Erdal İpekeşen

Lafla peynir gemisi yürütenler turizmin dünya pazarında yoklar

27 Kasım 2011
Önce Londra, hemen ardından Antalya seyahati derken Ankara’dan iki hafta uzak kaldım. Peşinen söyleyeyim, Londra’ya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün heyetiyle gitmedim. O yüzden de ne yoluma halılar serildi, ne kraliyet arabalarına bindim, ne de saray sofralarında ağırlandım. Aksine vize almak için bile cebelleşip, sinir harbine girdim.
Keşke bu yazımı Cumhurbaşkanımız Gül İngiltere’ye gitmeden önce yazabilseydim de kendisi bazı sorunları Kraliçe’nin kulağına fısıldasaydı. Yerim tüm bilgileri aktarmak için yeterli olmadığı için o sıkıntıları ve daha başka ilginç bilgileri gelecek haftaya bırakıyorum.
İngiltere’ye gidiş nedenim, dünyanın en önemli turizm fuarlarından biri WTM’ye, yani World Travel Market organizasyonuna katılmaktı. Turizmle ilgili neredeyse tüm ülkelerin katıldığı bu fuara Türkiye’de kayıtsız kalmıyor, hatta en büyük stantların sahibi olma konusunda birinciliği kimseye kaptırmıyor. Bu yılda yaklaşık 965 metre karelik alanla etkinliğin en büyük katılımcısıydı. Gazetecilik refkleslerim dışında fuarın beni ilgilendiren kısmı ise Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğiyle gerçekleştirdiğimiz dergi projesinin gereklerini yerine getirmekti.

İNGİLİZCESİ 2 GÜNDE BİTTİ

Bu yıl bakanlığın fuarda dağıttığı en önemli materyallerden biri de Tempo Travel’in İngilizce olarak yayına hazırlanan sayısı oldu. Bakanlıkla iş birliği yapan Tempo Travel dergisi ücretsiz olarak tüm fuar katılımcılarına ulaştırıldı. Üstelik dergi o kadar ilgi gördü ki, binlercesi dört günlük fuarın ikinci günü tükendi. Ülkemizin turizm bölgelerinin işlendiği Tempo Travel’in İngilizce özel sayısı yılbaşından itibaren tüm bayilerde satışa sunulacak ki, o zaman sizler de okuma fırsatı bulursunuz.
Daha önceki köşe yazılarımı takip etmemiş kişiler için ufak bir hatırlatmada da bulunayım. Bu yılın Mart ayında Moskova Turizm Fuarı için Tempo Travel’in Rusça sayısını hazırlamış ve bakanlıkla ortak bir proje haline getirmiştik. Bu dergi o kadar beğeni topladı ki bakanlık, Londra Fuarı için de İngilizcesini istedi. Şimdiden haber vereyim 2012’inin Mart ayında da Almancası geliyor.

HANİ ANKARA TURİZMDE ATILIM YAPACAKTI

Seyahat sektörü adına katılımcılara tanışma, anlaşma ve iş geliştirme fırsatı tanımayı amaçlayan fuarı dört günde 40 bini aşkın sektör temsilcisi gezdi. Türkiye standı ise büyük ilgi gördü. Kuşadası, Antalya, İzmir, Muğla, Bodrum, Marmaris, Didim, Bursa, İzmir, Aydın ve İstanbul gibi merkezler ile çeşitli oteller ve tur operatörlerinin katıldığı fuarda, stantları ziyaret edenlere, tanıtım materyalinin bulunduğu broşür ve CD’lerin yanı sıra kestane şekeri, incir, leblebi ve lokum gibi eşantiyonlar hediye edildi.
Dünyanın en önemli turizm fuarlarından biri sayılan WTM’ye ülkemizin turizm alanında faaliyeti olan bütün illeri katılırken, bir tek Ankara yer almadı. Halbuki başta Ankara Valisi Alaaddin Yüksel ile Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek olmak üzere şehrin tüm kamu ve sivil kuruluşları Başkentin turizmden önemli pay alması için çalışmalara başladığını söylemiş, hatta turizm kongresiyle start bile vermişti. Sonuçta da Başkentin tanıtımı için WTM’ye katılan Ankaralı ne yönetici oldu, ne de bir sivil toplum kuruluşu. Buna karşılık bırakın Akdeniz, Marmara sahil şeridini Sivas, Afyon, Kastamonu gibi iller bile boy gösterdi.
Yönetim kadrosu olarak fuarda Ankara yoktu ama, Türk turizm yatırımlarının neredeyse yüzde 60’ına sahip Başkentli tesis sahipleri oradaydı. Tabii Antalya, İzmir, Muğla gibi illerdeki otel ve tesislerinin tanıtımı için.

LİVERPOOL İLE İNGİLİZ PAZARI CANLANACAK

Türkiye, İngiltere’nin ünlü futbol kulübü Liverpool FC’nin resmi sponsoru oldu. Dünya Turizm Fuarı’nda gerçekleşen imza törenine Kültür ve Turizm Bakanlığı Turizm ve Tanıtma Genel Müdürü Cumhur Taşbaşı, Londra Turizm Müşaviri Tolga Tüylüoğlu ve Liverpool Kulübü’nün ticari direktörü Graham Bartnett katıldı. Anlaşmaya göre, bir yıl süreli olarak Liverpool’un maçları sırasında Türkiye’nin reklamları yayınlanacak, devre aralarında çekilişler yapılarak Liverpool taraftarlarına Türkiye seyahati hediye edilecek, LED ekranlardan Türkiye görüntüleri yayınlanacak.
Dostluğundan büyük keyif aldığım Tanıtma Genel Müdürü Cumhur Güven Taşbaşı, VTM Fuarı’nda bir numaralı ülke olmamızdan dolayı gururluydu. Durmadan 2012 yılı gerek Türkiye gerekse turizm açısından daha iyi geçecek diyordu. Açıkçası Tanıtma Genel Müdürlüğü ülkemiz adına çok güzel işlere imza atıyor. Ben eminim ki 2011’de yüzde dört azalan İngiliz sayısı 2012’de bir hayli artacak. Bu arada İngilizlerdeki bu düşüş sırf bizim ülkemizde olmadı. İspanya, İtalya, Fransa, Yunanistan gibi rakiplerimizde bu oran çok daha yukarılarda.

VEGAS KIZLARINA KARŞI İŞ ODAKLI TANITIM

Türkiye’ye 2010 yılında, İngiltere’den yaklaşık 2 milyon 600 bin ziyaretçi geldi. Bu önemli bir rakam. Ama bu yıl İngiltere’de, gerekse Avrupa’da ekonomik bir kriz var. Bu krizin ilk başladığı yerlerden biri İngiltere. Eğer Sterlin hızlı bir şekilde toparlanırsa, geçmiş yıllarda aldığımız ziyaretçi sayısının daha çok üstüne çıkacağız. Bu öyle görünüyor.
Bir de hazır fuar alanındayken diğer ülke stantlarını da gezmeyi ihmal etmedim. Promosyon olarak Hintlilerin kına yakmasına, Amerikalıların Vegas kızlarını ortalıkta dolaştırmasına, Rusların matruşka dağıtmasına, Uzak Doğu ülkelerinin yöresel kostümlerle folklorik dans gösterileri sunmasına tanıklık edip, bizim ülkenin iş odaklı tanıtıma girmesini gururla izledim. Neydi o eskiden yapılan tanıtımlar; Kırkpınar güreşçileri, kılıç kalkan ekibi, davul zurna kakafonisi derken milletin gözü korkar, başı şişerdi...

GOLF TRAVEL MARKET ANKARALILARIN ESERİ

Ülkemiz turizmi açısından çok büyük önem taşıyan International Golf Travel Market (IGTM) bir yılı aşkın zamandır yapılan hazırlıklarla 14-17 Kasım 2011’de Antalya’nın gözbebeği Belek’te gerçekleşti. Bense bu organizasyon için Londra’dan direkt Antalya’ya geçtim. Bugüne kadar dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan IGTM’in 14.’sü Betuyab’ın (Belek Yatırımcıları Turizm Ortak Girişimi A.Ş.) ev sahipliğinde ülkemizde ilk kez hayat buldu. Betuyab üyesi tesislerin sponsorluk desteği verdiği IGTM 2011’in açılış kokteyli Maxx Royal Hotel’de, gala yemeği Cornelia Diamond Hotel’de, veda partisi ise Maxx Royal Hotel’de gerçekleşti.
Ayrıca 63 ülkeden golf turizmine yön verenlerin katıldığı IGTM 2011’in seminerleri Antalya Expo Center’da yapıldı. 150’ye yakın yerli ve yabancı basın mensubunun dört gün boyunca takip ettiği etkinlik dünya medyasında geniş yer buldu. Katılımcılardan tam not alan golf sahaları ve Avrupa standartlarının da üzerindeki otelleriyle Belek, bir cazibe merkezi olduğunu yeniden gözler önüne serdi.

ANKARALILAR YİNE BİR ADIM ÖNDE

Gelelim IGTM 2011 ve dolayısıyla golfun Ankara ile ilgisine. Bozkırda yaşamalarına karşın Başkentli yatırımcılar Türk turizmine damgasını vuruyor. Ege ve Akdeniz sahilinde yer alan birinci sınıf turizm tesislerinin hem inşasını, hem de işletmesini yapan devler arasında Ankara’nın şirketleri başı çekiyor. Bu gelişime en güzel örnek ise Türkiye’nin Riviera’sı ya da Costa Del Sol’u olarak adlandırılan Belek Turizm Merkezi...
Bölge, yan yana sıralanmış beş yıldızlı otel ve tatil köyleriyle insanı büyüleyen bir görünüme sahip. 50 bine yakın nitelikli yatak kapasitesiyle hizmet veren 47 otel ve tatil köyünün yanı sıra, 11 adet golf kulübü bu özel bölgenin ev sahipleri... Ve gelelim Türk turizminin lokomotifi Belek’in Ankara’yla bağlantısına. Değişik tip ve büyüklükte yan yana yer alan bu tesislerin yüzde 80’ninin sahibi Ankaralı yatırımcılar.

DÜNYAYA AÇILAN GOLFÜN ÇALIŞKANI

International Golf Travel Market 2011 organizasyonunun ülkemizde yapılması için büyük emek sarf eden Cemil Uğurlu, turizme gönül vermiş Ankaralı bir iş adamı. Aynı zamanda Betüyab’ın başkanı olan Uğurlu, Türk turizminin gelişmesi için diğer işlerini bir kenara bırakan ve tüm mesaisini sektöre harcayan önemli bir isim. Üstelik bu çabasını Belek’le sınırlı tutmayıp, ülke turizmin gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Golf turizmi ise onun baştan beri savunduğu önemli bir hedef ki, bunun için çalışma arkadaşlarıyla beraber dünya organizasyonuna imza atma cesareti gösteren bir kişilik sergiledi.
Yazının Devamını Oku

Caddeler... Sokaklar... İsimler... Anılar... Geçmiş Zamanlar...

