Musa Dede

Bir oy, bir gelecek!

24 Haziran 2018
Seçim vaadlerini işitice hepsine oy veresi geliyor insanın.

Heyhat, sadece bir oyumuz var. Onu da en beğendiğimiz, vaadlerini gerçekleştirebileceğine inandığımız bir adaya, bir partiye vereceğiz. Hiçbirini beğenmiyorsak ve fakat boş oy kullanmayacaksak “ehveni şer”(kötünün iyisi) ilkesine göre hareket edeceğiz, kendimizce…

“Aklın öğütlediği herşeyi tutkuya kapılmaksızın yerine getirmek için sağlam bir kararlılık gerekir. Bence erdem bu karar sağlamlığıdır… Erdem, iyi saydığımız şeyleri yapmakta gösterdiğimiz karar ve sabırdan ibarettir… Erdemin ödülü olan hoşnutluk, erdemin yolundan gidilmedikçe kazanılamaz”(Descartes)

Tüm vatandaşların akl-ı selim, kalb-i selim ile oy vermesini diliyorum. Çıkan sonuçlar ne olursa olsun onu olgunca kabul edebilmek ve millet iradesi sonucu oluşan tablonun olabilecek en hayırlı sonuç olduğuna inanmak durumundayız. Milletçe kalkınmanın yolu, -beğensek de beğenmesek de- seçilmişlerin bize en iyi hizmeti verebilmeleri için elimizden gelen ne katkı varsa sunmada devamlılık göstermekten geçiyor. Çün “Bir ulusun büyüklüğü nüfusunun çokluğuyla değil, akıllı ve erdemli kişilerinin sayısıyla belli olur”(Victor Hugo)

Kim gelirse gelsin beklentilerimiz belli; Özgürce, onurlu bir yaşam, barış, huzur, refah, adil bir yönetim, iyi bir eğitim ki “Bir ülkenin geleceği, o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır”(Einstein) Ve başta sağlık, tüm sosyal hizmetlerden hakça yararlanabilme imkanı, neticede bunların sürekli geliştirilmesiyle insanlık seviyesinde olabildiğince ileri gidebilmek…

Dünya konjonktürü güçlü olmamızı gerektiriyor. “Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir”(K.Atatürk) Bağımsızlığımız, bekamız, güvenliğimiz, bu dönem de tercihlerimizi oluştururken dikkate aldığımız birincil etmenler. Zira yakinen biliyoruz, Byron’un dediği gibi; “Bir devleti kurmak için bir yıl ister, yıkmak için bir saat yeter”… Ve yine biliyoruz ki adil bir yönetimin hüküm sürdüğü yerlerde halk devletine canla başla sahip çıkar. Onun için “Devletin dini adalettir” demişler. “Adaletin güçlü, güçlülerin de adil olması gerekir”(Pascal) Öyleyse irfan ocaklarımızla beraber yaşamsal öneme sahip tüm kurumlarımızın, bilhassa da adalet sistemimizin ihyası en önemli beklentilerimizden…

Hz.Ali’nin(ra) yöneticilere öğütlerinden birkaçını zikretmek isterim bu bağlamda;

* Adalet, halkın dirliği ve düzeni, idarecilerin süsü ve güzelliğidir.

* Hükümdarın devleti, adalette saklıdır. Hiddetine, öfkene, eline ve diline hakim ol. Sakın halkından uzun müddet uzak durma veya gizlenme. Halka sevgi ve merhamet besle. Alçak gönüllü ve ölçülü ol. Denetime önem ver. Hiçbir işi ihmal etme. Sana helal olmayan şeylerde nefsine karşı sıkı dur.

Yazının Devamını Oku

Baba, Gool!

17 Haziran 2018
Hayırlı bayramlar! Bu “Ramazan Bayramı”nın son günü babalar gününe denk geldi. Bugün, pazar, “Babalar Günü”, kutlu olsun! Bize babalık edenleri anmak için, evlat olmanın, evladı olmanın tadını hatırlamak, babalığı anlamak için taptaze bir fırsat ola inşaallah!

Yakın ilişkileri sevgiyle yaşamak çokça hoşgörü, iyi niyet, özen ve hassasiyet istiyor. Bunu beceremediğimiz anlarda ise affedebilmek. Bu şekilde ilişkilerimiz bizi büyütüyor; babalaştırıyor. Bugünde hepimiz için temennim bu, hem bayram, hem babalar günü; “baba” bir gün diliyorum!

Kimimiz babasını mezarı başında anıyor, onlara Allah’tan rahmet diliyorum. Kimi baba evladını yokluğunda hasretle anıyor, onlara da sabır ve metanet diliyorum. Herkese selamet diliyorum!

