Meriç Enercan

Hovardalığa devam

29 Kasım 2008
SİVASSPOR’u sarsıp, sallayıp bir türlü yıkamayan üstüne bir de iki puan kaybeden Trabzonspor için mutlaka kazanılması gereken bir maçtı. Rakip Kayserispor ciddi, güçlü ve şakaya gelmeyen cinstendi. "Kötü oynayıp kazanma. İyi oynayıp kaybetme" ikilemi içine sıkışıp kalan bordo mavili lider, son dönemde alışkanlık haline getirdiği, "Gol yememe" becerisini forvetleri sakata çıkıp, cezaya kalan gol atma sorunlu Kayserispor karşısında ilk 45 dakikada yine sergiledi. Bunu yaparken de Gökhan ile iki net pozisyon bulup, Umut’un ayağından da bir penaltı kaçırdı.

Kayseri ise Mehmet Topuz ve Cangele ile iki önemli gol şansını kullanamadı. Aslında bir hafta öncesinin telefon kurbanı hakemi Halis Özkahya, bir maçta onlarca, ligde ise yüzlerce örneği olan Ali Turan-Egemen itişmesinde penaltı noktasını gösterip işi doğrusu abarttı.

Tuz biber oldu

Bunda bir hafta önce Umut’un Avni Aker’de düşürülmesine verilmeyen penaltının etkisi büyüktü. Ancak, Umut topu direğe vurup bu şansı elinin tersiyle itti. Trabzonspor önce orta sahayı sonra da topu rakibe bırakıp, "Onlar oynasın ben kontratakla işi çözerim" anlayışıyla golü aradı ama bulamadı.

Bunda Selçuk ve Colman’ın etkisizliği, savunma-hücum hattının kopmasıyla hücum organizasyonlarının sadece yüksek uzun toplarla yapılmasına neden oldu.

Golsüz ilk yarının ardından ikinci yarıda da değişen bir şey yoktu. Sadece Umut’un, kaçırdığı penaltıyı affettirircesine bir aşırtma vuruşla ve yardımcı hakemin onanıyla attığı gol ardından da ilk penaltının ezikliğiyle Cangele-Cale mücadelesini penaltıya dönüştüren hakem Özkahya’nın ikinci bir abartılı kararı vardı. Mehmet Topuz, bu özel ikramda Umut kadar centilmen davranmayıp topu Trabzon filelerine gönderdi.

Hakem Halis Özkahya’nın, Egemen’e gösterdiği kırmızı kart ise gecenin tuzu biberi oldu.

Trabzonspor, direkten dönen topları, uyduruk penaltıları, tartışılan pozisyonları ile hakemlerin ön plana çıktığı maçta Kayserispor’a da iki puan kaptırıp, son dönemin hovardalığına devam etti.
Yazının Devamını Oku

Bence 2. şık

24 Kasım 2008
MAÇ öncesi mesajlar dostça verilse de, kente gelenin önüne çiçekler serilse de Trabzon ile Sivas arasında geçen yıl yaşanan olay, kolay unutulmayacak anlaşılan. Dünkü karşılaşmada sahada oyuncular arasındaki gerginlik, bunun en önemli göstergesi. Sert hareketler, itişmeler, temposu düşmeyen itirazlar ve tabi kartlar. Ve de elbette tüm bunların tribünlere olumsuz yansıması..

Kim ne derse desin, kim itiraz ederse etsin, Trabzonspor-Sivasspor maçları, bakan müdahalesi gerektirecek "Gerginlik Klasikleri" arasına giriyor yavaş yavaş.

İlk 15 dakikadaki Trabzonspor baskısı müthişti. Ve tabi Sivasspor’un direnişi de. Yattara’nın sağ kanadından geliştirilen ataklar, yağmur gibi geldi Petkovic’in kalesine. Ama bir türlü golü bulamadı bordo mavililer. Koca bir ilk yarıyı, tek bir şut atmayı akıl edemeden veya başaramadan geçirdi Karadeniz Fırtınası.

Penaltıyı atladı

Hayrettin’in 3. dakikada Umut’un önündeki topa hamlesindeki kontrolsuz hareketi, tartışmasız penaltı idi. Hakem Selçuk Dereli, bunu atlayıp, Trabzonspor’un penaltısını veremedi. Bunun hemen iki dakika sonrasındaki Bilica ve son dakikada Abdurrahman’ın ellerinin topla buluşması, penaltı değeri bulmamakta haklı idi.

