Hatta Almancada “Schadenfreude” denen yani başkalarının başına gelen kötü olaylardan mutlu hissetme hali beni tam tersine mutsuz ediyor. Ben daha çok insanların başarıları ile mutlu oluyorum, bu yüzden de onları olabildiğinde destekliyorum. Bu yüzden 2018’i kapatıp 2019’a girdiğimiz bu dönemde ve ocak ayı boyunca başarılı olmuş kişilerden bahsederek sizlere de moral vermek ve yeni yıl hedeflerinize ulaşmada biraz olsun cesaretlendirebilmek istiyorum.
Bu serideki ilk isim Çağan Yüksel. Kendisi şu an tüm dünyada büyük bir dönüşümden geçen reklamcılık sektöründen geçiyor. Şu an eminim ki Türkiye’de de bu sektördeki hemen herkes geleceğe dair bazı şüpheler ve korkular yaşıyordur. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da bu işin dev şirketleri bile zarar üstüne zarar açıklıyor, tüm iş yapış modellerini gözden geçiyorlar. Müşteri ve ajans arasında zarar görmüş ilişkileri yeniden onarmanın yollarına bakıyorlar. Çağan da kendi yolunu teknoloji üreterek çiziyor.
Türkiye’de çeşitli sanat okullarının yetenek sınavlarından dereceler alan Çağan Yüksel, burslu olarak girdiği Bilkent Üniversitesi’nde grafik tasarım okumayı tercih etti. Bilkent’teki eğitiminden sonra 2001 yılında ABD’ye gitti ve ülkenin en iyi ilk üç sanat okulundan biri olan SCAD’ta Bilgisayar Sanat Bölümü’nü bitirdi.
Creative Bubble şirketinde animasyon ve hareketli görseller tasarımcısı olarak işe başladı. Hareketli grafikler ve müziğe olan merakı sayesinde video jockeyliğe başladı. Crobar ve Pasha gibi önemli kulüplere içerik geliştirdi.Çok kısa sürede dünya çapında tanınan Yüksel, dünyanın en bilinen DJ’lerine orijinal içerik üretti ve turnelere katıldı. Video projeksiyon sistemlerine entegre özel animasyonlar üretti.
Mad House’da kıdemli tasarımcı olarak çalıştı. O dönemde hologram teknolojisini Danimarka’dan ABD’ye getiren ilk kişi oldu. Smoke and Mirrors görsel efekt şirketinde sanat yönetmeni olarak görev aldı ve bir yıl içinde bu şirketin tasarım bölümünü kurarak, New York, Londra ve Pekin’de milyonlarca dolarlık bir ciroya ulaştırdı. Victoria’s Secret şovlarının video kurguları, animasyonlarını yaptı. Olağanüstü yetenek program ile green card aldı. 50’den fazla ödüle sahip. 2013 yılında kendi şirketini kurdu (Grafx). Ardından sağlık sektörüne özel çözümler üreten Globe Health’i kurdu. Dreamspace şirketi ile de geleceğin teknolojilerini içeren hizmetler sunmaya başladı.
Şu an özelikle AR/VR alanı başta olmak üzere yenilikçi projeler üzerinde çalışıyor. AR/VR için içerik üretiminden, mobil oyun tasarımına, etkileşimli hologram üretiminden lokasyon bazlı iş çözümlerine kadar farklı alanlarda faaliyet gösteriyor.
Çağan Yüksel de İhtiyaç Haritası projesinin daha da ileri gitmesi için emek vermiş. Kendisi o süreci şu şekilde anlatıyor:
“New York Türk Film Festivali’nin grafik tasarım ihtiyaçları için çalışıyordum. O dönemde Mert Fırat’la tanıştım. 2015 yılında İstanbul’a geldiğimde de Mert İhtiyaç Haritası’ndan bahsetti. Ben de ülkeme ve ülkemdeki bu kadar değerli bir sosyal sorumluluk projesine destek olmak istedim.”
Özellikle her gün giderek daha fazla kişinin vurguladığı gibi milli işletim sistemimiz Pardus’a ve lisans ücreti olmadan kullanabilecek iş yazılımlarına geçişi gönülden destekliyorum.
Fakat ABD’yi boykot çağrıları ile başlayan bu dalganın her ülke gibi kısıtlı kaynaklara sahip ülkemize daha fazla zarar vereceğinden de korkuyorum.
