Ferhan İstanbullu

İstanbul’da Eylül’e hazır mısınız?

27 Ağustos 2017
Eylülde şehrin renklenecek sanat ajandasını heyecanla bekleyen sanatseverlere farklı sürprizler, belli ki açılışını İstanbul Bienali ile aynı tarihlerde yapacak olan Contemporary İstanbul Sanat Fuarı’ndan geliyor.

Tarih, 14- 17 Eylül. Tüm tatil fasılaları atlatılmış, çocuklar okullarına yerleştirilmiş, nihayet hareketli günleri, sosyal kelebekliği özleyen ‘urban’ şahsiyetler bıraktıkları yerden şehrin gündemini oluşturmaya başlıyor.  ‘Okula dönüş’ teması okullu yıllar pek gerilerde kalsa bile her Eylül’de benim de aklımda... Sonbaharda şehrin keyfini çıkarmanın, özlenilen şehirle buluşmanın en keyifli şekliyse bence sanatla yapılacak her türlü buluşmadan geçiyor.

Contemporary Istanbul da bu yıla özel Eylül’de organize edilerek şehrin Bienal açılışıyla gelen yoğun ve keyifli sanat gündeminin bir diğer ayağı olacakmış.

12. Contemporary Istanbul (CI) için Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli bize fuarla ilgili şunları anlattı:

CI’nın bu  12. edisyonunda 20'den fazla ilk defa katılan, toplam 73 galeriden yaklaşık 1,500 sanat eseri sergilenecekmiş. Bu yıl Amerika, İngiltere, İsviçre, İspanya, Fransa, Romanya, İran, İsrail, Çin gibi ülkelerden gelen 42 yabancı galeri fuarda yerini alıyormuş.

İstanbul Kongre Merkezi ve Lütfi Kırdar Rumeli Salonu’nda düzenlenecek fuarda ‘Plugin’in de beşincisi yapılacak. Çağdaş sanatın son dönem en merak edilen işlerinin sunulduğu bu bölüm,  ‘yeni medya’ üzerine. Ali Güreli  ‘Plugin’in CI’un geleceği kucaklayan bir uzantısı olduğundan bahsediyor. Bu yeni medya bölümün yıldızı ise “Natura Nova” başlıklı özel sergi… Plugin bilim ve teknolojinin kesişim noktasında yer alan güncel sanat eserlerini sergilemeye adanmış bir özel bölüm. “Natura Nova” sergisiyle yeni medya sanatının bugünün ve geleceğin dünyasına dair sorularını ve cevaplarını ortaya koymayı hedefleniyor. Seçkinin tüm işleri doğa temsilinin tam olarak nasıl bir şey olması gerektiği sorusuna sanatçısının yeni ve kendine has cevabını ortaya koyacak.

CI’un bu yıla özel önemli bir yeniliği de fuarın mimari konsept tasarımının dünya çapında başarılı projelere imza atmış, ödüllü mimarlık firması Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından kurgulanıyor olması… CI bu yıl açık havada yer alan kamusal alanlara gönderme yapacak bir sürpriz mekan karşımıza çıkacak. Tabanlıoğlu Mimarlık fuar alanını ‘bir kent parkı’ çeşitlemesi olarak kurguluyormuş. Yapay  park formunda düzenlenecek fuar iç mekanı, aynı zamanda etkinlik sırasında açık havada heykellerin sergileneceği fuar alanına bitişik Sanatçılar Parkı’nın da bir uzantısı olarak da ele alınacakmış. Buradan ayrıca bölgenin en sevdiğimiz noktası olan nadide ve değerli Maçka Parkı’na bağlantı sağlanacakmış.

CI kapsamında yapılacak bir diğer önemli sergiye geldi sıra: Beşinci Element… Tabanlıoğlu Mimarlık’ın CI 2017 mimari konsept tasarımından hareketle Sanatçılar Parkı’nda gerçekleştirilecek olan Beşinci Element heykel sergisinin küratörlüğünü Prof. Hasan Bülent Kahraman üstleniyormuş. Ali Güreli bu projeyle İstanbul’da bir park alanında ilk defa çağdaş heykel sergisi gerçekleştirdiklerini vurguluyor.