Çok şükür benim sevgili babam yaşıyor. Allah uzun, sağlıklı, afiyetle geçecek hayırlı bir ömür versin. Bayram tatilinde. Onu telefonla arayacağım ancak. Babamlar tatilden dönünce ise anlaşmamız var; olabildiğince “Dünya Kupası” maçlarını beraber izlemek üzere. Ve fakir şimdiden, perşembe akşamı bayram arifesiyle eşzamanlı başlayan “2018 Fifa Dünya Futbol Şampiyonası” maçlarına göz attıkça anılarımızı hatırlıyorum birlikte. Futbolseverler için bu da ayrı bir bayram. Benim içinse şimdi anlıyorum ki; jenerasyon farkı yaşayan baba oğul iki kuşak için birarada zaman geçirilen, birleştirici, bazen de eğitici bir olaymış bu bir zaman. Eminim yakın kuşak pek çok kimse için de böyledir.

Şimdi, futbolun kitlelerin afyonu olması, kapitalist dünyanın avam bir eğlencesi olması tezlerini(ki haklılık payı vardır) bir kenara bırakıp iyi taraflarına odaklanalım istiyorum. Baba oğul ilişkisi bağlamında…

 

İşte Dünya, bir mücadele alanı, ancak bu mücadelenin de bir edebi, ahlakı, kuralları var. Estetiği var. Herşeyin üzerinde bir hikmeti, bir hakemi, hakimi var. İşte halklar, kavimler, renk renk, onca aynılığın yanında bazı farklı nitelikleri de var. Hepsi kıymetli fakat kendi içlerinde uyumlu, verimli olanlar öne çıkar.

Skor şampiyonlukları var, centilmenlik şampiyonları var, gönüllerimizin şampiyonları var. Oyuncular var, seyirciler var, yorumcular var. Hocalar var, öğrenciler var. Umut var, korku var. İnanç var. Temsili bunlar; merak eden hakikatlerini arar…

Anlayacağınız futbol dahi bir babanın evladına hayatı anlatabileceği bir mecra; “Evladım, ileriye gitmek için önce kalenin sağlamlığını gözetmelisin, eldekinin kıymetini bilir korursan açılır önün.. Evladım, futbolda ofsayt var, akl-ı evvellik taslayıp haksız rekabet edersen ofsayta düşebilirsin.. Evladım, faullu oynayıp arkadaşını bilerek isteyerek incitmek yakışıksız olduğu gibi, hayattaki fauller karşısında kuvvetli olup, ayrıca intikam tuzağına düşmeyesin, centilmenlikten uzaklaşmayasın.. Evladım, top taca çıkar bazen, girişimler etkisiz kalabilir, hayat devam ettikçe hep yeniden başlayabilmeyi bilmelisin. Umudunu asla kaybetme, skor değişebilir son anda.. Sonuç kadar süreç de önemlidir. İyi mücadeledir, elinden gelenin en iyisini ortaya koyabilmektir aslolan. Kazanmak kadar kaybetmek de var, böyle böyle olgunlaşır insan.. Evladım, golleri kişiler atsa da arkasında takımlar var, taraftarına, destekçisine kadar, başarı hepsine yazar…”

Yazının Devamını Oku

Ey Hazreti Leyle-tü’l Kadr(Kadir Gecesi)…  

10 Haziran 2018
Bir muazzam dergaha girdim, adın sordum, didiler; “Ramazan”. Didim; “Nicedir hikmeti?”, didiler; “Şeyh Efendi gelende ona soran eyisi mi!” Şeyh Efendi o gece yatsı ezanıyla birlikte geldi. Adın sordum; “Kadir” idi.. “Nedir senin kerametin ey Şeyh Efendi?”, didi; “Hakk’dan bize zaman üzre şeyhlik verildi, tasarrufumuz bir gecede bir senelik bereketle zamana kutubluk itmekdir, kim ki bu dergaha yetişir, erkanına uyar, sabreder, elbet varır sorarım dileğin ve emrederim zamana kim tiz bu dileğin gerçekleşmesi için düzenir” Bunu duyunca atıldım heman; “Bizden razıysan kabul buyur, dileğim söyleyem Efendi”, “Alırız amma bir şartı vardır!” ve Kadir Efendi şu şiiri okudu ağır ağır;

“Gel ey talib-i Rahmani / Sev Allah’ı, sev Allah’ı / Ver yoluna can-u teni / Sev Allah’ı, sev Allah’ı // Mecazi hissine aldanma / Onu baki kalır sanma / Hakiki aşktan usanma / Sev Allah’ı, sev Allah’ı // Şemsi Hakk’ı sevenlerden / Alıp himmet erenlerden / Ol Allah’a erenlerden / Sev Allah’ı, sev Allah’ı”… ve ekledi; “Bu öğüdü tutarsan eğer, gerçekleşmiştir dileğin meğer” ve dahi öyle bir nazar itti ki, hod gönlüme bir ateş ilişti, ilişti de halim değişti ve şu nazire dudaklarımdan dökülüverdi;

“Hoş görür dost sevdiğini / Sev Allah’ı sever seni / Affeder dost sevdiğini / Sev Allah’ı sever seni // Açmak için sen kalbini / Dost ararsın dost da seni / Dürüst isen yolu belli / Sev Allah’ı sever seni // Sevdiğini ayrı sanma / Aslına bak Hakk’ı anla / Başkasından medet umma / Sev Allah’ı sever seni // Bir yudumcuk gönlündeki / Tüm sevginin ‘O’ çeşmesi / Sevmek dili, hayat eli / Sev Allah’ı sever seni // Musa gayret edenlerden / Himmet görüp erenlerden / Ol Allah’ı sevenlerden / Sev Allah’ı sever seni”… Sevdi mi de tüm kainat hayrına çalışır değil mi ey ibnü’l vakt(zamanın oğlu)!