Trabzonspor ilk 15 dakikasını çok iyi ama sonuçsuz, kalanını "Saldır ha saldır" sistemiyle, şişirmece oynadığı maçta, tek puana razı oldu.

Fenerbahçe ve Galatasaray’ın puan yitirdiği haftada daha kazançlı olabilir, galibiyetle puan farkını açabilirdi.

Gökhan biraz daha özenli olsa, Colman iyi oynasa, Selçuk biraz kımıldasa, Yattara bir 15 dakika daha iyi futbol lütfetse, Umut kafayı alt köşelere vurmayı başarsa ve Trabzonspor takımı, yağışlı havalarda uzaktan atılacak sert şutların gol olabileceğini bilip, bunu sahada denese.

Ama olmadı. Hem atamadı, hem de yemedi bordo mavililer.

Kayıp modasına uyup, haftayı zirvede tek puanla kapattı.

Kısa günün karı mı yoksa, amaçsız oyunun gereksiz kaybı mı diye sorabilirsiniz. Bence ikinci şık doğrusu.
Yazının Devamını Oku

Acaba tesadüf müdür?

22 Kasım 2008
TTelefon, dünyanın en önemli aracı. Elektronik iletişimin mucize buluşunun, yer yüzüne getirdiklerini bugün yaşayıp görse, her gün bir başka şok yaşardı mucit Alexandr Graham Bell... Devletler arası Kırmızı Telefon, Kurumlar arası Özel Hat, Devlet Dinlemesindeki Özel Vatandaş Hattı, gözlem altındaki genel haberleşme...

Biri Bizi Gözetliyor yarışması, resmi elden Biri Bizi Dinliyor’a dönüşmüş son zamanlarda.

Ve son telefon bombası, futbolda patlıyor.

"Ankaragücü’nün Mevcut Başkanı, Fenerbahçe maçının hakemi Halis Özkahya’yı önceden öğrenip, açıklandıktan sonra telefonla arıyor ve ortalık toz duman oluyor."

Bu olayda bazı soruların, cevabının aranması gerekiyor. Örneğin, neden her zamanki gibi perşembe öğle saatlerinde değil de çarşamba akşamı açıklandı Süper Lig hakemleri? Bir hafta önce Ankaraspor Onursal Başkanı Melih Gökçek’in "Yunus Yıldırım’ın bu maça atanacağını ben iki gün önce Futbol Federasyonu yöneticilerine bildirdim?" iddiasını dile getirmesi, maça ilişkin kaygıların doğru çıkması hiç araştırıldı mı? Bir hafta sonra yaşanan malum olay, Futbol Federasyonu tarafından Ankaragücü Mevcut Başkanının PFDK’na sevkedilmesi dışında herhangi bir araştırma ve soruşturma konusu olacak mıdır?

Geçmişte hakemlere ilişkin çok dillendirilen iddialar unutulmaya yüz tutmuşken, Canavarın yeniden diriltilmesi çabası mıdır bu girişim?

Haluk Ulusoy döneminde güç kaynağı olanların, yitirmeye başladıkları bu özelliklerini, çıkacak yeni kavgalarla yeniden elde etme çabası mıdır?

"Seni bu maça Fenerbahçe’nin atadığını biliyormusun?" cümlesiyle başlayan bu iddialar, bir etkileme çabası, bir tepki mi yoksa; tribünleri elektrik yüklü bir kulüp başkanının, kendisine yönelik genel tepkiyi, eritme çabası mıdır?

Özellikle medyamızın İstanbul kanadı, olayı "İki Ankaralı, hakemleri nereden öğreniyor?" olayına getirmeye çalışmaktadır. Bu doğru bir bakış açısı, davranış biçimi midir?

Ve elbette, "Bildiklerini, kimden öğrendiklerini bize ihbar etsinler" yaklaşımı, "İhbarı yapanı bitir, olayın üstünü ört" şeklindeki geçmişte örneği çok olan bir yola girilmesine neden olmayacağı konusunda kim garanti verebilir? Hepsinin ötesinde, yaşanan bu olayların iki farklı Fenerbahçe maçı öncesine denk gelmesi, sadece ve öylesine bir tesadüf müdür?

Birileri araştırsın, herkes öğrensin...