Hangi teknolojilerin millileştirileceği, hangilerinin yurtdışından alınacağını, yurt dışından alınırken bilgi birikimi transferi yapılıp yapılmayacağı gibi konular bağırıp çağırmakla değil, geniş katılımlı strateji toplantıları ile belirlenmesi gereken, ülkemizin geleceği için çok önemli konular.
Eğer uzun vadeli stratejimiz ve teknoloji vizyonumuz olmaz ise o gün kime kızmışsak o ülkeden gelen teknolojileri boykot etmeye çalışırız. Dikkat ederseniz dün Almanya’ya kızıp milli araba üretelim, bütün kaynaklarımıza buna aktaralım diyenlerle bugün ABD’ye kızıp mutlaka milli akıllı telefon üretelim ve sadece bu akıllı telefonu kullanalım diyenler aynı kişilerdir. Aynı kişiler yarın Çin ile bir sorunumuz olsa, tüm Çin mallarını boykot edelim, küçük ev aletlerini Çin’den ithal etmektense hepsini millileştirelim diyecekler, günün sonunda toplumumuzun açık pazar ekonomisi koşullarında talep ettiği her şeyi dünya standartlarında ülkemizde üretmeye çalışmak gibi imkansız bir hedefe doğru başarısız bir şekilde sürükleneceğiz.
10 Mayıs’ta Unique’te Expertera tarafından oluşturulan İş’in geleceği platformu ve Management Center Türkiye tarafından desteklenen “Future of Work” etkinliğini takip etme fırsatım oldu. Yaklaşık 15 yıldır Türkiye’de yeni ekonomi hakkında yapılan hemen hemen bütün etkinlik ve konferansları ya yerinde takip etmişimdir ya da önemli konuşmalarını internet üzerinden izlemişimdir. Birkaç yıldır düşünsel anlamda heyecanlandığım sadece birkaç etkinlik oldu, Future of Work onlardan biriydi.
Expertera Kurucusu Alp Sezginsoy ve Ortağı Hayal Koç çok kuvvetli ve doğru networke sahip kişiler. Bu etkinlik için de Maker Türkiye Hareketi’nin kurucusu Ongun Tan ve Re/Design şirketinin kurucuları Yiğit Kulabaş ve Engin Çomakçı ile işbirliğine gitmişler. Dolayısı ile yapılan sunumlar da gerçekten hem ilham verici hem de bilgilendirici olmuş.
İş'in Geleceği Platformu’nun kurucusu Sezginsoy, işin geleceğinin sadece yapay zeka ya da otomasyonla ilgili olmadığını belirterek, “İşin geleceği sadece teknolojinin işyerini etkilediği noktalara, dijital alan ve dönüşümlere odaklanmış da değil. İşin geleceği temelde insan faktörüyle ilişkili. Çalışanlar bir işletmenin başarısının ardındaki itici güç. Firmalar insanların yarattığı değerle ve inovasyonla fark yaratıyor. Nesiller, iş yapış biçimleri, teknoloji ve iş alanları değiştikçe organizasyonların da yaklaşım ve düşüncelerini bu değişime paralel olarak değiştirmesi gerekiyor. Firmaların bu trendlerin en tepesinde olması, yaratıcı ve yenilikçi organizasyonların kurulmasını, en iyi yeteneklerin doğru şekilde bir araya getirilerek inovasyonun yapılmasını sağlıyor“ görüşünü ileri sürdü.
Re/Design’dan Yiğit Kulabaş ise günümüzün iş trendleri arasından en büyüklerinden biri olan gig ekonomisi, kendi değişi ile birey ekonomisi üzerine konuştu. Kulabaş, Y ve Z kuşağının değerlerinin eski kuşaklardan çok farklı olduğunu, bu kuşağın daha çok olumlu deneyim istediğini, serbestlik peşinde olduklarını, bir hobi ve tutkularının olduğundan bahsetti. Bu yüzden de eskiden bir firmada 10 yıl çalışılırken bugün bu rakamın 1-3 yıla indiğini, Y ve Z kuşağının hakim olacağı yakın gelecekte ise bir firmada çalışanların azınlıkta kalacağını, norm olanın aynı anda 5-6 firmaya iş yapmanın olacağını sözlerine ekledi.