Gece dostlar için, bu gece Ol Dost için, yakin için, aslında yine bizim için. Arttırsın Rabbim hepimizin ilmini irfanını, aşkını… Yukarıdaki paragrafta dilini taklid etmeye çalıştığım Hakk dostlarından Kaygusuz Abdal Hazretleri, “Ebu’l Vakt”(Zamanın Babası) dilinden anlatıyor düzeni, alalım bereketini; “Bu cihan bir kubbe misalidir. Ay ve gün kandile benzer. Gice gündüzü bildirir. Yedi kat yerler vücudumdur. Sular damarlarım, gökler çadırımdır, Arş seyranımdır, çarh devranımdır. Yıldızlar meşalemdir. Bu nakş-ı pürkârlar(nakşedilmiş eserler) seyranımdır, yedi kat yer bir avuç, dokuz felek bir tekke, yerden göğe bir kulaç, yerin eni ve uzunu bir karış. Gece vilayet, gündüz nübüvvet. Doğmak bahar, ölmek güz, sağlık gülistan, sayrulık(hastalık) zindan. Yalan dimek zagallık(alçaklık), doğru dimek erlik. Uyku münacat(yakarış), uyanıklık ariflik, hulk(iyi huy) cennet, kahr cehennem, evliya vezir, peygamberler elçi, akıl Cebrail, kitablar vasf-ı hal, bahillere(serserilere) zahmet, cömerdlere rahmet, münkirlere zulmet, ariflere vahdet, aşıklar ferah, cahiller melül(üzgün), nâdanlara(cahillere) mihnet(sıkıntı), âdillere nur, zalimlere ateş, pirlere bereket, yiğitlere sıhhat, sabilere(küçük çocuklara) selamet…” Bu pazardan ne beğenirsen, gel dualarınla resmet! Paylaşalım tamamı…

Zam’an, ânın zamlanmışı, asırlar, yıllar, aylar, günler, geceler, saatler; hep o tek ânın türevidirler; Kadir gecesi içre bulunur ki o an, geri kalan tüm geceler onun peşinde, beşer ise İnsan-ı Kamil’in izince. Biz de onların taklidinde, hakikat peşinde, bu mübarek gecede o Veli Peygamber’in(sav) “Kim Kadir Gecesi’ni, faziletine inanarak ve alacağı sevabı Allah’tan bekleyerek ibadet ve taatla geçirirse geçmiş günahları bağışlanır”(Buhari, Leyletü’l-Kadir 1) müjdesine binaen bu gece edilmesini nasihat ettiği duasından da sebeplenelim keşke; “Allah’ım sen çok affedicisin, affı seversin, beni affet”.. Ki affı isteyen cenneti istemekte, affı isteyen cemali istemekte, temizlik, güzellik, dostluk ve nice hazinelerin kendisine açılmasını istemektedir.. O ise dualara icabet eden yek muktedir, Gani Sultan’dır, zaman da bu zaman ve tam buluşulası an… Öyleyse kadrini bilerek, takdirle an! Çün kaderin burada pinhan(sırlı, gizli, saklı)…

“Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla; Doğrusu Biz, onu (Kurân'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadr gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? Kadir gecesi; bin aydan daha hayırlıdır. O gece Rableri’nin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner… Artık o gece bir esenliktir gider… Tâ [ki] tan ağarana kadar…”(Kadir Suresi 97;1-5)

Kuş dili söylediler, hürriyetine hasret kafesteki can kuşuna sırrı bildirdiler; Sev Allah’ı, Sev Allah’ı, El Kadir’i, Ol Rahman’ı… Bildiysen haydi uç artık, dolaş uçmağı(cennet mekanı), şimdi bayram zamanı! Kutlu olsun! Hu

 

Musa Dede

Yazının Devamını Oku

Seyyid Ahmed er-Rifai Hazretleri’nden(ks) nasihatlar…  

3 Haziran 2018
Doğumunun 900. sene-i devriyesi sebebi ile bu mübarek Ramazan ayını da vesile kılıp, elimizden geldiğince Tarikat-ı Aliyye’nin dört asil kutbundan biri kabul edilen, Rifai yolunun kurucu piri Seyyid Ahmed er Rifai Hazretleri’ni anmaya çalışıyoruz.

Geçen haftaki yazımızda Rifai Hazretleri ve Tasavvuf anlayışı hakkında bazı bilgiler verme imkanı bulmuştuk.. 1118-1182 yılları arasında yaşadığı bilinen bu ulu Pir’in bilhassa İslam Dünyası’na, Türk toplumuna ve hakça yaşamak isteyen tüm insanlara büyük hizmetleri dokunmuştur. Allah’ın lütfu, Hz.Peygamber’in(sav) sünnetinin bereketi sayesinde o, örnek şahsiyeti, anlatılmaya devam edilen menkıbeleri, hikmetleri ve nasihatleri, süregelen silsilesi ile, Hakk’a giden yolu aydınlatan bir meşale misali yaşamaya ve hizmetine devam etmektedir..