Bir de fuarın her yıl tekrarlanan bölümleri var.  CI Dialogues gibi… Bu senenin konusu “Hareket” konusunu sanatsal bakış açısıyla ele alacak. Konu, insanın günlük hayatının çekirdeğini oluşturan Teknoloji, Mimarlık, Gıda gibi farklı disiplinlerin ilişkisinde tartışılacak. Programa konusunun önde gelen isimleri davet edilerek; akademisyenler, mimarlar, sanatçılar ve profesyonellerle, çağdaş sanatın güncel durumu, diğer yaratıcı endüstrilerle ve hatta günlük yaşamla olan ilişkisi tartışılacakmış.

Yazının Devamını Oku

Kilim formunda sanat

23 Ağustos 2017
Belkıs Balpınar, geleneksel kilim ve halı sanatımız konusunda nice yıl öğrenci yetiştirmiş, çalışmış, yayınlar yapmış; dünyaya dönük çağdaş kişiliğini eserlerine de yansıtmayı başarmış bir isim. Kendisi yaşadığı ve ürettiği yer olan Bodrum’da; Casa Dell’Arte’de açtığı sergiyle bu yaz yine gündemdeydi.

Önceleri –modern kilim- tabiriyle açıkladığımız kilimlerini bugün kendisi –artkilim- tabiriyle anlatıyor. Bir görenin aklında hemen yer edinen, kilim deyince canlandırdığınız klasik imajı yerle bir eden bu sanat eserlerinin hayranlarındanım. Balpınar ustayı daha iyi tanımanızı istedim,  o yüzden sizi kendi sözcükleriyle baş başa bırakıyorum.

 

‘Artkilim’ üzerine…


Çoğunlukla renkli yün iplerle desenlerin oluşturulduğu dokumalara ‘kilim’ denir. Ama benim çalışmalarımın geleneksel Anadolu kilimleri ile dokuma tekniği dışında hiç bir benzerliği yok. Kilim motifleri asırlar boyunca anneden kıza motif motif aktarılırken zaman içinde çok ufak değişikliklerle olgun bir hale gelirler, onlar üzerinde fazla değişiklik yapamazsınız. Zaman içinde bir dere içinde ya da sahilde yuvarlanıp şekillenmiş taşlar gibi onlar üzerinde oynarsanız bozarsınız. Ben bir sanatçı olarak kilim dokuma tekniğini kullanmış olmama rağmen tamamen yeni bir tekstil ‘dokuma’ sanatı ürünü ortaya çıkartmaya çalışıyorum.

 

Nasıl başladı?

 

Yazının Devamını Oku

Mat irade

18 Ağustos 2017
Yolu Alaçatı’ya düşen ve en çok mekanlar için alışverişi sevenlere Atölye Terracota’yı takdimimdir.

İnstagramda gezinerek kaybettiğim(!) zamanlarda çokça seramik/porselen sanatçılarının işlerine takıldığımı farkettim. Çevrede ne çok insan boş zamanlarını ilgili atölyelerde değerlendiriyormuş meğer; bu işi profesyonel ölçekte yapmaya davrananların sayısı nasıl da artmış!

 

Atölye Terracota da Alaçatı’da kurulmuş bir atölye. Yalın, mat boyalı, tabanının minik bir tomurcukla sağlamlaştığı, bulunduğu  alanı yalınlığına rağmen iddasıyla, tokluğuyla dolduran tasarımları çok ilgimi çekiyor. Boya tekniklerine, kaselerin çağdaş sanat eserlerini andırmasına, markanın alametifarikası gibi görünen tabandaki o unsura ve görsel dilinin hiç de ‘bizden’ olmamasına bayılıyorum. Yaratıcısıyla iletişimim böylece başlıyor.

 

Kurucu Gül Alper, çocukluğundan bu yana çamurla oynamayı sevdiğini anlatıyor: “Bu  oyun zamanla önce kendimi ifade etme biçimim sonra da en büyük hayalim oldu. Sadece çamurdan, seramikten, renklerden bir dünya kurmayı düşledim uzun süre…” Hayatın içinde bir nokta gelmiş, kendini o hep hayalini kurduğu sahil kasabasında bir atölye kurmayı gerçekleştirirken bulmuş. Tabii, aynı rüyayı gören bir eşinin olması, avantaj...  ‘Böylece Alaçatı’ya taşındık..’ cümlesi ise açıkçası beni şaşırtıyor. Kafamda Alaçatı’nın yazlık şöyle bir resmi var: daracık, pek de uzun olmayan bir caddede dipdibe yürürken mütemadiyen çekirdek/dondurma yiyenler, sıkışık lokantalar…. Gül Alper ise aksi görüşte: ‘Beni besleyen birçok unsur kış mevsimi gelince, aslına; küçük köy haline geri dönen Alaçatı’da var.’ Benim bir yaz kabusu diye tanımladığım insan seli, anlaşılan Alper’in atölyesinde keyifli bir kalabalığa dönüşüyor. Gelen müşterilerle, misafirlerle dolan dükkanı, atölyenin alt katında. Kışları ise üst kata kapanıp üretme zamanı, Gül Alper için.