Kulabaş’ın bahsettiği ikinci ana trend ise insanların artık geçmişe göre çok daha uzun yaşamaları idi. 50 artık yeni 30 yaş ve dolayısı ile yeni orta yaş sayılıyor. Kulabaş insanların 38 yaş ortalamasından 80-100’leri yakaladığı bir dönemde artık önemli olanın içimizdeki tutkuyu sürekli canlı tutacak yeni öğrenim ve gelişim alanları bulmak olduğu söyledi. Örnek olarak da Zülfü Livaneli’nin şarkı söylemekten, yönetmenliğe, politikaya ve son olarak da yazarlığa uzanan kariyerinden bahsetti.
Makers Türkiye Hareketi’nin kurucusu Ongun Tan ise çok önemli iki konunu altını çizdi. Birinci olarak girişimci olmak şu an çok popüler bir konu olsa da çok zor bir uğraş olduğunu söyledi. Aynı gün içinde beş defa mutlu ve beş defa üzgün olunabileceğini söyleyen Tan, girişimciliğin ancak gerçekten bir tutku, doğru plan ve doğru ekip ile yapılabileceğinden bahsetti. Diğer konu ise fırsat eşitliği hakkındaydı. Diyarbakır’dan aldığı bir mektup sonrasında bir ilçede maker eğitimi verdiklerini söyleyen Tan, buradaki çocukların tıpkı Robert Kolejdeki, Tarsus Amerikan Kolejindekiler gibi çok meraklı ve doğru soruları soran çocuklar olduğunu, ülke olarak bu bölgelere daha çok ilgi ve alaka gösterilmesi gerektiğini söyledi. Ben de bu isteğe imzamı atarım. Gerçekten de 2018 yılında, teknolojinin bu kadar ilerlediği bir dönemde doğum yerimizin hala geleceğimizi belirlemesine izin vermemeliyiz.
Umuyorum tüm bu kısa notlar sizin için de yeni ufuklar açar.
Türkiye’de en çok okunan haberlere bakarsak, futbol haberleri mutlaka en üst sıralardadır. Ailemizde konuştuğumuz konular arasında da, arkadaş sohbetlerinde de hep futbol önceliklidir. Ancak ülkemizde futbol en üst düzeyde bile çıkmaza girmiş durumda. Tüm takımlarımız borç içinde yüzüyor, altyapılar iflas etmiş durumda, birbirini yüceltmek yerine birbirini aşağıya çeken bir rekabet ortamı var. Kupa yarı final maçını bile tamamlayamamış bir futbol dünyasını yaşıyoruz.
Türkiye’deki futbol dünyası hakkında kara kara düşünürken önüme mükemmel bir haber geldi. Bir grup Türk’ün yönettiği ve bir Türk’ün aynı zamanda İsviçre merkezli Football Business Academy’de yüksek lisans programında (www.the-fba.com) Financial Strategy in Football dersi veren Işıtan Gün’ün Başkanı olduğu Fortuna Sittard bulunduğu ligde şampiyon olarak Hollanda 1. Lig’ine çıktı.
Fortuna Sittard, Hollanda’nın ilk profesyonel kulübü. Tarihi 1900’lerin başına dayanıyor. Tarihinde Mark van Bommel, Kevin Hofland, Fernando Ricksen gibi uluslararası yıldızları altyapısından çıkarmış bir kulüp. Işıtan Gün, kulübe 2016 yazında geldi. Son 15 yıldır kulübün bir defa 7.liği bir defa da 8.liği vardı. Kalan bütün sezonları 15. veya daha altta bitirmiş. 1.5 yıl içinde 16 yıldan sonra Türklerin yönetiminde tekrar 1. Lige çıktı. Hollanda’da yabancı sahibi olan 3. Kulübü, diğerleri ADO Den Haag ve Vitesse. Dünyada bir Türk’e ait olan en üst düzey spor kuruluşu. Bu tarihi başarının ardından şehir meydanında çok büyük kutlamalar yapıldı ve Işıtan Bey’den içinde Papa, Hollanda Kralı, başbakanların imzalarının olduğu şehrin özel anı defterini imzalamasını istediler.
Bu eşi benzeri görülmemiş başarı için hemen Işıtan Bey’i tebrik ettim ve başarısı hakkında birkaç soru sordum ve aşağıdaki notlar oluştu. Bence bu cevaplar ülkemize ışık olacak. Bir Türk gidip Hollanda’da bunu başarıyorsa, neden Türkiye’de de yapılmasın?