20 Kasım 2011
Ankara... Doğup büyüdüğümüz, gelip yerleştiğimiz, doyduğumuz, yaşadığımız şehir... Hangimiz caddelerini, sokaklarını, meydanlarını adımlamadık ki! Peki, bu güzergahların tabelalardaki veya şehir haritalarındaki isimlerine hiç dikkat ettiniz mi? Ya da bu isimler nasıl kondu, ne tür anılarla yüklü hikayesi var diye sorguladınız mı? Çankaya’dan Keçiören’e, Mamak’tan Altındağ’a, Yenimahalle’den Sincan’a, Etimesgut’a kısacası tüm yerleşkeleri say saya bildiğin kadar, dolaştığımızda geçmiş zamanların rüzgârını teninizde hissettiniz mi?
İşte bu ve benzeri soruların yanıtını arayanlar için anılarla yüklü bazı Ankara caddesi, meydanı ve sokağına gideceğiz. Dolayısıyla da isimlerin konuş hikayelerine göz atacağız... Sağ olsun gazeteci arkadaşım Serhat Hürkan yine tüyo vermekle yetinmeyip, ara gazı da verdi ve köşemin bu haftaki formatını belirledi. Kavaklıdere’deki Tunus Caddesi, Tunalı Hilmi Caddesi’ne ulaşıp çaprazlama karşıya doğru devam eder. O noktadan itibaren cadde çağdaş Kazak şiirinin kurucusu şairin adıyla bilinir: Abay Kunanbay Caddesi.
Çankaya’da Atakule’nin bulunduğu meydana açılan sokaklar gazetecilik ve dergicilik tarihimizin ünlü adlarını taşır. Onlardan biri de, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında çıkardığı İçtihat dergisiyle “Batı hümanizmi” savunuculuğu yapan, üzerine çok eleştiri çekmiş bir yazarın adıyla bilinir: Abdullah Cevdet Sokağı.

ORADA DÖNEMİN GÜÇLÜ TÜRK DEVLETLERİ YAŞAR

Türk güreş tarihinin temel direklerinden bir pehlivanın adı, Altındağ ilçesindeki Örnek Mahallesi’nde yaşar ki, Babür Caddesi’ni, Turgut Özal Bulvarı’na bağlayan Adalı Halil Sokağı’nda.
Kurtuluş Savaşı’nın Mustafa Kemal Paşa tarafından saptanan temel ilkelerini 1919’da açıklayan bildirgeyi bize, Sincan’da Eryaman Sağlık Evi’ne ulaşan Amasya Beyannamesi Caddesi hatırlatır.
Döneminin güçlü Türk devletlerinin anısı, Sincan Sanayi Sitesi’ndeki Avrupa Hun Caddesi’nde, Büyük Selçuklu Caddesi’nde ve yine Sincan’daki Büyük Hun Caddesi’nde yaşar. Kurucusu Celaleddin’in soyadıyla bilinen, ön Asya’daki eski Türk devletini anan Harzemşahlılar Caddesi de aynı bölgede konuşlanır. Sincan’da Şehit Osman Avcı Mahallesi’nden geçerek Göksu Parkı’na ulaşan Selçuklular Caddesi ile de, bu köklü Türk imparatorluğunun adı hatırlanmış olur.
Sincan Sanayi Sitesi’ndeki başka bir yol da, 1402’deki Ankara Savaşı’nda Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt’ı yenerek, İstanbul’un fethini elli yıl geciktiren Özbek hükümdarının adını taşır: Büyük Timur Caddesi.

YEŞİLÇAM’IN KENDİSİ DEĞİL ÜNLÜLERİ GELDİ

Türk sineması da Başkentte kendine yer bulur. Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncusunu, yolunuz Oran semtinden geçerken anabilirsiniz: Ayhan Işık Sokağı... Beyaz perdenin hüzünlü-komik bir rahmetli yıldızı ise, adının verildiği Sincan’daki Sadri Alışık Sokak’ta yaşatılır.
1999’un sonbaharında uğradığı suikast sonucu kaybettiğimiz Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın Çayyolu’ndaki evinin bulunduğu cadde, Bengaldeş devletinin kurucusunun adını taşır: Bangabanhu Şeyh Mucibur Rahman Bulvarı.
İstanbul’un üç büyükler diye bilinen futbol takımlarından yalnızca biri, Ankara’da mekân adı olmayı başarmış durumdadır: Keçiören Uyanış Mahallesi’nde Âşık Paşa ve Kızlarpınarı caddeleri arasında uzanan Beşiktaş Sokağı’ndan siyah-beyazlılar mutlulukla geçerler.
Hz.Muhammed çağında ezanı ilk kez makamla okuyan güzel sesli müezzinin adı hafızalarda, Eryaman’da Yunus Emre Lisesi ile Yunus Emre İlköğretim Okulu’nun yakınındaki Bilal-i Habeşî Sokağı’nda tazelenir.

DELİLER TEPESİ SOKAĞI’NA GİTTİNİZ Mİ?

Asya içlerinden Avrupa’ya kadar uzanan Moğol İmparatorluğu’nun kurucusu, Mamak’ta adının verildiği Cengiz Han Mahallesi’nde anılır.
Altındağ’da Turgut Reis Mahallesi’nde Akşehir ile Lodos sokaklarını birleştiren yol adının ilginçliğiyle dikkatleri çeker: Deliler Tepesi Sokağı...
Atatürk döneminde yapılan reformların adları, Sincan ilçesindeki Eryaman’da bulunan caddelerde yaşatılır: Dil Devrimi, Medeni Kanun, Şapka Devrimi caddeleri. Yine Sincan’da Ulubatlı Hasan Mahallesi’ndeki bir yol da, Harf Devrimi Caddesi adını taşır.
Malumunuz üzere Ankara’da şehirlerarası otobüs terminalinin yeri üç kez değişmişti. Üstelik günümüzde, dördüncü terminal için plânlamalar söz konusu. Konya yolu üzerindeki AŞTİ’ye her Ankara sakininin işi düşer. Tandoğan Meydanı’ndan aşağı inen cadde üzerinde bulunan önceki terminal arsasında bugün Büyükşehir Belediyesi’nin gökdeleni yükselir. Ellili ve altmışlı yıllarda otobüslerle başkente gelenler ise Etlik semtindeki garajlara varırlardı. Geçmiş derin izler bırakmış olacak ki, bugün o yöre, Eski Terminal adıyla bilinir.

DEVRİM KAHRAMANI ASFALTI GÖZLÜYOR

Ankara Sular İdaresi’nin yeraltındaki su borularının haritasını hafızasında karış karış muhafaza eden, emekli olduktan sonra dahi bir arıza olduğunda su borularının nereden geçtiğini öğrenmek için göreve çağırılan rahmetli teknisyenin adı Oran’da anılır: Eşref Özant Sokağı, bu semtte bulunur.
Mustafa Kemal Paşa’yı karşılamaya hazırlanan 1919 Ankara’sında, direnişin en önde gelen isimlerinden Beynamlı Hacı Mustafa’nın adı da Oran semtinde bir sokakta yaşatılır. Hacı Mustafa Beynam Sokağı, Kemal Paşa’nın şehre geldiği yol olan Konya-Ankara asfaltını görür.
1992-1995 arasında süren Saraybosna kuşatmasında, Sırp milislerin işlediği cinayete kurban giden Boşnak devlet adamının adı Milli Kütüphane binasının yanındaki yola verildi: Hakkı Turayliç Caddesi, Eskişehir Yolu’nu Emek-Bahçelievler arasındaki Bosna- Hersek Caddesi’ne bağlar.
İslam dünyasının kullandığı takvimin başlangıcı olan, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçü “hicret” adıyla bilinir. Hicret Sokağı, Sincan’da Mareşal Fevzi Çakmak Mahallesi’nde konumlanır.

ADININ VERİLDİĞİ MAHALLEDE ÖLÜMSÜZLEŞTİ

Damlacık, Pamuk Mensucat, İzmirspor, Galatasaray, Palermo duraklarından unutulmaz golleri ve tertemiz yüreğiyle gelip geçen “Taçsız kral” adının verildiği mahallede ölümsüzlüğünü yaşar: Metin Oktay Mahallesi, Seyranbağları ile Türközü arasında bulunur. Beşiktaş, Lazio, Galatasaray’da “Sihirli” sol ayağıyla harikalar yaratan rahmetli futbolcu Şükrü Gülesin ise, Keçiören Basınevleri semtinde adının verildiği sokakla hafızalarda yaşar.
Akdeniz’i “Türk Gölü” yapan denizci ailenin büyüğü, Barbaros Hayrettin Paşa’nın ağabeyi Baba Oruç’u, Altındağ Örnek Mahallesi’ndeki Oruç Reis Caddesi’nden geçerken rahmetle anarız. Dünya haritacılığının öncülerinden, büyük Türk amiralinin adı da yine Örnek Mahallesi’nde bulunan Piri Reis Sokağı’nda yaşatılır.
Herhalde Ankara’daki en disiplinli (!) hemşerilerimiz de, Sincan’daki Pınarbaşı semtinde bulunan Otoriter Sokağı’nda oturuyor olsalar gerek.
Çankaya Atakule’den gelen Simon Bolivar Bulvarı’ndan Yıldız’a sapan yol, Rabindranath Tagore Caddesi adını alır. Rahmetli Bülent Ecevit’in çok genç yaşta şiirlerini Türkçeye çevirdiği Hint şairi de böylece hatırlanmış olur.

İNTİHAR EDEN VALİ’DE UNUTULMAMIŞ

Dedesi Pandit Jawaharlal Nehru Hindistan’ın iki kurucularındandı. Kızı İndira babası gibi başbakanlık makamına yükseldi. Bir suikast sonucu hayatını kaybetti. Torun Rajiv de annesinin kaderini paylaştı. O da başbakan oldu ve suikasta kurban gitti. Rajiv Gandi Caddesi, Batıkent’te İnönü ve Uğur Mumcu mahallelerinin arasından geçer.
Eski Ankaralılar hatırlarlar: Pakistan’ın kurucusunun adıyla bilinen cadde, Vali Doktor Reşit Caddesi’ydi önceden. 1919’da İstanbul’da işgalcilerin emrindeki polislerden kurtulmak için intihar eden Vali’nin adı, bugün Piyade Sokak’tan Cinnah Caddesi’ne açılan bir sokakta yaşatılır.

