Dr. Gülseren Budayıcıoğlu

Serçin’in yolladığı mektup...

16 Nisan 2022
Sevgili okuyucularım... Ülkemizdeki insanlar birbirinden o kadar farklı sorunlar yaşıyorlar ki dıştan bakınca bunu hiçbirimiz anlayamıyoruz.

‘Mükemmel bir hayatı var’ dediğimiz kişilerin iç dünyalarında durum hiç de öyle değil. En zoru da bu galiba, çünkü görünürde sizi mutsuz eden hiçbir şey yok ve siz yine de çok mutsuzsunuz.

Anlayışlı bir eşiniz var, birbirinizi seviyorsunuz, maddi sorununuz yok, işinizden de memnunsunuz.

KENDİNİZE KIZIYORSUNUZ

Dışarıdan size bakanlar hayatınıza imreniyor. ‘Mutlu olmalıyım, bunu bozan hiçbir şey yok hayatımda’ dedikçe daha çok kızıyorsunuz kendinize ve ne aradığınızı, neyi yanlış yaptığınızı hiç bilemiyorsunuz. Başkalarının yaşadığı sorunları görünce kafanız iyice karışıyor, bu sefer de kıymet bilmemekle suçluyorsunuz kendinizi.

İşte size bir örnek: Mektup Serçin’den geliyor...


Yazının Devamını Oku

Ayman’ın 'kader motifi'

9 Nisan 2022
Sevgili okuyucularım... Bugün sizlere “Kader Motifi” adını verdiğim, artık birçoğunuzun aşina olduğu kavramı, bize tüm gerçekliği ve çarpıcılığıyla gösteren bir yaşam hikâyesi anlatacağım.

1. Eğer bu motifi iyi okur, kendimizi doğru değerlendirebilirsek bir falcı gibi neyi, neden yaşadığımızı ve buna dur demezsek gelecekte de bizi nasıl bir hayatın beklediğini aşağı yukarı görebiliriz.

Bu sefer size anlatacağım kişi yani Ayman, Kazakistan uyruklu ama Türkiye’de yaşayan genç bir kadın. Evli ve bir de çocuğu var. Eğitimli bir ailede büyümüş. Baba işadamı, anne ise doktor. Baba, işlerini bahane ederek eve hep geç gelen hatta bazen de gelmeyen, keyfine düşkün, sevgililerinin sayısı bilinmeyen, bunu kendine hak gören, çocuklarıyla ilgilenmeyen, onlara hiç sevgi ve ilgi göstermeyen bir adam. Anne ise akşama kadar hastanede çalışan, son derece bakımlı, evin tüm sorumluluğunu üstlenen, çocuklarına önem veren, merhametli, bir o kadar da otoriter bir kadın.

Dört kız kardeşler. Anne aldatılmaktan bıkmış usanmış durumda. Bu yüzden evde kavga gürültü hiç bitmiyor. Babaları, özellikle eve alkollü geldiği zamanlar eşini çok dövüyor ve çocuklar hep bir ağızdan “Baba yapma” diye haykırarak ağlıyorlar. Bu da yetmiyor adam hepsini gece yarısı evden kovuyor. Anne ve çocukları, baba uyuyana kadar kapının önünde ağlayarak bekliyorlar. Sonra yavaşça, hırsız gibi sessiz sedasız giriyorlar eve. Bu arada komşular artık durumu biliyor ve pencerelerden anne ve çocukların haline acıyarak bakıyor, bir yandan da “Bu kadın doktor, hâlâ bu adama neden katlanıyor?” diye kendi aralarında dedikodu yapıyorlar. Okurken birçoğunuzun aklından komşulara benzer düşünceler geçtiğini tahmin ediyorum. Ama kader motifi dediğimiz kavram tam da böyle bir şey işte... Eğitimli ya da eğitimsiz fark etmiyor. Doktor da olsan, eğer kendinle ve geçmişinle yüzleşmeye cesaret edemediysen hayatını ele geçiriveriyor ta ki sen bir durup kendine, geçmişine ve seçimlerine bakana kadar... Yaptığım seçimlerin ne kadarı bana ait, ne kadarı kader motifine diye sorana kadar...