 

Kendini tasarımcıdan çok zanaatkar olarak tanımlayan Alper ile ben de aynı fikirdeyim. Teknik olarak modern metodlardan vazgeçmeden fonksiyona ve yalınlığa odaklanan tasarımlardaki ürünlerinin hem birlikte hem de tek başlarına kullanılabilmelerine önem veriyor. Yüksek pişirimler ve mat sırlar tasarımları özel kılan, o sanat objesi kıvamını veren zanaatkar detaylar. (Bence özellikle de pudra tonlarındaki ve siyah çalışmalarında…) Alper bir de hafif tasarımlar yaratmaya özen göstermiş. Bunun insanlar için bir tercih nedeni olduğundan bahsediyor.

 

Yazının Devamını Oku

Hedef yeryüzü!

8 Ağustos 2017
Nerede durduğunun tanımını iyi yapan ve işine yerel değil global bir gözle bakmayı beceren markaların hikayeleri bana ilham veriyor. Mehry Mu gibi…

İlk gününden serüvenine şahit olabildiğim markaların başarılarını sevinçle takip ediyorum. ‘Fatima’nın Eli’ deseni ile süslediği çantaları gün ışığına çıktığı gibi patlayan, ikat astarları kullanmasıyla bizden moda meraklılarını Kapalıçarşı ile barıştıran Güneş Mutlu’nun çanta markası Mehry Mu da onlardan biri. Her yıl ürün dağarcığına yenisini eklemekle kalmadı Mutlu; öğrendik ki ilk günden beri yurt dışından gördüğü talebi şimdi çok sağlam temellere oturtmuş. Londra’da Browns gibi ‘moda ve perakende dünyasının Mekkesi’ sayılabilecek adreslerden birinde artık Mehry Mu’ya da yer ayrılmış.

 

‘Londra her zaman hedefinde olan şehir miydi’ diye soruyorum Mutlu’ya. Açıkçası beklediğim kadar keskin bir ‘evet’ yanıt almıyorum. İlk başta Paris’te de moda fuarlarına katıldığını ama marka konumlaması yüzünden kendine uygun bulmadığını anlatıyor. Ölçek bakımından muhteşem bir pazar olan Amerika’yı da yokladığını ekleyerek.... ‘Londra’nın gündeme gelmesi biraz da masalsı bir gelişmeyle mümkün oldu’, diyor Mutlu. Bilenler bilir; dünyanın en sevilen kozmetik markalarından birinin sahibi olan Joe Malone sadece ürünleri yüzünden değil, marka yaratma konusundaki başarısıyla da parmakla gösterilen bir girişimci. Mutlu 3 yıl evvel -bu pazarlama derslerine konu olan markanın kurucusu- Joe Malone ile bir araya gelmesiyle Londra kapılarının profesyonel olarak açıldığını anlatıyor: “O ilk günün hasatını toplamam 3 yıl sürdü, böylece sebatın önemini de anladım. Öncesinde de Londra'da özel müşterilere trunk show’lar yapıyorduk ve bir kitlemiz vardı ama çok net bir varlığımız yoktu. Jo Malone ile işbirliğinin ardından çok daha stratejik adımlar attım ama Londra süreci hayatımdaki tüm başlangıçlarda olduğu gibi aslında tesadüfi gelişti.”

Londra’nın en sofistike alışveriş noktalarından Browns online alışverişte de önde gelen bir lüks alışveriş platformu. Peki, Mehry Mu’nun ürün gamı içinde neleri mi seçmişler? Hayranı bol Fey box serisi ile uğurlu hayvan figürleri ve bitkilerin kullanıldığı Mutopia koleksiyonunu… Malzemelerden kadife ve hazeranlı Fey çanta favorileri olmuş. Bir de Fey Box'ın mini modeli de ilk kez Browns’da görücüye çıkmış.

