Mehmet Yavuz

Bağırsaklar İkinci Beyin mi?

3 Mayıs 2019
Bağırsaklarda trilyonlarca bakteri var. Üstelik bağırsaklarda yer alan sayısız bakteri, sadece bedenimizi değil, ruh halimizi de etkiliyor. Dolayısıyla bu bakterilerin varlığı, bağışıklık sisteminin düzgün çalışması ve gıdaların emilimi açısından çok önemli.

Bağışıklık sistemine dair hücrelerin dörtte üçü bağırsaklarımızda bulunuyor. Yeni doğan bebeklerin bağırsaklarında bile annelerinkiyle benzerlik gösteren mikroorganizma karakterleri yer almakta. İşin ilginç yanı ise bağırsaklardaki bakteri türlerinden bazılarının GABA, serotonin, dopamin ve duygularımızı etkileyen asetilkolin üretebilmesi…

Beyin ve bağırsak etkileşiminin araştırıldığı bir çalışmada, farelere antibiyotik verilerek bağırsaklarındaki tüm bakteriler öldürülmüş. Cell Reports’da yayınlanan bu araştırmada, bu farelerin beyninin hipokampusunda normal farelere göre daha az sinir hücresi oluştuğu görülmüş. Yeni beyin hücrelerinin üretimi bozulduğu için buna bağlı olarak farelerin hafızalarında da bozulmalar baş göstermiş. Bu araştırma, sağlıklı bir beyin için bağırsak bakterilerinin önemine işaret ediyor. Görüldüğü gibi gereksiz yere kullanılan antibiyotikler, aynı zamanda bağırsak florasını da yok etmekte ve böylece vücut için yararlı olan bakteriler de ölmektedir. Anlaşılacağı üzere antibiyotikler, rastgele kullanılabilecek ilaçlar değildir. Ufak tefek kırgınlıklarda, halsizliklerde ya da hafif ateşlenme durumlarında hemen antibiyotiklere başvurmamalıyız. Özellikle biz hekimler, bir antibiyotiğin ne kadar geniş spektrumlu ve etkili olursa o kadar çok bağırsak bakterisini yok edeceğini hesaba katmalıyız. Dolayısıyla ufak tefek enfeksiyonlarda güçlü antibiyotikleri reçeteye yazmaktan kaçınmamız gerekiyor.Unutmayınız ki enfeksiyonları ortadan kaldırmak için bakterileri yok ederken diğer yandan vücut savunmasının yapı taşlarından olan bağırsak florasını da ortadan kaldırabilirsiniz. Son yıllarda bizim gibi düşünenlerin çoğaldığını görüyoruz ve antibiyotik kullanımını azaltmaya davet eden kampanya, uygulama ve seminerleri de içtenlikle destekliyoruz.

Beyin ve Bağırsakların Şaşırtan Benzerlikleri…

Beyin ve bağırsaklar sürekli etkileşim halindedir. Bedenimiz içerisinde en bağımsız hareket eden organ olan bağırsakların, beyinden bile daha fazla serotonin ürettiği iddia ediliyor. Vücutta üretilen serotoninin kabaca yüzde 90’ının bağırsaklardan sentezlendiği düşünülmekte. Bu nedenle bağırsaklardaki bir rahatsızlık serotonin eksikliğine neden olabilir. İşte bağırsakların mutlulukla olan büyük ilişkisi de buradan geliyor. Yani kabız ya da ishal olunca kişinin depresyona girmesi boşuna değil, Peki, psikolojimiz bozulduğu için mi bağırsaklarımızın çalışma sistemi bozuluyor yoksa bağırsaklarımız düzgün çalışmadığı için mi psikolojimiz bozuluyor? Anlayacağınız, tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan sorusu gibi bir durum bu…

Bağırsaklar, ruh halimizi etkileyen serotonin gibi hormonları üretmenin yanı sıra psiko-aktif maddelere de cevap verirler. Bağırsağın beyne ulaştırdığı sinyaller, beyinden alınan sinyallerden neredeyse 9 kat fazladır. Bağırsak ve beyin kıvrım kıvrım yapılarıyla benzer bir görüntüye sahiptir. Bu sadece görsel bir benzerlik değil, iki organ da aynı doku kümesinden oluşmuştur. Beyin ve bağırsaklar, çeşitli sinirlerle iletişimlerini sürdürürler. Bunlardan en önemlisi vagus siniridir. Vagus, beyin sapından kalın bağırsaklara kadar uzanır ve etkileşimi sağlar.