 

Tevazusuyla bilinen Seyyid Ahmed’in yolunu ve yöntemini en güzel kendi sözleri anlatıyor; “Allah’ın emrini yüceltmekte, yaratıklarına şefkatle ve Resulullah’ın(sav) sünnetine uymada, Hakk’a giden yol olarak, taat, fakr ve alçakgönüllülükten daha yakınını ve kolayını görmedim”, “Sufiler topluluğu birkaç fırka olmuş; Ahmedceğiz ise horluk hakirlik, alçakgönüllülük, acizlik ve ızdırap fırkasıyla beraber kalmıştır”…

Hem Seyyid(Hz.Hüseyin-ra- soyundan) hem Şerif(Hz.Hasan-ra- Soyundan) idi, “Ebu’l Alemeyn” yani çifte sancak sahibi olarak anılmasının bir sebebi de ola ki buydu.. “Adına Hamid de diyordu. (Hakk’a yürümesine yakın)Bir gün arkadaşlarına; ‘İçinizden kim ki, bu Hamid’de bir ayıp görür; ona bildirsin’ dedi. Aralarından biri kalkıp şöyle dedi; ‘Efendim, sende büyük bir ayıp var’.. ’Söyle ey kardeşim, o ayıbım ne ola ki?’ O şahıs da şöyle dedi; ‘Senin ayıbın bizim gibi müridlerin olmasıdır’… Sohbette bulunan fukara hep birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Rifai hazretleri de onlarla birlikte ağlıyordu. Bir ara ağlamaları diner gibi olunca şöyle dedi; ‘Ben size hizmetçiyim.. Ben hepinizden aşağıyım’…

 

Bu haftaki yazımızın devamında Hazret’in kendisinden nakledilen bazı nasihatlerine, hikmetlerine yer vereceğiz:  

“Vuslat kapıdır, Allah’ın lütfu anahtardır, cömertlik merdivendir, ihlas kuvvettir. İhlas sahibi olduğun vakit merdivene çıkarsın, cömert olduğun vakit anahtara ulaşır, Allah’ın izniyle kapıyı açarsın. Tarikat; doğruluk, ihlas, iyi huy ve kerem üzerine kuruludur. Zenginlik ilimle ve süs hilim(yumuşak huy) iledir…”

“İnsanların ayıbına bakmamak dervişin şartlarındandır”

Yazının Devamını Oku

Ebü’l Alemeyn  

27 Mayıs 2018
Hz.Pir Seyyid Ahmed er-Rifaî’nin doğumunun bu 900. sene-i devriyesinde, kendisini rahmet, hürmet ve muhabbetle yad etmek için mübarek Ramazan ayı ne güzel bir vesile.

Onbir ayın Sultanı Ramazan’da, Sultan’ül Evliya Rifai Hazretleri’ni anmakla bahtiyarım bugün; Sultanlar arasında… Seyyid Ahmed’in(ks) gelmiş geçmiş ulular, pirler arasındaki müstesna yeri belli ki Sultanlar Sultanı Peygamberimiz Muhammed Mustafa(sav) Efendimize muhabbette, sünnetine bağlılıkta en ön safta yer alışındandır. İslam aleminde tevatür derecesinde meşhur olan şu hadise bu yakınlığa delil kabul edilebilir;

Rifai Hazretleri 1160 yılında(demek 41 yaşında iken) ilk hac vazifesini yerine getirdikten sonra, büyük dedesi olan Resulullah’ın(sav) kabrini ziyarete gitmişti. Medine’ye yaklaşırken ayakkabılarını çıkarıp Ravza’ya kadar yoluna yalınayak devam etti. Hz.Rifai bu hal üzere Efendimiz’in(sav) kabri önüne vardıkta kıbleye dönerek; “Esselamü aleyke ya ceddi” diye selam verdi ve diz çökerek şu beyiti okudu; “Uzakta iken ruhumu elçi yolluyordum, Toprağını öpsün diye vekil tayin ediyordum, Şimdi ise huzurunda hazır bekliyorum, Uzatıver elini, dudaklarım yansın istiyorum”.. Akabinde binlerce hacının gözleri önünde Resulullah’ın “Aleykümselam ya veledi” cevabıyla beraber mübarek eli de nurani bir şekilde kabirden dışarı uzanmış ve Ahmed er-Rifai bu eli öpmüştür. Şahitler içinde Geylani Hazretleri(ks) başta olmak üzere evliyadan ve ulemadan pek çok zat vardı ve vaktin ileri gelen tarihçileri de bunu aktarırlar. Nitekim halkın arasında müthiş bir cezbe hali meydana gelmiş, olağanüstü haller görülmüş, Rifai Hazretleri de bu hallerin yolundan gelenlere miras kalmasını niyaz ederek, müthiş bir tevazuyla kerametin kendinden kaynaklanmadığını nefsihana ispat için olsa gerek Mescid-i Nebevi’nin kapı eşiğine boylu boyunca uzanarak namaza girenlerin üzerine basıp girmelerini istemiştir. Rifailiğin alamet-i farikası diyebileceğimiz “burhan”ın(ispat, delil göstermek) en büyüğü aslında bu hal olup, bu yolun düsturu da yolun Pirinin tüm üstün hallerine galebe çaldığı anlaşılan bu tevazu, alçakgönüllülüktür.. 