 

Mehry Mu fetihlerinin ikincisi de ABD istikametinde… Satın alma adedi bakımından ülkenin belki de en iddialı alışveriş merkezi olan Bergdorf Goodman’a girmenin bir rüya olduğunu şimdi anladığını söylüyor Güneş Mutlu. “Senelerce yılmadan en iyi yerlere girmek için çalışırken insan hepsine eşit uzaklık ve yakınlıkta hissediyor kendini. Ama konu efsanevi Bergdorfs olunca gerçekten bir an durdum ve gurur duydum. Browns ve Bergdorfs'u ayrıştırmak kolay oldu çünkü Fey box dışında ikisinin seçimleri farklıydı. Amerikalılar’ın kullandıkları renler ağırlıklı olarak daha nötr ve garantili renklerdi. Browns ise daha çok renk kullandı ve hareketli bir kış siparişi vermiş oldu” diye anlatıyor.

 

Yazının Devamını Oku

Yer sofrası ile gelen ‘Şükür’

31 Temmuz 2017
Bu yaz en keyifle mesai harcadığım proje, Atelier Marvy için küratör Döne Otyam ile birlikte kurguladığımız sergiler oldu.  Atelier Marvy, İzmir yakınlarındaki Kesre Koyu’nda hayata geçmiş bir resort otel olan Club Marvy’nin sanat mekanının adı.

Atelier Marvy’de karma ve solo sergiler ile bir de misafir sanatçı programları düzenleniyor. Atölye alanı diye tarif edilebilecek bu bölümde sanatçı belli bir süre Club Marvy’de yaşayıp üretimini gerçekleştiriyor. Hakan Kırdar’ın ürettiği ‘Şükür’ adlı eserin de anavatanı bu sayede Atelier Marvy oldu. Ağustos’un ortasına dek görülebilecek bu özel çalışmada sanatçı neredeyse tüm galeri alanının zeminine yayılan ve tarhana ile tutkaldan ürettiği hamurla bir Ege rüyasını hayata geçirdi. Bölge kültürünü temsil eden nice ayrıntı, kavim, canlı, lisan; bu simgesel anlatımda yerini buluyor ve gösterişli bir halıya dönüşüyor.

Fotoğraflarından ne denli etkileyici bir çalışma olduğunu anlayacağınızı düşündüğüm projeyi en doğrusu sanatçının kendisinin anlatması diyerek sözü Hakan Kırdar’a bırakıyorum:

 

-Öncelikle yer heykeli kavramından konuya girelim. Neden bu medium ile  çalışmayı tercih ettiniz?

 

Yer heykeli, bastığımız zemini kullanan, oldukça büyük boyutlu, enstalatif nitelikli ve daha çok sergilendiği mekana özgü üretilen (site specific) heykel işlerini tanımlamak için kullanılan bir terim. Eserin konusu ve içeriği bu anlatımı ve aktarım aracını gerektirdiği için seçtim. ''Şükür'' işi konusu gereği bir yer sofrası ve halı formunda tasarlandı. Üretimim de bu şekilde gerçekleşti.

 

Yazının Devamını Oku

Afrodisias, nihayet!

21 Temmuz 2017
Geçtiğimiz ay Polonya’da gerçekleştirilen UNESCO 41. Dünya Miras Komitesi toplantısı sonucu Afrodisias Arkeolojik Alanı'nın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne kaydedilmesine karar verildi. 

Görüp de büyülendiğim Afrodisias'tan, ekipçe çalışmalarında yürekten etkilendiğim bir işten bahsetmek istiyorum bugün. Geyve Vakfı’nın yıllar süren çabasının karşılığı nihayet alındı; Ara Güler’in bir tesadüf eseri keşfettiği Afrodisias zenginliğimiz dünya arkeoloji almanağında hak ettiği yeri buldu. (Bu arada Türkiye’den Çatalhöyük, Efes, Bergama, İstanbul tarihi yarımada, Nemrut, Göreme de daha Dünya Mirası Listesi’ne alınmış zenginliklerimizden. Afrodisias ile ülkemizden bu listeye giren kültürel ve doğal varlıkların sayısı 17’ye yükselmiş oldu.)

Gelelim geçen sene sayelerinde Afrodisias’ı keşfetme şansını bulduğum Geyre Vakfı’na… Vakıf 1987 yılından beri faaliyette. Başlıca yola çıkış maksatlarını  ‘Afrodisias için kazı heyetine maddi destek bulunması, Afrodisias’ın adının daha çok duyurulması için çalışılması, Afrodisias’taki eserlerin teşhirine imkân veren mekânlar yaratmak’ olarak tanımlayan, gönüllü bir grup Geyre Vakfı. 2010 yılından bu yana Afrodisias’ın UNESCO Kültür Miras’ı listesinde yerini alabilmesi adına çalışmalarını yoğunlaştırmışlar. Bu konuda Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğu altında Kültür Bakanlığı ile dirsek temasıyla çalıştıklarını anlatıyorlar. 