ÇITIPITI’YI DÖN TABAKHANE ORADA

Aslına bakarsanız Ankara, sınırları, bürokrasiyi ve protokolü çok sever. Zira devletin kalbidir. Yolları bile yerli-yabancı devlet adamlarının isimlerini taşır. Daha önce de örneğini verdiğim gibi Turan Güneş Bulvarı, Fevzi Çakmak Sokak, saymakla bitmez.
Ya telaffuzu zor isimlere ne demeli? Yol tarif ederken, adres sorarken sanki tekerleme gibi ağzınızdan bir türlü dökülemez ya, o isimlerden bahsediyorum. Örneğin, Bangabandhu Şeyh Muciburrahman Bulvarı’nı bir çırpıda söylemek kolay mı? Kendisi Bangladeş’in kurucusu... Gerçi ülkesinde Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunmasına karşın askeri darbe sonucu idam edilmişti.
Bir de komik olanlar var. Ağaçkakan Sokak, Babaharmani Sokak, Yatıkmusluk Mahallesi, Tevekküller Sokak, Televizyon Caddesi, Çıpıtpıtı Sokak, Tabakhane Caddesi gibi...
Yazının Devamını Oku

İsteyene Tomahawk Kaburga, iste(yeme)yene Ali Paşa kebabı

30 Ekim 2011
Açıkçası binanın ihtişamına bakıp, ürkerek gitmiş ve hesap pusulasında bol sıfırlı rakamlara kendimi hazırlanmıştım. Eh ne de olsa ABD’de başta olmak üzere dünyanın 70 ülkesinde üç bin 500’in üzerinde turizm yatırımına sahip Marriott İnternational’ın en lüks markası olan JW Marriott’un ülkemizdeki ilk oteline giriyordum. Üstelik ödüllü JW Steakhouse restoranda yemek yemeye kalkışıyordum. Bilmeyenler için söyleyeyim, bu restoran geleneksel Amerikan steak kültürünün ABD’deki zinciri hariç Dubai, Londra ve Bükreş’ten sonra dördüncü kalesi.
Bu arada oteldeki JW logosunun önemi çok büyük. Marriott’un üç bin 500’den fazla oteli arasında sadece 28 tanesi JW logosuyla temsil ediliyor ki, sonuncusu da Ankara’daki bu muhteşem tesise konmuş. Yani dünyadaki üst sınıf 28 otelden birine sahip olduğumuz gibi, ABD’dekiler hariç dördüncü steak house da kavuşmuşuz.
Adından da anlaşılacağı üzere mönüsünde et çeşitleri var. İçinizden “Altı üstü ızgarada pişen et değil mi? Her yerde aynı!” sözlerini geçirdiğinizi duyar gibiyim ki, restorana giderken ben de aynı düşüncedeydim. Hatta Ankara’daki Butcha ile Günaydın steakhouse dururken, fazla para vermek için gitmeye ne gerek var diyenlerdendim. Sonuçta tamamen yanıldığımı anladım.
BAŞKENT’İN YENİ YÜZÜ
Önce yaratılan dekoru aktarayım; Sakin bir ortamda yenebilecek özel iş yemekleri veya sevdiklerinizle geçireceğiniz keyifli akşamlar için şık bir mekan yaratılmış. Ayrıca otelin ihtişamı bu restorana da yansımış. Personel ise eğitimli ve cana yakın.
Yemek mönüsünde ise dinlendirilmiş etin en iyi örneklerini sofranızda buluyorsunuz. Sunulan her biftek özenle seçilmiş ki, şef aşçılar tarafından 650 derecelik fırında kızartılmadan önce profesyonelce kesiliyor. Seçiminize eşlik etmesi için hazırlanan kremalı “Yabanturpu” ve “Bearnaise” gibi özel soslar ise bir harika. Listenin en ünlü eti ise kemiğin üzerinde 900 gram servis edilen ve dünyaca bilinen JW Tomahawk Kaburga. Diğer favoriler arasında Kansas City Biftek Çorbası, Fileto ve New York Strip var. Ayrıca restoran, iki bin adet kapasiteli şarap kavları ile de oldukça iddialı.
Gelelim fiyat politikasına... Böylesine büyük bir marka için çok yüksek hesap pusulası bekliyorsunuz, değil mi? İnanın Ankara’daki emsal mekanların liste fiyatından pek farklı değil. Örneğin, çorba 13 lira, fileto 37,  New York Strip’de 41 lira. Yanlız bir tek JW Tomahawk Kaburga 141 Lira ki, o da hayvanın en makbul kısmından özel hazırlanmış bir kilo et yemek için fazla değil. Dahası, dört kişiyi doyuracak miktarda servis ediliyor. Yani içki içmez de çorba, salata ve et yerseniz ödeyeceğiniz para adam başı 60 lira civarında. Farklı kalite ve fiyattaki şarap koleksiyonuna yönelirseniz de rakam çoğalıyor. Ancak gözünüz korkmasın, Ankara’daki üst sınıf restoranların talep ettiği rakamdan daha pahallı değil.
Sözün özüne gelirsek de JW Steakhouse Ankara’da yeni lezzetlere yelken açmak isteyenler için çok iyi bir alternatif oluşturdu.
TÜRK MUTFAĞININ YÜZÜNÜ AĞARTIYORLAR
“Ya rakamları gözün seçmiyor, ya da yolun fakir sofrasından geçmiyor” diyenler için de önerilerim var. Hep üst sınıftan gidecek değiliz ya lezzeti büyük ama hesap pusulasında yazan rakamları küçük mekanlardan da örnekler vereceğim. Birazdan aktaracağım yerlerde içki içilmiyor. Öğle yemeği yeniyor. Bazısı akşamları da açık... Ya bir apartmanın alt katındalar ya da çarşı merkezinin içinde...
Müşterilerin masası değil, sandalyesi var. Herkes bulduğu yere oturuyor. Üç dört arkadaş gitmişseniz, kimi zaman ayrı oturma mecburiyetinde kalabiliyorsunuz. Veya üç kişi bir arada masaya kurulduysanız, dördüncü iskemleye tanımadığınız biri oturabiliyor.
Çabuk servis yapılıyor, çabuk yemek yeniyor. Bir masanın müşterileri bir öğünde en az üç defa değişiyor. Geleneksel mutfağımızın tencere yemekleri listenin baş sıralarında yer alıyor ki, bu durum, “Çarşı Lokantaları”nın birinci özelliği. İsteyen ızgara da yiyebiliyor. Çeşitler daima taze. Değil bugünün yemeğinin ertesi güne kalması, öğlen pişen akşam bulunmuyor. Her öğün ayrı yemek pişiyor. Bu lokantaların sahicilerinde gönül ferahlığıyla yemek yenip, iç huzuruyla hesap ödeniyor.
ÇARŞI LOKANTALARINDA KAZAN KAYNIYOR
Tencere yemekleri kavramını daha da açmam gerekirse şöyle bir tarif verebilirim: Başta kuzu ve koyun eti olmak üzere; piliç, tavuk da dahil et çeşitlerinin bir veya birden çok taze mevsim sebzeleri, bakliyat ve pirinç, türlü ot ve baharat, yumurta, süt, limon, un, peynir ve yağlar ile kaynaştırılarak, bir tencere veya tepsi içinde ateş üzerinde ya da fırında birlikte pişirilmesinden meydana gelen “mamul” madde diyebilirim. Geniş bilgi birikimi, emek ve marifet ister ki, tarihî Türk yemek kültürünün ürünüdürler.
Şimdi Ankara’da yukarıda saydığım özelliklere sahip çarşı lokantalarının birkaçını aktarmak istiyorum. İlk durağım ise her gün sekiz yüz-bin kişinin karnını doyurduğu, günde 400 ekmek ile 100-150 kilo arasında et tüketilen, Denizciler Caddesi’nin başında, eski Adliye’ye yakın gösterişsiz bir mekân. Adı Boğaziçi Lokantası... 1926’da İstanbul Beylerbeyi’nde doğan, mesleğe Pandeli’de 1941 tarihinde çıraklıkla başlayan, Liman Lokantası’nda da çalışan rahmetli Recai Boyacıoğlu tarafından 1956 yılında kurulmuş. Kuruluş aşamasında Boyacıoğlu, Havuzlu Çiçek Lokantası’nın sahibi, eniştesi Hüsamettin Sencer’le ortak. 1970’den itibaren Boğaziçi’nin tek sahibi olmuş.
BOĞAZİÇİ’NİN 50 ÇEŞİDİ
Boğaziçi Lokantası’nda günde ortalama elli çeşit yemek çıkıyor. Tencere yemekleri, çorbalar, ızgaralar, döner, zeytinyağlılar, tatlılar… Esas ağırlık tencere yemeklerinde. Turfanda dönemlerinden başlayarak, bütün mevsim sebzeleri, etli, sıcak yemekler olarak listede mutlaka yer alıyor. Hemen ilave edeyim; lokantanın aşçıları küçükten çırak olarak mutfağa alınıp, beş altı yılda yetiştiriliyorlar. Dört aşçı, iki vardiya halinde görev yapıyor. Yemek takımları beyaz porselen. Plastik tabaklara kesinlikle yemek konmuyor. 
Herhangi bir çarşı lokantasından ayrıldıkları vazgeçilmez özellikleri; etli sebze yemeklerinin kıvamında pişirilmesi, “suyuna indirilmesi”, domatesin dozunda kullanılması, her yemekte usulüne uygun malzeme bulunması ve daima aynı lezzetin tutturulması. Söz gelimi, burada etli lahana sarma veya kuzu kapama mutlaka salçasız, kendi suyuyla “sapsarı” olarak sofraya geliyor. Domates salçası, yalnız kuru fasulye pişerken (O da kış aylarında) kullanılıyor. Zeytinyağlı bakla sakız gibi pişirilip, mutlaka dereotuyla süslenerek sunuluyor. Olur, olmaz yemeğe salça veya domates konulmuyor. Yemekler su içinde yüzerek önünüze gelmiyor. Malzemenin diriliği, tazeliği çiğnerken hissediliyor. Çoktan unutulan “terbiyeli” yemeklere de rastlanabiliyor.
Listeden bazı seçmeler şöyle: Mercimek çorbası, paça, patlıcanlı kebap, sebzeli kuzu kapama, islim kebabı, Ali Paşa kebabı, çiftlik fırın, Ankara Tava, patlıcan musakka, bamya, kabak dolması… Fırın sütlaç, revani, şekerpare, aşure, kadayıf gibi sütlü, hamurlu tatlılar da yemek sonrası emre amade.
Bir şubesini de Gaziosmanpaşa’da Vedat Dalokay caddesinde açan Boğaziçi Lokantası, gösterişsiz ve sükunet içindeki tarzıyla “Türk mutfağının” yüzünü ağartmaya devam ediyor.
LEZZETİ BÜYÜK FİYATI KÜÇÜK
Yıllarca şehir ve tatil otellerinde yöneticilik yaptıktan sonra kendi mütevazı lokantasını açan Ali Arslan’ın “Alaz” isimli lokantasına da gitmenizde fayda var. TOBB İkiz binalarının hemen arkasındaki Mustafa Kemal Mahallesi 2127 Sokakda yer alan bu lokantaya her öğlen gidişimde bakanları, siyasetçileri, bürokratları ve kelli felli iş adamlarını görüyorum. Akşamları da belli saate kadar açık.
Ali Bey, eşi Alev Hanım’la birlikte müşterilerine tencere yemekleri, çorbalar, ızgaralar, zeytinyağlılar ve tatlılar sunuyor. Her öğlenin bir favori sulu yemeği var. İsteyenler için mantı, pide, ızgara ve sote yemekler her an hazır. Lezzeti büyük ama fiyatı küçük mönüdeki etli lahana sarma ise harika. Böylesine kıyıda köşede kalmış mekandan görkemli yemekler çıkması sizi şaşırtsa da, Alev Hanım’ın el becerisi, Ali Bey’in bilgi birikimi karşısında şapka çıkarıyorsunuz.  
BU DA YENİ NESİL ESNAF LOKANTASI 
Hazır söz esnaf lokantasından açılmışken Çiçek Lokantası’na da değinmeden olmaz. 1968 yılında Ulus da esnaf lokantası olarak faaliyete geçen Çiçek Lokantası Eskişehir Yolu üzerinde, Medicana Hastanesi’nin hemen yanında yeni bir mekan yarattı. “Yeni nesil esnaf lokantası modeli” sloganıyla bin metrekarelik bir alanda hizmet sunan restoranın Ulus’da ilk açılan yeri 90 metre kareydi. “Eskinin esnafları tüccar, tüccarlar da holding sahibi oldu, onlara hizmet verebilmemiz için kılıf değiştirmemiz şarttı” diyen markanın sahipleri Türk Mutfağının önemli lezzetlerini müşterilerine sunuyorlar. 
Çiçek Lokantası’nda ocağın altı 24 saat boyunca hiç sönmüyor, ızgaralar hariç tüm yemekler üç dakikada servis ediliyor. Gidecekler için tavsiyem ise Ankara Tava, Elbasan tava, istim kebabı, kuzu güveç gibi Türk Mutfağının özel lezzetleri.
Yazının Devamını Oku