Bağırsaktaki sinir sistemine, enterik sinir sistemi adı verilmektedir. Bu yapı, 100 milyondan fazla nöronla bağırsak duvarında yer alır. Enterik sinirler, otonom sinir sisteminin kontrolü altındadır. İşleyişi, nörotransmitterler ve reseptörleriyle beyne çok benzer. Bağırsaklardaki bu sinir sistemi, merkezi sinir sisteminden bağımsızdır. Bu da günümüzde birçok bilim adamına, bağırsakların hatta genel olarak karın bölgesinin kendine has bir zekâsı olduğunu ve hissedebildiğini düşündürüyor. Yakın zamanda uluslararası medyada yer alan birçok makale de bu bağlantıya vurgu yaparak işi, “Depresyon bir bağırsak hastalığıdır” deme noktasına vardırdı. Buna tam olarak katılmasam da bağırsakların, bedenin bütünlüğü açısından önemini hafife alamam. Yukarıda yumurta mı tavuk mu diyerek vurgulamak istediğim üzere, ruh halimiz mutlaka bedenimizdeki organların işleyişini etkilemektedir. Ama en yeni bilgilerin ışığında, bağırsakların da çift yönlü bir iletişim kurarak ruh haline etki edebildiğini dikkate almak durumundayız.

Hassas Ruh, Hassas Bağırsak…

Yazının Devamını Oku

Suçlu Bulundu: Genler

16 Nisan 2019
Modern dünyamızda genler ve gen tedavisi oldukça popüler bir kavram. Gün geçmiyor ki, herhangi bir hastalığın genlere müdahale yoluyla düzelebildiği iddia edilmesin.

Aynı kök hücre tedavisi gibi, gen tedavisi de ailelerin ve hastaların sığınabileceği son liman haline getirildi. Sanki bütün hastalıkların sorumlusu genler.

İçtiğimiz suyu, soluduğumuz havayı, yediğimiz yemeği, endüstriyel ve nükleer atıklarla kirletip, hastalandığımızda suçu genlere atıyoruz. Topraklarımızdaki mineral ve diğer besinleri yabani ot öldürücüler ile kurutup, sebze ve meyve ağaçlarından daha kaliteli ve daha fazla ürün alacağız diye böcek ilaçları ile, organofosfatlar ve daha bir çok kimyasal ile ilaçlayıp sonrasında neredeyse zehirlenmiş meyve ve sebzeler tüketip hastalanarak suçu genlere atıyoruz.

Çocuklarımızın bağışıklık sistemlerini yerli yersiz ilaçlarla, bazı aşılarla, antibiyotiklerle bozup, genleri suçluyoruz. Plastik kaplardaki içecek ve yiyecekleri umarsızca tüketip, hastalanınca da suçlu genler oluyor. Nefes aldığımız havayı, cep telefonu ve telsiz frekansları, radyo ve tv dalgaları, kablosuz internet dalgaları, elektronik cihazlar ve daha birçok elektromanyetik ortamla kirletip, beynimiz error verince yine baş suçlu genler oluyor.

Yaşadığımız şu modern çağda, tüm yaygın hatta ölümcül hastalıklara bakarsak, gerçekten de hepimizin genleri çok zayıf olmalı. İnsanoğlu bu kadar zayıf genlerle binlerce yıl nasıl hayatta kaldı bilemiyorum.

Kanser vakaları nadir görülürdü

Kanser, kalp hastalıkları, diyabet, obesite, otoimmun bozukluklar, demans, öğrenme güçlükleri, çeşitli nöropsikolojik hastalıklar vs ile uzayıp giden yüzlerce hastalıkta genleri işaret ediyoruz. Halbuki, bu hastalıkların pek çoğu bundan 100-150 yıl öncesinde çok nadir görülen belki de hiç görülmeyen hastalıklardır. Benden yaşça bir hayli büyük nörolog abilerimle konuştuğumda biz ihtisas eğitimimiz esnasında hiç Alzheimer tablosu görmedik diyorlar. Kanser vakaları nadir görülürdü. Erken yaşta kalp krizinden ölenlere pek rastlanmıyordu. Mesela panik bozukluk, son 30 yıl içerisinde hortlayan bir hastalık olmuştur.

O halde tüm bu hastalıklar son 50 yıl içerisinde patlama gösterdi ise, nasıl olurda genleri suçlayabiliriz. Genlerimiz ne çabuk değişti de bu salgınlar ortaya çıktı.