2. BABAMDAN FARKI YOK NELERİ yılda birkaç kez tıp kongrelerine gittiğinde babaları onları sevgilisinin evine götürüyor. Çocukları televizyonun başına oturtup bir çizgi film açıyorlar, kendileri de yatak odasına girip kapıyı kapatıyorlar. Eve dönerken babaları çocukları tembihliyor “Bunları annenize söylemek yok” diye. Çocuklar ise annemiz üzülmesin diye bu sırrı saklıyorlar. Çocukların üzerinde ne büyük bir yük değil mi? Ah o çocuklar... Dünyanın en dürüst, en gerçek, en maskesiz varlıkları yalanı da işte böyle öğreniyorlar.

Hatta bir seferinde babaları şehir dışına gidiyorum, on gün sonra gelirim diyerek bavulunu alıp çıkıyor evden ancak anneleri onun aynı şehirdeki sevgilisinin evinde kaldığını öğreniyor. Hep birlikte gidip evi basıyorlar, kıyamet kopuyor. Bunlar yaşandığında Ayman 7-8 yaşlarında. Yine bir başka gün annesi Ayman’ı da yanına alıp bir başka kadının evine gidiyorlar. Kapıyı yarı çıplak genç bir kadın açıyor, arkasında “Kim o?” diye bağıran babayı görüyorlar, o da yarı çıplak. O gün kapı önünde ikisini dövüyor adam.

ÖĞRENDİĞİNİ AKTARIYOR

Ayman’

Yazının Devamını Oku

Ani ve sırasız kayıplar

2 Nisan 2022
Sevgili okurlarım... Bizler ailelerimize çok bağlı, çok düşkün, sevecen ve duygusal insanlarız.

1. Özellikle ani ve sırasız ölümlerden çok etkileniyor, bu kayıpların ruhumuzda açtığı yaraları bazen mezara kadar götürmekle de kalmıyor, gelecek kuşaklara aktarıyoruz. Son yapılan araştırmalar yaşadığımız ani ve derin travmaların, sanki zihinlerde çözüm bulmak ister gibi kuşaktan kuşağa aktarıldığını gösteriyor.

Bizleri mutlu eden, sevince boğan duygular nasıl ki hayatın doğal bir parçasıysa üzen, kedere boğan duygular da hayatın doğal bir parçası aslında ama elbette bizler sevince, neşeye kucak açıp onu kabullendiğimiz gibi acıları kolayca kabul edemiyoruz. Öte yandan acı veren bir anıya, duyguya direndiğimiz zaman, acının süresini uzatırız. Acı çok büyük olduğunda insanlar ondan kaçmaya çalışır. Tutulmayan, konuşulmayan, paylaşılmayan, zihinlerimizde çözülmeyen yaslar ve kayıplar da karşımıza bambaşka sorunlar olarak çıkar.

Aslında Özge bana bundan birkaç yıl önce çok farklı bir şikâyetle gelmişti, henüz yeni genç kız olduğu günlerden kalma, kavuşamadığı bir sevdiğini düşünüyor, pişmanlığın kollarına bırakıyordu kendini. Ama bakın bu şikâyetin altından neler çıktı. Biz psikiyatristler bize söylenenden çok altındaki asıl sorunu görmeye çalışırız.



2. EKSİK AİLELER

Yazının Devamını Oku

Gonca’nın mektubu

26 Mart 2022
Sevgili okuyucularım... Her hafta sizlere ülkemizdeki insanlarımızın, özellikle de kadınların kapalı kapılar ardında yaşadıkları acıları ve sorunları içeren konulardan bir örnek sunmaya çalışıyorum.