Kocaman bir yalan

Yaşanan bu olaylar ortaya çıkarmıştır ki, "Futbolumuz, mental pislikten henüz arınamadı." Hem "Benim stadımda küfür yok, seninkinde var.." hem de "Benim holganım, seninkinden iyidir..." diyerek ortalıkta gönül rahatlığıyla gezenler, bu işin sahibidir. Daha doğru deyimiyle sorumlusudur. Ve tabi, Türkiye’de Ceza Yasalarına Şike’ye ilişkin cezaları koyamayanlar.

5149 sayılı Sporda Şiddeti Önleme Yasası’nı uygulamamakta ısrar edenler.

Özerk Spor Federasyonları’nın seçimlerine, dış müdahelelerle etki edenler.

Futbolun peşine takılıp günlük çabalarla yetinen, sorunları iyi bilmesine karşın yeterince tartışmaya açmayan, üzerine gidip kavgasını yapmayan biz medya mensupları. Hepimiz sorumluyuz bu yaşananlardan. Sorun, Ankaragücü-Fenerbahçe veya Bursaspor-Beşiktaş meselesi değildir aslında.

Sorun, ülkenin sportif olmayı başaramayan kurumlarının, sosyal sorumluluğu da reddetmesidir.

Meclisinden, hükümetine, adaletinden, emniyetine; spor yönetiminden medyasına kadar herkes sorumludur yaşananlardan.

Eğer bir kişi çıkıp, "Ben üzerime düşenleri sonuna kadar, eksiksiz olarak yaptım" diyorsa, yalan soylüyordur.

Hem de kocaman bir yalan...

Bu işler düzelir

Şimdi gelinen noktada bir köşeye çekilip, "Madem ben bir şey yapmıyorum; yapabilecek olanlar, elini taşın altına koysun" diyenler varsa, onlar çekip gitsin. Hem de sonsuza dek gelmemek üzere, uzaklara gitsinler.

Bu ülkede sorunları aşmak, yanlışları düzeltmek, sadece Siyasi Erk’in görevi değildir.

Elbette hükümet, ülkeyi yönetenlerin tümü doğru olmak, düzgün davranmak zorundadır.

Kurumlar da statükoyu sürdürmek değil, geliştirmek daha iyiye götürmek üzerine çalışmalıdır.

"Spordan Sorumlu Bakan ile Spor Genel Müdürü’nün dargın oldukları bir düzende ne yapılabilir ki?" sorusu da "Herkes üzerine düşeni, doğru ve eksiksiz biçimde yapmalıdır" şeklinde yanıtlanabilir.

Mesela, kent valileri 5149’u en acımasız, en sert ve istisnasız haliyle uygulayabilirler.

Spor kulüplerinin yöneticileri, sadece kulüplerinin geliştirilmesi, kaynakların arttırılması, üst yapıda şampiyonluğa yarışıp, alt yapıda nitelikli ve yetenekli gençler yetiştirmenin çabası içinde olabilir.

Devletin spor yönetimi, seçimlere karışmak yerine, spor branşlarına alt yapı tesisleri, kaynak ve sponsor bulma konusunda destekleyici, yol gösterici ve yapıcı kılınabilir. Spor kulüpleri, "Benim holiganım iyidir" felsefesinden vazgeçip, "Önemli olan Türk toplumu, Türk sporudur. Toplumun ruh ve beden sağlığına katkı için herşeyi yapacağız" diyebilir.

Spor medyamız, bol futbolun yanına az atletizm, biraz basketbol, voleybol, hentbol, atıcılık, okçuluk ve diğerlerini koyarak; bu arada insanları gaza getirmeyi bir yana bırakıp, gerçek spor ve gerçek fair play’i gösteren sayfalar yapabilir.

Ve inanın, işler gün be gün düzelir...



Yazının Devamını Oku

Alışkanlık

15 Kasım 2008
KÖTÜ oynayıp kazanmak mı, yoksa iyi oynayıp kaybetmek mi?" sorusunun yanıtı, ilk şıkta ağırlaşırken Beşiktaş maçını düşünüp de, "Aman iyi oynamasın da kazansın" diyorduk ki, abarttı Trabzonspor. Karşılaşmanın ilk yarısı, ağır işkence niyetine çekilmezdi.