Tüm bu hastalıkların arkasındaki potansiyel suçlu genler ilan edilince, moleküler biyoloji ve genlerle alakalı araştırmalar hemen her ülkede çığ gibi artmaya başladı. Bilinmeyen, çözülmeyen bir hastalık söz konusu olduğunda tek suçlu genler denmeye başlandı. Bir İngiliz atasözü şöyle der; ‘’Tek aletin çekiçse, her şey çivi gibi görünür’’. Örneğin ‘’obezite’’?!!. Kimse beslenme alışkanlıklarını sorgulamıyor. ‘’Efendim biz kalıtımsal olarak böyleyiz, genetik bu, babamda çok kiloluydu’’ vs. gibi savunmaları hemen herkesten duyuyoruz. O ailede kanser çok mu görülüyor?, öğrenme güçlükleri mi yaygın, sebebi mutlaka genetiktir.

Yazının Devamını Oku

Antik Çağdan Günümüze Değişmeyen Tek Gerçek; Yalan

15 Mart 2019
Yalan dolan gel biraz da sen oyalan… Günlük yaşamın bir parçası olan yalan, psikolojide detaylı araştırmalara konu olmuş bir konudur.

Yalan söylemek; doğru olmayan bir söylemi ya da inancı, bir başkasına aktarmak için kasti olarak yapılan, başarılı ya da başarısız çaba girişimidir. Yani burada hedefteki kişi ya da kişileri aldatmak için bilinçli pozitif bir eylem vardır. Diğer taraftan yalanın var olabilmesi için doğrunun bilinebiliyor olması da gerekmektedir.

Yalanın alt başlıklarını da kısaca ifade edecek olursak; gerçeğin tamamen inkar edildiği kaba yalanlar, gerçeğin kısmen değiştirildiği yalanlar, gerçeğin abartıldığı yalanlar, kibarlık veya beğeni kazanmak için söylenilen gizli yalanlar. Bir de karşıdaki kişiyi incitmemek ve yaralamamak için söylenilen beyaz yalanlar.

Kimler daha çok yalan söyler?

Anti sosyal kişilik bozukluğu olan kişiler sürekli yalan söyleme, kişisel çıkarı ve zevki için başkalarını kandırma, dürüst olmama eğilimindedirler. Sosyal yönü gelişmiş dışa dönük kişilerin, daha çok yalan söylediği düşünülmektedir. Ayrıca, sosyal iletişim becerileri güçlü, detaycı ifade etme becerisi olan, ince düşünen kişilerin yalan söyleseler dahi yalan söylediklerini çok belli etmedikleri ortaya çıkmıştır.

En çok kadınlar mı yoksa erkekler mi yalan söylüyor?

Bu konu tartışmalıdır. Bazı çalışmalarda kadınların erkeklere göre daha başarılı bir şekilde yalan söylediklerine dair bulgular elde edilmişken diğer bazı çalışmalarda ise cinsiyetle ilişkili bir farklılık bulunmadığı rapor edilmiştir. İlk olarak yalan oranlarına bakıldığında erkeklerle kadınların arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Kadınlar, girdikleri sosyal etkileşimlerde erkeklerle aynı oranda yalan söylemektedirler. Kadınlar erkeklere kıyasla daha çok başkasına yönelik ve daha az kendine yönelik yalan söylemektedirler. Yani kadınlar bir araya geldiklerinde başkaları ile alakalı daha çok yalan söylemekteler.

Erkeklerde ise kendi varlığına yönelik yalan oranının, başkaları için söylenen yalanlardan 3-5 misli daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla erkekler daha çok kendine yönelik, kadınlar ise bas¸kasına yönelik yalan söylemektedirler. Burada şunu belirtelim ki, alkol kullanımı yalan söyleme de tetikleyici bir unsur olmaktadır. Özellikle bazı erkeklerin alkol kullanımı esnasında kendi şahıslarıyla alakalı abartılı yalan söylediklerine hemen hepimiz şahit olmuşuzdur. Bununla beraber benim kişisel kanaatim; erkekler daha çok yalan söyler ama kadınlar daha iyi yalan söyler. Dolayısıyla kadınların daha donanımlı ve inandırıcı yalan söylediklerini ifade etmemiz hiç de yalan olmaz.

Yazının Devamını Oku

Bana Trafikteki Duruşunu Söyle, Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim

8 Mart 2019
Geçenlerde Yunanistan’dan bir misafirimiz kendi özel aracı ile ziyaretimize geldi. Yıllardır araç kullanan bu misafir, ‘İstanbul’da araç kullanmak için arabanın her tarafında dikiz aynası olması gerekir’ diyerek otomobilini kaldığı otelin parkına çekti ve tatili sürecince her yere taksi ile gidip geldi.

