Ajda Pekkan

Güven duygusu tek kullanımlık değildir

10 Ekim 2015
Bu hafta güven üzerine yazmak istiyorum.

İnsanlara, birbirimize olan yoğun güvensizliğimiz neden?
Ama ben güvenmeyi seçtim.
Söze, söylenene, kişiye güveni seçtim.
Yanılmıyor muyum zaman zaman?
Tabii ki yanıldığım oluyor, herkes gibi.
Vardığım sonuçlar hep nedenler üzerine, insanı anlamak üzerine.
Birini yanıltma hakkına sahipsiniz elbet.

Yazının Devamını Oku

100 bin beyaz bulut

3 Ekim 2015
Fransız sanatçı Charles Pétillon, kamuya açık oyun alanı, orman, ev ve farklı mimari yapıları bembeyaz bulutlarla istila etmesiyle tanınıyor.

Bu yılki mecrası Londra’da, Covent Garden bölgesindeki tarihi market binası olmuş.
54 metre uzunluğundaki yerleştirmede, 100 bin tane beyaz balon kullanılarak, titreşen beyaz ışıklar eşliğinde bulutlar sergilendi.
Çalışmada, her bir bulutun tekil olarak aslında ne kadar kırılgan olduğu anlatılmak istenmiş.
Bazen bir şehre, farklı ruhlar katan sanatçılar, beklenmedik bir mutluluğun kaynağı olabiliyor.
Londra ve 100 bin beyaz bulut çok yakışmışlar.

Biraz adrenaline ne dersiniz

“Yerden göğe kadar eğlence” konseptiyle Maslak Uniq İstanbul’da hizmet veren Xtrem Aventures, tüm macera ve adrenalin tutkunlarına özel dakikalar vaat ediyor.

Yazının Devamını Oku

Sonbahar

26 Eylül 2015

Ekim girdi hayatımıza...
Tam sonbaharın orta yerinde İstanbul’da olmak...
En hüzünlü ayrılık şiirlerinin yazıldığı ve en serininden Marmara akşamlarına hoş geldiniz.
Benim duygusal boyutlarımın tavan yaptığı aylardır sonbahar...
Doğa sararır ya inceden ve yavaştan...
Toprağın ıslak kokusu genzinizi yakar...
Sarının her tonunda yapraklar asfaltları kaplar...

Yazının Devamını Oku

Önce insan olmak gerek

19 Eylül 2015

İnsanı insan yapan unsurlar neler sizce?
Vicdan, saygı, dürüstlük, sevgi, kendinden olmayanı anlamak, empati ve daha bir sürü sayabileceğimiz sıfat değil mi? Zordur!
Çünkü bir insanı dininden, mezhebinden, dilinden, düşüncelerinden, dinlediği müzikten, giydiği kıyafetten, kullandığı arabadan, belki annesinden babasından dolayı yargılamamak zordur.
Önce insan olmak gerek.
Tüm bunlar içinse önce kendine dönüp sorgulaman gerek.
Macaristan’da mülteci kampına gönderilmemek için kucağında çocuğuyla polisten kaçan göçmen babaya çelme takmamak, göçmen kıza tekme atmamak için önce insan olmalı...
Şimdi o kameraman kadına haykırmalı...

Yazının Devamını Oku

Bu hafta biraz kültür takılıyorum

5 Eylül 2015

Müzeciliğin olimpiyatları başlıyor

Bu yıl müzeciliğin olimpiyatları olarak tanımlanan, müzecilik konferansı Communicating the Museum, ilk kez İstanbul’da yapılacak.
Konferansın ana teması “Çağdaşlık” olarak belirlenmiş.
Son 15 yılda, dünyanın önemli şehirlerinde düzenlenen CTM konferanslarında, bugüne kadar 40 ülkedeki sanat kuruluşlarından, 3 bin 500’ün üzerinde müze uzmanı bir araya gelmiş.
9-12 Eylül’de Kültür Bakanlığı himayesinde, DÖSİMM ana sponsorluğunda, TÜRSAB ve BKG katkıları ve İş Bankası ile Hisart’ın destekleriyle İstanbul’da düzenlenecek olan bu çok özel konferansa, Avrupa, Amerika ve Avustralya’nın sayılı müzelerinden pek çok önemli isim ve üst düzey yönetici katılacak.
Dünyanın sayılı müze ve sanat kurumundan yaklaşık 300 uluslararası katılımcı, ilk kez İstanbul’da bir araya gelecek.
Konferans kapsamında 36 workshop gerçekleştirilecek.