Pas hataları, boşa atılan uzun toplar, saçma çalımlar ve garip bir itiş kakış.       İki takım da oyunu orta alan savaşı haline getirmişti. Rakipten kapılacak bir topla, karşı savunmayı dengesiz yakalamak ve golü bulmak üzerineydi planlar.Tutmadı bu kurnazlık hevesi. İlk yarı tatsız, tuzsuz ve de golsüz kapandı.

İkinci yarı bambaşka iki takım vardı sahada. Hem Trabzonspor hem de Gençlerbirliği golü daha çok düşünmeye, çabuk araya oynamaya başladı. Bu kez savunma orta ikilisi iyiydi. Egemen ile Song neredeyse sıfır hatayla oynadı. Pozisyonlar, bekler üzerinden geldi. Bir de serbest atışlardan.

İki takımın birer topu direkten döndü, bir de gol oldu bu dönemde. Umut'un hevesi, takipçiliği ve hırsıyla, Gökhan'ın şık asisti, Trabzon takımına kötü oynarken bir galibiyet daha getirdi.

Ceyhun sürprizi

Aslında maç başlamadan yaşanan değişiklik, sıkıntı yaratmıştı Trabzonspor'da. Son dakikadaki zorunlu Ceyhun sürprizinin ne A Milli Takım'a gidenle ne de gidemeyenle ilgisi yok. Doğrudan Selçuk'un bel meselesiydi. Zaten Selçuk ile Serkan'ın yokluğu çok belliydi.

Lider takımda oyun kötü, mücadele iyi idi. Forvetteki uyum sorunu hala aşılamamış, bu da rakibin işini kolaylaştırmıştı. Ancak son haftalarda golcüleri dinlenmeye çekilip, orta saha ve savurma oyuncularının golleriyle durumu idare eden bordo mavili ekipte, bu kez Umut vardı. Umut'un verdiği umut da kayda değerdi.

Gençlerbirliği formalı, sahanın en iyisi Trabzonlu Engin'in kaçırdıkları da kamyon dolusu idi.

Sonuçta bir kötü oyun daha Karadeniz ekibi adına galibiyetle sonuçlandı. Ve bu, Trabzonspor'da alışkanlık yaptı.

Yazının Devamını Oku

Severim Ankara’yı...

15 Kasım 2008
Bir yazı yazdım, yer yerinden oynadı. Dedik ki, "Çok önemlidir Ankaragücü..."

Meğer herkes, bunu bekliyormuş.. Doğruydu, herkesçe bilinen, hakkı teslim edilen bir gerçek idi.

Bilirdik ki, 20 küsur yıl gidip geldiğimiz, hakkında yazı yazdığımız, fikir beyan ettiğimiz Ankaragücü, hemşehrilerinin tümünden farklı idi. Gençlerbirliği’nden de, Ankaraspor’dan da, Hacettepe’den de. Hepsi önemli ve değerli ancak Ankaragücü bambaşka idi. Dört yıldır Trabzonspor üzerine yazıp, konuşuyorduk malum olduğu üzre. Ne unutmuştuk Ankaragücü’nü, gördük ki ne de unutulmuşuz.

Spor İnternet Siteleri, günlerce tartışma yaptı bu yazı üzerine. Taraftar Siteleri de forumlarında enine boyuna fikir beyan etti. En çok okunanlar, en çok yorum yapılanlar listesinin en üstüne yerleşti.

Aslında herkes, iyi olsun istiyordu.

100. yılını kutlayacak Ankaragücü’nün iyiliğini arzu ediyordu. İstanbul’a gittiğim veya Trabzon’a yerleştiğimi zannedenler, Ankara’da bulunduğumu öğrendi.

Taş yerinde ağırdı. Ve vazgeçilmezdi Ankara...

İstanbul’da doğduk, Ankaralı olduk.

Bu saatten sonra aslıma rücu eder miyim bilinmez ama tam 43 yıldır "İstanbul’un en güzel tarafının, Ankara’ya dönüşü olduğunu" uluorta söyleyenler grubundayım.

Bir çok değerini İstanbul’a yollayan Ankara’nın hala var olduğunu, bundan sonra da olacağını yüksek sesle söyleyenlerdenim.

Futbol Federasyonu’nu külliyen İstanbul’a taşısalar da Ankara, benim için özeldir.

Merkez Bankası, diğer devlet bankaları toparlanıp gitmeye hazırlansalar da güzeldir, "Atatürk’ün Başkent’i..."