Bunların pek çoğu toplumda konuşulmayan, tartışılmayan, toplumda tabu sayılan konular. İnsanlar aile içinde yaşananları anlatmaya utanıyor, çekiniyor. Bunu aileye ihanet gibi algılıyor. Ailesini başkalarına kötülediğini, vefasız davrandığını düşünerek kendini suçlu hissediyor ya da anlatırsa geleceğinin olumsuz etkilenmesinden korkabiliyor. Bu nedenle çoğu zaman en yakınına bile anlatamıyor.

ACI BİR MİRAS KALIYOR

Bizim kültürümüzde “Kol kırılır yen içinde kalır” ama bunları ifade edemedikçe sorunlar yok olmadığı gibi tam aksine insanların içinde daha büyük yaralar açıyor; hayatlarını, kararlarını ve kaderlerini etkilemeye devam ediyor. İş bununla da bitmiyor, bu âdet ve alışkanlıklar gelecek kuşaklara da acı bir miras olarak aktarılıyor.

BİR DE ‘FARK ETMEDEN’

Kadın ve erkek arasındaki ayrımcılığı ne kadar eleştirsek de beynimizin içine yıllardır işlenmiş kodlardan hepimiz nasibimizi alıyoruz. Bunu da en iyi günlük hayatta kullandığımız dil ve davranışlarımız gözler önüne seriyor. Her ne kadar bu konuda eskiye göre çok yol alsak da daha gidilecek çok yolumuz var. Örneğin, ailelerde kız ve erkek çocuklara yapılan farklı muameleler biz hiç fark etmeden devam ediyor. Fark etmeden diyorum çünkü bunu yapan aileler eşitsizliği o kadar kanıksamışlar ki aslında çocuklarına eşit davrandıklarını düşünüyor ve buna sonuna kadar da inanıyorlar. Ancak bilinçdışımıza yazılanlar öyle kolay unutulmaz, kaybolmaz ve biz fark etmesek de varlığını sürdürür. Bu da bizim davranışlarımızı etkiler.

Şimdi kızlarına ve oğullarına eşit davrandığını düşünen bir ailenin kızından gelen mektubu hep birlikte okuyalım.

Yazının Devamını Oku

Günsel’in hikâyesi

19 Mart 2022
Sevgili okurlarım... Bizim ülkenin insanları hem birbirlerini canlarını verecek kadar çok seviyorlar hem de birbirlerinin canını acıtmaktan hiç çekinmiyorlar.

Özellikle aile içi ilişkilerde bunu sıkça görüyoruz. Çocuklarımızın ölünceye kadar sahibi sanıyoruz kendimizi. Onlar artık büyümüş, kendi kararlarını alacak yaşa gelmiş, doğruyu yanlışı kendi hayatları için yine kendileri daha iyi bilir demiyoruz. Vebal almaktan korkmuyoruz.

HANGİ YOL DOĞRU

Nerede, ne okuyacaklarına, nasıl bir mesleğe sahip olacaklarına, hatta kiminle evleneceklerine kadar her şeylerine karışıyoruz. Biliyorum, asıl amacımız onlara asla kötülük etmek değil, doğru yolu göstermek ama doğru yolun hangisi olduğunu biz biliyor muyuz, işte bu soruyu kendimize hiç sormuyoruz. Gençler her zaman bizden bir adım önde olmuş ki dünya durduğu yerde durmamış, her zaman gelişmeye devam etmiş.

Aslında hayat bize yarınların ne getireceğini önceden söylemiyor. Kendi hayatlarımızda da öyle olmadı mı? Ne bekliyorduk, ne oldu? Bazen umduğumuz dağlara kar yağdı, bazen de ummadık taş baş yardı. Bazen hayat bize büyük hayal kırıklıkları yaşattı, bazen çok üzdü, bazen o üzüldüğümüz şeylerin aslında bize bambaşka kapıları açtığını gösterdi.

