Türk Silahlı Kuvvetleri Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası var.
Üstün Hizmet Madalyası var..
Şeref Madalyası var...
Bir de Silivri Madalyası var...
O Türkiye Cumhuriyeti tarihinin, sivil döneminde apaçık bir komployla cezaevine gönderilen ilk Genelkurmay Başkanı.
“Sizin karşınızda savunma yapmayacağım” diye başı dimdik girdiği cezaevinden, başı yine dimdik, hem de şair olarak çıktı.
Şimdi onun başını önüne eğdiremeyenler, başları önlerinde geziyor...
Hani şu, “600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” diyecek kadar kendinden geçmiş hanımefendiye...
“Reklam arası bittiyse, demek ki asıl film başlıyor...”Ona demek isterdim ki...
Hanımefendi, bari şu filmin sonunu anlatın da merakımız bitsin...
***
Hayrola ne oluyor...
Kadın gazeteci ödülünü Hürriyet’ten Ayşe Arman aldı.
Harika bir konuşma yaptı.
Tam Ayşe Arman heyecanını taşıyordu.
***
“Kadın olmak harika bir şey. Bir daha doğsam bu dünyaya yine kadın olarak gelmek isterdim” dedi.
Cumhuriyet gazetesindeki arkadaşlara seslenecektim.
Diyecektim ki:
“Ne gereği var kardeşim şimdi bunları yayınlamanın...”Evet... Hepimiz Charlie Hebdo katliamı konusunda söyleyeceğimizi söyledik, gerekli ve doğru bulduğumuz tavrı aldık...
Şimdi o karikatürleri burada yayınlamanın ne manası var...
* * *
“Sana cevap vermişler” dedi.
Anlamadım...
Meğer o “malum”, adı kendinden menkul güya “Sivil Demokrat Platform” var ya...
Hani tam Yolsuzluk Komisyonu’nun kararını açıklayacağı gün bir bildiri yayınlayıp, milletvekillerini tehdit eden, milletin seçtiği vekillere, “Siz koltuğunuzu yukarıdaki gölgeye borçlusunuz” diyecek kadar demokrasi kültüründen nasibini almamış olan o platform...
İşte o platform var ya... Onları eleştirdim diye gazetelere ikinci bir ilan verip bu defa beni hedef göstermiş.
Milletvekillerine haddini ve yerini bildirdi...
Belli ki, şimdi hizaya sokma sırası basına gelmiş...
O nedenle, Republique Meydanı’ndaki heykelin yanına kadar girebiliyoruz.
Orada dikkatimi çeken ilk şey şu:
Meydandaki heykelin üzerine ilk tırmananlar, Fransızlardan önce göçmenler olmuş gibi bir hava var.
Tabii ilk işim Türk bayrağı olup olmadığına bakmak oluyor.
Hayır miting başlamadan 2 saat önce henüz Türk bayrağını göremiyorum.
Hava çok soğuk, meydanın kenarına geçip bir şeyler içmek istiyoruz.
Ama bütün kafeler ağzına kadar dolmuş.
11 Eylül’den 6 ay sonra Amerika’ya ilk gidişimde yaşadığım zorluklar hâlâ hafızamda. Birçok arkadaşımın sırf o zorluklar nedeniyle artık Amerika’ya gitmek bile istemediğini biliyorum.
Acaba Fransız polisi de aniden canavara dönüşmüş müdür?...
İlk sürprizi burada yaşıyorum.
Hayret edilecek derecede normal bir muamele görüyorum.
Pasaport polisi, bu defa ek olarak sadece mesleğimin ne olduğunu sordu, o kadar.
Böyle olaylarda Avrupa ile Amerika arasında her zaman fark var.
Amerikalıların paranoya düzeyine gelen güvenlik anlayışı buralara yansımıyor.
Ben İstanbul’dayım, o Urla’da...
“Ben belki cumartesi günü Paris’e gidiyorum. Gazete, Charlie Hebdo için yapılacak mitingi izlememi istedi” dedim...
Yarım saat sonra aradı ve aldığı kararı tebliğ etti:
“Uçak biletimi aldım, İstanbul’a geliyorum. Paris’e ben de geliyorum.”
“Neden Tansu” diye soruyorum, bana bir karşı soruyla cevap veriyor:
“Sence 6 yılımızı geçirdiğimiz Fransa nasıl bir ülkedir... Bir Müslüman olarak orada ne hissettin...”
Benim cevabım olumluydu, ama asıl cevabı dün uçakta gelirken aldım.