AFRODİSİAS VE TARİHÇESİ

Bir zamanlar adını ünlü Tanrıça Afrodit'ten alan bu şehir, kutsal bir ibadet yeri olduğu kadar, bir kültür merkezi olarak da alimlerin ve öğrencilerin uğrak yeri olmuş, Hellenistik döneme damgasını vurmuş. Muhteşem iklimi ve bugünkü ziyaretçileri için de en büyük önemi taşıyan mermeri ile ünlüymüş. Bu mermer kolay işlenebilir, yoğun, krem renginde, parlak küçük kristallerden oluştuğundan kolay şekil alıyormuş ve heykel yapımı için çok elverişliymiş. Afrodisias da bu nimetlerden sonuna dek yararlanmış; kurulan heykeltıraşlık okulu sayesinde 600 yıldan uzun bir süre, var olan en önemli heykeltıraşlık merkezi olarak tanınmış. Müthiş bir deprem şehri sonlandırana kadar...

Halen sürmekte olan kazıların başlangıcı 1961 yılına tarihleniyor. 60 yaşında vefat eden arkeolog Kenan Erim' tüm kariyerini buraya adamış. Kendisinin mezarı da gölgeler arasında Afrodisias'ın bir köşesinde saklı.

AFRODİSİAS'IN KEŞİF HİKAYESİ

Yazının Devamını Oku

Cool alarmı!

11 Temmuz 2017
İstanbul’un tarz sahibi mağazalarında karşıma çıkan Oopscool koleksiyonu esas gücünü çarpıcı desenlerinden alıyor.

Mühendislik eğitiminin üstüne hazır giyim devi bir şirkette uzun yıllar çalışmaya, oradan kendi markasına yaratmaya uzanan hareketli bir kariyer... Oopscool’un yaratıcısı Pınar Uçar Gül belli ki hayli yoğun geçen bu dönemi böyle özetliyor: “Gülden ve Yılmaz Yılmaz (Koton) ile uzun yıllar yan yana çalışmak çok büyük bir şanstı. Böylece Bora Aksu for Koton gibi değerli projelerin tasarım, üretim ve satış değerlendirme aşamlarında yer alabildim. Bu sürede tasarım ve marka yönetimi ile ilgili eğitimler aldım, ancak işin hem tasarım hem analitik tarafında çalışırken mühendislik eğitimimin faydasını da yadsıyamam” diyor.

 

Çok az kişinin geriye bakıp söyleyebileceği bir şeyi; şu an tekrar dünyaya gelse yine yapmak isteyeceği işlerle meşgul olduğunu söylüyor. 2012 yılında kendi markası Oopscool’u kurmasının arkasında Koton’un kurucu ortaklarından Yılmaz Yılmaz’ın azımsanmayacak desteği var. Koleksiyonu inceledikçe markanın bir hazır giyim koleksiyonundan farklı bir tavırda seyrettiğini farkediyorum. Bu marka esas gücünü şaşırtıcı, azametli desenlerinden alıyor. Pınar Uçar Gül “Oopscool bir desen markası çünkü desen benim oyun alanım ve onu tasarlarken yaratıcılıkta ve şaşırtıcılıkta sınır yok” diyor: “İyi bir desen bence tıpkı ipek bir gömlek gibi gardrobunuzun klasiğidir, onu yıllar sonra torunlarınız bile severek giyebilir mottosuyla ilk koleksiyonu ortaya çıkardık. Bugün markaya dair en hoşuma giden geridönüşlerden biri, insanların etiketine bakmadan tasarımlarımızı tanıyor oluşları” diyerek bu tespiti güçlendiriyor.

