılmaz hafifliği

10 Nisan 2023
Değerli Okurlar... Yeni bir haftaya başlarken aklınızda kalan tüm işlerinizi kolaylıkla tamamlayacağınız, iyi enerjili insanlarla yollarınızın kesişeceği, güzel fırsatların önünüze düşeceği bir hafta olsun dileklerimle hepinize yeniden merhaba diyorum.

SORUMLULUKLARIMIZ VE KİMLİKLERİMİZ

Dünyaya geldiğimiz andan itibaren büyümeye ve gelişmeye başlıyor, bebeklikten başlayarak sonrasında erken çocukluk, çocukluk, ergenlik ve en nihayetinde yetişkinlik düzeyine ulaşıyoruz. Bebeklik sonrası dönemden itibaren başlayan süreçlerin her birinde belli başlı, irili ufaklı sorumluluklarımız oluşmaya başlıyor. Daha doğrusu ilk başta bu sorumluluklar önce ebeveynlerimiz sonra da okul çağında öğretmenlerimiz tarafından bizlere aşılanıyor. Örneklendirmek gerekirse, “Yemekten sonra ellerimizi yıkamak”, “yatmadan önce dişlerimizi fırçalamak”tan başlayıp, “ödevlerimizi eksiksiz ve zamanında yapmak”, “paylaşımcı olmak”, “küçüklerini sevmek büyüklerimizi saymak” gibi sorumluluk gerektiren yönlendirmelerle büyüyoruz. Yetişkin bir birey olmaya yüz tuttuğumuz ancak henüz çocukluk döneminden de tam olarak çıkmadığımız ergenlik döneminde diğer dönemlerimize nazaran daha tepkisel olduğumuz için “tepkilerimizi kontrol etmemiz” öğretiliyor bize. Kısacası yaşam boyu sürecek olan bir eğitilme ve öğrenme sürecinde ilerlemeye başlıyoruz. Bazı sorumluluklar alışkanlık halini alıyor, bazıları o zamandaki ortamla sınırlı kalıyor, bazılarını ise kişilik özelliklerimize uymadığı için belli bir süre sonra terk ediyoruz. Tüm bunlar olurken bir de hayatımızın her döneminde üzerimize yeni kimlikler ekleniyor. “Öğrenci kimliğimiz”, “ebeveyn kimliğimiz”, "evlat kimliğimiz”, “kardeş kimliğimiz”, “iş hayatındaki kimliklerimiz” ve buna benzer daha bir sürü kimlik. Peki gerçekte biz kimiz aslında? Bu kimliklerden hangisiyiz? Ya da hiçbiri miyiz? Kimliklerimize uyumlu yaşamak için hayatı çoğu zaman ıskaladığımızın farkında mıyız?

KİMLİKLERİMİZİ ÇIKARTIRSAK GERİYE NE KALIR?

Yaşam içerisinde ilerlerken, üzerimizde para kazanma, aile geçindirme, kariyer başarısı, özel ilişkilerde uyum yakalama ve sürdürülebilirlik sağlama, güvende hissetme gibi bir ton sorumluluk ve kaygı varken, kendi özümüzden gittikçe uzaklaşıyor ve aslında kim olduğumuzu, ne yapmaktan hoşlandığımızı, mutlu mu mutsuz mu olduğumuzu unutuyoruz. O kadar dalıyoruz ki günlük rutinlerimize, “kendimizi unuttuğumuzun” dahi farkında olmuyoruz çoğu zaman. Hep bir koşturma, hep bir yarış, hep bir eksiği tamamlama telaşında, ama yorgun, bezgin, manevi tatminden yoksun ya da eksik bir halde, gelecek için didinip duruyoruz.

Geçmişle ilgili ise ‘keşke’lerimizin, ‘tüh’lerimizin kölesi oluyor hayıflanıyor da hayıflanıyoruz. Oysa geçmiş geçti ve geçmişte yaşanan her şey orada kaldı. Hepsi birer deneyimdi, yaşandı ve bitti. Derslerimizi aldıysak ne mutlu bize. Almadıysak da daha iyisini nasıl yapabileceğimizi bulmanın en doğru yolu özümüze dönmektir. Evren bir yanlışa karşı cevabını ceza olarak vermez ama aynı deneyimi biz doğruyu anlayana ya da doğru yolu-yöntemi bulana kadar tekrar tekrar yaşatır. Gelecek ise henüz gelmemiştir. Bir gün sonra bile neler olacağını öngöremediğimiz bir dünyada sadece gelecek için yaşamak da bize sadece kaygı verir ve “an”ı kaçırmamıza yol açar ki hayat aslında “an”dır. Özümüz kusursuz ve saf sevgiden yaratılmıştır. Bunun farkında olmak için kimliklerimizi üzerimizden çıkartıp özümüzle baş başa kalmamız ve ona kulak vermemiz, onu daha iyi anlamamız gerekir.