Trafik, bir ülkenin medeniyet ölçüsünü gösteren en önemli kriterlerden biri… Aynı zamanda insan kalitesini de belirliyor. Bir şehir trafiğinde ne kadar ‘Korna’ sesi varsa o kadar medeniyetsizlik vardır.

Olayı psikolojik boyuttan tahlil edersek; trafik esnasında bir araç olsun öne geçmeye çalışanlar, diğerlerinin önüne geçmek için şerit değiştirenler, kısacası yol gaspı yapan kimseler; eline fırsat geçtiğinde her türlü yolsuzluğu yapabilecek potansiyele sahip kişilerdir.

Aynı şekilde trafikten sorumlu herhangi bir idareci ya da mülk-i amir, resmi görev dışında mevcut konumunu trafikte avantaj sağlamak için de kullanıyorsa, mesela geçmemesi gereken emniyet şeridini kullanıyorsa; o kişi de makamını her türlü kişisel çıkar için kullanabilecek potansiyele sahip demektir.

Hatalı sürücülerin karakter analizleri

Seyir esnasında, önündeki aracı geçmek için mazeretsiz olarak sollama yerine sağdan geçen sürücüler; hayatlarının diğer dönemlerinde de muhtemelen kurallara uymayan, sabırsız-aceleci kişilerdir. Bu bireyler fırsatçı tavırları ile hem kendilerine imtiyaz sunarken, hem de kuralları dikkate almayan tarzları ile toplum normlarını da çoğu kez zorlarlar. Ayrıca hayatlarının her döneminde hata yapma potansiyelleri ortalamanın üzerindedir. Bu yüzden özellikle finansal konularda aceleci ve düşüncesiz atılımları nedeniyle iş pozisyonları için de her zaman risk oluşturmaya adaydırlar. Diğer taraftan trafikte korna çalmamasına rağmen sürekli üst üste selektörle tepkilerini dile getirenler de ise pasif agresif kişilik örgütlenmesi söz konusu olabilir. Ayrıca bu kişiler, birçok sürücü hatasına göz yumarken hiç olmadık bir yanlışta aşırı ve abartılı tepki verebilirler. Bir de koltuğunun altında daima levye ya da sopa gibi kavga anında avantaj oluşturacak alet taşıyanlar var. Bunlar ise kendilerini güvende hissetmeyen ve normalden daha fazla tehdit algılayan kişilerdir. Ayrıca sosyopat olma ihtimalleri de vardır. Ne olur ne olmaz diye aracında silah bulunduranlar da böyledir. Araçlarında yüksek sesle müzik dinleyenler için de gençlik heyecanını bir kenara bırakırsak, bu kişiler ilgi çekmek isteyen, kendi varoluşları için başka bir etkene ihtiyaç duyan, toplumda yer edinememiş, takdir görmemiş bireylerdir. Sürekli kırmızı ışıkta geçmeyi adet edinmiş kişiler de kurallara aldırış etmeyen, normal hayatında da toplumsal aidiyetleri olmayan, rastgele yaşayan ve güvenirliği çoğunlukla sorgulanan pozisyondadır.

Bazı sürücülerde ‘Aşağılık kompleksi’ mi var?

Baştan sunu söylemeliyim ki; İstanbul trafiği; bazı anti sosyal kişilik bozukluğu ya da psikopatik eğilimlere sahip kişiler için tam bir potansiyel zemin oluşturmaktadır. Hak hukuk dinlemeden, başkalarının yol haklarını hiçe sayarak sanki dünyanın merkeziymiş gibi araç kullanan kişilerin benlik anlayışlarında sorun vardır. Mesela ‘Aşağılık kompleksi’ olan kişiler, trafikte kurallara uymadıkları zaman kendilerini kurallara uyan kişilerden daha üstün görürler. Başka bir sürücü tarafından geçilmeyi, özbenliklerine yapılan bir saldırı ya da saygısızlık olarak düşünürler. Yaptıkları çılgınca sollamalar, ‘Varoluşlarını araç kullanarak göstermeleri’ şeklinde izah edilebilir. Çünkü bu kişiler genelde kendilerini başarıları, kariyerleri ve gelişmişlikleri ile kanıtlayamamış bireylerdir.

Yazının Devamını Oku

Dikkat! Sepetinizde 'Korku' Var!