HİYERARŞİ YOK
Yönetim: Doğru yönetim ilkelerini özetlemek tabii ki zor, ama bunun idari, sportif ve mali ayakları var. Her 3 alanda da doğru yapıyı kurup doğru aksiyon almak gerekiyor. Sportif anlamda doğru yatırımları yapmak gerekiyor, bu da uluslararası boyutta bir ağ ve deneyim gerektiriyor. Fortuna Sittard’da bu işlerimizi Ogan Tarhan yönetim kurulu danışmanı olarak yönetiyor. Kadro planlaması, altyapıdaki yeteneklerin değerlendirilmesi, gelen/giden oyunculara ilişkin kararları, kulübün bütçesi çerçevesinde Teknik ekiple o yönetiyor. Mali anlamda, futbolda ayakta kalmanın en önemli faktörü, bütçe disiplini. Anlık kararlara sapmadan bütçemiz içinde hareket etmek, buna dikkat ediyoruz. İdari anlamda ise kısaca “adama göre iş” değil “işe göre adam” prensibiyle hareket ediyoruz, çok genç ve şevkle çalışan bir ekibimiz var. Herkes kendini değil, kulübü düşünüyor, birinci kriterimiz bu. Bu anlayışı benimsemeyen arkadaşlarla devam etmiyoruz, mevcut olanlar da zaten uyum sağlayamıyor. Karar mekanizmaları kesin çizgilerle belli ancak sıkı bir hiyerarşi yok, herkes fikrini özgürce ifade ediyor.
Bazen biz gazeteciler yeni şeylerin heyecanı ile olan biteni biraz abartabiliyoruz. Bu demek değil ki iş gücü giderek robotlaşmayacak, sanal zeka gelişmeyecek, günümüzde var olan işlerin yüzde 80’ninden fazlası 10-15 yıllık bir süreçte artık “gereksiz” kategorisine girmeyecek. Bütün bunlar olacak. Ama siz işsiz kalmayacaksınız.
Yapılan tüm projeksiyonlarda bugün çok saygın ve önemli olan mesleklerin bile kısa süre içinde sanal zeka ve robotlar tarafından domine edileceğini gösteriyor. Şu an doktor, avukat, mühendis, mimar, muhasebeci, gazeteci, tesisatçı, inşaat işçisi, tarım işçisi, matematikçi, şoför, reklamcı, müzisyen, öğretmen gibi yüzlerce mesleği olanlar belki de çocuklarına kendi mesleklerini öğretemeyecekler. En azından şimdiki halleri ile.
Ancak bu üzülecek bir durum değil. Çünkü eğer mimarsanız, zaten çocuğunuz neden bir bina çizmek için yıllarca eğitim aldığınızı asla anlamayacak. Onun için önemli olan binayı hayal edebilmek olacak, çizim çok uğraştırıcı ve gereksiz zaman alıcı bir hobi haline gelecek. Şu an mimarlık yapan birisinin çocuğu mimar olduğunda çok büyük ihtimalle sadece düşüncelerini bilgisayara aktarmaya yarayan ara yüz ile çalışacak ve ne hayal ediyorsa birebir onu gerçekleştirebilecek. Mimarlık çok daha özgür bir iş kolu olacak.
Önümüzdeki yıllarda yeni iş kollarında çalışacak insanlara ihtiyaç duyulacak. Kısa vadede veri analistleri çok iyi maaşlar kazanacaklar. Eğer matematik öğretmeni iseniz, veri bilimine yavaştan bir geçiş yapmayı düşünebilirsiniz.
Tasarım, geleceğin büyük meselesi olacak. Mars’a gidecek uzay mekiğinin tasarımından, yeni nesil robotların tasarımına, son moda elbiselerin tasarımından, protez el tasarımına kadar her alanda tasarım geleceği şekillendirecek. Gelişen üretim teknolojileri ve malzeme bilimindeki ilerlemeler ile üretim bir sorun olmaktan çıkacak. Bir örümcek ağı kadar ince ama bir tırı çekebilen ipliklerden, insan kıkırdağını taklit edebilen malzemelere kadar her şey hizmetimizde olacak.
Bugün makine tamir edenler yarın robotları tamir edecekler, bugün temizlik yapanlar yarın temizlik yapan robotları yönetecekler, bugün koruma görevi üstlenenler yarın koruma robotlarını, dronelarını veya tüm güvenlik sistemini yönetecekler. Gelecekte gen bilimcilerimiz olacak, hayat boyu öğrenim danışmanlarımız olacak, soğuk füzyon teknisyenlerimiz olacak, hatta ismini dahi bilemediğimiz bir sürü yeni iş türeyecek. Dell’in 2017’de yayınladığı bir rapora göre 2030 yılında var olacak işlerin yüzde 85’i henüz isimlendirilmemiş durumda. Yüzde 85’i. İnanılmaz bir oran.