Yazının Devamını Oku

Ankara’nın sanat haritası

3 Nisan 2023
Değerli okurlar... Nisan ayını karşılarken, baharın getirdiği umutla donandığımız bu haftanın hepimize sağlık, huzur, bolluk ve bereket getirmesini; var olan yaralara şifa, çözüm bekleyen sorunlara deva niteliğinde olmasını dileyerek satırlarıma başlıyorum.

Bu haftaki konumuz, çok eski çağlardan bu yana insanlığı gerek bedenen, gerekse ruhsal anlamda besleyen, dinlendiren, iyileştiren ve aynı zamanda ufkunu açan, düşündüren, sorgulatan “sanat...” Bu denli derin bir konuda ve tam bir sanatsever daha doğrusu bir “sanat aşığı” olarak ne yazacaklarım biter, ne anlatacaklarım... Söyleyecek, paylaşacak çok sözüm var ancak köşeme sığdırabildiğim kadarıyla, şahsen sanatın da başkenti olarak gördüğüm kentimiz Ankara’nın sanat ortamının zenginliğinden ve sanatın özellikle zihin ve ruhlarımıza işleyen pozitif etkilerinden bahsetmeye çalışacağım bu yazımda.
Keyifli okumalar...

SANATA GENEL BAKIŞ

Sanat, bilinen insanlık tarihinin başlangıcından bu yana var olan bir kavramdır. İlkel (avcı-toplayıcı) çağlarda av hikâyelerinin ve yerleşik ve/veya göçebe toplulukların geleneklerine uygun çeşitli seremonilerin mağara duvarlarına ve yaşam alanlarına resmedildiği bilinmektedir. Bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gittiğimizde, Paleolitik çağdan kalma gördüğümüz takılar, çeşitli süs eşyaları, heykelcikler, oymalı günlük kullanım malzemeleri hep sanat eseridir.



Ünlü İngiliz şair ve sanat eleştirmeni Herbert Read, “Sanat, yaşamı sürdürebilmenin ilk koşuludur” sözüyle, sanatın insan yaşamındaki varlığının önemini vurgulamıştır. Sanat yaratım demektir, insan da yarattıkça özünü ortaya koyabilir, gerçek benliğini dışa vurabilir. Sanat, aynı zamanda iletişim demektir. Sanatsal her yaratım, birtakım duygu ve düşüncelerin dışa vurumudur. Bir tür boşaltımdır, ki bu sanatın her dalında mümkündür. Tiyatro sanatçısı rolünü oynarken o karaktere öyle bir bürünür ki biz izleyicilere o karakteri yaşatır. O anki duyguyu bize aktarır. Ressam, tuvaline öyle şeyler çizer ve öyle renkler kullanır ki saatlerce tablosunun önünde durup düşünür, sorgular ve en nihayetinde bize ne anlatmak istediği hakkında bir kanıya ulaşırız. Sanki o resmi çizerken yanındaymışız gibi duygularını düşüncelerini bir anda hissederiz derinlerde bir yerlerde. Heykeltıraş, heykelinin ilk vuruşlarını yaptığı andan heykelini tamamlayana kadarki süreç içerisinde belki yaşamı boyunca hissettiği her türlü duyguyu işler ince ince. Bir müzisyen, beste yaparken acısını veya sevincini öyle bir döker ki notalara, bizler onu dinlerken içimizde taşıdığımız benzer acılar, benzer mutluluklar bilincimizde capcanlı hale geliverir. Hepimiz yetenek taşıyalım ya da taşımayalım, duygularımızı, düşüncelerimizi, acılarımızı, umutlarımızı ve hatta tutumlarımızı herhangi bir sanat dalı üzerinden yaratım yaparak dışa vurabiliriz. Bu hepimizin hakkı olan ve aynı zamanda inanılmaz iyileştirici gücü olan bir yöntemdir. Sanat en etkin “şifalanma yöntemi”dir. Sanat bir çeşit meditasyondur. İçeriden dışarıya akan bir enerjidir.


Yazının Devamını Oku

Hoş geldin bahar

27 Mart 2023
Değerli okurlar... Yeni bir haftaya başlarken, öncelikle hepinize sağlık, huzur, başarı ve bereket diliyorum.