"Herşeye rağmen, çok önemlidir Ankara..."


İnsanın doğduğu değil, doyduğu yeri memleketi görmesinin doğruluğunu bilirim.

Bu nedenle severim Ankara’yı.

Ve elbette Ankaralıları...

Yeni oyun sahnede

Beştepe’de uzun süredir "varlıkları zarar veren" bir takım insanların, artık değiştirilmesi gerektiğini söylüyorum. Kendi kongrelerince, demokratik biçimde... Hoş bunu, yeni değil, tam 5 yıldır dile getiriyorum.

Ersun Yanal’ın vedasıyla her şey kaosa dönüştü, Ankaragücü ayar tutmadı. Bu ayarı bozanlar, artık bir kenara çekilmesini bilmeli. Kendisine, genel kurulda özel tarifle kendine Onursal Başkan apoleti takıp, padişah yetkileri verdirenler, bu işi yapacak yeni insanlara yol açmalı.

Onursal Başkan’a kongrede, "İstediği zaman yönetim kuruluna başkanlık yapmak, yönetim kurulunu dileğinde feshetmek ve genel kurulu toplantıya çağırmak" ayrıcalığını verenler, Mevcut Başkan ve yönetimi kadar, yaşanan bu kötü günlerin sorumluları. Mevcut Başkan’ın son toplantıda istifa eden üç üyeye tepki olarak yönetimine, "İsterseniz hepiniz istifa edin. Zaten devre arasında genel kurulu toplayacağım" diye konuşması, Ankaragücü’nde hiç bir şeyin değişmeyeceğinin en son kanıtı.

Yani o, hiç bir yere gitmeyecek.

Her zamanki, "Israr etmeyin, artık bırakıp gidiyorum" oyunlarının son versiyonunu sahneye koyacak.

Var mı aksini iddia edecek delikanlı?

Başarısızlığın itirafı

Bir uyarı mesajı geldi. Bilkent Üniversitesi’nden Emir Aslantaş adlı Ankaragücü taraftarından.

Diyordu ki:

"Ankaragücünün bulunduğu durum ortadadır. Taraftarla yönetim arasındaki gerginlik, tamamen başarısızlıktan kaynaklanmaktadır. Hiç bir zaman bu durumu kabul etmeyen Cemal Aydın ve yönetimi, taraftarın haklılığını, kulubümüzün resmi sitesinde açıkça belirtmiştir. Gerekli değerlendirmeyi tüm spor kamuoyu ile paylaşmanızı rica ediyorum."

Baktım, dün saat 10.50 itibarıyla, hiç bir şey yoktu www.ankaragucu.org.tr’nin "Başarılarımız" sayfasında. Yani bomboştu.

Doğruydu, son 11 yıl içinde sadece Ersun Yanal’ın Teknik Direktörlüğü dönemindeki 4.’lük dışında kayda değer bir şey yoktu ama bu Mevcut Yönetimin değil Ankaragücü Spor Kulübü’nün internet sayfasıydı.

Yani 31 Ağustos 1910’dan bu yana gelen 98 yıllık süreci kapsıyordu.

Ankaragücü hakkında bilgi almak isteyenlerin, Kuzey Kutbundan, Avustralya’ya; Güney Kutbundan Kanada’ya kadar herkesin öğrenmek istediklerini, bulacakları yerdi.

Ama boştu işte. Bomboştu.

Yani iki tane Türkiye Kupası, güme gitmişti Ankaragücü yönetimine göre. Bir Devlet Başkanlığı ile iki Başbakanlık Kupası da yok olmuştu. Sayısız TSYD Kupası da yok sayılmıştı.

Hiç bir başarısı olmayanların, o kafa yapısıyla başkalarının başarılarını yok sayması yadırganmamalıydı.

Bir başka bakış açısıyla, Resmi İnternet Sitesi’nde tüzüğünü yayınlamayan tek kulüp olan Ankaragücü’nün Mevcut Başkan ve Yönetiminin, "Başarısızlık itirafı" idi, bu sayfa.
Yazının Devamını Oku

Tek yol lig

12 Kasım 2008
TRABZONSPOR açısından Fortis Türkiye Kupası için "Tamam veya devam" maçıydı Beşiktaş karşılaşması. Kupa umudu, son dakika golüyle umutsuzluğa dönüşüp, "Tek Yol Lig" haline geldi. 33. dakikaya kadar Slyva’nın yalnızlığı vardı Avni Aker’in güney kalesinde. Beşiktaş, Trabzon ceza alanı çevresine sadece üç kez gelmiş, amaçsız cılız ataklar da topun siyah beyaz bölgeye iadeli taahütlü dönüşüyle sonuçlanmıştı.