Ankara’nın kayıp ve çile dolduran takımları ile Picadilly sürtükleri

23 Ekim 2011
Kaç gündür elim klavyenin üzerine gitmiyor. Zira art arda gelen şehit haberleri herkes gibi benim de canımı yakıyor. Ancak bu terörist sürüsünün beklentilerine cevap vermemek için acımızı içimize atıp, hayatın normal akışında sürdüğünü ispatlamamız lazım. Tabii, bir vatandaş olarak, ülkemize nasıl bir katkıda bulunabiliriz çabasını göz ardı etmeden. İşte böylesine düşünceler içindeyken dünya ajanslarından bilgisayar ekranıma yansıyan bir haber dikkatimi çekti. Bizimle aynı kaderi paylaşan İspanya, terör örgütünü dize getirmiş ve ETA belasından kurtulmuştu. Sonra televizyon haberlerini ve ertesi gün de gazete sütunlarını takip ettim. Hemen hepsi küçük haber olarak vermiş, ama İspanya’daki terörün tarihçesini aktarmamıştı. Sahi bu ETA’da neyin nesi? Bizim PKK belasından kurtulmamız için tarihçesi işimize yarayabilir mi?
ETA DÜKKAN KAPATTI
İspanya ve Fransa sınırları içinde yaşayan Bask toplumuna bağımsız bir devlet kurma amacı güderek 1959’da kurulan örgüt, 62 yıl sonra dükkanı kapattı. ETA (Euskadi Ta Askatasuna-Bask Vatanı ve Özgürlüğü) silahlı mücadeleye son verdiğini açıkladı.
Franco diktatörlüğüne karşı kurulan örgüt, 1968’den itibaren terör faaliyetlerine başladı. Franco’nun ölümü ve İspanya’nın demokratik sisteme dönüşüyle birlikte, 1979’da Bask bölgesine özerklik tanınmasına rağmen; ETA silahlı eylemlere devam etti. 1978’de kurulan Herri Batasuna adlı parti de örgütün yasal siyasi kanadını oluşturuyor ve Bask Bölgesi’nde yüzde 10-20 oranında oy topluyordu.
1973’de General Franco diktatörlüğünün güçlü adamı Amiral Carrero Blanco, ETA tarafından öldürüldü. Örgüt, 1974’de silahlı mücadeleyi tek yol olarak tanıyanlarla; siyasi-askeri eylemleri birlikte sürdürmeyi savunanlar arasında iki kanada bölündü. Bask bölgesi 1979’da özerklik hakkını aldıktan sekiz yıl sonra, Barcelona’da girişilen ETA eyleminde 21 kişi canını yitirdi.
O DA TERÖR ÖRGÜTÜ LİSTESİNDEYDİ AMA!
1998’de tek yanlı ateşkes ilan eden ETA, hükümetle görüşmelerin kesilmesinin ardından 1999’da ateşkesi bozduğunu açıkladı. 24 Mart 2006’da bu kez süresiz ve kalıcı ateşkes ilan eden ETA, altı ay kadar sonra yeniden terör eylemlerine başladı.
30 Aralık 2006’da Madrid Havaalanı’nda 500 kilo patlayıcıyla gerçekleştirdiği saldırı sonucunda 2 kişi öldü, 26 kişi de yaralandı.  14 Mayıs 2008’de,  Legutiano’da jandarma kışlasının önünde meydana gelen ve ETA’nın düzenlediği patlamada bir jandarma öldü, ikisi kadın dört jandarma yaralandı.
Düzenlediği eylemlerle 850 kişinin ölümüne yol açan ETA, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin terör örgütleri listesindeydi. ETA, militan kadrolarının pek çoğu İspanyol polisi tarafından yakalanıp tutuklanınca; 2010’da yine ateşkes ilan etti. Bir yıl sonra da, 21 Ekim 2011’de yapılan açıklamayla örgüt silahlı mücadeleye son verdiğini açıkladı.
Sözün özü, darısı benim güzel ülkemin başına...
ANKARA’NIN KAYIP TAKIMLARI
Oyuncular siyah bant takarak sahaya çıkarken ve federasyon maçları 3 dakika geciktirerek başlatırken, aklıma gelen konuyu gazeteci arkadaşım Serhat Hürkan önüme getirdi. İyi bir araştırma yapmış ve benimle paylaşmak istemişti. Ankara’da Ankaragücü ve Gençlerbirliği takımları dışında dizi dizi futbol kulübü sevenlerinin kalbindeki “mezarlıkta” yatıyorlardı. Bir kısmı ortadan yok olan, bir kısmı alt kümelerde yeni isimlerle “çile dolduran” Ankara’nın kayıp takımları saymakla bitmiyordu. İşte listemiz:
1947’de kurulan şeker fabrikalarının ekibinin, Hacıbayram’dan Hilâl takımıyla birleşmesiyle oluşan “sarı-lacivertli” Şekerhilâl, Milli Lig’in ilk katılımcılarındandı. 1963’te düştü. Adını Şekerspor’a, renklerini de yeşil-beyaza dönüştürüp, ertesi yıl 2. Lig’in ilk şampiyonu olarak geri döndü. Son düşüşü 1998’de oldu. 2005’de adı Etimesgut Şekerspor, 2010’da Beypazarı Şekerspor oldu. Günümüzde 2. Lig’de top koşturuyor.
POSTADAN TELEKOMA UZANAN SÜREÇ
Ankara’nın demiryolcularının, 1932’de kurulan açık mavi-lacivert renkli kulüpleri Demirspor, 1970’de birinci ligden ikinci kümeye düştü. Şimdi 3. Lig’de.
 “Postacıların takımı” PTT, 1954’de kurulmuştu. Sarı-siyahlılar 1960’da Milli Lig’e yükseldiler. Birkaç kez inip çıkarak 1. Lig’e veda ettiler. Kulübün adı artık Türk Telekom ve renkleri de Türk mavisi-lacivert.
 1945’de semtte kurulan mor-beyazlı Hacettepe, on yıl sonra Ankara Profesyonel Ligi’nin ilk şampiyonu olmuştu. Milli Lig’e 1960’da terfi eden Hacettepe, sekiz yıl sonra küme düşmüştü. 1984’de Keçiören Belediye Başkanı Melih Gökçek’in kontrolüyle Hacettepe’nin adı Keçiörengücü’ne dönüştü. Gençlerbirliği’nin ikinci takımı Oftaş, 2008/2009’da Süper Lig’de Hacettepe adıyla oynadı ve küme düştü. Hacettepe, ertesi yıl 2. Lig’e ve bu yıl da 3. Lig’e indi. Keçiörengücü de aynı ligde, farklı bir grupta oynuyor.
1.LİGE TERFİ EDEN İLK İLÇE TAKIMIYDI
O zamanlar Ankara’ya bağlı olan Kırıkkale’nin takımı, 1978’de 1. Lig’e terfi etmeyi başaran ilk ilçe ekibiydi. Kırıkkalespor bir mevsim oynayabildi en üst kümede. Günümüzde, 3. Lig’de.
Petrol Ofisi’nin takımı olarak 1954’de mavi-beyaz renklerle kurulan Petrolspor, 1964’de Ankara Mahalli Profesyonel Ligi şampiyonu olarak 2. Lig’e çıktı. 3. Lig’e düşüp, tekrar yükseldi ve en sonunda 1995’de 1. Lig’in kapısını çaldı. Adı Petrolofis, forma renkleri de kırmızı-beyaza olmuştu. Takım, ilk yılında küme düştü. Sonrası amatörlüğe dönüş oldu..
Ankara Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulup, Gökçek ailesinin denetimine geçen “seyircisiz ve taraftarsız” Ankaraspor da; başkentin en üst kümedeki temsilcilerinden olmayı başarmıştı.  Futbol yönetmeliklerini çiğnediği için 2009/2010 mevsiminde, Süper Lig’den ihraç edildi. Sonraki mevsim bir alt kümede de oynatılmadı. 2010’de feshedilmesi yoluna gidildi; ama 2011’deki Futbol Federasyonu Genel Kurulu’nda Bank Asya 1. Ligi’ne dahil edilmesine karar verildi. Ardından bu ligden çekilen ekip, A2 Ligi’nde maçlara çıkıyor.
ANKARA GALATASARAY BİLE VARDI
Toprak Mahsulleri Ofisi bünyesinde 1957’de kurulan kahverengi-beyaz formalı Toprakspor, 1951 doğumlu, sarı-kırmızılı Güneşspor, Yeni Sanayi esnafının desteğiyle 1954’de kurulan, sarı-kahverengi renkli Sanayi Barbaros, 1952’de kurulan kırmızı-siyah-beyaz formalı Yenimahalle Gençlik, Ankara’nın “kalbi” olan semtin yeşil-beyazlı kulübü, Yenişehir, gecekonduların ilk kurulduğu bölgelerden Altındağ’ın yeşil-beyazlı ekibi, Sincan’ın temsilcisi Sincanspor, Bahçelievler semtinin mavi-beyazlı takımı Bahçeli Gençlik, mobilya merkezi Siteler semtinin takımı Sitespor ve Karayolları’nın turuncu-siyah renkleriyle Yolspor da Ankara Mahalli Profesyonel Ligi- 2. veya 3. Lig- amatörlüğe dönüş aşamalarıyla başkentin futbol tarihindeki yerlerini aldılar.
Otuzlu yıllarda maçlara çıkan Demirçankaya, Ankara Galatasaray gibi ekipler zamanla kayboldular. Muhafızgücü, Harbiye, Karagücü, Havagücü, Jandarmagücü ekipleri de “askerî futbolda” Ankara’nın temsilcileriydi.
İNÖNÜ’YÜ KIZDIRAN PICADILLY SÜRTÜKLERİ
Bu Serhat yok mu, adam tarih kurdu. Bulmuş eski bir gazete sütununu gözüme sokup duruyor. Araştırınca da oldukça ilginç bir hikayenin içinde buldum kendimi. Hoşluk olsun diye de köşeme aldım.
CHP organı Ulus Gazetesi’nin yazarı Mümtaz Faik Fenik, İkinci Dünya Savaşı’nda ağır hasar gören İngiltere’nin başkenti Londra’ya yaptığı gezinin izlenimlerini dönüşte bir dizi halinde okurlarına sunmuştu. Ulus gazetesinin 9 Nisan 1946 tarihli sayısında yer alan dizideki bir ifade, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü fena halde kızdırmıştı:
“Şu Yaralı Dünya” adlı dizinin o günkü bölümünde Mümtaz Faik Fenik, İngiltere başkentinin Piccadily semtindeki “gece hayatını” anlatıyordu.  “Picadilly Sürtükleri” başlığı konan yazıda ayrıntılarıyla Londra’nın sokak kızlarından bahsediliyordu.
Yazıyı okuyunca fena halde öfkelenen İsmet İnönü, Özel Kalem Müdürü Haldun Derin’e Ulus’un sorumlusu Falih Rıfkı Atay’ı telefonla aratarak, başlığı ve yazıyı görüp görmediğini sordurmuştu.
Sorudaki “gizli azarı” derhal anlayan Falih Rıfkı Atay, verdiği cevapta başlık ve yazıdan dolayı Mümtaz Faik Fenik’i derhal uyardığını ileterek, durumu kurtarmıştı. Tabii olan sürtük bölümüne olmuştu. Haberiniz olsun önümüzdeki ay Londra’dayım. Belli mi olur, dönünce bu başlığı belki ben kullanırım.
Yazının Devamını Oku