14 Şubat 2019
Düşünce sistemimizin en önemli temel taşlarından biri ‘’KORKU’’ Korku, şüphesiz önemli bir duygudur ve temel görevi de bizi hayatta tutmaktır. Korku sayesinde olası sorunları önler, çeşitli tedbirler alırız.

En önemlisi tehlike anında hızla stratejik çözümler geliştirmemizi sağlarız. Dolayısıyla korku duygusu bizi canlı tutar ancak korkulara teslim olmak da, mutluluğumuzu, sağlığımızı ve ekonomik hayatımızı tehlikeye atabilir. Hatta hayatımızın aşırı endişelerle her gün kabusa dönüşmesi mümkün bile olabilir.

İşte maalesef bir gerçek var ki; reklam kampanyaları ya da pazarlama stratejileri de çoğu zaman korkularımız üzerinden yürüyor. Sigorta şirketleri, otomobil firmaları, gıda üreticileri ve daha birçok sektör güvende hissetmeniz (ya da ürün ve hizmetleri satın almazsanız eksik hissedip hepten güvensizliğe kapılmanız) için çalışıyor. Elbette kimse evini su bassın, arabası ilk çarpışmada kâğıt gibi ezilsin istemez. Parasız kalırsak bizi geri çevirmeyecek bonkör bir banka olduğunu bilmek de içimizi ferahlatabilir ama güvenli, özgüvenli, cool ya da havalı hissetmek için sürekli bir şeyler satın almamız gerekiyorsa vay halimize!

Peki, endişelerimizi körüklemek kimlerin işine yarıyor?

Bir ürün ya da hizmeti kullanmazsak başımıza gelecek ‘Felaketleri’ şişire şişire anlatmak pazarlama dünyasının sıkça başvurduğu bir yöntem. Bilinçaltımızı esir alan korkuları keşfetmek ve üzerine oynamak onlar açısından son derece zekice. Özellikle gelecek korkusu, eğitim kurumlarından inşaat firmalarına kadar birçok sektör için güzel bir malzeme… Ölüm ve yaşlanma korkumuz ise sağlık kurumları kadar spor salonları ve güzellik merkezlerinin de işine yarıyor. Az sayıda şirket, iyi hissettirmek, artı değer sağlamak, kazanç getirmek gibi faydalara odaklanırken, çoğunluk korkulardan beslenmekte… Öyle ki, en basit kadın pedi reklamında bile rezil olma korkusunun izlerini görebilirsiniz.

Diğer taraftan alışveriş dünyası da kişisel korkularımızı kullanmanın yanı sıra panik yaptırmayı ihmal etmiyor. Çok avantajlı görünen kampanyalarda, kısıtlı zaman içerisinde az sayıda seçenek arasından hızla seçim yapmanız bekleniyor. Ne hikmetse avantajlı fiyatlar 200 kişilik bir turda hep son iki fırsat için geçerli... Kimi metin yazarları, kaybetme ya da geç kalma korkusunu çok güzel işliyor ama tüketici genellikle bu koşullar altında hızlı ve çoğu zaman yanlış kararlar alıyor. İndirim tarihlerini kaçırmak, sınırlı sayıda ürünle yapılan kampanyalara yetişememek, hedefteki kişiler için ciddi bir endişe doğurabilmekte.

Evini, iş yerini, arabasını, sağlığını sigortalamış bir insan düşünün; bu kişinin aldığı tedbirler gayet normal gibi görünse de hayatındaki her şeyi sigorta ile teminat altına almak bir yandan da yaşanılan dünyaya karşı büyük bir güvensizlik değil midir?

Bu güvensizliğin ne kadar manevi boşluk oluşturacağı ve özgürlükleri ne kadar kısıtlayacağı apaçık ortada değil midir?

Yazının Devamını Oku

Çocuğum neden yalan söylüyor?

14 Aralık 2018
Çocuklar neden yalan söyler? Çocuklarda yalan söyleme nedenleri nelerdir?

Çocukların masum bir dünyası ve sınırsız hayal güçleri vardır. Bu sınırsız dünyalarına kimi zaman hikayeler, kimi zaman abartılar kimi zamanda masum yalanlar dahil olabilir.

Ebeveynleri endişelendiren bu durumu ortaya çıkaran sebepler de oldukça farklıdır. Çocuklar çevrelerinde gelişen olaylara karşı bir savunma mekanizması oluşturmak veya içinde bulundukları durumdan çıkabilmek için yalan söyleyebilir. Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, konuyla ilgili önemli bilgiler veriyor.