Yazının Devamını Oku

Ben galiba annemi özledim...

29 Ağustos 2015
Kızarmış ekmek kokusu, lavanta kolonyası ve hasret...

Eskiden şöyle derdim, “Konser, turne, seyahat, ayy üç gün oldu görmedim, çok özledim anne...”
16 yıl olmuş yüzünü görmeyeli, konuşmayalı ve onun lavanta kokulu ellerini yüzüme sürmeyeli... Gözümün önünde dün gibi; evde oturmuşuz, bir pazar günü, içeriden kızarmış ekmek kokusu geliyor mutfak tıkırtıları eşliğinde...
Hani pazar günleri anne kahvaltısı vardır ya, işte o kokular ve tıkırtılar, oturduğunuz ya da yattığınız yerden güven ve aidiyet duygusu hissettirir. Anne böyle bir duygudur; her zaman vardır, en zorda vardır, en mutluda ve en kaosta hep vardır... Ve varlığının değerini belki de yokluğunda hissedersiniz ancak...
Yaşadığı günleri, gittiği günden daha çok iz bıraktıran anneler... Size kızmalarından çok sevmelerini hatırlarsınız yokken... Gerçek hasret duygusu budur bir evlat için, geride kalanlara sımsıkı bağlanma ve kenetlenme ihtiyacı duyarsınız.
Aslında arayış başlar, herkeste o sıcacık kokuları ve aynı sadık sevgiyi arar durursunuz. Varlığında zaman zaman sıkıldığınız sohbeti, sizi aramalarını özler durursunuz. Hayat boyu karşılıksız sevgi görmenin vefasızlığının pişmanlığıyla...
Hep keşkeler kalır hasret tazeyken aklınızda; keşke şunu da yapsaydım annemle, keşke daha fazla sohbet etseydim, keşke daha çok anlamaya çalışsaydım onu diye hayıflanıp durursunuz.
Sonrasında keşkeler yerini “iyi ki yapmışım”a bırakır; iyi ki birlikte şunu yapmışız, iyi ki ona hep severek bakmış gözlerim, iyi ki diye diye... Avutmaya çalışırsınız kendinizi...

Yazının Devamını Oku

Önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan zor

22 Ağustos 2015
Zaman içinde edindiğimiz yaşamsal deneyimler, önyargıları beraberinde getiriyor.

Hele belli yaşların üzerindeyken yaşadıklarımız, tosladığımız duvarlar, tüm negatif koşullanmalarımızı pekiştiriyor.
Einstein bile “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur” demiş...
Bu çağda farkındalığının yüksek olduğunu düşündüğünüz insanların bile öncelikle kendi farkındalıklarından bihaber olmasına rastlamak çok üzücü...
Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir kitapta bakın ne diyor:
“Buda kendisiyle olan nihai yüzleşmesini Nirvana olarak tanımlamıştı.
Nirvana ‘Hiçlik’ demektir.
Ve bir kez sen hiçliğinle barışık hale geldiğinde, tüm gerginliklerin, çatışmaların, endişelerin son bulur.

Yazının Devamını Oku

“Yaramaz çocuk” diyerek suçumuzu sempatikleştirdik

16 Ağustos 2015
Çok sıcak bir yaz...Beklenen yağışların gelmediği baharlar...


Sele dönüşen, faciaya yol açan yaz yağmurları...
“El Nino’lu yıllara hazırlanın” uyarıları...
Dünya genelinde yaşadığımız ve İspanyolca “El Nino”, yani “yaramaz çocuk” adı verdiğimiz bu doğal denge yitimi, keşke adı kadar sempatik olabilse!
Yıllardır doğaya kendi ellerimizle verdiğimiz zararla bugünlere gelindi. Atmosfere saldığımız sera gazları, suyun toprağa ulaşmasını engellediğimiz yapılaşmalar, kısaca yeryüzünde yarattığımız değişimlerle doğal dengeyi bozduk; daha kötüsü buna inatla devam ediyoruz.
Dünyada ortalama sıcaklık giderek yükseliyor. Beklenilmeyen bölgelerde kuraklık, ona çok uzak olmayan başka bir bölgede şiddetli yağışlar yaşanıyor. Doğanın doğal denge gereği toprak tarafından emilmesi, toprağın ememediği suyun da yerçekimi gereği gürül gürül dere ve nehir yataklarına akması gerekirken, her bir damla bize felaket olarak geri dönüyor.
Her şeyin bir nedeni ve bedeli var elbette...

Yazının Devamını Oku