Yerli Hollywood bile tohum serası olmuşken Ankara nereden çıktı

16 Ekim 2011
Son günlerin Başkent gündemine Ankara’da film platoları kurulacağı açıklamaları girdi ki, birçok medya organında bu konuya yönelik haberleri sıkça görüyorum. Bu haberlerde de Melih Gökçek, Ankara’nın sinema üssü olacağı konusunda iddialı konuşuyor, tartışmalar ise Hollywood mu yoksa Bollywood mu olacağı üzerine yoğunlaşıyor. Bense yaratılan bu suni gündeme uzaktan bakıp, gülüyorum. Nasıl gülmeyeyim ki, aynı tip açıklama ve tartışmalar yıllar önce de yapılmıştı. Dahası trajikomik bir hikâyeyle sonlanan icraat bile gerçekleşmişti.
Yıl 1998... Büyük vaatlerle stardı verilen ve yerli Hollywood olarak lanse edilen Çandırwood, Antalya’nın Serik İlçesi Çandır Beldesi’nde kurulmuştu. Maliyeti yaklaşık 20 milyon dolar tutan yatırım için o kadar iddialı laflar söylenmişti ki, hepimiz sanki tüm Hollywood yağmur gibi Antalya’ya akacak zannetmiştik. Eh, ne de olsa ikliminden ve doğal güzelliklerden dolayı yılın 12 ayı sinema filmi çekilebilirdi.
Neyse, toplam 185 dönüm arazi üzerine kurulu Antalya Film Stüdyoları 1998 yılında hizmete açıldı ve ilk olarak ABD’li yapımcı Hallmark tarafından 35 milyon dolar bütçeli Arabian Nights filmi çekildi. Sinema meraklıları ve hafızası kuvvetli olanlar hatırlayacaktır, Avrupa’da birçok ülkede gösterilen bu filmde Çandırlılar da rol almıştı. Sonra bir baktık ki, stüdyolara Hollywood’dan ne gelen var, ne de yerini soran. Yıllar süren bu ilgisizlikten, sanıyorum aradan beş yıl geçtikten sonra Çandırwood’u hatırlayan bir isim çıktı ve stüdyolar tekrar gündeme geldi. Yönetmenliğini ve başrolünü Cem Yılmaz’ın üstlendiği GORA filminin çekimleri için bu stüdyolar tercih edildi.

13 YILDA SADECE İKİ FİLM ÇEKİLDİ

Ve geliyoruz bu günlere; Aradan tam 13 yıl geçti ve Antalya Film Stüdyoları, yasal mevzuatlar yüzünden yalnızca iki filme ev sahipliği yapabildi. Onlar da az önce belirttiğim filmler. 30’a yakın uluslararası film projesi ise yasal mevzuatlar yüzünden bürokrasiye takılıp, iptal edildi.
Bu tatlı hayalin sonuç bölümüne gelirsek; Tekfen Holding kendi öz sermayesi ile kurduğu dev platodaki açık alanların bir bölümünü tohum denemelerinin yapıldığı seralara dönüştürdü. Kapalı alanın çok ufak bir bölümü ise reklam ve fotoğraf çekimleri için kapısına kilit vurularak beklemeye alındı. Arzu edenler Çandırwood’a gidip, Tekfen Holding bünyesindeki Toros Gübre tarafından “Tarımsal Araştırma İstasyonu” olarak kullanılan tesisleri gezebilir.

ANKARA’DA DOĞDULAR MARKA OLDULAR

Ankara’nın Batı’yı örnek alan kültürel gelişmesi, başta Fransız ve İtalyan restoranları olmak üzere, dünya mutfağında da kendini gösteriyor. Dolayısıyla da yemek ve eğlence mekânlarını meşhur kılan girişimci insanlar ve yarattıkları markalar çoğalıyor. Üstelik kiminin etki alanı Başkent’le sınırlı kalmayıp, tüm ülkeye, hatta dünyaya yayılıyor. Ve bugünlerde kendi markalarını yaratan birçok işletme adından sıkça söz ettiriyor.
Bu işletmelerden biri Big Chefs... Sahibi ise Gamze Cizreli... Yarattığı marka öylesine tuttu ki, tüm Türkiye’deki işletme sayısı kısa zamanda 11 rakamını buldu. Ankara’daki üç şubenin ardından, Gaziantep, İstanbul’da Etilerde; Tünel, Ataköy, Marmara Forum, Ataşehir ve Suadiye’de şubeleri var. Yeni açılan Mersin Marina ve Antalya’dan sonraki hedefleri ise İzmir, Bursa, Adana ve Bodrum... 2012 yılının sonlarına doğru ise yurtdışına açılıyorlar ki, Azerbaycan, Rusya ve Körfez ülkeleri basta olmak üzere New York ve Londra yer almayı düşündükleri pazarlar.

ZİNCİRE HER GÜN YENİSİ EKLENİYOR

Markanın yaratıcısı Gamze Cizreli’yi şahsen ya da medyada yer alan haberlerinden tanıyorsunuz. Bu yüzden onu değil, başarıda pay sahibi olan ekip arkadaşlarını mercek altına aldım ve geçenlerde uzun uzadıya sohbet ettim. Belirtmeliyim ki, başta zincirin Genel Müdürü Tolga Terzi ile Mutfak Şefi Celal Bayramoğlu’nun bu başarıda önemli payı var. Üstelik başarılarını Gamze Hanım’ın liderliğinde yarattıkları yeni bir markada da sürdürüyorlar. Bir kafe-restoran zinciri olan Big Chefs’den sonra üst seğmende yöneliş için yaratılan Rafine Restoran’da kısa zamanda Ankara’nın sosyal hayatına damgasını vurmayı bildi. Ve bu yeni marka da tüm Türkiye’de yayılmak için yola çıktı.
Tolga Terzi, 2007’de açılan ilk Big Chefs’den beri mutfak şefi Celal Bayramoğlu ile markanın büyümesine omuz veren kişiler. Bu günlerde Tolga, herkese bir çırpı da yaptıklarını ve yapacaklarını anlatırken sözü dönüp dolaştırıp yeni bebekleri Rafine Restoran’a getiriyor. Bu markanın Ankara’dan sonra tüm Türkiye’ye yayılacağı konusunda çok iddialı laflar ediyor. Bense her seferinde biran önce mutfak şefi Celal’e yönelmek istiyorum.

YENİ LEZZETLERE YELKEN AÇIYORUZ

Zira yaptığı yemekleri bana denetmekten büyük keyif alan Celal ustayı bu yaz yöre yöre dolaşırken gördüğüm için yeni lezzetlere yelken açmak istiyorum. Hakikaten de doğu- batı melezi diye tanımlanabilecek mutfağına yeni mönüler hazırlamış. Öncelikle vurgulamalıyım ki mönüsünde her damak tadına uygun yemekler var.
Başlangıçlar da soğan, vişneli yaprak sarma, kuru patlıcan dolma, limonlu levrek, kavurmalı mini pideler, avokadolu somon, köz patlıcan, fener kavurma, çok çeşitli salatalar var. Çerkez tavuklu ravyoli, ev yapımı makarnalar, dinlendirilmiş ızgara Antrkot, bonfileler, Hünkârbeğendi, kuzu Kebabı, Faroz usulü Lagos buğulama ana yemeklerinden bazıları. Tatlılar ise muhteşem: Balkabaklı baklavadan sufleye, şekerpareden dondurmalı portakallı leblebi helvasına kadar birçok çeşit var. Anlaşılan o ki, bu kış da yemekler mideye gittikçe, paralarım da Gamze’ye gidecek.

ESAS LAKABI SİNEMA KRALI

Bahsetmek istediğim bir başka marka da Balıkçıköy. Sahibi Abdullah Tüze ile Fahri Çer... Çok eski dostum olan Abdullah Tüze, “Sinemalar Kralı” olarak bilinse de yeme içme sektörüne hiç yabancı biri değil. Onu 1970’lerin sonlarına doğru ilk tanıdığım da Yeşilçam ile birlikte çöken sinema sektörüne can vermeye çalışan bir idealistti. Tüm sinema salonlarının kapandığı bir dönemde rahmetli ağabeysiyle beraber bu sektöre enerjisini ve sermayesini yatıran bir Donkişot’tu. O günlerin şartlarıyla dev bir bina yapıp, Ankara’da Metropol Sineması’nı açmıştı. Sonraki yıllar ise çoğu Ankara’da olmak üzere ülkemizin dört bir tarafında 200’e yakın sinema salonun sahibi olmuştu.
1980’lerin başında ise Ankara için yenilik olan Yunan Tavernası açıp, yemekle eğlenceyi bir arada sunan işletmenin sahibi olmuştu. Müjde Ar, Uğur Yücel, Şener Şen gibi Yeşilçam ünlülerinin kabare şovlarını sergilemeleri için de ön ayak olup, sırf bu şovlar için gazino açmıştı. Aylarca süren bu kabare şovlar bitince de çok tutan gazinosunu kapatıp, “Ben bu işi para kazanmak için değil Ankaralı sanatla buluşsun diye yapıyorum” demişti. Bugün bile televizyonlarda izlediğiniz bazı dizilerin yapımcısı olarak sanata tutkusunu sürdürüyor.

ONU ŞIMARTAN TEK UNSUR!

Abdullah Tüze şimdilerde balık tutkusu yüzünden yeni bir yatırımın içine daha girdi. Şimdilerde mekan sayısı dörde ulaşan Balıkçıköy’lerin ortağı oldu. Kavaklıdere’de küçük bir dükkanda yaşama başlayan Balıkçıköy’ün dahada büyümesi için büyük paralar harcadı ve Filistin Caddesi, Park Caddesi ve New York derken zincir sayısını dörde çıkardı. Tabii Balıkçıköy’ün fikir babası ve yaratıcı olan diğer ortak Fahri’yi de unutmamak lazım.
Fahri’yi de çok eskiden tanırım. Komilikten başlayıp, patronluğa yükselen hayat öyküsünü hep hayranlıkla izlemişimdir. Bugün bile elinde tabak, müşteriye servisten gocunmaz, mutfağa girip yemek yapmaktan kaçınmaz. Karakteri ise dün neyse bugün aynıdır. Ne patronluk, ne para onu şımartmayı beceremedi. Dün olduğu gibi bu gün de onu şımartan tek şey “Servis çok güzel, lezzetler mükemmel” gibisinden müşterilerin dudağından dökülen sözcüklerdir.
İşte bu iki dostum Balıkçıköy’ün son şubesini Çayyolu’na açtılar. Gerçekleştirdikleri açılış davetine katılmakla yetinmeyip, rotası bana ters gelmesine rağmen üst üste birkaç gece daha gittim. Doğrusunu söylemek gerekirse zincirin yarattığı iş yükü nedeniyle daha düşük seviyede hizmet anlayışı ve lezzet beklerken her seferinde gördüklerim karşısında şaşırdım, kaldım. İşletme balıkçı filosuna katılan son köyle başarıyı bir adım daha öteye götürmeyi becermiş.
Sizlere öncelikli tavsiyem mezeleri damak tadına göre seçin. Zira benim gibi onlarca meze arasında kararsız kalıp, hepsine saldırmayın. Sonra balığa yer kalmıyor. Hele tatlıları yiyemediğiniz için pişman olursunuz.
Yazının Devamını Oku