Çocuklar kimi zaman çeşitli sebeplere bağlı olarak yalana başvurabilir. Korktuğunda, yaramazlık yaptığında veya eğlenceli olabileceğini düşündüğü için yalan söyleme eğilimi gösterebilir. Bunun yanı sıra çocuklar zaman zaman hikayeler kurgulayabilir. Bu noktada ebeveynlerin bu durumu yalan olarak yorumlamaması ve gelişimin bir parçası olarak kabul etmesi önemlidir. Ayrıca çocuğun yalan söyleme sebeplerinin yaşlara göre farklı anlamları olabileceği de unutulmamalıdır.

Çocuklar gerçeklik algısını zamanla kazanır. Bu durumda çoğu zaman neyin doğru, neyin yalan olduğunu ayırt edemezler. Bazen evde tek başlarına konuştuklarına, hikayeler anlattıklarına ya da bazı olayları abartarak anlatmak için olmayan şeyler eklediklerine şahit olabilirsiniz. Tüm bunlar bir yalan söyleme çabasından değildir. Çocuğun sınırsız hayal gücünü dışa vurma biçimidir ve gelişimi için gayet normaldir. Özellikle de 5 yaşına kadar çocuklar, gerçeğe bağlı kalmak zorunda hissetmediği için bu tür davranışlara başvurabilir.

Artık ev dışında yeni bir sosyal çevreyle tanışan çocuklar, gerçek ve yalan ilişkisinde farklı bir boyut kazanır. Her ne kadar gerçek ile yalan arasındaki farklı ayırt etmeye başlasa da ebeveynlerini memnun etmek için zaman zaman yalana başvurabilir. Bu durumda anne-babaların beğenmeyeceğini, kızacağını düşündükleri şeyleri saklamayı ya da yalan söyleyerek değiştirmeyi tercih edebilirler.

Eğer çocuğunuz cezalandırılma korkusuyla yalan söylüyorsa bu konudaki en büyük suçlu siz ebeveynlersiniz. Çocuğunuz yaramaz veya tembel olabilir, çok hareketli veya konsantrasyon eksikliği yaşıyor olabilir. Sizin kafanızda yarattığınız mükemmel çocuk profiline de uymayabilir. Bu noktada tutunduğunuz aşırı mükemmeliyetçi tutum karşısında ceza almak istemeyen çocuk korku ve endişeyle birlikte yalan söyleyebilir.

Çocukların bir kahramanı varsa, bu kişiler ebeveynleridir. Dünyayı keşfederken, öğrenirken anne babalarını izler ve taklit ederler. Eğer çevrelerinde sürekli masum da olsa yalan söyleyen ya da çocuklarına ‘Dün gece evde olduğumuzu söyle’ gibi yalan söylemelerini tembih eden ebeveynlerin olması çocukların yalan söylemesini kolaylaştırabilir. Hatta yalan söylemeyi çocukların gözünde normalleştirebilir.

Yazının Devamını Oku

Bonzai beynin iflas etmesine neden oluyor!

22 Temmuz 2014
Gençler arasında hızla yayınlan bu sentetik uyuşturucunun sağlığa etkileri...

Son günlerde adını daha sık duyduğumuz Bonzai isimli uyuşturucu gençler arasında hızla yayılıyor. Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, Bonzai sentetik uyuşturucuların psikolojik hastalık ve ölüm riski taşıdığını belirtti.

En tehlikeli uyuşturucular arasında yer alan Bonzai, sağlığı tehdit eden sonuçları bakımından oldukça tehlikelidir. Bonzai’de de diğer uyuşturucularda olduğu gibi, bazen tedaviyle bazen etkili telkin veya psikoterapi ile bir süre kullanıma ara verilmesi, kişide “Nasıl olsa istediğim zaman bırakabiliyorum, bir kere içmemde ne var ki” düşüncesiyle uyuşturucuyu bırakmayı ertelemeye neden olabilir. Ancak bırakmayı erteleyerek, tekrar kullanıma başlanması felaketle sonuçlanmaktadır. Çünkü kullanıcı tekrar tekrar uyuşturucuya dönmekte, bu ise kalıcı fiziksel ve psikolojik hastalıkların oluşarak ağırlaşmasına, giderek beynin ve bedenin tükenmesine neden olmaktadır.

Beyni iflas ettiriyor!