PATİKA, ASFALT OLDU

Kendimizi, her şeyi onlardan daha iyi bildiğimize inandırdık. Onların geçtiği patikalardan zamanında bizim de geçtiğimizi sıklıkla tekrarlamaktan geri durmadık. Bunları söylerken, onların iyiliğini istesek de bizim geçtiğimiz patikaların şu an asfalt yollar haline geldiğini hiç hesaba katmadık. Zannettik ki kendi yaptığımız hataları onların yapmasını engellersek bizlerden daha iyi bir yaşamları olur. Oysa “bizi” şu anki “biz” haline getirenin de kendi hatalarımızdan aldığımız dersler olduğunu unuttuk.

ÇOCUKLAR BORÇLANDI

Çocuklarımızı okuttuk, meslek sahibi olmalarını sağladık, yemedik yedirdik, giymedik giydirdik de sanki bütün bunları lütfeder gibi yaptık,

Yazının Devamını Oku

Narin’in mektubu

12 Mart 2022
Sevgili okurlarım... Yazılarımda genelde ailelere sesleniyor, yakın ilişkilerin hayatımızı nasıl etkilediğini, özellikle çocuklarımızın kaderini belirlediğini anlatmaya çalışıyorum.

Mutlu, huzurlu, başarılı bir hayatın temelini hep bu ilişkiler, ağzımızdan çıkan sözler belirliyor. Aslında bunlar yapılması zor şeyler değil. Birini kırmak, bir süre sonra kıran tarafı da olumsuz etkiler. O evin tadı-tuzu, huzuru kaçar. Hayatta aradığımız en önemli duygulardan biri belki de en önemlisi içinde yaşadığımız evin huzurudur. Huzur yoksa o eve ve o evde yaşayanlara olumlu duyguların hiçbiri uğramaz.

BEDENİMİZ DE ETKİLENİR

Sadece ruh sağlığımız değil, beden sağlığımız da etkilenir bu huzursuzluktan. Huzursuz, gergin ortamlarda yaşayan insanların bağışıklık sistemleri bile bundan olumsuz etkilenir, onlar çok daha çabuk hastalanırlar. Bunu kendi üzerinizden de şöyle bir düşünün isterseniz. Ne zaman bir şeylere sıkılsanız, üzülseniz hiçbir şey olmazsa dişlerinizde sorun çıkar. Baş ağrıları, gripler, boğaz ağrıları, uyku bozuklukları, iştahsızlıklar ya da aşırı yemeler, şekerde, tansiyonda oynamalar, kalp çarpıntılarından biri ya da birkaçı bırakmaz peşinizi. En sık da dudaklarımızda uçuklar çıkar.

Hiç unutmuyorum, biz çocukken ne zaman uçuk çıksa annem hemen dikilirdi başımıza: “Kötü rüya mı gördünüz, yoksa bana söylemediğiniz bir sıkıntınız mı var?” diye...

İLİŞKİLERDEKİ ÖZENSİZLİK

Bizim toplumumuz bu konuya biraz daha özen gösterebilse hayatımızda neler değişecek neler... Son zamanlarda sıkça gündemde yerini alan şiddetin her türlüsü bile kökenini işte bu yakın ilişkilerdeki özensizlikten alıyor. Son zamanlarda yaşadığımız bunca şiddetin yanı sıra şimdi bir de savaş çıktı. Buna devlet eliyle yapılan toplu katliamlar, resmi şiddet de diyebiliriz. Bu toplumsal vahşeti biz durduramayacağımıza göre yine konumuza dönelim.

‘ÇOCUK BU, NE ANLAR’

Bazen o evlerde bizimle birlikte yaşayan çocukların varlığını unutuyoruz.

Yazının Devamını Oku

Şiddet şiddeti çağırıyor

5 Mart 2022
Sevgili okurlarım... Ülkemizde kadına şiddet bir türlü bitmiyor.

Benim yazarken bile içim titriyor, sizler de bu tür haberleri duymaktan, okumaktan bıktınız, usandınız. Ülke olarak her birimiz bu tür vahşet olaylarını şiddetle kınıyoruz ama daha fazlası elimizden gelmiyor. Gördüğünüz gibi şiddet şiddeti adeta çağırıyor.