Zenginlerin Türkiye’deki lüks krallıklarına yolculuk

9 Ekim 2011
Sİzlerİ bu hafta iç karartıcı gündemin dışına çıkarıp, farklı bir konuya sürüklemek istiyorum. Biliyorum, ekonomik koşulların hepimizi hırpaladığı bir dönemdeyiz. Birazdan aktaracaklarım hayatın gerçekleriyle uyuşmaya bilir ama konuya biraz fantezi yaklaşın. En azından piyangodan para çıkarsa “Böyle bir seçeneğim de var” diye okuyun. Talih kuşu tepenize konmasa bile şanslı bir azınlığın lüks yaşamı hakkında fikir sahibi olun. Köşemi baştan sona kadar okuduktan sonra daha detaylı bilgilere ulaşmak istiyorsanız da Tempo Travel dergisinin Eylül sayısı için hazırladığım araştırma dosyasına göz gezdirin.
Şimdilerde, Antalya turizminde, “First class” denilince akla ilk kral daireleri değil, gecelik konaklama bedeli binlerce doları bulan VIP villalar geliyor. Musluğu altın kaplama ve özel havuzlu villalarda, sinema salonu bile var. Elbette ki olanaklar bunlarla sınırlı değil ki, gördüklerimi bir bir sıralamaya başlayayım.
Türk turizminin başkenti Antalya, ultra lüks VIP villalarıyla zengin turistlerin gözdesi durumunda. Gecelik konaklama bedeli 2 bin-25 bin dolar arasında değişen villalarda, akla gelebilecek her konfor var. Toplam 21 oteldeki 600’e yakın lüks villa; Belek, Kundu, Beldibi gibi son yılların en çok tercih edilen tatil merkezlerinde yoğunlaşıyor. Misafir portföyünü genellikle zengin Ruslar, Araplar ve Türki Cumhuriyetlerinden gelen varlıklılar oluşturuyor. Eh sayıları az da olsa bizim şanslı zenginlerimiz...

SUNULANLARDA SINIR YOK

Bu villalarda ayrıcalıklar, müşteri villaya gelmeden başlıyor. Havalimanına limuzin gönderiliyor ya da konuklar özel jet, helikopter veya yat ile konaklayacağı mekana ulaştırılıyor. Villalarda ise yok yok; altın kaplama musluklar, özel havuzlar, sinema salonları, tenis kortları, tam donanımlı mutfak, oyun ve hobi odaları, Türk hamamı, sauna, buhar odası, kese odası, masaj odası, fitness odası, hatta özel uşak ve aşçılar. Kahvaltıyı yatağa kadar getiren özel hizmetliler bir yana, isteğe göre villa görevlisi ‘butler’lar bavulu açıp, gardırop ve giysi düzenini de sağlıyor. Ufak bir ayrıntı; Çamaşırların yıkanıp ütülendiğini de ilave edeyim.
Kuru temizleme, SPA masajı, cilt bakımı, özel yemek ve banket hizmeti, çocuk bakıcısı, basit tamiratlar, ayakkabı bakımı, puro-gazete tedariki, sekretarya, otel dışı hizmet rezervasyonları ve özel gün organizasyonları gibi hizmetler de veriliyor.
Bu konsept çerçevesinde villalarda çalışan elemanlar da titiz bir eğitimden geçiyor. Bazı oteller, özel uşakları ve aşçıları yurt dışında eğitime gönderiyor. Talebe göre, özel uşaklar villada konaklayıp konuklarla iletişimi direkt telefon aracılığıyla sürdürebiliyor. Otel dışına yapılan turlarda da istenirse, refakat hizmeti veriyorlar.

MARKALAR RESMİ GEÇİT YAPAR GİBİ

Bu şaşaalı villalarda lüksün de sonu yok. Diyebilirim ki misafirleri şımartmak için her şey düşünülmüş; VSOP, XO konyaklar, premium viskiler, ithal şampanyalar, marka şaraplar, ithal purolar... Ayrıca, çarşaftan mobilyaya, yemek takımından elektronik eşyaya her üründe dünyaca ünlü markalar tercih ediliyor. Örneğin Calista Luxury’de, yemek takımları İngiliz Churcill, çatal-bıçak takımları WMF, armatürler Hans Grohe, halılar Versace imzalı.
Kempinski The Dom Otel’in mobilyalarının tamamı Fendi ve Baxter. Yiyecek-içecek bölümünde kullanılan tabaklar Villeroy&Boch ve Rosential, bardaklar Schott&Zwiesel, çatal bıçak takımları Hepp marka. Ayrıca, Mardan Palace’da olduğu gibi, her iki otelin tüm elektrikli ekipmanı özel imalat ve 22 ayar altın kaplama. IC Premier villalarının iç dizaynında da Fendi Casa aksesuar ve mobilyalar kullanılmış.
Rixos Premium Hotel, Sungate Port Royal gibi tesislerde perde ve yatak örtüleri Vanelli, oda otomasyonları Martens, banyo armatürleri Stark, balkon ve dış mekân koltukları Ketal imzasını taşıyor. Bu lüks tesislerde, Paşabahçe, Güral Porselen ve Kütahya Porselen gibi üreticilerimizin çok özel koleksiyonlarını da görmek mümkün.
Özel misafirler sadece kaldıkları tesise para kazandırmıyor; gittikleri her mekânda bonkörler. Fön çektirmek için bile 100 dolardan başlayan paralar ödeniyor. Ünlü markalara ait giyim eşyası ve kozmetik ürün satan kişi ve kurumlar da, koleksiyonlarını odalara kadar taşıyıp, satış yapıyor. Karşılığında, binlerce dolar kazanıyorlar. Uzun süreli kalan kimi müşteriler ise, İtalya, Fransa gibi moda merkezi ülkelerden kıyafetler getirtiyor. Villalarda düzenlenen partilerde ise, ünlü sanatçıları görmek şaşırtıcı değil. İşte listeme giren en gözde villalar.
Kempinski The Dom (Belek): Otel bölümü 400 yatak kapasiteli Kempinski’nin 18 özel villası bulunuyor. Bu bölümde butik otel hizmeti veriliyor. Odalardaki armatürler ve asansör altın kaplama. Dünya jet sosyetesinden isimlerin müdavimi olduğu otelde, arzuya göre 24 saat ‘butler’ servisi veriliyor. Konaklama fiyatı günlük 10 bin dolar civarında.
Rixos Premium (Belek): Türkiye’nin 7 yıldızlı ilk tesisi. Toplam 400 bin metrekarelik alana kurulu. Otelden çok, lüks bir tatil kasabasını andırıyor. 164 metrekarelik 28 normal villa, 264 metrekarelik dokuz superior villa, 615 metrekarelik Paris Residence, bin 100 metrekarelik Hektor Residence ve 2 bin metrekarelik Pryamus Residence özel müşterilere kiralanıyor. Villaların en lüksü ve en büyüğü Pryamus Residence’ta biri ısıtmalı iki özel havuz, 5 bin metrekarelik bahçe, nilüfer havuzlu oturma alanı, sinema salonu, hamam, sauna, açık hava masaj pavyonu, 20 hatlı telefon santrali, merkezi iklimlendirme, güvenlik odası, hizmetçi odası, bekleme odası, dört araçlık otopark ve özel tenis kortu bulunuyor. Konaklama fiyatı 15-25 bin dolar.
Calista Luxury Resort (Belek): Logosunda yıldız kullanmayan otel, “Her misafir bir yıldız” diyor ve binlerce yıldıza sahip olmayı hedefliyor. Otelde özel müşteriler için 150 metrekarelik 10 ‘twin’ villa ve 300 metrekarelik üç villa bulunuyor. Bin 500 metrekarelik VIP villa, Calista’daki lüksün üst sınırını oluşturuyor; içinde sinema salonu bile var. Müşterilerini havalimanından helikopter veya limuzinle transfer eden otel, kişiye özel iskele, restoran ve havuzlarla hizmette sınır tanımıyor. Villaların günlük fiyatı 2 bin ile 15 bin dolar.
Ela Quality Resort (Belek): Standart odaların yanı sıra göl manzaralı evler, beş Ela Royal King villa ve iki Ela Royal Resident villa bulunuyor. 680 metrekarelik dubleks Ela Royal Resident, en lüksü. Villaların özel havuzları, hamamları, saunaları var. Dünyaca ünlü tasarımcılar tarafından dekore edilmiş iç mekânları da dikkat çekici. Villaların günlük ücreti 7 bin 500 dolar.
Gloria Serenity (Belek): Standart odalardaki donanımında da çıtayı yüksek tutan otelde, 96 villa bulunuyor. Bunlardan 10’u Serenity Villa adıyla lüksün tanımını bir adım öne götürüyor. Serenity Presidential Villa, bin 200 metrekaresi iç mekân olmak üzere 4 bin metrekareye varan yaşam alanından oluşuyor. Fiyatları 6-10 bin dolar.
Cornelia Daymont (Belek): 29 farklı büyüklükte villa bulunuyor. Göl manzaralı olanlar, 162 metrekarelik. Banyolu üç yatak odası, oturma odası ile özel havuzu bulunan villalardan havuza doğrudan giriş var. Fiyatları 3-6 bin dolar.
Sungate Port Royal (Belek): “7 yıldızlı hizmet” sloganıyla açılan otelde, 26 villa yer alıyor. Her birinin özel havuzu var. Seperatörlerle birbirlerini görmemeleri sağlanan villalar, özel bahçe ve güneşlenme alanlarına sahip. Deluxe villalarda jakuzili yatak odası, oturma odası ve çocuk odası bulunuyor. Fiyatlar 10- 15 bin dolar.
Xanadu Resort Hotel (Belek): Otelin ‘presidential’ villalarında, çalışma odası, ikişer kişilik üç ayrı yatak odası, üç banyo, sauna, tam donanımlı mutfak, teras, yemek ve oturma bölümü var. Bahçede özel havuz bulunuyor. Villalara hizmet veren personel özel eğitimden geçirilmiş. Gecelik fiyatı 2-5 bin dolar.
Maxx Royal (Belek): Golf sahasındaki Presidential Villa 630 metrekarelik, ağaçlarla yarı izole edilmiş ve iki katlı. Açık havuzu ve terası, iki french ve bir twin yataklı üç yatak odası, oturma odası, yemek odası, mutfak, iki jakuzili duşlu banyo, bir saunalı duşlu banyo, bir Türk hamamlı hizmetli odası bulunuyor. Havuz içinde Malezya tipi villalar da var. Villaların gecelik ücreti 3-15 bin dolar.
IC Hotel Residence (Kundu): Uzakdoğu mimarisi ve peyzajıyla IC otellerinin özel kategoride yer alan butik tesisi. Buradaki 44 lüks villa, 70 dönüm üzerinde yer alıyor. İç tasarımını Fendi Casa’nın yaptığı dört Superior Deluxe villa, tesisin en gözde mekânları. Tesisteki diğer villa tipleri; Bali Deluxe, Bali, Lake Deluxe ve Lake. Fiyatlar 4-6 bin dolar.
Mardan Palace (Kundu): Avrupa’nın en büyük havuzuna sahip Mardan Palace’da 500 odanın yüzde 70’i süitlerden oluşuyor. Dolmabahçe örnek alınarak yapılan ana binanın en üst katında 2 bin 500 metrekarelik kral daireleri var. Perdeden mobilyaya, yemek takımından banyo aksesuarına kadar her şey dünyaca ünlü markaların imzasını taşıyor. Yat, uçak, helikopter ve lüks araçlar VIP müşterilere bedava. Mardan Palace’nin villa işlevi gören süitleri, bin dolardan başlıyor, 20 bin dolara kadar çıkıyor.
Yazının Devamını Oku