Kadiri yolunun Piri Geylani Hazretleri’nin, Hz.Rifai için; “Sahabe-i Kiram, müçtehidin dışında tabakat-ı evliyadan hiç kimse Ahmed er Rifai’nin makamına vasıl olamamıştır” dediği rivayet edilir. Rifai Hazretleri’nin, yakın dost ve akraba olduğu Gavs’ül Azam Abdülkadir Geylani Hazretleri ile birlikte, zaman içinde geniş kitleleri etkileyecek olan kurumsallaşmış Tasavvuf ekollerinin ilk büyük kurucu öncüleri oldukları söylenebilir. Keza genel kabul Rifai, Geylani, Bedevi ve Dusuki Hazretleri’nin(hepsine selam olsun) Tarikat-ı Aliye’nin dört kutbu oldukları yönündedir.

Kerametleri saymakla bitmeyecek Seyyid Ahmed er-Rifai’nin bir lakabı “Ebü’l Alemeyn” olup, çift sancak sahibidir. Bunu iki kez “Gavs”lıkla şereflendirilmesi ve iki cihan Sultanı olması ile açıklamak mümkün. Rifai sancağı siyah ve beyaz, iki renklidir; beyaz nuraniyeti, temizliği temsil ederken siyah ise kusurların üzerini örtmeyi temsil eder. Gece ve gündüz gibi.. “Ebü’l Ureyca”, “sakat kızın babası” olarak anılması da bilhassa hastalara, sakatlara sahip çıkması, adeta babalık etmesine işaret eder. Fakirlerin, gariplerin koruyucusu olmuştur. Yaşamını sürdürdüğü Ümmüabide köyünde(Bağdat ile Basra arasında) dergah olarak tahsis ettiği ata yadigarı konağında her gün dervişleriyle beraber yüzlerce kişiye sofra açar, bizzat hizmetlerinde bulunur, kendisi ise çoğu zaman kalan sofra artıklarıyla beslenirmiş. Mahallenin uyuz köpeklerini tedavi etmesi, bakması, hayvan dostu olmasıyla da bilinirdi..

Seyyid Ahmed(ks) ilimde de zamanının en ileri şahsiyetlerindendi. Yedi yaşında Kuran’ı hatmetmiş, İslami ilimlerde kemali bulduktan sonra Tasavvuf ilmide yükselmiştir. Hocalarından Vasıti Hazretleri’nin “Herkes hocasıyla övünür, ben talebem Rifai ile övünürüm” dediği bilinir. Tarikatı alışının beş biatte olduğu rivayet edilse de ilk biatini aldığı dayısı Şeyh Mansur Betaihi Hazretleri’nin ondaki yeri ayrıdır ve onu hep sitayişle anardı(selam olsun).

Yetiştirdiği onlarca halife dışında daha sonra Hz.Seyyid Mahmud Hayrani, dolayısıyla Nasreddin Hoca, Sarı Saltuk ve dolayısıyla Tapduk Emre’den Yunus Emre, ayrıca Selahaddin Eyyubi gibi bir komutanı ortaya çıkaran Nureddin Zengi gibi İslam tarihinde önemli rol oynayan pek çok şahsiyetin bu ulu Pir’den nasip aldığı söylenmektedir. Pir Seyyid Ahmet Hazretleri’nin erkanı gibi tasarrufu da halen devam etmektedir. Yakın tarihimizde 2.Abdülhamid Han’ın hocası Ebu’l Hüda es-Sayyadi Hazretleri, Sivas Kongresi’nin düzenlenmesine önayak olan Abdullah el Haşimi Hazretleri, Kenan Rifai Hazretleri sayabileceğimiz bir kaç isim..

Kendisinden “Ahmetçik” diye bahseten bu yüce şahsiyete haset eden çevrelerden, ulemadan pek çok saldırı olmuş, Hazret asla öfkelenmemiş, hatta aralarına girip çıktıktan sonra soran dervişana “aralarında en edna kendimi gördüm” diyebilmiştir. Ona hakaretler içeren nice mektuplar yazan kimselere hep kibarlıkla cevap vermiş, “az bile söylediniz, Ahmetçik ancak sizlerin aciz hizmetkarınızdır, ne yapayım ki yüce Allah beni böyle yaratmış” mealinde yanıtlarını müteakiben, izan sahibi olanları pes etmiş, pişmanlıkla özür dilemiş, niceleri talebesi olmak üzere kendisine gelmişlerdir. Nefsine yönelik eziyetlere sabırla, tevazuyla katlanır, Hakk’a, Hak dostlarına, yoluna yönelik saldırılara karşı ise korkusuzca ve mertçe taviz vermeden durudu. Her toplumda olduğu gibi toplumumuzda da bu hal üzere kimselerin artmasına, bizlere referans noktası olacak, gönül açan, umut saçan böylesi şahsiyetlere ne de çok ihtiyacımız var!