Kısacası yarın hepimize iş olacak. Hatta yarınki işlerimiz bugünkü işlerimizden daha rahat, daha konforlu olacak.
İnsanlar artık daha yoğun hayal gücü gerektiren, daha çok kritik düşünme yetisi gerektiren işlere doğru kayarken, fiziki beceri gerektiren, saatler boyu dikkat gerektiren yorucu işler artık robotların alanında kalacak.
Çiftlikbank kurucusu Mehmet Aydın’ın vaatlerine kanarak toplamda 511 Milyon TL dolandırılan 70 binden fazla kişi hakkında da sosyal medyada yazılmayan kalmadı. Bazı kişiler onlardan daha akıllı olduklarını göstermek için para yatıranlarla dalga geçti bazıları ise gerçekten üzüntülerini paylaştı.
Ben Çiftlikbank mağdurlarına seslenmek istiyorum, yalnız değilsiniz. Dünyanın her yerinde kötü niyetli kişiler, öyle ya da böyle kandırabildiklerini kandırıyorlar. Dünyanın her yerinde normalden çok para kazanmak isteyen kişiler mantık çerçevesinin dışında kararlar verebiliyor.
Örneğin, Amerika’da şu an Çiftlikbank’ın çok daha sofistike bir versiyonu yaşanıyor. Theranos adında, kan tahlillerini basitleştirerek, hem süre hem de masraflarını azaltacağını vaat eden bir girişim yatırımcılardan 700 milyon dolar topladı. Şirketin değeri kısa sürede 9 Milyar dolara çıktı. Şirketin CEO’su Elizabeth Holmes Forbes gibi yayınlar ve CNN gibi televizyon kanallarında defalarca boy gösterdi, kapaklara çıktı, özel röportajları yayınlandı. Ancak Holmes’un şirket ve teknoloji hakkında defalarca yalan söylediğinin anlaşılması uzun sürmedi. Therenos kendi teknolojisi yerine normal kan testleri kullanan, iddia edildiği gibi askeri anlaşmaları olmayan, sıradan bir test laboratuvarından başka bir şey değildi. Holmes ile özel röportaj yapan eski ABD Başkanı Bill Clinton bile kandırılmıştı. Holmes şirketin 100 milyon dolar kar edeceğini açıkladığı sırada aslında şirketin tüm kazancının 100 bin doları geçmediği de anlaşılınca şirketin değeri geçen hafta itibari ile sıfıra yaklaştı.
Theranos, Çiftikbank ile kıyaslandığında çok daha büyük, çok daha sofistike ve çok daha karmaşık bir dolandırıcılık hikayesi. Ancak kişilerin kolay para kazanmayı hedeflemeleri, bilmedikleri bir teknolojiye inanmaları gibi ana unsurları ile iki hikaye de benzer.
Toplum olarak aynı tarz hilelerle sürekli dolandırıldığımıza göre, ekonomi okur yazarlığı, kritik düşünme ve teknoloji okur yazarlığı gibi alanlarda eksiklerimiz olduğu net. Bu alanlarda mutlaka kendimizi geliştirmeliyiz. Üstelik ABD gibi bu tarz konuları aştığını düşündüğümüz bir ülkede bile Theranos gibi vakalar oluyorsa, biz kendimizi geliştirmek için ortalama bir ABD’liden çok daha fazla vakit harcamalıyız. Kitaplar, yayınlar okumalıyız. Teknoloji okuryazarlığı ve Dijital Zeka gibi konulara öncülük eden TİNK gibi yeni nesil okulları desteklemeliyiz. İlgili devlet kurumlarında teknoloji kullanarak yeni bir ponzi dolandırıcılığı yapılmaması için iyi yetişmiş kişileri istihdam etmeliyiz.
Ama yine de günün sonunda iş devletten çok biz bireylerde. Bize normalden yüksek gelir vaat eden herhangi bir işe kuşku ile yaklaşmalıyız. Teknolojisini bilmiyorsak mutlaka araştırmalıyız. Bu kadar kişi aptal olabilir mi diye hareket etmemeliyiz. Theranos’a 700 milyon dolar yatıran yatırımcılar, fon yöneticileri aptal mıydı, hayır? Sadece yüksek getiri için gardlarını düşüren, bildiklerini arka plana atan, yeterince sorgulamayan kişilerdi.