Yanıbaşımızdaki cennet köşeler ve aşk çeşmesi

2 Ekim 2011
Ankara civarında bilip de gitmediğimiz, duyup da ilgilenmediğimiz o kadar çok yer var ki, ben her fırsatta yeni yerler keşfetmek için yollara düşüyorum. Tıpkı geçen hafta sonu Atlas dergisinin Nallıhan’da düzenlediği Columbia Yürüyüşü’ne gidişim gibi. O güne kadar Ayaş’a, hatta Beypazarı’na gitmiştim ama Nallıhan’a ulaşmayı hiç düşünmemiştim. Halbuki Ankara- Beypazarı arası 120 kilometre, Nallıhan’da Beypazarı’ndan 60 kilometre ötede. Ulaşımı sağlayan asfalt yol ise Başkentin bir çok cadde ve sokağından daha iyi. Gideceğiniz menzil ise gözünüzü korkutmasın; Sincan’dan Ayaş yoluna girin, yol ve levhalar sizi doğruca bu şirin ilçemize götürecektir. İnanın kilometrelerce kat ettiğiniz bozkırdan sonra ulaşacağınız yemyeşil doğa çabalarınızı boşa çıkmağını gösterecek.
Neyse biz dönelim gidiş nedenime... Deminde belirttiğim gibi mensubu bulunduğum Doğan Burda Dergi Grubu’na bağlı Atlas dergisinin Columbia Doğa Yürüyüşü için yollara düştüm. Eh, bu dergi de görev kapsamıma girdiği ve aktivite benim sorumluluğumdaki bölgede geçtiği için gitmekten başka çarem yoktu. Yanımda ekip arkadaşlarımla yola düştüğümüz vakit, hesapta olmayan başka güzellikleri de yaşayacağımı aklıma bile getirmemiştim. Örneğin, Ayaş civarından geçerken tarladan yeni toplanan meşhur Ayaş domateslerini kasa kasa alacağımı, Beypazarı’ndan geçerken gümüş işlemeli takılar ile kilolarca havuç kurusu ve yaprak sarma istifleyeceğimi tahmin bile edememiştim. Şimdilerde giderseniz bu dönem tam zamanı, özellikle dalından yeni koparılmış domatesleri kaçırmayın.

DOĞANIN KUCAĞINDA KAMP ATEŞİ

Atlas dergisi bu doğa yürüyüşlerini daha önce de ülkemizin değişik köşelerinde gerçekleştirmişti. Rize’nin yaylaları, İzmir’in Karagöl’ü, Kemer’in eşsiz kanyonları, Gökçeada’nın nostaljik yürüyüş yolu, Kızılcahamam’ın ormanları aklıma ilk etapta gelenler. İki gün süren bu yürüyüşlere katılımınız için Atlas okuru olmanız yetiyor. Derginin maharetli ekibi çok önceden belirlediği ve duyurusunu yaptığı rotalar için Ankara ve İstanbul’dan otobüsler kaldırılıyor(Tabii isteyenler özel araçlarıyla gelebiliyor), sonra da herkesin bir araya gelmesinden sonra da belirlenen parkurda yürüyüş başlıyor. Gruptaki en yavaş yürüyen kişilerin performansına göre belirlenen hızla yedi ile 15 kilometre mesafe geçildikten sonra da kamp alanına ulaşılıyor ve çadırlar kuruluyor.
Bu esnada mangalda pişen sucuk, köfte eşliğinde alkollü ve alkolsüz içecekler ikram ediliyor, sohbetler başlıyor. Bu aşamada isteyenler geldikleri şehirlere geri dönüyor, isteyenler de doğanın kucağında kalıp, kamp ateşinin etrafında şarkılar türküler eşliğinde geceyi geçiriyor. Ertesi gün ise farklı bir yürüyüş rotasında kısa geziler yapılabiliyor veya yakın çevredeki tarihi ve turistik yerler geziliyor.

7’DEN 70 DEMEK AZ KALIR

Dikkat ettim ulaşımın, kumanyanın ve rehberlik hizmetinin Atlas ekibi tarafından ücretsiz sağlandığı bu yürüyüşlere yüzlerce kişi koşarak geliyor. Bir o kadar kişi de adını yazdırıp, gelemediği için hayıflanıyor. Nallıhan gezisinde en az 300 kişi vardı ki, 7’den 70’e demek yanlış olur, iki yaşından 75 yaşına kadar birçok kişi vardı. Katılan insanlar o kadar keyifliydi ki, hemen hemen hepsi doğa aşığı, çevreci ve bilinçli bir kitlenin bireyleriydi diyebilirim. Dünya sorunlarını da konuş, siyaseti de, teknolojik gelişmeyi de. Sohbetlerine doyum olmuyor. Yeni dostluklar kuruluyor, insanlar arasındaki dayanışmanın en güzel örnekleri sergileniyor ve iki günün nasıl geçtiği anlaşılamıyor.

BÖYLE UYUZA CAN KURBAN

Nallıhan’daki rotamız Uyuzsuyu Şelalesi’ydi. Bu cennet köşeye ulaşabilmek için Nallıhan’ın 5-10 kilometre ötesindeki Karacasu Köyü’ne varmanız yeterli. Uyuzsuyu’nun kaynağı yaklaşık 1200 metre yükseklikte kayalık bir tepede yer alıyor. Suyun sıcaklığı kaynak noktasında 36 derece civarında. Sonra aşağıya akmaya başlıyor, aktıkça da soğuyor. Suyunun “Uyuz” hastalığına iyi geldiği söyleniyor ki adı da buradan geliyor. Köylüler yıllardır hayvanlarına uyuz hastalığı bulaştığında sürüyü bu suya sokup çıkarıyor ve hastalıktan kurtarıyormuş. Detayları önümüzdeki ay Atlas dergisinde görebilirsiniz.
O gün Hürriyet Gazetesi yazarı ve dergi grubunun CEO’su Mehmet Yılmaz başta olmak üzere, tüm üst yönetim bu aktivitenin içindeydi. Ağız birliği etmişçesine ortak bir söyleme girdik ki, Avatar filminden bir sahne izliyormuş gibi şelalenin görkemini dilimizden düşürmedik. Haksız da sayılmazdık; dik kayaların üzerinden akan su yatağında yemyeşil yosundan meydana gelmiş örtü film karesinden fırlamış gibiydi. Üstelik o örtü de kayaların bittiği yerden aşağılara doğru sarkmaya devam ediyordu. Kaya diplerinde yetişen enfes dağ laleleri ise o müthiş manzaraya zarafetleriyle eşlik ediyordu.

BU LEZZETLERİ TATMALISINIZ

Hava kararana kadar gruptan kopamayışımızın bir nedeni de kamp ateşi etrafında yapılan sohbetler ve tüm ormanı inleten şarkılar olmuştu. Sonra Atlas ekibini ve misafirlerini orada bırakıp, geceyi geçirmek için Nallıhan’a gittik. Nallıhan Belediyesi’nin girişimiyle restore edilen otantik bir taş yapı ise dergi yönetiminin gece sığınacağı liman olmuştu. Öğrencilerini kaybettiği için kapanan bir okul, Kültür Merkezi, lokanta ve konaklama hizmeti vermek üzere restore edilmişti. Binanın dört bir tarafı tertemiz ve çok şıktı. Aklınızda bulunsun; Bir gün önceden bile belediyeyi arayarak yer ayırtabilirsiniz. Ücreti ise komik diyebileceğim rakamda.
O gece grup üyelerinin ısrarı, bir başka mekana gitmemizi de sağlamıştı. Nallıhan’ın meşhur “kapama pilavı” ve “kuzu güveci” bizleri ilçenin iki kilometre kadar dışındaki Dağdelen isimli lokantaya sürüklemeye yetmişti. Keçi peyniri, zeytinyağlı yaprak sarma, köfte ise en az diğerleri kadar lezizdi. Fiyatlar ise oldukça düşük. Örneğin yarım kilo et, mezeler, tatlılar ve yerli içki için kişi başı gelen hesap 40 lirayı geçmiyor.
Yalnız, büyük şehirlerde bulduğunuz hizmet anlayışını beklemeyin. Garsonlar elinden gelen tüm çabayı gösterse de bilgileri sınırlı. Örneğin tek şekerli bir kahve isteyin, size fincan içinde pişmiş kahve ve tabağında tek kesme şeker getiriyorlar. Bu ne diye sorduğunuzda da “Siz tek şekerli kahve istemediniz mi, işte yanında kesme şekerde sundum” cevabını veriyorlar.

ATLAR BAHANE KULÜP LOKALİ ŞAHANE

Bir de çok uzaklara gitmeden Ankara’nın kalbinde yer alan bir cennetten de bahsetmek istiyorum. Yemyeşil çimleri ve ağaçları, kuş cıvıltılarını, hobileriniz için ayrılmış geniş alanları ve enfes lezzetleri bulmak istiyorsanız bu satırları iyi okuyun. Şehrin ortasında kalmış bu gizli cennetin adı “Atlı Spor Kulübü Lokali”. Yeri Beşevler semti.
Kuruluşu 1956 yılına dayanan lokal, son aylarda önemli bir değişime uğramış durumda. Gerek dekoru, gerekse sunduğu lezzetler yeni işletmecisinin elinde çok güzel olmuş. Misafirlerine adeta bir sayfiye merkezi huzuru yaşatan mekana gitmek için kulüp üyesi olmanız da şart değil. Kılık kıyafetiniz ve yanınızdaki refakatçileriniz düzgün olsun yeter, içeri alınıyorsunuz. Üstelik önündeki geniş otoparklar sayesinde aracınızı park etme sorunu da yok. Güvenlik kapısından geçtikten hemen sonra da karşınıza gizli bir cennet çıkıyor.
Şehrin stresli ortamından kolaylıkla uzaklaşabileceğiniz bu saklı cennette asil duruşlu atları izlemek ise büyük keyif. Hele Ankara’nın ünlü lezzet ustası Chef Soner ile ekibinin dünya mutfağından özenle seçerek oluşturduğu mönüsü de bu keyfe eşlik edince doyumsuz anlar yaşanıyor. Pazar sabahları ailenizle katılabileceğiniz Brunch’ları ise kaçırmamanızı tavsiye ederim. Bir de Cuma ve Cumartesi akşamları tertiplenen müzik dolu geceleri.