Elbette bir makalenin kısıtlı imkanları içinde bu Koca Sultanı hakkettiği gibi anlatabilmekten aciziz. Gönlünün genişliği malum olduğundan, affına sığınmakla bir miktar rahat buluyoruz. Öyleyse bu yazıyı da Hazret’in güzel sözlerinden birkaçını sizlerle paylaşarak -haftaya devam etmek üzere- böylece sırlayalım;  

Yazının Devamını Oku

Terakki ayı, agah olmalı!  

20 Mayıs 2018
Şükür kavuşturana.

Vardık bir Ramazan ayına daha. İçinden dosdoğru geçer, menzilimize varırız inşaallah hayırlısıyla. Ancak gündemimiz olağanüstü yoğun bu sefer. Dilerim dikkatimizi fazlaca ayartarak bizi bu mübarek ayın manevi çizgisi dışına savurmasın. Belli ki bu senenin tasarımı ziyadesiyle sınav ve dolayısıyla fırsatlar da barındırıyor. Agah(uyanık) olmak lazım!

“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele!”(Bakara 2;155)

Sınavlar türlü fitneden zuhur ederken, fırsatlar bu fitneler karşısında diline, eline, beline hakim olarak doğru duruşu muhafaza etmekle kazanıma dönüşecektir. Ama maalesef bu mevcut Dünya konjonktüründe adil bir denge ve paylaşım ihtimalinin, barış içinde insanca bir yaşam umudunun yitmekte olduğuna dair alametler artarak ortaya çıktıkça duyulan hayalkırıklığı ve öfke insanları global bir fitne sarmalının içine alabiliyor.

Tam da bu noktada Ramazan ayı bize nefsimizi süfliyattan temizlemek üzere verdiğimiz ahdi hatırlatıyor. İnananlar olarak ortaya koymamız gereken bir incelik, bir güzel ahlak var. Yahut tersinden bakarsak bunlar kimde fazlaysa, kim edepte ilerideyse Hakk’a yakın olup, kendisinden razı olunan ideal insan temsilini ortaya o koyar.. Bugün insanlığa sunabileceğimiz fayda(belki her zamankinden de fazla), medeniyet açısından ihtiyaç bulunan sarsılmaz bir referans noktası olabilmeyi başarmaktır. Herkes fena olsa da bizi öncelikle ilgilendiren; ‘günümüz Müslümanları toplumsal olarak bu idealin neresinde, milletimiz bunun neresinde ve kişisel olarak biz neresindeyiz’dir?

Hamaset, kıskançlık, kin, nefret, kendini beğenme, kibir, gurur, açgözlülük, hırs, gayrimeşru şehvet, tamah, inat, cimrilik, riya, gıybet, yalan, dolandırıcılık, hiyanet, aşırı alınganlık, boşboğazlık gibi hasletler bizi insanlıktan uzaklaştırıp şeytanlaştırır. Bunda hemen herkes hemfikirdir. Yine de bu hastalıklar nasıl olur da bizi zaman zaman(belki sık sık) ele geçirir?

Ele geçirir çünkü tembelce cehalete düşeriz bazen, ele geçirir çünkü isteklerimiz hususunda inatçı, fikirlerimizde iddiacı oluveririz bazen, ele geçirir çünkü razı olmak zor gelir razı olunmayı beklerken. Ele geçirir çünkü birileri elimize -bizce- haklı gerekçeler verir. Hastalığı bulaştırır aslında. Biz de kendi bağışıklık sistemimizi sorgulamak yerine suçlayacak birini bulmuş olmanın rahatlığıyla katılırız hemen o meşum kervana. Herkes kendisine kötülüğü bulaştıran birileri yüzünden kötülük yapmaktadır. Bu sarmalı ilk kim başlatmış, hatırlayan yoktur. İyiler ise kötülük gördükleri halde kendileri kötüleşmeden mertçe bunun karşısında duranlar olur.

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur”(Fussilet 41;34)

Ramazan-ı Şerif baştan sona bir ibadet ayı, ibadet ise imanla yapılır. Edebi, buna gölge düşürebilecek süfli arzularla savaş, kalbi kirletecek şeylerden sakınmakladır. Tövbe kapısı son ana kadar açıktır. Bu yönde gayret etmemenin özürü bilmem var mıdır? Sınavlar ne kadar çetin olsa da şüphesiz Allah kaldırabileceğimizden fazlasını bize yüklemeyeceğini söz vermiştir..