21 MART DÖNENCESİ

Geçen hafta 21 Mart dönencesi ile birlikte ilkbahara tam anlamıyla giriş yaptık. Benim uzmanlık alanım olmayan astrolojiyle hayli ilgiliyim ve takipçisi olduğum astrolog arkadaşlarımdan da öğrendiğim üzere bu seneki 21 Mart sadece dönence değil, aynı zamanda “Yeni Ay” idi. Yeni Ay enerji ise yeni başlangıçlar, hayat rutinimizde var olan ancak bizi gerileten ve artık bize hizmet etmeyen her türlü olay, durum ve kişileri geride bırakıp yeniye kucak açma zamanıdır. Tıpkı “bahar” gibi.
Farkında mısınız? Aslında biz insanlar da mevsimlerle birlikte değişip dönüşüyoruz. Kimimiz yaz aylarını sever, kimimiz kışı veya sonbaharı... Ama ortak müşterekte hepimizin mutlu hissetmeye, hayata olumlu bakmaya, gelecekle ilgili umut dolmaya meylettiği tek bir mevsim vardır ki o da ilkbahar. “Bahar geldi!” dediğimizde sonbaharı değil ilkbaharı kastederiz. Düşünün. Sonbahar en sevdiğiniz mevsim dahi olsa hiçbir sonbaharda “bahar geldi” demiş olabilir misiniz? İstisnalar olabilir ama genelleme yapıyorum ki bahardan kastedilen daima ilkbahardır.

DÖRT MEVSİMİN ÖNCÜSÜ BAHAR

Birçok etnisite ve kültürde, baharın gelişi bayramlarla kutlanır. Doğa uyanıp canlanırken, bizler de üzerimizdeki rehavetten kurtulup canlanmak isteriz ve adeta çiçek açmaya hevesleniriz. Kış aylarında hava pusludur, soğuktur. Biz de farkında olmadan bu duruma uyumlanır tıpkı doğa gibi duygusal ve zihinsel bağlamda yaprak döker, bahar ve yaz aylarına oranla daha karamsar ve içe dönük oluruz. Evde daha çok vakit geçirir, nispeten daha az sosyalleşiriz. Bir bakıma aslında -günlük rutinlerimizi devam ettirmek suretiyle- bir tür inziva yaşarız. İnsan doğar, yaşar, ölür. Doğa da canlanır, yaşar, ölür. Ancak doğanın her sene kendini yenileme gibi bir özelliği vardır. Biz insanlar da her ilkbaharda yeniden canlanırız. Dört mevsim içinde neden sadece ilkbaharın gelişi kutlanır? Çünkü ilkbahar doğumdur, canlanmadır, yenilenmedir, renklenme ve bezenmedir. En basitinden beş duyumuzu da okşayacak kadar güzeldir ilkbahar. Ama en çok ruhumuzu...

Yazının Devamını Oku

Kadim toprak Ankara...

20 Mart 2023
Çok değerli Hürriyet Ankara okurları...Bundan böyle her pazartesi, “Motivasyon Meditasyon Köşesi” ile siz okurlarımızla buluşacağım.

Bu köşede; spiritüel yaşam koçluğu, yoga, özdeğer, farkındalık bilinci, affetme ve kabul egzersizleri, nefes terapisi, gerek beden gerek zihin sağlığımız için şifa enerjisi çalışmaları, her birimizin sahip olduğu birtakım negatif düşünce kalıplarını değiştirmeye yönelik çalışmalar, meditasyonlar anlatacağım. Hatta bazısının pratiklerini de öğretmeye çalışacağım. Ayrıca her yazımda sizlerle küçük olumlamalar da paylaşacağım. Birlikte paylaşımda bulunarak, hayatın akışına karşı gelmeden, hayatla birlikte uyum içinde akmayı öğrenecek ve deneyimleyeceğiz. Önce kendimize daha doğrusu özümüze gün be gün daha da yaklaşacak ve sonsuz sevginin kaynağına ulaşmayı hedefleyeceğiz. Hepiniz, köşeme hoş geldiniz...

* * *

İlk yazımda başkentimiz olması sebebiyle hepimizin gönlünde ayrı bir değer taşıyan ancak yanı sıra; tüm Anadolu insanında gözlemlediğimiz gibi yöre halkının mertliği, yardımseverliği, açık sözlülüğü ve elbette şiirlere, türkülere konu olmuş bağları, dereleri, yamaçları ile göz bebeğimiz olan Ankara’nın isminin sırrını irdeleyeceğiz. Bildiklerimizin ötesinde, bugüne dek bilinmeyen anlamlarını çözmeye çalışacağız.

* * *

Ankara Marşı’nda “her bahtı kara”nın Ankara’yı görmek istediği söylenmiş ve “senden yardım umar her düşen dara” denilmiş. Ankara’nın herkese kucak açacağı, yaralarını iyileştireceği, bağrına basacağı ön kabulü hep vurgulanmış adına yazılan şarkılarda, şiirlerde... Elbette bunların hiçbiri tesadüf değil. Çağlar boyu nice farklı uygarlıklara ev sahipliği yapmış bu kadim toprakların öyküsüne gelin beraber göz atalım.


Yazının Devamını Oku