Bonzai kullanan birçok kişi, henüz bu sentetik uyuşturucunun nasıl bir zehir olduğu konusunda yeterli bilgiye sahip değildir. Bu uyuşturucu bağımlılığında, kokain ve eroin gibi giderek artan dozlara ihtiyaç duyulmaktadır. 7-8 ay sonra başlangıçta alınan miktarın 20-30 misline çıkılmakta, bu ise beynin iflası anlamına gelmektedir. Bonzai süratle bağımlılık geliştirmekte, kullanıcıları bir gün bile kullanmadan duramamakta, hayatları sadece uyuşturucu üzerine odaklanmaktadır.Unutulmamalıdır ki, her uyuşturucu madde daha kuvvetli bir uyuşturucuya dönüşüm yapar, kullanılan maddenin dozu giderek artar ve en sonunda da ölümle sonuçlanabilir. Ulaşılan sahte keyif hali ne kadar yüksekse, bağımlılık derecesi de o kadar şiddetli olur. Kişi doğal zevklerden keyif alamaz olur, nihayetinde beyin ve beden iflasa gider.

Bonzai, kalıcı psikolojik hastalıklara neden oluyor

Bonzai maddesini yüksek dozda kullanan kişiler, ölüm hissini yoğun bir şekilde yaşar. Bonzai, bir nevi panik atak etkilerini ortaya çıkararak nefes alamama, bayılma hissi, kalp çarpıntısı gibi etkilerin devamlılığını kronik bir psikolojik rahatsızlığa çevirir. Diğer uyuşturucular gibi mutluluk, coşkunluk vermesinden çok ajitasyon, sinirlilik, algılarda bozukluk yaratması sebebiyle suç işleme eğilimini de beraberinde getirir. Ayrıca duygu durum bozukluğu, depresyon, odaklanamama, anksiyete, içe dönüklük, yalnız kalma isteği, tedirginlik, aşırı korku, kaygı, telaş, unutkanlık, öğrenme güçlüğü, sinirlilik, agresiflik, ani tepkiler de Bonzai kullanımıyla ortaya çıkabilen sorunlardandır.

Kalbin durmasına neden olabilir

Bonzai, esasında birkaçı bilinmekle beraber hangi kimyasallardan oluştuğu tam olarak bilinmemektedir. Uyuşturucunun alınmasından 3-5 dakika sonra, yoğun bir ölüm korkusu ile beraber adeta bir panik tablosu yaşanmaktadır. Kalbin atışları anormal yükselmekte, bazen de yüksek ritme ayak uyduramamakta ve durmaktadır. Kişinin ölümünün ise kalp krizinden oluştuğu sanılmaktadır. Bu nedenle, şüpheli kalp krizi ölümlerinde Bonzai kullanımı araştırılmalıdır.

Bonzai’nin beyne olan yıkıcı etkileri, bazen bir defa kullanımda bile kendini gösterebilir. Beynin öğrenme ve algılama merkezlerinde kalıcı bozulmalar yapabilen Bonzai; algılama, idrak, öğrenme ve hafızada kalıcı bozulmalar yapabilmekte, insanı adeta robotlaştırmaktadır. İlerleyen süreçte dikkat ve düşünce yapısı da bozulmakta, demans benzeri sendromlar ortaya çıkabilmektedir.

Bonzai maddesinin vücuda verdiği diğer zararlar

Bonzai kullanımı anında ve sonrasında kişide ortaya çıkan semptomlar; yorgunluk, konuşma bozukluğu, yürüme bozukluğu, gözde kanlanma ve morarma, göz bebeğinin ışığa tepkisinde farklılıklar, mide ve bağırsak problemleri, duyma problemleri (yankı, ses kaybı) şeklinde sıralanabilir. Bonzai herhangi bir coşkunluk, mutluluk hissi yaratmadığı halde kişi histerik şekilde gülebilir ve aniden üzgün veya sinirli pozisyona geçebilir. Bu kişide duygularını yönlendirememe hali oluşturur ve uzun vadede kişi bunalıma sürüklenir. Çocuğunun kullandığından şüphe eden ebeveynlerin dikkatli olması, fiziksel ve psikolojik etkilerini takip edip bu problemin önüne geçmesi gerekmektedir. Gerektiğinde profesyonel yardım alınmalı, asla geç kalınmamalıdır.

En tehlikeli uyuşturucular arasında yer alan Bonzai, sağlığı tehdit eden sonuçları bakımından oldukça tehlikelidir. Bonzai’de de diğer uyuşturucularda olduğu gibi, bazen tedaviyle bazen etkili telkin veya psikoterapi ile bir süre kullanıma ara verilmesi, kişide “Nasıl olsa istediğim zaman bırakabiliyorum, bir kere içmemde ne var ki” düşüncesiyle uyuşturucuyu bırakmayı ertelemeye neden olabilir. Ancak bırakmayı erteleyerek, tekrar kullanıma başlanması felaketle sonuçlanmaktadır. Çünkü kullanıcı tekrar tekrar uyuşturucuya dönmekte, bu ise kalıcı fiziksel ve psikolojik hastalıkların oluşarak ağırlaşmasına, giderek beynin ve bedenin tükenmesine neden olmaktadır.