Yazının Devamını Oku

Anne duası…  

13 Mayıs 2018
Başta sevgili annem, tüm annelerin günü kutlu olsun.

Bu gün insanlık adabına riayet etme duyarlılığında olan herkesi birleştirebilecek bir değer üzerine kurulu olduğundan mübarektir. Bu değer anneliktir. “Havva” yani kadın, “anne” demektir, ister doğursun, ister bu imkanı bulamamış olsun. Her halükarda kadın “annelik” değerini taşır. Erkeğin “babalık” değeri taşıdığı gibi. Nitekim her insanın bir anası babası vardır bu içkin değerleri miras aldığı. Ve insanlığa imkanı nispetinde aktarır. Bu günün mübarekliği ise evlatların anneleri sevindirerek o çok kıymetli dualarını almalarından kaynaklanır. Anne duası bereketlendirir, zemzem suyu gibi hayat verir. “Anneler günü” de insana anaların her günü güzel geçirmeleri için gösterilmesi gereken özen ve gayreti hatırlatır. Böylesi bir hayat kutsanır. Annelerin ayağı altındaki cennet önümüze seriliverir..

Sufilerin büyüklerinden Beyazid-i Bistami’nin, “eğer Cenab-ı Hak katında bir mertebem varsa bunun annemin duası hürmetine olduğuna kaniyim” dediği aktarılır: Gençken bir gece annesinin “yavrum su” demesiyle kalkıp boş maşrapayı doldurmaya dışarı, çeşmeye gitmiş Bistami Hazretleri ve döndüğünde dolu maşrapayla, uyuyakalmış bulmuş anneciğini. Hiç kıpırdamadan beklemiş başucunda, o soğukta. Ve bir süre sonra annesi uyandığında vermiş suyunu ancak onca zaman elinde buz gibi maşrapa, yapışmış elinin derisine ve kopmuş bir parçası kalmış üzerinde. Bunu gören annesi ağlayarak vermiş Beyazıd’ı Veliler Sultanlığı’na yücelten duasını; “Ya Rabbi! Ben oğlumdan razıyım, Sen de ondan razı ol. Sen bu fedakar oğlumu görüyorsun, ne söyleyeyim Ya Rabbi, ne söyleyeyim, ne söyleyeyim.. Allah’ım onu aziz eyle!”…

Bir menkıbe de Hz.Musa(as) ile ilgili; Hazret merak etmiş ona cennette kim komşu olacak diye. Ve Rabb’inin bildirmesiyle varmış bir kasabaya müstakbel komşusunu görmeye. Bir kasapmış beriki. Hz.Musa kendini “bir Tanrı misafiri” diye tanıtmış. Bizim kasap da dükkandaki işini tamamlamış, etin iyisinden bir parça kesip Musa(as)’ı evinde ağırlamak üzere buyur etmiş. Eve geldiklerinde bir yer göstermiş Hazret’e ve yemeği hazırlamaya koyulmuş aceleyle. Yemek hazır olup da misafirin önüne koydukta, “buyrun siz yiyin, lakin bana az müsade” demiş ve içeriye gitmiş. Hz.Musa’nın oturduğu yerden görünüyormuş, adam eliyle yataktaki bir kimseye yemek yediriyormuş özenle. Yedirmesi bittiğinde, yataktaki bir şeyler fısıldamış adamın kulağına, duyulmamış. Kasabımız sofraya misafiriyle ilgilenmeye döndüğünde olanları sormuş Hz.Musa, bu adamın ne özelliği varmış ona cennette komşu olacak henüz anlayamıyormuş. Anlatmış bizimki; “Yataktaki benim hasta anamdır, her akşam eve geldiğimde evvela onun bakımını yapar, yemek yediririm. “Peki ya kulağına fısıldadığı?” Yahu olacak iş mi, anne işte, o da her seferinde “evladım cennette Hz.Musa’ya komşu olasın!” diye dua eder..” Ve böylece bir kez daha anlamış Musa(as) “On Emir”in beşincisinin kıymetini(öyleyse biz de burada rahmetle yad’edelim Hz.Üveys Veysel Karani ile sevgili annesini)…

Tevrat’taki “On Emir”in ilki “Ben seni Mısır’dan çıkaran Tanrı’nım(Tek Tanrıyım)”, ikincisi “Başka Tanrı’nız olmayacak(Puta tapmayacaksınız)”, üçüncüsü “Tanrı’nın adını boşuna anmayacaksın”, dördüncü emir “Şabat gününü(yedinci gün) kutsal kılacaksın” iken beşinci emir “Anne babana saygı göster”dir.

Midraş(Musevi medrese geleneği) şu hikayeyi aktarır: “Ulusların kralları Tanrı’nın ilk emrini duyduklarında etkilenmediler; ‘Hangi kral inkar edilmek ister? Tanrı da diğer krallar gibi tanınmayı ve kabul edilmeyi emrediyor’ dediler. İkinci emri duyduklarında aynı şekilde; ‘Başka bir yetkiye, başka bir güce katlanan kral var mıdır? Tanrı da diğer krallar gibi bir tek Kendisi’ne tapınılmasını istiyor. Bu nedenle kimsenin başka tanrılara tapmamasını emretti’ dediler. Üçüncü emir de onları etkilemedi; ‘Hangi kral kullarının onun adına boş yere yemin etmesini ister? Tanrı bunu da istemiyor tabi ki’ yorumunda bulundular. Şabat’la ilgili; ‘Doğal olarak her kral özel gününün kutlanmasını arzular’ dediler. Ama insanın anne babasına saygı göstermesini gerektiren emri duyduklarında tüm krallar tahtlarından kalkıp Tanrı’yı övdüler; ‘Bizim çevremizde biri soylu bir rütbeye erişirse anında anne babasını onurlandırmayı unutur. Tanrı farklı hareket ediyor. Herkesin anne babasını onurlandırmasını emretti’.. Krallar o zaman geriye dönerek tüm emirlerin onların başta düşündüğü gibi Tanrı’yı onurlandırmak için verilmediğini anladılar. Emirler insanoğlunun yararına verilmiştir”(Midraş der ki…/Rabbi Moshe Weissman/Gözlem)