Teknoloji sadece kullandığımız araçlar gereçler veya hayatımızı değiştiren ürün ve hizmetlerden her zaman fazlası oldu. Teknoloji üretiminin politik, sosyolojik, askeri, ekonomik ve psikolojik etkileri cebimizde taşıdığımız bir telefonun çok ötesinde. Bu yüzden de teknolojiye yön vermeye çalışmak her dönemde politikacılar için önemli bir uğraş oldu.
Türkiye’de ise yaklaşan seçimler ve taksicilerin oy potansiyeli, Uber’i tam bir hedef tahtasına çevirmiş durumda. Taksicilerden oy koparmak isteyen politikacılar Uber’e vurdukça vuruyor. Hükümet uzun zamandır taksi esnafına yakın durabilmek için trafik polisleri vasıtası ile Uber’e üye olduklarından şüphelendikleri araçlara ceza kesilmesini destekliyor. Uber ise hem sürücülere hem de yolculara kesilen tüm cezaları üstleniyor çünkü bu cezaların kanuna aykırı olduğunu ve geri ödenmesi gerektiğini düşünüyor.
Son olarak ise CHP İstanbul Milletvekili ve CHP Genel Sekreteri M. Akif Hamzaçebi İstanbul Taksiciler Esnaf Odası'nı ziyaret ederek “ İstanbul'dan Uber'i kovarak İBB'nin başlatmış olduğu iTaksi uygulamasını da İstanbul Taksiciler Esnaf Odası'na vereceğiz" dedi. Üstelik Hamzaçebi, Uber’i global hırsız olmakla suçladı.
CHP’nin en çok oyu aldığı şehirli ve eğitimli hedef kitlenin çok rağbet ettiği bu uygulama hakkındaki bu yasakçı sözlerin CHP için politik olarak doğru olup olmadığına girmek benim uzmanlık alanım değil. Ancak teknolojik yeniliklerin, halkın beğenisini kazanmış uygulamaların yasak ile cezalar ile tehditler ile engellenmeye çalışılmasının sadece ülkeye zarar vereceğini söyleyebilirim. Şu anda Wikipedia’ya Türkiye’den girişin yasaklı olması nasıl sadece vatandaşlarımızın dünyanın geri kalanının kullanılabildiği muazzam bir bilgi kaynağından uzak kalmasına sebep oluyorsa, Uber gibi bulundukları sektörleri kökünden değiştiren girişimlerin yasaklanması da sadece bu uygulama ile aradığı hizmeti bulan insanlara baskı ve sıkıntı haricinde bir işe yaramayacak.
Üstelik daha birkaç gün önce Uber’in rakibi Careem gazetelerde binlerce kişiye istihdam sağlayacağız diye boy göstermişken sadece tek bir firmaya yüklenmek haksızlık değil mi? Peki bu firmaların Türk rakibi Olev’e de yerli hırsız mı diyecek acaba Hamzaçebi? Araç paylaşım programlarını da kapatalım o halde.
Ben tüm politikacılarımızdan Uber ve diğer teknoloji firmaları ve servisleri üzerinden hamaset ile oy toplamaya çalışmak yerine gerçek, kalıcı ve hem taksicilerin dertlerine derman olacak hem de kullanıcıları üzmeyecek çözümler üretmelerini bekliyorum.
Taksicilere verdiklerini hizmet kalitesini artırmaları, müşteriler ile daha doğru etkileşime geçmeleri, mesafe farkı, gidilecek yer farkı gözetmemelerini, ödenecek hesabın daha önceden belirlenip şeffaf bir şekilde müşteriye söylenebilmesi gibi kullanıcıların Uber, Olev ve Careem’de buldukları özellikleri sağlamalarında destek olunması daha doğru olur.
Ayrıca artık her taksi kullanan kişinin yakından bildiği, plaka sahibi ile şoför arasındaki günlük yevmiye gerilimlerinin bitirilmesi, şoförlerin daha iyi araçlarda hizmet vermelerinin desteklenmesi, taksi şoförlüğü için sertifikasyonun zorunlu olması ve yoğun eğitimlerin düzenlenmesi gibi hem verilen servisin hem de şoförlerimizin hayat standartlarının arttırılmasının sağlanabileceği çözümler varken siyasi hamaset seçilebilecek en kolay ama en kötü yol.