Bu konuda pek çok yazı yazdım, konuşmalar ve öneriler yaptım, her seferinde bu son olsun dedim içimden, ancak daha beteri oldu ve daha 1-2 hafta önce çocuk yaşta bir kızımız yine vahşice öldürüldü. Bunları yapan erkekleri bir canavar haline getiren en önemli duygu güvensizlik ve umutsuzluktur. Kendinden ve yarınlarından hiç umudu olmayan, hayata çok öfkeli, kendinden tiksinen erkekler zamanla bir canavar haline dönüşebiliyor. Tutunmaya çalıştıkları tek dal olan o kadın da onu istemeyince içlerindeki bütün öfkeyi o masum kadına yönlendiriyorlar.

İşin kötüsü saf ve masum insanlar adım adım yaklaşmakta olan tehlikeyi hemen fark etmezler çünkü onlar, tıpkı çocuklar gibi kötülüğü hemen tanımazlar. Durumun vahametini fark ettiklerinde ise devletimiz onları koruyamıyor. Kadınların sesine adalet mekanizması yeterli cevabı veremiyor. Kadınlarımız ölmeden önce yargıya başvursalar da imdat çığlıklarını kimseye duyuramıyorlar.



SILA KURTULABİLİRDİ

Yazının Devamını Oku

Binnur’un mektubu

19 Şubat 2022
Sevgili okurlarım... Burada her hafta birbirinden farklı konuları ele alıyor, insanlarımızın çoğu zaman yürek burkan öykülerini, dertlerini, sorunlarını dilim döndüğünce sizlere anlatmaya ve çözümler sunmaya çalışıyorum.

Biliyorum ki bu öyküler tıpkı beni hüzünlendirdiği gibi bazen sizleri de çok hüzünlendiriyor, “Ah güzel Hocam, acılara mı bakacağız hep...” diyorsunuz. Haklısınız, ben de çok seviyorum güzel hikâyeleri ve bu hikâyelerin kahramanlarını. Ama mesleğim gereği her zaman ruhu yaralı insanları gördüm ilk önce. Acıların, sıkıntıların, çözümsüz görünen sorunların altında boğulan, ezilen insanlarımızı...

Derken her seferinde hastalarımla birlikte adeta bir yolculuğa çıktık Kırmızı Oda’mda. Bu yolculuklar sırasında hastalarım bazen ağladılar, üzüldüler bazen de hayret ettiler, gülümsediler ama her ne olursa olsun bu yolculuğun sonunda ferahladılar, güçlendiler, fark ettiler, iyileştiler...

Ben de yıllar yılı hem acıyı gördüm hem tatlıyı, hem yarayı bildim hem de şifayı... Hayat bizlere kötü yüzünü göstermiş, canımızı fazlaca yakmış, kalbimizi kırmış olsa da bizler eğer bu acılardan kaçmayıp onlarla yüzleşebilir, anlayabilirsek kötü giden, bizi mutsuz eden talihimize dur diyebiliriz. İşte bu yüzden, önce kendi karanlığımızı tanıyacağız, anlayacağız sonra yılmadan, usanmadan çabalayıp o karanlığın içinde mumlar yakacağız. Bizler emek verdikçe mumlar çoğalacak ve amansız görünen karanlık yavaş yavaş kaybolacak.

Bugün de kardeşleri doğduktan hemen sonra “abla” olmuş, bir çocuk olarak hak ettiği sahiplenilmeyi tadamamış, o yalnız çocuklardan olan Binnur’un öyküsüne kulak verelim istiyorum... Verelim ki, anne babalarımız istemeden de olsa bu hatalara düşmesinler, yalnız çocuklar büyüyüp yetişkin olduklarında yaralı çocukluklarının öfkesini ve hüznünü beraberlerinde mezara kadar götürmesinler. Verelim ki, onların da “Yaşadım” diyebilecekleri bir hayatları olsun... Bakın Binnur neler yazmış mektubunda...



Yazının Devamını Oku