Trabzonspor, bu sezon ilk kez böylesine iyi oynuyordu. Sağlı sollu ataklarla, rakibi boğuyor, cepheden şutlar atıp pozisyonlar yaratıyordu. Selçuk, Gökhan ve Umut ile yakalanan gol şansları, anlaşılmaz bir kibarlıkla "birbirine ikram yöntemiyle" kaçırılıyordu. Beşiktaş kalesinin önüne kadar canavar gibi mücadele eden bordo mavililer, kale önünde "Buyur sen at" nezaketinden kırılıyordu. Arjantinli Colman bile bu Türk nezaketinden nasibini almıştı.

Ancak dikkatten kaçan, Beşiktaş’ın savunmayı, kalecisi Hakan’a 20 metre uzakta kurduğu idi. Yani defansın içinde paralel koşu yapacak forvetlere atılacak ara pasları, Trabzonspor’un gol çaresi olacaktı. İlk 45 dakika boyunca yan top modasına takılan Trabzonspor, yapması gerekeni uygulamadı. Üstelik sağda Yatara solda ise Cale, forvetlerin kafasına gol olacak topu atmayı başaramadı.

Yatara, Katar’dan Avni Aker’e gelmeyi başardı ancak bu kez de İbrahim Üzülmez’in arkasına saklanmayı yeğledi.

Hata golü getirdi

Maçın ilk 45 dakikası Trabzonspor’un saldırısına Beşiktaş’ın direnişi halinde geçti. Ancak iyi oynayan Trabzonspor, golü başaramazken; Beşiktaş, kaleci Slyva ile savunmanın ortak hatası Bobo golüyle 1-0 galip gitti soyunma odasına. İkinci yarı başında gol isteğine stoperi Egemen ile kavuştu Trabzonspor. "Forvetler başaramadı, ben atayım bari" diyen "16 Numaralı Savaşçı" takımına umut veren golü kaydetti.

Bu gol sonrası, Trabzonspor durdu, "Oynatmamayı" bırakıp, "Oynamayı" düşünen Beşiktaş, daha etkili çıkışlar yaptı. Ve maç, istediğini aldı. Bitime saniyeler kala, Bobo’nun ortasında "Stoper" Zapotocny, arka direkte kafayla Beşiktaş’ın galibiyetini ilan etti.

Ve de ilk kez "iyi oynuyor görüntüsü veren" lig lideri Trabzonspor, ikinci yarıda dökülünce kupa umutlarını Avni Aker’in çimlerine kendi elleriyle gömdü.
Yazının Devamını Oku

Tanımlanamayan o şey...

9 Kasım 2008
UMUT’un yedek kuvvet kaldığı, Ofansif Lordlar Kamarası’nın işbaşında olduğu bir yeni maçtı Hacettepe Puan Savaşı. Tıpkı Gaziantepspor kupa maçındaki gibi dirençsiz bir orta alan-forvet oluşumu vardı. Katar’da kalıp, bir türlü Trabzon’a dönmeyi başaramayan Yattara, adam kovalamayı "Basit gereksiz hadise" olarak niteleyen Gökhan Ünal, çizgiye doğru kaçıp, sorumluluktan sıyrıldığını düşünen Isaac’in gamsız tavrına orta alanın "Gladyatörü" Serkan da sağbek cezasına çarptırılması da eklenince garip bir siyah-beyaz takım çıkmıştı ortaya.

İstanbul Büyükşehir maçının en çalışkan iki ismi olan Umut ile Tayfun’un yanı sıra savaşçı Egemen’in de kenarda kalması gerçekten anlaşılması zor bir şeydi. Belki de iyi araştırılması, nedeni tartışılması gereken. Tıpkı, bu kötü Yattara’ya 60 dakika dayanılması gibi.