 

Yeri gelmişken bu yaz koleksiyonlarındaki desen ailesinin teması ''Tropic Art Deco''… Gözümüzün önüne getirelim: Kocaman palmiyeler, muz ağaçları, ananaslar ve bu desenlere eşlik eden  gösterişli bir yandan da cool bir kadın… Bali'nin en gösterişli otellerinden birinde Oopscool kimonosunu giymiş martinisini yudumluyor, akşam da Oopscool gece elbisesiyle dans ediyor.... Pınar Uçar Gül, “İşte bu duyguyla ortaya çıktı koleksiyon, o kadın için desenler yaptık. Palmiye, ananas, kaktüs gibi ikonik dokular başka koleksiyonlarda da sıkça karşımıza çıksa da biz Oopscool'un farklılığını bilinen sembolleri şaşırtıcı hale getirerek ortaya koymaya çalışıyoruz” diyor.

Gelelim koleksiyonun bence kare ası parçalarından olan kimonolara…Ki Türk kadınlarının yazın en tercih ettiği parçalardan birine dönüşmüştür. Peki, kendisinin kimonunun yükselişine dair görüşleri? “Tropic Art Deco’nun kimonoları da gerçekten çok sevildi. Hatta stoklar bitti bile diyebilirim. Yazın en popüler parçası olduğu kesin. Bence çok amaçlı kullanılıyor olması cazip geliyor. Kimonoların artık davetlerde şık elbiselerin yerine geçtiği de oluyor.”

 

Moda dünyasının takvimi çoktan sonbahara kaymış olduğundan Pınar Uçar Gül’e yeni mevsimin sürprizlerini sormadan geçmeyelim: “Yılmaz Bey ve Gülden Hanımdan öğrendiğim en önemli şeylerden biri nihai müşterinin sesine kulak vermek... Koleksiyonu oluştururken çalıştığımız satın alma müdürlerinin yorumlarına mutlaka kulak veriyoruz; nihayetinde müşteriyle birebir ilişkide olanlar kendileri… Gelen yorumlardan ve hayal ettiğimiz yeniliklerden hangilerini hakkıyla gerçeğe dönüştürebilirsek koleksiyona onlar ekleniyor. Kış mevsiminde de şaşırtıcı eklemeler olacak. Dış giyime yapılacak farklı yorumlar gibi...” 

Yazının Devamını Oku

Meksika, dokularıyla da büyülüyor

27 Haziran 2017
Yaz nihayet başladığına göre yeni mevsimin gardroplarında mutlaka olması gereken aksesuarlardan da bahsetmenin zamanıdır.

İş güç-keyif gereği sahil şeridinde bolca vakit geçirince bana kadınların yeni sezon stil seçimlerini gözden geçirme fırsatı da doğdu. Aynı adlı markanın yaratıcısı Beril Koç’un Meksika’da ürettirdiği ‘large’ beden çantalar; zevkli renk seçimleri, kullanışlı modelleriyle modaseverlerin belli ki hemen dikkatini cezbetmiş; plajlarda sokaklarda sık sık karşıma çıkıyor.

Koç çantaları üretme kararını, yurt dışında görüp beğendiği ürünleri burada bulamamasıyla aldığını söylüyor: “Tasarımla ilgili bir geçmişim yok. Uzun yıllar çeşitli sektörlerde çalıştıktan sonra Italiana Çorap sayesinde tekstil dünyasına girdim. Italiana'da internet sitesi ve satışları üzerinde uğraşırken yaptığım pazar araştırmaları sonucu yurtdışında gördüğüm ve sevdiğim birçok ürünün burada bulunmadığını görüp işe giriştim” diyor.

Koç seyahat etmeyi ve orijinal şeyler keşfetmeyi en büyük zevkleri arasında sayıyor: “Bu sayede değişik ve yaratıcı tasarımcılarla karşılaşma ve ürünlerini kullanma şansım oluyor.” Son dönemde Meksika estetiğini yansıtan renkler, dokular, turkuaz taşlar, gümüş de beni etkiliyor; zamanın ruhunu en iyi yansıtan, son dönemde yaza en yakışan dokuların Meksika esintili olduğunu düşünüyorum. Koç da aynı fikirde: “Özellikle Meksika'nın renkleri ve desenleri beni çok etkiliyor. Oradan aldığım çantayı kullandıkça etrafımdakilerin de benim kadar etkilendiğini görünce, Meksika'da yaşayan bir arkadaşımın yardımıyla çantaları ithal etmeye karar verdim” diye anlatıyor.

Renk ve desenleriyle dikkat çeken çantalar, yerel zanaatkarlar tarafından geri dönüşümlü plastikten tek tek elde örülüyormuş. Beril Koç “İşin en zor kısmı bu kadar çekici renk ve desen arasında seçim yapabilmeyi becerebilmek” diyor…

 

Yazının Devamını Oku