Bonzai kullanan birçok kişi, henüz bu sentetik uyuşturucunun nasıl bir zehir olduğu konusunda yeterli bilgiye sahip değildir. Bu uyuşturucu bağımlılığında, kokain ve eroin gibi giderek artan dozlara ihtiyaç duyulmaktadır. 7-8 ay sonra başlangıçta alınan miktarın 20-30 misline çıkılmakta, bu ise beynin iflası anlamına gelmektedir. Bonzai süratle bağımlılık geliştirmekte, kullanıcıları bir gün bile kullanmadan duramamakta, hayatları sadece uyuşturucu üzerine odaklanmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, her uyuşturucu madde daha kuvvetli bir uyuşturucuya dönüşüm yapar, kullanılan maddenin dozu giderek artar ve en sonunda da ölümle sonuçlanabilir. Ulaşılan sahte keyif hali ne kadar yüksekse, bağımlılık derecesi de o kadar şiddetli olur. Kişi doğal zevklerden keyif alamaz olur, nihayetinde beyin ve beden iflasa gider.

Bonzai maddesini yüksek dozda kullanan kişiler, ölüm hissini yoğun bir şekilde yaşar. Bonzai, bir nevi panik atak etkilerini ortaya çıkararak nefes alamama, bayılma hissi, kalp çarpıntısı gibi etkilerin devamlılığını kronik bir psikolojik rahatsızlığa çevirir. Diğer uyuşturucular gibi mutluluk, coşkunluk vermesinden çok ajitasyon, sinirlilik, algılarda bozukluk yaratması sebebiyle suç işleme eğilimini de beraberinde getirir. Ayrıca duygu durum bozukluğu, depresyon, odaklanamama, anksiyete, içe dönüklük, yalnız kalma isteği, tedirginlik, aşırı korku, kaygı, telaş, unutkanlık, öğrenme güçlüğü, sinirlilik, agresiflik, ani tepkiler de Bonzai kullanımıyla ortaya çıkabilen sorunlardandır.

Bonzai, esasında birkaçı bilinmekle beraber hangi kimyasallardan oluştuğu tam olarak bilinmemektedir. Uyuşturucunun alınmasından 3-5 dakika sonra, yoğun bir ölüm korkusu ile beraber adeta bir panik tablosu yaşanmaktadır. Kalbin atışları anormal yükselmekte, bazen de yüksek ritme ayak uyduramamakta ve durmaktadır. Kişinin ölümünün ise kalp krizinden oluştuğu sanılmaktadır. Bu nedenle, şüpheli kalp krizi ölümlerinde Bonzai kullanımı araştırılmalıdır.

Bonzai’nin beyne olan yıkıcı etkileri, bazen bir defa kullanımda bile kendini gösterebilir. Beynin öğrenme ve algılama merkezlerinde kalıcı bozulmalar yapabilen Bonzai; algılama, idrak, öğrenme ve hafızada kalıcı bozulmalar yapabilmekte, insanı adeta robotlaştırmaktadır. İlerleyen süreçte dikkat ve düşünce yapısı da bozulmakta, demans benzeri sendromlar ortaya çıkabilmektedir.

Bonzai kullanımı anında ve sonrasında kişide ortaya çıkan semptomlar; yorgunluk, konuşma bozukluğu, yürüme bozukluğu, gözde kanlanma ve morarma, göz bebeğinin ışığa tepkisinde farklılıklar, mide ve bağırsak problemleri, duyma problemleri (yankı, ses kaybı) şeklinde sıralanabilir. Bonzai herhangi bir coşkunluk, mutluluk hissi yaratmadığı halde kişi histerik şekilde gülebilir ve aniden üzgün veya sinirli pozisyona geçebilir. Bu kişide duygularını yönlendirememe hali oluşturur ve uzun vadede kişi bunalıma sürüklenir. Çocuğunun kullandığından şüphe eden ebeveynlerin dikkatli olması, fiziksel ve psikolojik etkilerini takip edip bu problemin önüne geçmesi gerekmektedir. Gerektiğinde profesyonel yardım alınmalı, asla geç kalınmamalıdır.

Yazının Devamını Oku