Yanal’ın takımı değil

Durmak bilmeden koşan, Yıpratıcı Hacettepe karşısında önce sağ kenardan yan ortaları denedi Karadeniz Frtınası. Sonra "Cepheden sert şutların da gol getirebileceğini" düşündüler. Gökhan ve Selçuk ile ikişer denemeden sonra, son dönemin sessiz yıldızı Colman’ın "Kendin pişir, kendin at" örneği golüyle, "Boşa kürek çekmekten" kurtuldular.

Trabzonspor’un ilk 45 dakikada yaptığı en iyi şey, rakibine çok tehlikeli olduğunu hissettirmekti.

İkinci yarıdaki keyifli futbol umudu da boş çıktı. Ortadaki mücadele, sıradan iki takımın, seyri zor, sıradan oyunu gibiydi.

Hele son 10 dakikadaki Hacettepe Fırtınası karşısındaki "Şanlı Avni Aker Direnişi" bir şampiyon adayına hiç yakışmadı.

Orta alanda basan, rakibi bozan, topu kapıp çabuk hücum yapan, rakibi canından bezdiren Trabzonspor takımından eser yoktu. Hoş bu sezon çok kazansa da, zirvede olsa da böyle bir şeyi yapmamıştı hiç. Geçmişte sıradan takımları çok özel yapma başarısı gösteren Yanal; çok özel oyuncuları olan bu ekibi özellikli bir takım yapamamıştı henüz.

Belki nedenleri vardı ama herkes umutla bekliyordu bu coşkulu takımı.

Herşeye rağmen kan ter içinde kazandı Trabzonspor. Ve bir günlük aradan sonra, lider oldu.

Avni Aker’de dün akşam ortaya çıkan gerçek, bordo mavi formalıların hala bir Ersun Yanal takımı olmayı hala ve inatla başaramadığı idi.

Kimbilir belki konuşulamayan, tartışılmayan ve tanımlanamayan bir şey vardı.

Sıkan, boğan, yaptırmayan...
Yazının Devamını Oku

Sabır denen gerçek

2 Kasım 2008
PUAN durumuna bakıyorum, Trabzonspor, 17 puanla lig ikincisi. 8 maçta 1 yenilgi bir de beraberliği var. Yani hiç de kötü değil, rakamsal durum... Ortalıkta kopan gürültüye bakıyorum, sanki deprem olmuş gibi. Bir yenilgi bir beraberliğin ardından, "Eyvah, yandık, bittik" diye kıyamet kopuyor. Öncelikle herkesin hatırlamasında yarar var, Trabzonspor, 5 ay önce oluşturulan yepyeni bir takım. Önünde daha çok uzun bir yol var. Kazanacağı, kaybedeceği; sevinip, üzüleceği birçok maç oynayacak.

Bir Galatasaray, iki Gaziantep sarsıntısı nedeniyle, yer yerinden oynadı. Ve takım, kırık dökük bir ruh halinde başladı İstanbul Büyükşehir maçına. Kazanmaya çıktıkları ortadaydı. Rakibi de futbolu, "delikanlı gibi" oynayınca, bol pozisyonlu çatır çatır bir maç oldu.

Gerilimden sevince

Trabzonspor Gökhan ve Umut ile ilk 15 dakikada iki inanılmaz gol kaçırdı. İstanbul Büyükşehir ondan eksik kalmadı. İlk 30 dakikada ev sahibi takımın kaçırdıkları, bir başka deyimle günün en iyisi Tony Sylva’nın kurtardıkları çok daha fazla idi. İbrahim Akın’ın Sylva’nın topuğuna vurduğu topun dönüp, Colman’ın asisti ve Tayfun Cora’nın zor vuruşuyla filelere gidişi, Karadeniz Fırtınası için büyük piyango idi.

İkinci yarı hevesle saldıran İstanbul, golleri kalesinde birbiri ardına görmeye başladı. Selçuk İnan, çok klas bir aşırtma vuruşla 2-0 yaptı skoru. Colman’a yapılan penaltı, Yattara’nın golüyle Gineli’ye moral oldu. Yattara’nın ortalayıp, Gökhan’ın kafayla ters köşeye bıraktığı gol ise gerçek bir usta işiydi.

Maç sonrası, gerilim filmini bitirmiş Trabzon futbolcusunun saha ortasındaki sevinci görülmeye değerdi.

Dün bir kez daha ortaya çıktı ki, sabır, yaşamda çok önemli gerçek idi. İnanmak kadar, sabretmek de başarının yarısı idi.
Yazının Devamını Oku