Keza Kur’an-ı Kerim de bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyete pek çok yerde dikkat çekiyor. Belki de en vurucusu; “Rabbin O’ndan başkasına ibadet etmemenizi ve anne babaya iyilik etmenizi emretmiştir. İkisinden birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘öf’ bile deme; onları azarlama, onlara güzel söz söyle; onlara rahmet ve şefkat dolu tevazu kanadını ger. Onlara alçakgönüllü ve şefkatli davran ve onlar hakkında dua edip şöyle de: ‘Ey Rabbim, bunlar küçükken beni nasıl yetiştirip büyüttülerse, sen de onlara merhamet et, acı”(İsra 17;23-24) ayetleridir. Yeri gelmişken Resulullah’ın(sav) bu konudaki birkaç hadisini de aktaralım:

- Bir gün bir kişi Resulullah’a(sav) gelerek “Anne babanın evlatları boynundaki hakkı nedir?“ diye sordu, Sevgili Peygamberimiz(sav) şöyle buyurdu; “Onlar senin cennet ve cehennemindir“

- “Üç şey vardır ki bunlar ile yapılan amelin faydası olmaz. Bunlar; Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya asi olmak ve savaştan kaçmaktır“

Yazının Devamını Oku

Ederlezi!  

6 Mayıs 2018
Bugün günlerden Hıdrellez, nedir aslı bilinmez. Bilinmez ama sevilir çünkü bugün umut taşır. Bilinmez dedik de aslında herkes kendine göre bilir; öyle bilir çünkü o makam sahibi ayna taşıyıcılardandır. Ruhu aynalarda yansır..

Hızır-İlyas dermişler evvel, söylene söylene Hıdrellez olmuş. Bir başka deyişle “Ederlezi”, meşhurdur ezgisi. Balkanlar’da çekilen acılara, yapılan mezalimlere karşı bir yakarıştır kulağımızdan gitmeyen. İnsanların Allah dostlarından medet sordukları günlerin hatırası..

 

“Bil, bul, ol” demişler ya Erenler; ilkin bilmek istesek Hızır İlyas’ı, bakılacak yer önce hatıralar olası. Benim için tam burası:

Çocuktum, cuma günleri masaya fazladan bir tabakla bir kadeh konulurdu, elbette içleri hazırlanan yiyecek içeceklerle dolu. Fazladan bir de sandalye, sabaha dek kalırdı yanan çerağın altında. Kapı açık bırakılırdı, ki zaten herkes birbirini tanırdı çocukluğumun geçtiği Büyükada’da.. Sordum birgün “kimin içindir” diye; “Eliyahu Hanavi”(İlyas Nebi) dediler, “o ab-ı hayat içmiştir, inananların evlerini gezer”. Gezer de bereketlendirirmiş ve bereketlendirmesi için bir parça tuz, bir yudum su olsun sunmak yeter. Annem evde pişen en güzel yiyeceklerden koyardı tabi, duasıyla birlikte..

 

Aynı Hıdrellez geleneğindeki gibi, aç kesenin ağzını ki bereketlensin, bir misalini bari koy ki ortaya istediğinin, muradın gerçekleşsin. Hoş “kesenin ağzını açma”nın gerçekte nasıl olması gerektiğini anladınız siz; yetime, fakire, muhtaca, yolda kalmışa yardım ederek. Bu “olma” kısmı, şimdilik kenarda bırakalım, biraz daha bilmeye bakalım:

“Eliyahu”; İlyas Peygamber’in(as) Eski Ahit’te geçen adı. Kelime anlamı; “Tanrım Yahûve’dir”. İlyas(as), adıyla sanıyla, Tanrı’nın O(Allah/Hu) olduğuna şüphesiz inancın timsali.. Unutulmamış zamanında Beni İsrail’in(Allah’a yönelenlerin) inananlarını Baal putuna tapan kralın zulmünden kurtarışı. Ki “baal”, “sahip” anlamında günümüz İbranice’sinde halen kullanılan bir kavramdır. Allah(cc) bizi “sahiplenme” hastalığından kurtarsın da, “Mülk kimindir?” sedası duyulduğunda yüzümüz kızarmadan, “Senindir, hep Senindi ve hep Senin olacaktır Ya Melik” diyenlerden olalım inşa’Allah..

 

Yazının Devamını Oku