PARALARI HAZIRLAYIN AŞK ÇEŞMESİ GELİYOR

Oran semtindeki Panora AVM çok ilginç bir projeye imza atmak üzere. İtalya’nın Roma şehrindeki Fontana De Trevi’nin (Aşk Çeşmesi’nin) bir benzerini giriş bölümüne yapmayı hedefliyorlar... Çeşme, İtalya ve Roma denince; insanların aklına ilk gelen yerlerden biri. Buradaki havuza para atmak ve dilek tutmak gelenek haline gelmiş durumda. İlginçtir buraya biz Türklerden başka “Aşk Çeşmesi” diyen başka bir millet de yok ya! Havuza arkanı dönerek, sol elinle para atarsan, Roma’ya tekrar gelebileceğin rivayet ediliyor. Gün içinde havuza atılan paralar, her akşam toplanıyor ve yaklaşık üç bin Euro civarında biriken para Romanın fakirlerinin ihtiyaçları için kullanılıyor.
Bakalım Panora’da kaç kişi arkasını dönüp sol eliyle para atacak. Daha da önemlisi havuzda biriken para kim ya da kimlere yar olacak?
Yazının Devamını Oku

Etrafımızda neler oluyor sağımız solumuz AVM doluyor

18 Eylül 2011
Önünden gelip geçtiğiniz bazı yapıların akıbetini, ya da ne amaçla inşa edildiğini biliyor musunuz? Özellikle Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce yaptırılan Samanyolu ve Gökkuşağı rekreasyon alanlarındaki gibi yapılar ile Kızılay Genel Başkanlığı’na ait alışveriş merkezi, meraklı bakışlarınıza sebep olmuyor mu? Bu binalar ve daha başka bir çok yatırımlarla ilgili sorular çoğalınca enine boyuna bir araştırma yapmaya karar verdim. Sanıyorum derlediklerim sizler için de aydınlatıcı olacaktır.
Öncelikle, Ankaralıların “Ucube” ismini taktığı ve yıllardır mezbelelik halinden en ufak taviz vermeyen çelik yığınından bahsetmek istiyorum. Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından 2005’de yapımına başlanan, sözüm ona içinde kongre salonu ve alış-veriş merkezi, alt kısmında da metro istasyonu bulunacak olan bu yapı kaderine terk edilmiş bir halde Eskişehir Yolu’nda enkaz gibi duruyor. Bu güne kadar Belediye Başkanı Gökçek’in bizzat telaffuz ettiği rakamla 71 milyon lira harcama yapılan bina, Danıştay tarafından “Kamu ve toplum yararına aykırı” bulunmuştu. Üstelik plansız ve kaçak yapı statüsüne sokulmuştu. Görünen o ki aynı konumda kalmaya devam edecek.

İKİ KATI BÜYÜYOR AMA!

Demir yığının bulunduğu Söğütözü Semti’nde gezintimizi sürdürmeye devam edelim... Uzun süreden beri Armada AVM’nin hemen yanı başında devam eden inşaat çalışmasında sona gelindi. Armada’nın iki misli büyümesini sağlayacak ek binayla beraber işletmenin bünyesine yeni markalar gelecek. Ancak Ankara’nın en gözde AVM’lerinden biri olan Armada’nın yönetimi dükkanları tutacak marka değeri yüksek firmalar konusunda zorlanıyormuş. Araştırdığım kadarıyla da ellerinde boş kalan birçok mağaza varmış. Halbuki bir kaç yıl öncesine kadar firmalar bu AVM’den yer tutmak için kıyasıya rekabete girer, hatırlı insanları araya sokardı.
Sakın ola ki bu saptamalarımdan Armada’nın popülitesini yitirdiği sonucunu çıkarmayın. Sadece Başkentin bir çok ana arterinde olduğu gibi Eskişehir Yolu üzerinde de o kadar çok AVM açıldı ve açılmaya devam ediyor ki, kiracı bulmak neredeyse imkansız hale geldi.

BU AVM’NİN GÜÇLÜ SAHİBİ KİM?

Demir yığının karşısında bunlar olurken, tam yanında, yani eski Trafik Hastanesi’nin önünde ise bir AVM yapımı olanca hızıyla sürüyor. Üstelik dünyaca ünlü birçok markayı bünyesinde bulundurmak için şimdiden ön anlaşma yapmış durumda. Bu arada yatırım kimin diye bir araştırma yapayım derken çok ilginç bilgilere ulaştım. Üzerinde bulunduğu arsayı almak ve bina yapmak için Büyükşehir Belediyesi’ne daha önce de üç kez başvuru olmuş. Ancak Belediye, her seferinde “Bölgedeki trafik yoğunluğunu arttırır” gerekçesiyle yapım izni vermemiş. Arsa son olarak TOKİ’ye devredilmiş, TOKİ’de gerekli izinleri sağladıktan sonra müteahhide devretmiş.
Tabii ortada ne belediyenin ‘Yaptırmam’ itirazı kalmış, ne de başka bir engel. Doğrusu Melih Gökçek’in bile inadını kırabilen AVM’in güçlü sahibini merak ettim. Halbuki Gökçek, bu kez doğru bir adım atıp, buraya inşaat izni vermemişti. Çok merak ediyorum, N’oldu da fikri değişti?

YONCA’DA KİLİTLENMEYE HAZIR MISINIZ?

Yoğunluk tezi bu şekilde rafa kalkarken Eskişehir Yolu ile Konya Yolu’nun kesiştiği yonca biçimindeki kavşakta bir köşeyi Armada, diğer köşeyi bu AVM tutarken üçüncü köşesinden sürpriz bir atak geldi. Demokrat Parti’nin envanterinde bulunan eski ANAP binasının bir bölümü yıkılıp, yerine çarşı merkezi yapılması için inşaata başlandı. Kısacası yonca kavşak ve çevresi eleğe dönerken ortada ne trafik yoğunluğu sorunu kaldı, ne de karşı çıkan bir belediye. Eminim hepsi faaliyete geçtiği zaman yolda seyreden araçlar milim milim ilerleyecek. Eh metronun da tamamlanacağı yok, hep beraber kilitlenir kalırız. Şimdi bile Ankara’nın en sıkışan kavşaklarından biriydi ki, gelecekte neler olacağını aklıma bile getirmek istemiyorum.

TEPE DE GELDİ TAM OLDU

Yine Söğütözü semtinde gezintimizi sürdürmeye devam edelim... Armada AVM’nin diğer yanında inşaatı tamamlanan Movenpick Otel kapılarını müşterilerine açmaya hazırlanıyor. Sanıyorum bu yılın Ekim ayı sonunda misafir kabul etmeye başlayacakmış. Bu arada Mövenpick’in diğer yanında bulunan ve herkesin Otokoç arazisi olarak bildiği alanda ise dev bir yatırımın yükselmesi için start verilmiş. Projesi hazırlık aşamasında olan yatırımın ne olacağı ise belli değil. Rezidans da olabilir, AVM’de... Sanıyorum iki hafta sonra onun da akıbetini öğreniriz.
Armada, Cepa, Kent Park, Gordion derken az ötelerine bir AVM daha açılıyor. İnşaat sektörünün köklü kuruluşu Tepe İnşaat’ın gerçekleştirdiği Tepe Prime Projesi’de hayata geçiyor. Hatta Business ve Residence bloklarının arasında yer alan kafe, restoran ve eğlence mekanlarının bulunduğu Tepe Prime Avenue’nun tanıtımı bile yapıldı. Business, Residence ve Avenue olmak üzere üç bölümden oluşan Tepe Prime, Ekim ayında Ankaralılar ile buluşacak.

AVM’DE 130 METRELİK KAYAK PİSTİ

Bense tüm Ankaralılar gibi kara kara yolun bu kadar AVM’yi nasıl kaldıracağını düşünüyorum. Ortada toplu taşımacılık adına bir şey yok, üstelik Ulaştırma Bakanlığı’na devredilmesine rağmen metrodan bile ses seda yok, ama trafik yoğunluğunu daha da artıracak yatırım üzerine yatırım yapılıyor. Bence yenilerine “Dur” demenin zamanı geldi de geçiyor.
Daha bitmedi, bir başka yatırımda Ankara merkezli Nata Grup’tan geldi. Üstelik gelmeye de devam edecek. Grup, Mamak’a kurduğu NATA Vega Outlet Projesi’ni yakın zamanda hizmete sokuyor. Şirket, en büyük yatırımını ise İstanbul yoluna, Sincan ile Eryaman kesiştiği bir köşeye gerçekleştiriyor. 400 konutun da yer alacağı AVM projesinde 20 bin metrekarelik dev eğlence merkezi de yapılıyor. Dahası 130 metre pist uzunluğu olan kayak merkezi yapılacak. Yılın 365 gününde, 40 derece sıcak altında dahi kayabilecek merkez Paris, Londra gibi benzerlerinden daha büyük olacakmış. 26 ayda tamamlanması düşünülen merkez 2012-2013 dönemine yetişecek.

TWITTER’DE OLMADI HALK EKMEK VERELİM

Yine Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Milli Kütüphane karşısına inşa edilen ve birkaç yıl önce törenle açılmasına rağmen ‘rağbet görmemesi’ nedeniyle boşaltılan Gökkuşağı Rekreasyon Alanı da tekrar canlanıyor. Hatırlayın, bölünmüş yolun ortasına büyük harcamalarla yaptırılan işyerleri bile yıllardır kiracı bulunamaması yüzünden harabeye dönmüş durumdaydı. Yaklaşık altı yıldır yol ortasında korkuluk gibi duran binaların yıkımı dahi gündeme geldi. Ancak, Melih Gökçek, son çare olarak Gökkuşağı Projesi’ne “Twitter Sokağı” adını vererek süreci uzatmıştı.
Son gelişmeler gösteriyor ki Belediye Twitter Sokağı’ndan da vazgeçmiş. Dükkanlar şimdi Halk Ekmek, PTT gibi birçok kamu kuruluşunun da desteğiyle kiraya verilmeye başlamış. Yakın bir gelecekte hepsi faaliyete geçecekmiş. Bakalım bu kez aşı tutacak mı? Tutsun istiyorum, zira Gökçek tarafından hesapsız kitapsız hayata geçen ve çürümeye terk edilen bu yatırımların da parası vatandaşın cebinden çıktı.

SAMANYOLU’NDA KELEPİR VİLLALAR

Hazır bizim paramızın harcandığı yerlerden bahsetmişken, Konya Yolu üzerindeki, 40 bin metrekare alan üzerine kurulan Samanyolu Rekreasyon Alanı’ndaki boş duran 10 villa da viranelik olmaktan ‘Outlet’ formatına bürünerek kurtuldu. Ucuz fiyatla mal satan firmaların kiraladığı bu villalar da şimdilerde tekstil ürünleri alabilirsiniz. Sonuçta öyle de olsa böyle de olsa iyi bir gelişme... Ancak bahsetmek istediğim konu bu dükkanlar için belirlenen kira miktarının azlığı. Koskoca villayı tutan firmalar her bir yapı için ayda dört bin lira gibi komik bir rakam ödüyor.

KIZILAY’IN BEKLEDİĞİ KAN GELİYOR

Gelelim Kızılay meydanın da yıllardır bir türlü açılamayan o meşhur binaya. Önce, Kızılay Derneği tarafından Beğendik A.Ş’ye, ‘Sosyal ve rant tesisi’ yapılmak üzere 1998 yılında yap-işlet-devret modeli ile ihale edilen devasa yapı, inşaatının tamamlanmasına rağmen dernek ile firma arasındaki hukuki sorunların çözülememesi nedeniyle yıllarca hizmete sokulamadı. Sonuçta da mahkeme kararıyla geri alındı ve yarım inşaat Kızılay Derneği’nin elinde kaldı.
Aradan bir yıl geçti ki yeni ihale yapıldı ve tekstilcilerin içinde bulunduğu konsorsiyum yarım binanın yeni sahibi oldu. Konsorsiyum’da, açılması yılan hikayesine dönen bu yapıyı alışveriş merkezi yapmak için kolları sıvadı. Şimdi çalışmaların sonuna gelindi. Kızılay’ın tam göbeğinde, metro istasyonların tam üstünde yer alan bu AVM de Ekim ayı başlarında açılacak. İçinde de daha çok tekstil markalarının oluşturduğu mağazalar olacak.
Yazının Devamını Oku